๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Ekim 2010, 18:50:42



Konu Başlığı: Kurân penceresinden ailede erkeğin konumu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Ekim 2010, 18:50:42
Kur'ân Penceresinden Ailede Erkeğin Konumu

Kâinatta her şey çift olarak yaratılmıştır. Atomların proton ve nötron, elektriğin pozitif ve negatif yüke sahip olması, bitkilerde erkek çiçeğin polenleriyle döllenen dişi çiçeğin meyve vermesi bu konuya misal olarak zikredilebilir. Nitekim, bununla ilgili olarak Kur’ân’da, “Her şeyi çift yarattık ki, düşünesiniz.” (Zâriyat, 51/49) buyurulmaktadır. Aynı durum yani çift yaratılış olgusu, insanlarda da söz konusudur. “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yarattık. (Nisâ, 4/1)  ve “Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratan O’dur.” (Necm, 53/ 45-46) gibi ayetler insanlık alemindeki çift yani erkek/dişi yaratılışı ifade etmektedir.

Erkek, kadınsız; kadın da erkeksiz nâkıstır. Bu nedenledir ki, her şeyin mükemmel olduğu cennette Hz. Âdem’den sonra Havvâ anamız yaratılmıştır. Bu yaratılışta esas olan, erkek ve kadının anlamlı bir bütünü oluşturarak birbirlerini tamamlamalarıdır. Yani erkekte olan bazı hasletler kadında zayıf iken, kadında güçlü olan bazı hasletler ise erkekte zayıf bırakılmıştır ki birbirleriyle dayanışma içinde hayat sürebilsinler.

Kur’ân’da yer alan kavvâm kavramı ve bu kavramın zikredildiği Nisâ suresi 34. ayet, erkek ve kadının İslam aile düzenindeki ve fıtrattaki konumunu belirlemek açısından çok önemli ipuçları vermekte ve kadın-erkek mukayesesi üzerine kurulu pek çok soruları cevaplamaktadır. Suat Yıldırım Bey bu ayete şu şekilde meal vermiştir:

“Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar (kavvâm). Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır.” (Yıldırım, 2001)

Ayette geçen kavvâm kelimesine “hâkimdirler” (Davudoğlu, 1982; Atay-Kutluay, 1973) , “destekçisidirler” (Doğrul, 1947) , şeklinde anlam veren mealler de mevcuttur. Râğıb el-İsfahânî ise kavvâm kelimesine gözetmek ve korumak anlamını vermiştir. (Râğıb, 1986)

Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde söz konusu ayet özetle şöyle tefsir edilmektedir:

“KAVVÂM; "kâim"in mübalağası olup (kıyam bi’l-emr)’den alınmıştır. Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." mânâsı üzere hizmetkârlıkla atbaşı bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır. Bunun için Kadı Beydâvî “kavvâmûne”nin tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: “Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır.” “Hüm” zamirinin delalet ettiği mânâ ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber âyetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, üstü kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan birtakım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. Ve açıklandığı üzere esas üstünlük ölçüsü olan kazanma ve mal edinme açısından erkek, faaliyet gösterme yeteneğine sahip; kadın ise itaat duygusu ve kabiliyet yönünden ince ruhlu ve çekici bir yaratılışa sahip olup bunun için erkeklerin kuvveti ile korunmaya ve muhafaza edilmeye daha fazla muhtaçtır. Ve bundan dolayı sonuç olarak genel bir şekilde üstünlük ve faziletin erkek tarafında bulunduğunu, amirlik ve idarecilik yetkisinin, hakkıyla erkek olan erkeklere verilmesi ve kadınların onlara itaat etmesi, hem bir hak ve hem de kadınların menfaatlerinin gereği olduğunu pek beliğ özlü bir ifade ile anlatır. Ve işte erkeklerin peygamberlik, imamet devlet başkanlığı, valilik, şeair-i İslâmı, yani İslâm'ın sembollerini gerçekleştirmek, kısas cezalarında şahitlik etmek, cihadın kendilerine vacib olması, cumanın vacib olması, ezan, hutbe, itikaf vb. bir takım özellikler, haklar ve vazifeler ile üstün olmaları da bu örneklerden bazılarıdır. "Kadınlar üzerine hakimdirler." fehvasınca ailede riyaset hakkına sahip olmalarının bir sebebi, yaratılıştan olan üstünlük; biri de erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya harcamaları meselesidir.” (Elmalılı, II/1348-1349) Verdiğimiz bu tefsirler neticesinde akla şu soru geliyor: “Çağımızda farklı bir konsept söz konusudur. Pek çok Müslüman kadın değişik iş kollarında çalışmakta ve ev ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Böyle evli bir kadın ekonomik bağımsızlığını eline aldığı ya da bir kısım kesbî (çalışarak elde edilen) meziyetler/makamlar elde ettiği takdirde de erkeğin kadın üzerindeki yöneticiliği/koruyuculuğu devam eder mi?” Bunu izaha geçmeden önce kadın ve erkeği fiziki açıdan tahlil eden bazı dikkat çekici ve kıymetli açıklamaları aktaralım:

“Asrın Getirdiği Tereddütler -3” isimli eserde şu izahlara yer verilmektedir: “Erkek kavvâmdır. Âyette bu hükmün illeti de belirtilir: “Bimâ faddalallahu ba'dahüm âlâ ba'dın”. Allah bazınızı bazınıza, bazı noktalarda üstün kılmıştır. Erkeklerin birçok noktalarda kadına karşı üstünlüğü vardır. Fakat bu üstünlüğü, aynı organizmaya bağlı uzuvlar arasındaki üstünlük gibi değerlendirmek gerekir. Meselâ, erkek bu organizmada şayet, göz gibiyse, kadın da kulak gibidir veya erkek beyinse kadın kalptir. İkisi arasında işte böyle ciddi bir irtibat vardır. Biri kan pompalarsa diğeri yaşar, onda bir kanama olursa diğeri de durur. Hayatları iç içe girmiş bir vücûdun ayrı yanları gibidir. Böyle bir husûsiyeti kabûl etmekle beraber, genel manâda erkeğin kadına olan fonksiyonel üstünlüğü de inkar edilemez. Erkek bütün bir senesini faaliyet içinde geçirebilir. Bazen en ağır işlerde çalışır. Fizikî ve psikolojik yönden dâima daha kuvvetlidir. Batı dünyası dahi en ağır işlerde erkeği kullanır. Maden işçileri hep erkeklerden seçilmektedir. Kadın ise, ayın bazı günlerinde devre dışı kalmak zorundadır. Lohusalık halinde bazan iki aya yakın aktif olamaz. İrâde ve fizikî yönden zayıftır. Her zaman cemiyetin her kesiminin içinde bulunamaz. Bazı durumlarda en mukaddes emânetini kaybedip cemiyet içinde kimsenin yüzüne bakamaz hale gelebilir, onun için çok dikkatli olmak mecbûriyetindedir. Mahremi olmadan uzak yerlere yolculuk yapamaz.

Bütün bunlar nazara alınacak olursa, erkeğin kadına karşı üstünlüğü, inkâr kabûl etmez bir gerçek olarak ortaya çıkar. Bununla beraber cemiyetin, her iki cinse de ihtiyacı, her türlü îzâhtan vârestedir. Kadın ön sezisiyle ve içinde taşıdığı şefkat duygusuyla erkekten çok üstündür. Onun içindir ki, çocuğun bakımını anne üstlenir. Çünkü bu iş babanın altından kalkabileceği bir iş değildir. Fakat o da dış hâdiselerin tazyikine karşı mukâvemetlidir. Evet o, en ağır işlerin altından dahi kalkabilecek güçtedir.

Anneye gelince, gece yarısı çocuk ağlamaya başlayınca, bazen baba oda değiştirir. Anne ise yattığı odadan çocuğun odasına koşar. Belki sabaha kadar onun başında durur. O çocuğuna karşı çılgınca bir şefkat taşır. İşte, bu duyguyla kadın erkekten üstündür. Bu üstünlük yerinde kullanıldığı zaman da büyük hayırlara vesîle olur. Kadın nesil yetiştirir. İyi bir eğitim ve öğretimle onları insanlığın zirvesine çıkarabilir. Erkek ise hayatının büyük bir bölümünü ev dışında geçirir. Halbuki kadın sabahtan akşama kadar bir tül gibi evlâdının başında titrer ve ona insanlığa giden yolları gösterir.Büyük insanları anneler yetiştirir. Fâtihleri, insanlığın iftihar tablolarını hep anneler şekillendirir. Kadın kendine âit bu meziyetlerle, erkek de yine kendine ait kabiliyetlerle örfâneye iştirak ederse bu bütünleşmeden cennet ikliminin yaşandığı bir âile ve fazilet topluluğu cemiyet meydana gelir. Erkek kadınsız, kadın da erkeksiz eksiktir. Onun içindir ki, her şeyin mükemmel olduğu Cennette Hz. Âdem'den hemen sonra, Hz. Havvâ vâlidemiz yaratılmıştır. Eğer ilk yaratılan Havvâ olsaydı, şüphesiz, hemen ardından da Âdem yaratılacaktı. Zira her ikisi de bir birisiz olamazdı.. Kadın evin dâhilî işlerini erkek de hâricî işlerini deruhte etmekle mükelleftir. Erkeğin işlerinin kendine göre zor taraf1arı olurken, kadın içinde aynı şeyleri söylemek zorundayız. Fakat, "mağrem/zorluk" itibariyle "mağnem/mükafat" kaidesince erkeğin evde "kavvâm" kılınması onun mesuliyetini daha da ağırlaştırmaktadır. Onun içindir ki kadının ve çocukların nafakası, bütün hayat şartlarının temîni erkeğe âit vazifeler arasında sayılmıştır.

Bugün feministlerin teklif ettikleri kadın hakları, esasen kadını muallâ mevkiinden alıp ayaklar altında hor ve hakir hale getirmek, demektir. Kışın üryan, yazın ise palto ve yünlülere sarılıp sarmalanıp gezmek ne ise, kadını erkekleştirme gayreti de aynı hamakat örneğidir. Kadın yerinde kaldığı müddetçe sultandır, büyüktür ve Kadın Efendidir. Erkek de sınırını aşmadığı sürece, hürmete lâyık bir azîzdir. Bu şekildeki yerlerini değiştirmek isteyenleri Allah Rasûlü onları lânetler, çünkü fıtratla çatışmaya girmişlerdir. İnsanı meydana getiren uzuvlara yer değiştirterek, kulağı diz kapağına, burnu karnın ortasına veya gözleri ayakların altına yerleştirmek insanı ne hale getirirse kadın ve erkeğe böyle yer değiştirme gayreti de erkek ve kadını o hale getirecektir. Kadın, kadın olduğu, erkek de kendi yerini koruduğu müddetçe güzeldir ve fıtrîdir. Aksine gayretler ise, fıtrat ve tabiata karşı harp ilân etmek gibidir.” (Abdulfettah Şahin, Asrın Getirdiği Tereddütler-3, 123-126)

Ayrıca kadınların özel günlerinde erkeğe düşen görev, hanımını, beden/ruh sağlığı açısından kollamak, gözetmek ve desteklemektir. Yukarıdaki ayette erkeğe hanımını gözetme ve koruma görevi verilmiştir. Aslında erkeğin sorumlulukları yaratılışındaki güçlü özelliği ile tam bir uyum içindedir. Kadın ise böyle bir özelliğe sahip değildir. Erkek, hamile kalmayıp emzirmediğine göre, karısı ile olan müşterek hayatında, bir yandan geçimi sağlama noktasında çaba harcarken, bazı zorluklara göğüs gererken karısından daha güçlü olmaktadır (el-Behiy, s. 274) . Netice itibariyle ailede bir denge sağlanmış bulunmaktadır.

Bazılarına göre, şayet bir kadın maddi yönden meselâ miras yolu ile veya çalışıp kazanmakla bağımsızlaşırsa ve evinin geçimine katkıda bulunursa erkeğin bu yönden olan üstünlüğü o ölçüde azalır. Çünkü “insan” olarak bir erkek karısından üstün değildir. Erkeğin kadına olan üstünlüğü insanlık yönüyle değil, fonksiyonu ve hayattaki rolü bakımındandır (Fazlurrahman, 1987) . Ancak ayette zikredilen üstünlük sebebi sadece ekonomik açıdan değil; ayette “Allah bazısını bazısına, bazı noktalarda üstün kılmıştır.” anlamı da vardır. (Bkz. Elmalılı Tefsiri, Nisa, 34. ayetinin tefsiri) Buna göre ekonomik yönden olan üstünlük azalsa da bu durum erkeğin ev reisliğine zarar vermez. Diğer bir ifadeyle, erkeğin hanımı üzerindeki koruyucu ve yönetici özelliği eşlerin ekonomik açıdan eşit durumda veya kadının daha zengin olmasıyla da kaybolmaz. Çünkü erkeğin eşi üzerinde yönetici ve koruyucu olmasının tek ve biricik ölçüsü ekonomik değil, bunun dışında biyolojik ve psikolojik kıstaslar da söz konusudur.

Kanaatimizce, bu hususu net biçimde ortaya koymak için Kur’ân’ın aile içinde kadından ve erkekten fıtrî olarak beklediği vazifeleri hatırlamak yeterlidir. Aile içerisinde kadın, neslin devamını sağlayan varlıktır. Kur’ân onu bu yönüyle tarlaya benzetmiştir (Bakara, 2/223) . Yine onlar çocuklarının doğumlarından itibaren onların bakım ve terbiyesiyle insiyâkî ve fıtrî olarak mükelleftirler. Bu durum anne olan tüm canlılarda fıtrî ve kevnî bir kanundur. Çocuklarını tam olarak iki yıl emzirme işini de anneler yaparlar (Bakara, 2/233).  Buna mukabil evde eşleri üzerinde yönetici olmakla görevlendirilen erkekler de, evin ve ev halkının güvenliğini, sağlıklı bir yaşam içinde bulunmasını, geçimini yani ekonomik ihtiyaçlarını temin ederler. Erkeğin mallarından harcamalarını sadece mehir için düşünmemek gerekir. Zira mehir kadına bir defada verildiği halde, ev geçimi (nafaka) sürekli ve ömür boyu olan bir hadisedir.

Diğer bir husus ise şudur: Ayette belirtilen “erkeklerin kadınlar üzerinde yönetici olması” hadisesi hem fıtrî, hem de kesbîdir. Ayette geçen “bazısını bazısına üstün kılması sebebiyle” ifadesi iki cinsin birbirlerine karşı olan fıtri üstünlüklerine işarette bulunmaktadır. İkinci kısım olan “mallarından infak etmeleri ve harcamaları sebebiyle” cümlesi de, kesbi üstünlüğü açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla kadınlara yönetici tayin edilen kocalar, zaten fıtrî ve kesbî üstünlüğe sahip olan kimseler olmalıdırlar. Aksi halde aile kurumunu başarı ile yönetmeleri çok zordur. Sözgelimi bir erkek güçlü ve kuvvetli ama buna rağmen keyfi olarak çalışmıyor ve hanımının getirdiği ekmekle geçiniyorsa, bu ailenin sağlıklı yürümesi imkansızdır. Normal şartlarda fıtrî bakımdan selim bir akıl ve bedene sahip bir evli erkeğin, boş durması ve ailesinin geçimi için gayret sarf etmemesi düşünülemez. Aslında ayet (Kur’ân’ın indiği asırdaki toplumların tarihi durumlarını tespit etmenin yanı sıra) bize, mutlu bir aile yuvasında rollerin nasıl paylaşılması gerektiğini beyan etmektedir.

Diğer yandan, bugün çağdaş hayatın dayatmaları, feminist hareketlerin tesirinde kalarak, günümüzde çalışan kadın ve erkeğin sosyal statü yani kesbi açıdan eşitlendiklerinden hareketle erkekle birlikte kadının da evin reisi olması gerektiğini ileri sürmek, hem erkeğin tabiatıyla, hem de genel yaratılış kanunlarıyla ters düşmek anlamına gelir. “Çünkü yeryüzünde mutlak eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Yöneten-yönetilen, zengin-fakir, âmir-memur, bilgili-câhil kategorileri hep olagelmiştir. Eşitlik düşüncesiyle herkesin yönetici, zengin, komutan ve patron olmasını sağlamak işin tabiatına terstir. Sonra, şayet tarih boyunca erkek değil de aile reisi kadın olsaydı, bu kez de erkeğin kadınla eşit olması gerektiği iddia edilecekti. Ailede erkeğin veya kadının reis olmasından başka üçüncü bir seçenek olmadığına göre erkeğin aile reisi olmasında yadırganacak bir durum olmamalıdır.” (Kırbaşoğlu, s. 273) .

Buraya kadar, evli bir erkeğin ‘kavvâm’ özelliği ve kavvâm olmasının sebeplerinden hareketle evin reisi olduğu değişik açılardan izah edilmeye çalıştık. Buna meselenin kavramsal açıdan irdelenmesi de diyebiliriz. Bir de pratik hayata bakmakta yarar vardır. Müslüman kadınlar ve anneler bugün toplumun değişim kesimlerine kamu hizmeti sunmakta, kimi sanayi, kimi eğitim ve kimi de sağlık alanlarında çalışmaktadırlar. Bu durumda, “Eşi de kendisi gibi çalışan, sabah evden çıkıp akşam eve dönen Müslüman aile reisinin tutumunda bir değişikliği de beraberinde getirmeli midir?” sorusu akla gelmektedir.

Bu soruyu cevaplamaya Peygamberimiz (s.a.s.)’in hayatına bakarak başlamak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz, eşleri günümüzde olduğu gibi kamu hizmetinde çalışmadıkları halde, ev işlerinde onlara mümkün mertebe ve elinden geldiğince onlara yardımcı olmuştur. Allah Resulü’nün, hanımları kamu hizmetinde çalışmadıkları halde kendilerine yardım etmesi, günümüzde eşi çalışan ev reislerinin, eşlerine ev işlerinde destek olmaları gerektiğine dair önemli bir irşaddır. Burada Efendimizin üsve-i hesene (güzel bir model) oluşu bir kere daha tezahür etmektedir. Bu nedenle Müslüman ev reisleri de Efendimiz’den örnek almayı asla ihmal etmemelidirler.

Sanayileşmeyle birlikte şehirleşmenin ve dolayısıyla çekirdek tipi ailenin yaygınlaştığını göz önüne alırsak, çalışan Müslüman eşlerin birbirlerine karşı daha ziyade yardımcı ve destek olmaları gerektiği her türlü izahtan vârestedir. Bir ailede eşlerle birlikte toplam üç, dört veya en fazla beş kişi bir apartman dairesinde yaşamaktadır. Evde ne büyükanne ne de büyükbaba olmadığı gibi, -bugünkü bazı zengin aileler istisna edilirse- hizmetçi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla günümüzde evin hanımı, işinden yorgun argın gelir gelmez evde akşam yemeği yapmaya koyulacaktır. Diğer yandan okula giden çocuk varsa onlar da ebeveynin ilgi ve alakasını bekleyecektir. Küçük bebek varsa o da ciddi bir meşguliyettir anne için. İşte bu gibi durumlarda Müslüman aile reisinin sorumluluğu eskiye nazaran birkaç kat daha artmıştır. Evde yerine göre hem yemek hazırlanmasına yardımcı, hem de çocuklarla ilgilenme noktasında eşine destek olmalıdır. Aksi halde evin reisi akşam gelir gelmez televizyonun karşısına ayaklarını uzatarak geçer ve evde çocuklarla ilgilenmez, bütün işleri içişleri bakanı(!) da denilen hanımına bırakırsa bu bir zulüm olur. Kısaca ev reisi, hanımı ister çalışsın ister çalışmasın ailesine ekonomik desteğin dışında fiziksel olarak da yardımcı olmalı ki evler mutluluk soluklanan birer cennet köşesine benzesin.

Aslında fazla söze ne hacet, Efendimizin (s.a.s.) şu hadisini prensip kabul edebilse, günümüz Müslümanı ve insanları pek çok sorunu aşabilecektir:

“İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki hepiniz çobansınız ve her biriniz idaresi altındakilerden sorumludur: Devlet başkanı olan kimse çobandır ve eli altındakilerden sorumludur. Erkek, ev halkının çobanıdır ve eli altındakilerden sorumludur. Kadın, evi ve çocuklarının çobanıdır ve ailesinden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve ondan sorumludur. Haberiniz olsun, her biriniz birer çobansınız ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz." (Buhari, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 20) Yani modern çağın insanı ve hususen Müslümanı sorumluluk duygusunu geliştirmeye ve pratiğe dökmeye muhtaç. Velhasıl âdil bir görev dağılımının yapıldığı ve fertlerin görevlerine bağlı olduğu ve tarafların sorumluluklarını müdrik olduğu bir aile, aradığımız ve özlediğimiz Müslüman aile tipidir.



_______________

KAYNAKLAR

- Davudoğlu Ahmet, Kur’ân-ı Kerim ve İzahlı Meali, Erhan yay., İst., 1982.
- Atay Hüseyin - Kutluay Yaşar, Kur’ânı Kerim ve Türkçe Meali, Ajans Türk Mat., Ankara, 1973.
- Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meali Kerim, Ahmet Said Mat., İst.,1972.
- Doğrul Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, Ahmet Halid Kitabevi, İstanbul, 1947.
- Özek, Ali ve diğerleri, Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yay., Ankara, 1993.
- Yıldırım, Suat, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, İzmir, 2001.
- Râğıb, el-İsfahânî, Hüseyn ibn Muhammed, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman yay., İstanbul, 1986.
- Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’âni Kavramlar, çev: Ali Turgut, 2. basım, İst. Trs.)
- Kırbaşoğlu, Hayri, “Kadın Konusunda Kuran’a Yöneltilen Eleştiriler”, İslami Araştırmalar, Cilt: 5, Sayı: 4, ss. 271-283.
- Şahin, Abdulfettah, Asrın Getirdiği Tereddütler-3, TÖV Yayınları, İzmir, Tarihsiz, s.123-126
- Buhâri, Ebu Abdullah Muhammed ibn İsmail (H.256), Sahîh, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul, 1979.
- Müslim, İbnü’l-Haccâc el-Kuşeyrî (H.261), Sahîh, Tah: Muhammed Fuad Abdulbâki, I-V, Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Trs.
 

Prof Dr.Mesut Erdal