๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 25 Eylül 2010, 17:30:42



Konu Başlığı: Kurân kıssalarının tarihi değeri 1
Gönderen: Sümeyye üzerinde 25 Eylül 2010, 17:30:42
Kur'ân Kıssalarının Tarihi Değeri- 1  

 Her şeyden önce şunu önemle vurgulamak gerekir ki, Kur'ân-ı Kerîm; Allah Teâlâ tarafından gönderilip, insanlığın her iki dünya saadetini temin etmeyi hedef alan hidayet ve din kitabı olması sebebiyle, O'nun her âyeti, her üslûbu aynı temel gaye ve hedefleri gerçekleştirmeyi ön planda tutar. Kur'ân-ı Kerîm hidayet ve din kitabı olarak İlâhî mesajı insanlığa sunarken, tabiatıyla insanlık anlayış ve kültüründe var olan beyan ve üslûpları ilâhî beyan ve üslûba yakışır en güzel ve harika şekillerde kullanmıştır. Bu hususa bizzat Kur'ân-ı Kerîm; insanlar gerçeği daha iyi anlasın, daha iyi ders ve ibret alsın, ilâhî mesaj ve hidayet yolunu daha kolay kavrasın diye çeşitli beyan ve .üslûp şekillerini kullandığını, çeşit çeşit örnekler ihtiva eden âyetleri açıkladığını önemle vurgulamaktadır.1 Konuya bu açıdan bakıldığında insanlık tarihi boyunca İlâhî mesajın insanlığa sunulduğu semavî kitaplar zincirinin son halkasını teşkil eden Kur'ân-ı Kerîm'in kullandığı birçok üslûp şekillerinden birisi hatta en önemlilerinden olan "Kıssalar"ı görürüz.

Şüphesiz Kur'ân'ın hedefi, asıl gayesi ne ise, âyetlerinin önemli bir bölümünü, hatta yaklaşık bir ifadeyle Kur'ân'ın yarısını teşkil eden kıssaların da esas itibarıyla aynı gaye ve hedefleri gerçekleştirmek için zikredilmesi gayet tabiîdir. Yine Kur'ân bu noktaya da önemle işaret etmektedir.2 Ancak Kur'ân, asıl hedefini gerçekleştirmede kıssalar diliyle muhataplarına hitap ederken, beşeriyetin özünde mevcut sosyal ve psikolojik yönleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifadede daha cazip, daha canlı ve etkileyici bir üslûp takip ettiğini görmekteyiz.

Gerçekten insan fıtratı, anlayış ve kavrama yönünden kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere mütemayildir. İnsanın yara­tılışını göz önünde tutan Kur'ân-ı Kerîm, en güzel kıssaları adetâ gözlerimizin önünde cereyan ediyor-muşçasına anlatır. İnsanlık tarihini ana hatlarıyla bir sinema şeridi gibi seyircilerine sunmak suretiyle ibret alınacak ince noktaları dikkatlere arz eder. Böylece Tevhid'i ve Tevhid istikâmetinde hayatı tanzim etme yollarını göstermektedir.3 Kıssalar diliyle fikirler adetâ müşahhaslaştırıfır. Dinleyenlerin kolay anlaması sağlanır. Zihinde daha iyi yerleşir ve unutulması da zor olur.4 Bu üslûp, insanları davet ve irşadda etkili bir yoldur. Mânâlar karşısında insanı monotonluktan kurtarır. Çünkü devamlı çıplak hakikatler, soyut mânâlar aklı yorar, dikkatleri bir yerde dağıtabilir. Fakat kıssalar diliyle yüksek dînî ve İlâhî mesajlar tecrübî olaylarla, amelî bir surette, âdeta gözlere seyrettirilir, kulaklara İşittirilir. Allah Teâlâ'nın insana bildirmek istediği yüksek mânâlar akl-ı selimin idrakine kolayca sunulur.

İşte Kur'ân en üstün davet metodunu kullanarak, bir taraftan ilim ehline yüksek hakikatleri ve mücerret mânâları sunarken, diğer taraftan da ekseriyeti teşkil eden avamı nazara alarak daha kolay anlaşılır bir tarzda -teşbihler, istiareler, meseller., gibi- kıssalar yoluyla da en güzel şekilde irşat eder. Tabiatıyla bu da Kur'ân'ın en önemli i'caz yönlerinden birisidir. Zaten belagatın gereği de budur. Çünkü "Belagat; iktizâ-i hâle mutabakattır."5 diye tarif edilmiştir. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'de kıssalar üslûbu gibi bir üslûbun bulunması "Şüphesiz Biz Kur'ân'ı öğüt için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?" âyetinin parlak bir yansımasıdır. (54, Kamer: 17, 22, 32, 40)

Özetle Kur'ân-ı Kerîm muhtevası içindeki önem ve mahiyetine işaret etmeye çalıştığımız Kur'ân kıssalarına baktığımız zaman büyük bir ekseriyetle bu Kur'ânî üslûba konu olan malzemenin peygamberler ve bunların hak davalarının tarihi olduğunu görürüz. Bu muhteva içinde tarihen defalarca tescil edilen bu İlâhî davetler karşısında insanların durumu ne olmuştur? Daveti kabul edenler, etmeyenler ve aralarında cereyan eden mücadelenin çizgisi ve sonucu Kur'ân muhataplarına öz olarak anlatılmaktadır. Gaye; Kur'ân muhataplarını, daha önce düşülen hatalara. İlâhî değerlere karşı olumsuz tavır sergileyen fertlerin veya toplumların durumuna karşı uyarmak ve aynı hatalara düşmekten onları kurtarmaktır. Peygamberlerin ve onların arkasında giden seçkin insanların sergilediği örnek hayatı yaşamaya, ideal çizgiyi tutturmaya özendirerek, Allah'ın istediği ve razı olduğu kullar seviyesine çıkarmaktır.6 Kur'ân-ı Kerîm kıssalar üslubuyla peygamberler tarihi dışında, insanlık tarihi sürecinde meydana gelen inanç ve din konularında her zaman insanlık için ders ve ibret olacak bazı tarihî olay ve şahsiyetleri de anlatmaktadır. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm hem İlâhî davet kitabı, hem de onun tarihini anlatan bir kitaptır şeklinde bir tespite varmak yanlış olmasa gerektir.

İşte Kur'ân'ın, tarihî olayları, İlâhî mesajı muhataplarına ulaştırmak için araç olarak kullandığı bir gerçektir. Çünkü tarihî olayların asıl kahramanı insandır. İnsan da temel yaratılış özellikleri (fıtrat) İtibarıyla başlangıçtan bu yana hiç değişmemiştir (30, Rum: 30). Belki fizikî, maddî açıdan zamanlara göre bir farklılıktan bahsedilebilir. Bu noktaya Kur'ân da işaret etmektedir.7 İmkân ve kültür açısından da asırlara göre insanlığın fert ve toplumları arasında şüphesiz seviye farkı vardır. Ancak tarihî olayların, üzerinde cereyan ettiği insan ve bu olayların sebebi, asıl muharriki olan fıtratı, kabiliyet ve duyguları, mantığı, dünya var oldukça mükellefiyeti vs. her şey aynıdır, değişmemiştir. Dolayısıyla insanlık tarihindeki bütün sebep ve sonuç ilişkilerinde hâkim unsurlar da değişmemiştir. Bundandır ki, tarih tekerrürden ibarettir gerçeğini kabul etmeyen çıkmamıştır. Yine Kur'ân-ı Kerîm bu gerçeğe işaret ederken3 bilinen realite de söz konusu hakikati teyit ve tasdik etmektedir.9

Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerîm bir tarih kitabı da değildir. Dolayısıyla tarihi tarih için anlatmamıştır. Kur'ân'ın tarihi anlatma keyfiyeti, O'nun asıl hedefi olan dînî gayeyi gerçekleştirecek miktarda ve ölçülerde gerçekleşmiştir. Yani Kur'ân-ı Kerîm bize şu maddî âleme ve kendi varlığımıza (nefsimize) dikkatlerimizi çekip evrendeki varlıkları ve önemli olayları gözlerimizin önüne sererek varlık âlemini yaratan Allah'ın birliğini (Tevhid), O'nun yüce kudretini, eşsiz isim ve sıfatlarını anlamamızı istediği gibi, aynı şekilde peygamberler tarihinden, geçmiş bazı tarihî olaylardan bahsetmesiyle de sadece hidayet ve irşat çerçevesinde ders ve ibret almamızı istemektedir. Bu sebepledir ki, Kur'ân kıssalarında, bir tarihî olayın esaslarını oluşturan kahramanlar, zaman ve mekân gibi ana unsurlara önemli olmayacak nadir bir tarzın dışında yer verilmemektedir. Kur'ân-ı Kerîm bazen bu tarihî unsurlara yer verip açıkladığında da hedefi, yine mesajı çarpıcı ve etkileyici bir tarzda muhataplara iletmektir.

Yine aynı gayeler doğrultusunda Kur'ân, anlattığı olayların teferruatına da yer vermez. Çünkü dinî gaye bu teferruata taallûk etmemektedir. Meselâ Kur'ân, Nuh Tu-fanı'ndan ona yakın yerde bahsetmektedir.10 Ancak Nuh Tufanı umumî midir? Yoksa bölgesel midir? Tennur'un mahiyeti nedir? Gemi'de taşınanların kimlikleri, kaç gün gemide kaldıkları, nereye indikleri, suyun istilasının kaç gün devam ettiği belli değildir. Boğulan kimselerin kurtulmak için gösterdikleri gayretler nelerdir vb. teferruat anlatılmamıştır." Aslında teferruatla ilgili bu bilgiler insan için merak konusudur. Fakat Kur'ân bunlardan hiçbirini açıklamaz. Çünkü Kur'ân kıssalarının anlatım metodu muhatabın zihnini ve dik­katini dinî gayeden uzaklaştıracak tarihî tafsilattan kaçınmayı gerektirmektedir.”

Kur'ân-ı Kerîm; geçmiş tarihî olayları anlatma gaye, hedef ve metoduna paralel olarak tarihten kesitlere yer verirken aşın gitmemiştir. Sadece İlâhî mesajın muha­taplara sunulmasına yeterli ölçüde yer vermiştir. Bu noktaya bizzat Kur'ân-ı Kerîm bazı geçmiş tarihî olayları anlatmasının hemen akabinde açıkça işaret etmektedir.13 Kur'ân-ı Kerîm, temel hedefi olan İlâhî mesajın muhataplara en güzel bir tarzda ulaştırılmasına vesile olacak şekilde bazen ve nadiren de olsa tarihin unsurlarıyla ilgili tafsilata yer vermektedir.

Kur'ân kıssaları dikkatle incelendiğinde, Yûsuf (as) kıssası ve Ka-sas sûresi'ndeki Musa (as) kıssası tarzında; bir yerde, olayın bütün teferruat ve halkaları birbirine ekli, peş peşe ve düzenli olarak anlatılması gerçekten nadirdir. Çünkü kıssa gerçeği Kur'ân'da zatı itibarıyla gelmemiştir... Kur'ân-ı Kerîm'de kıssa üslûbu, birinci derecede mü'minlerin ruhlarına, kalplerine, akıl ve vicdanlarına inanç esaslarını sağlam bir şekilde yerleştirmek için etkili bir araç olarak kullanılmıştır. Bu sebeple bir kıssa veya kıssanın bölümleri münasebet gereği birçok sûreye dağıtılarak anlatılmıştır. Münasebet, ilgili husus tekrar ettikçe kıssadan hâlin gerektirdiği bölüm zikredilmiştir.14 Bu durum adetâ uzun bir filmin çeşitli sahnelerini, hatta sahnelerin değişik pozlarını, farklı bölümlerini ayrı ayrı şekillerde, farklı gaye ve münasebetlerle göstermeye, seyircilerin dikkatlerine sunmaya benzemektedir.

Bu gerçeklerle beraber Kur'ân, temel esprisini gerçekleştirmek için tarihî olayların en çarpıcı ve ibretli olanlarını anlatırken öyle bir üslûp takip eder ki, adetâ ilgili âyetleri okurken verilen pozlar, sahneler arasındaki boşluğu doldurma görevini hayale, zihne vermekte, teferruata ait birçok sahneleri de doğru olarak izleme ufkunu açmaktadır.15 Bu yapısıyla Kur'ân kıssaları tarihteki olayların aynısı ve tümü olmamakla birlikte gayrisi da değildir ve vak'aya uygundur. Belli kesitler alınmış, teferruat terkedilmiştir. "Kasas" denmesi de bundandır. Çünkü "Kıssa" kökünde, Kur'ân kıssalarının mahiyetini yansıtan anlamlar mevcuttur.16

Kur'ân-ı Kerîm, geçmiş tarihî olayları metotsuz, rastgele bir üslûp anlayışıyla da anlatmaz. Bilakis tarihî kıssaları, olayları muhataplara anlatırken hiçbir zaman değişmeyen, fert veya toplum bazında her zaman tekrarlanan sünnetullah çerçevesinde zikretmektedir. Başka bir ifadeyle Kur'ân bu sünnetullah kaidelerini muhataplarına verebilecek, dikkatli nazarlara sunup hissettirebilecek tarz ve miktardaki tarihî malûmatı anlatmış, tarihten alınmış bazı önemli sahneleri ve kesitleri sunmuştur. Yoksa Kur'ân, kıyamete kadarki bütün devirlerde muhatap ve müntesiplerini ilgilendirmeyecek teferruat ve cüzîyata giren kısımlarla asla meşgul olmaz. Kur'ân-ı Kerîm bütün üslûplarında olduğu gibi kıssalarda da evrensel bir ifade tarzını kullanmaktadır. Tabiatıyla Kur'ân'ın bu özelliği, her konuda olduğu gibi onun evrensel boyutlardaki hidayet ve irşad rehberi oluşuna paralel îcâz ve i'câz yönünü yansıtmaktadır.

Şüphesiz her yönüyle mu'cize olan Kur'ân, tarihî olayları doğru olarak fakat şeklî bir tasarrufla nakletmektedir. Bunun sebebi Kur'ân'ın bütün zamanlara hitap eden bütün insanları ilgilendiren evrensel İlâhî bir mesaj oluşudur. Kıssalar üslubuyla Kur'ân'da anlatılan tarihî malzemenin, şeklî bir tasarrufla muhataplara nakledilme-sindeki gerçek; adetâ bir kıssa yazarının veya belgesel bir televizyon program yapımcısının gerçek bir olayı, esası zedelemeden okuyucuya veya seyirciye olayın en çarpıcı ve canlı kısımlarını, herkesin ortak olarak ilgi duyacağı bölümleri canlı ve edebî bir üslûpla, çarpıcı İfadelerle sunmalarındaki şeklî tasarrufa benzemektedir.

İşte İlâhî mesaja konu teşkil eden ve tarihin derinliklerinde gizlenmiş, kaybolmuş veya unutulmuş birtakım önemli olayların, tarihî kesitlerin son derece etkili, çarpıcı ve sürükleyici bir üslûpla, okuyan ve dinleyende adetâ olayı bizzat yaşıyor ve yakından izliyormuş hissini uyandıran edebî ve mu'cizeli anlatış ancak mutlak isim ve sıfatlara sahip; Alîm, Habîr, Şehîd, Latîf olan Allah'ın kelâmına, O'nun beyanına mahsustur.

Kur'ân-ı Kerîm beşere hitap ettiği hâlde, bütün üslûplarında olduğu gibi kıssalar üslûbuna da hâkim olan beşer üstü ifade ve mu'cizeli anlatımı tarih ve vakıa Kıyamet'e kadar bozulmayacak şekilde tasdik etmiştir. O kadar ki, daha Kur'ân'ın ilk muhatapları olan müşrik Arapları büyülemiş, her türlü inkâr ve düşmanlık hislerine rağmen meşhur birçok şahsiyetler Kur'ân'ın büyüleyici üslûbu, belagatı ve i'cazı karşısında onun sesine kulak vermekten kendilerini alamamışlardır.17 Bilerek veya farkında olmadan; "Onun her yönü faydalı ve verimlidir. Şüphesiz onda bir tatlılık, güzellik ve safiyet vardır. Bu Kur'ân beşer sözü değildir."18 gerçeğini söylettirmiştir.

Buraya kadar özetle ifade etmeye çalıştığımız konuya giriş mahiyetindeki bilgilerden açıkça anlaşıldığı gibi, Kur'ân'ın İlâhî mesaj olma özelliğine paralel miktar ve ölçüde de olsa kıssalar üslûbunda tarih de vardır. İnsanlar arasında yaygın olan tarih anlayışından farklı bir tarih anlayışı da şüphesiz sergilenmektedir. Bu tarihe ana hatlarıyla ve özetle insanlığın tarihi de demek mümkündür. İfade edilen ölçüde Kur'ân-ı Kerîm'e tarihî bir kaynak olarak bakıldığında şüphesiz o, kaynakların en doğrusu en muteber olanı ve metni güvenilir bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kur'ân'ın kaynağı vahiydir. Vahiy kaynaklı Kur'ân metninin herhangi birtahrif ve değişikliğe maruz kalmadan sıhhatli bir şekilde günümüze kadar ulaşması konusunda da herhangi bir şüpheye mahal yoktur. Çünkü bu açıdan Kur'ân tartışma götürmeyen tarihî bir güvenilirliğe sahiptir. Kur'ân'ın bu derece tarihî bir güvenilirliğe sahip olması şüphesiz başlangıçta bizzat Resûlullah (sas)'ın emriyle yazıya geçirilmesi, sonra da (her vesile ile) okunması ve nihayet Hz. Peygamber (sas) Refik-i A'lâ'ya intikal etmeden önce de Cebrail'in (as) huzurunda ezberden okuyarak nihaî arza ile tasdik edilip perçinlenmiş olmasından ileri gelmektedir. 19 Bütün bu söz konusu gerçeklere rağmen -hayrettir ki- Eski Çağ tarihi ile ilgili araştırma sahası bu zengin Kur'ân kaynağından mahrum bırakılmıştır. Eski Çağ tarihi araştırmaları sahası yakın zamanlara kadar nerede ise tamamen müsteşriklerin (oryantalistlerin) ve onların gayrimüslim olan Arap öğrencilerinin inhisarında kalmıştır. Gerek Batılı oryantalistler gerekse onların Müslüman olmayan Arap öğrencileri, araştırmalarında Kur'ân-ı Kerîm'de bahsi geçen tarihî olaylara hiç yer vermemişlerdir. Çünkü kabul etmek gerekir ki, Kur'ân'ı ilgilendiren tarihî bir araştırma onların gayelerinden uzaktır. Yine Kur'ân-da zikri geçen tarihî olaylarla ilgili araştırma sahası şu veya bu sebeplerden dolayı işlerine gelmemektedir.20

Sebep ne olursa olsun böylece Eski Çağ tarihi ile ilgili araştırma sahası kesinlikle kaynaklarının en doğrusunu ve en sıhhatlisini zayi etmiştir. Hatta Müslümanlardan bir grubun Eski Çağ tarihi uzmanlık alanına girmesinden sonra bile durum değişmemiştir. Hattâ ve hattâ bir iki kişiyi geçmeyen bu Müslüman araştırmacılardan azınlıktaki bir gurup, söz konusu sahadaki çalışmalarında, eserlerinde Kur'ân-ı Kerîm'deki bilgileri kaynak göstermelerinden sonra bile Yakın Doğu Eski Çağ tarihi sahasındaki mütehassıslar, tarihî araştırma dallarından biri olan Yakın Çağ tarihi araştırmaları için alışılagelmiş klasik kaynaklara güvenmeye devam ederken Kur'ân-ı Kerîm'i güvendikleri kaynaklardan saymamışlardır.3'

Enteresandır ki. Batılı olsun Doğulu olsun, Müslüman olsun gayr-i müslim olsun günümüz tarihçileri, rivayet açısından güvenilir olmadığı konusunda nerede ise ittifak etmelerine ve eldeki Tevrat metninin güvenilirliği meselesinde, hattâ bu metnin şu veya bu şahsa nispeti konusunda hepsi de uzun tartışmaları getiren -şu anda eldeki Tevrat'a inanmayan mü'minier bir tarafa Tevrat'a inananların ortaya koyduğu yüzlerce araştırmaların varlığına rağmen. Yakın Doğu Eski Çağ tarihinin belirli dönemleriyle ilgili bir araştırma için Tevrat'a hâlâ temel kaynak olarak bakmaktadırlar.22

Bütün bu gerçeklere rağmen Eski Çağ tarihi sahasında uzman tarihçilerden hiçbiri Kur'ân-ı Kerîm'e müracaat etmeyi düşünmemiştir. Yüce kitap Kur'ân-ı Kerîm ki, dünyadaki bütün ilim adamlarının görüşleri, metninin güvenilirliğinde ittifak etmiştir.23

Kur'ân-ı Kerîm dikkatle okunduğu zaman bilgi kaynağı olarak etrafımızdaki dış âleme, bu âlemdeki bütün varlıklara, benliğimize, kendi varlığımıza yönelmemizi istemektedir. Fussilet sûresi 53. âyetle, Zâriyat sûresi 20-21. âyetlerde geçen "fi'l-âfâk = Ufuklarda, etrafınızda, dış dünyada" ve "fi'l-ardı=Yeryüzünde" kelimeleri içinde mütalâa edebileceğimiz ve konumuz açısından önemli olan bilgi kaynağı da; gerek rivayet yoluyla, gerek semavî kitaplar vasıtasıyla ve gerekse tarihî izler, arkeolojik kalıntılar şeklinde kendini gösteren geçmiş tarihî hâdiselerdir.

Kur'ân-ı Kerîm gerek kıssalar üslubuyla, gerek evrensel yapısı ve şümullü anlamıyla az önce belirtilen âyet-i kerîmelerle bilgi kaynağı olarak tarihe, tarihin izlerine önem verirken, bununla da yetinmeyerek uygun siyaklarda zikredilen, özellikle onüç kadar âyet-i kerîme ile de aynı bilgi kaynağına yönelmemizi çok açık ifadelerle istemektedir.24 İnananların, aklıselim sahiplerinin bu önemli kaynaktan bilgi edinip ders ve ibret almaları, neticede Hakk'ı kavramaları ısrarla teşvik edilmektedir. Görülüyor ki, Kur'ân-ı Kerîm, tarihe ve tarihî olaylara ibret maksadıyla, asıl gayesine paralel olarak son derece ehemmiyet vermektedir.

Kur'ân-ı Kerîm, tarihî araştırmanın gereği, genişliği ve kapsamı üzerinde o kadar durur ki, bunun bilinen tarihî çağların ötesine, hattâ ilk insanların yeryüzündeki ilk tecrübelerinin de gerisine ulaştırılması noktasına kadar varılmasını ister. Yani yaratılışın başlangıcına ve insana Allah'ın yaratıcı kudretini. İlk oluşumlarından bu yana tarihin akışıyla birlikte var olan Allah'ın sünnetlerini (kanunlarını) görme imkânlarını veren jeolojik ve biyolojik özellikteki kalıntılara ve izlere bile dikkat edilmesini istemektedir.25

Konuyla ilgili âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, meâlen şöyie buyurmaktadır:

"Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp, (öldükten) sonra onu nasıl tekrar iade edeceğini anlamazlar mı? Doğrusu bu Allah'a kolaydır. De ki: 'Yeryüzünde dolaşın; Allah'ın yaratmaya (ilk olarak) nasıl başladığını bir görün. İşte Allah aynı şekilde (ölüp dağılan bedenleri) Ahiret'e mahsus bir diriltme ile yeniden inşa eder. Doğrusu Allah her şeye kadirdir.",Ankebut: 19-20)  

Elimizde mevcut Kur'ân gerçeği ve onu tasdik eden tarihin, insaflı, hakperest ilim adamlarının şehadeti ile açıkça bilinmektedir ki, Kur'ân, kıssalar üslubuyla âhir zaman Peygamberinden önceki devirlerden, geçmiş milletlerin haberlerinden, bazı önemli tarihî olay ve şahsiyetlerden, tamamen doğru, tarih gerçeğinden alınmış önemli bilgiler sunmaktadır. Meselâ, Kur'ân Musa (as) kıssası muhtevası içinde, Mısır'ın firavunlar devrindeki ilahlaştırılmış krallarla ilgili bilgileri, o devirdeki politik, ekonomik ve sosyal olgulardan haber vermektedir.26 Yine Kur'ân, İbrahim (as) kıssasıyla, bize eski Irak'la ilgili bir çok malûmatı vermektedir.27 Hattâ Tevrat'ın kendisi de dahil İsrâiloğulları (Yahudiler) ile ilgili tarihi, tafsilatla anlatan Kur'ân'dan başka ikinci bir semavî kitap daha yoktur. Bizzat Kur'ân-ı Kerîm bu noktaya sarahatle değinerek şöyle demektedir: "Şüphesiz bu Kur'ân İsrâiloğulları'na hakkında ihtilaf ettikleri şeylerin birçoğunu anlatır. "(27, Nemi: 76)

Ayrıca Kur'ân, günümüzde elde mevcut mukaddes kitapların hiçbirinde olmayan bir tarzda tarihte helak olmuş Arap kavimlerini ve birçok önemli tarihî olayları anlatmaktadır. Bunlar; Ad ve Semûd Kavimleri, Ashâb-ı Kehf kıssası, Arİm Seli, Ashâb-ı Uhdûd Kıssası, Fîl Olayı (7, Araf: 65, 73-79; 11, Hud: 50-68; 26, Şuara: 123-159; 18, Kehf: 9-26; 34, Sebe: 15-19; 85, Buruc: 4-10; 105, Fil: 1-5)  ve İbrahim (as)'in oğlu İsmail (as)'te birlikte Hicaz'ın kutsal bir yeri olan Mekke'ye hicret etme­leri ve İsmail (as)'i oraya yerleştir­mesi' gibi olaylardır. (2, Bakara: 124-131; 14, İbrahim: 34-41)  
Ancak bütün bunlar kesinlikle Kur'ân-ı Kerîm'in, tarihçilerin anlattığı gibi, tarihte geçmiş milletlerin haberlerini anlatan bir tarih kitabı olduğunu ifade etmez. Kur'ân'da tarih vardır derken, indiriliş gayesi ve hedefi apaçık belli olan en son İlâhî hidayet rehberi Kur'ân-ı Kerîm'i tamamen bir tarih kitabı seviyesinde düşünmek, konuyu bu derece sathî bir bakış ve anlayışla değerlendirmek, gerçekleri körü körüne inkâr etmek olur. Böyle bir anlayış ve yanlış düşüncenin nereden bakılırsa bakılsın Kur'ân'ın gerçek gayesi, hedefi ve mahiyeti ile telifi mümkün değildir. O hâlde bu konuda yanlış bir kanaate sapmamak için. "Kur'ân-ı Kerîm'de tarihî bir olay anlatılmış veya tarihî haberlere yer verilmişse bu sadece ve sadece ders ve ibret içindir." gerçeğini unutmamak gerekmektedir. Ayrıca şu gerçeği de her zaman hatırda tutmak gerekir ki, "Kur'ân'ın anlattığı tarihî her olay ve her haber gerçekten tarihte yaşanmış, meydana gelmiş gerçeklerden başka bir şey değildir." Bukonuda çok açık Kur'ân âyetleri olduğu gibi,28 değişik açılardan, Kur'ân'ın temel esprisi göz önünde tutularak ilmî bir değerlendirme yapıldığında da ulaşılacak sonuç aynı olacaktır.

Buraya kadar özetle ifade etmeye çalıştığımız veya hepsini serdetme imkânı bulamadığımız açık gerçeklere rağmen, nazil olduğundan bu yana, genelde Kur'ân-ı Kerîm, özelde ise Kur'ân'da anlatılan tarihî olaylar (kıssalar) konusunda; "Bu olaylar gerçekten tarihte meydana gelmiş hâdiseler değildir, öncekilerin masalları, geçmişe ait efsanelerdir, mittir, sembolik veya tarihî gerçekliği olmayan edebî bir anlatımdır..." gibi görüş ve ithamlar daima ileri sürülmüştür. Açıktır ki, bu tür görüş ve ithamların temelinde yatan asıl gerçek; inkâr, Kur'ân ve İslâm düşmanlığıdır. Bu inkâr ve düşmanlık sebebiyledir ki, Kur'ân nazil olmaya başladığından bu yana, onun Allah kelâmı, İlâhî mesaj olduğuna inanmayan muarızlar, inkarcılar her zaman değişik şekillerde Kur'ân'a saldırmışlardır. Bu saldırıların olumsuz etkisi zaman zaman inananların üzerinde de görülmüştür.

Özellikle son asırda İslâm âleminin maruz kaldığı gerileme ve düşüş durumundaki bunalımlı dönemlerde, kimliği zedelenmiş kendisine yabancılaşmış, İslâmî hassasiyeti büyük oranda zayıflamış, hattâ ve hattâ büyük bir bölümü gayr-i müslimlerin istilâsına uğrayıp sömürge devletler hâline getirilmiş İslâm toplumlarında yaşayan Müslümanlar üzerinde sözü edilen Kur'ân gerçeğine zıt görüş ve dü­şünceler ithamlar maalesef bilerek veya bilmeyerek de olsa makes bulmuştur.

Gerçekten Hz. Peygamber'e (sas) gelen ilk vahiyle başlayan İslâm Tarihi boyunca Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna inanmayan muarızların, inkarcıların Kur'ân'a yönelttikleri saldırı ve ithamların başında geleni şüphesiz Kur'ân'ın da bizzat dokuz ayrı âyette kaydedip koruduğu, "Kur'ân'ın bir kısmının veya tamamının esâtîru'l-evvelîn (öncekilerin masalları veya geçmişe ait efsaneler) ol'duğu" ithamıdır. (6, En'am: 25; 8: Enfal: 31; 16, Nahl: 24; 23, Mü'minun: 83; 25, Furkan: 5; 27, Nemi: 68; 46, Ahkaf: 17; 68, Kalem: 15; 83, Mutaffifin: 13)  Bu itham Kur'ân'a inanmayanlar arasında her zaman tazeliğini korumuştur. Çünkü Kur'ân'ın da birkaç yerde belirttiği gibi, küfrün karakteri değişmemiş, her zaman aynı olmuştur. (2, Bakara: 118; 51, Zariyat: 52-53)  
Görüldüğü gibi Kur'ân'ın da açıkça işaret ettiği değişmez kaideye uygun olarak aynı iftira kampanyası son asırların müsteşrik ve misyonerleri tarafından da ısrarla yürütülmeye çalışılmıştır. Bu iddia ve kampanyalar küfür cephesi açısından gayet normal ve tabiî bir hâdisedir. Ortada garip bir durum yoktur. Ancak hazin ve garip olan, özellikle asrımızda -az önce de işaret edilen, kasıtlı veya kasıtsız olsun- aynı iftira ve itiraz kampanyalarının İslâm toplumlarında makes bulmasıdır. Kur'ân ve İslâm açısından asıl tehlikeli olanı da budur. İşte Batılı müsteşriklerin bu iftira kampanyasına asrımızda ilk kapılanların başında Mısırlı Muhammed Ahmed Halefullah gelmektedir. M. Halefullah 1947'de Kur'ân kıssaları konusunda oryantalistlerin görüşleri istikametinde veya onların görüşlerinden mül­hem, yankıları günümüze kadar devam eden bir doktora tezi hazırlamıştır. Maalesef Halefullah bu teziyle müsteşriklerin Kur'ân ve İslâm aleyhine açtıkları amansız saldırı ve karalama kampanyalarının, propagandalarının XX. asrın ortalarında İslâm Dünyası'ndaki ilk sözcüsü olma unvanını elde etmeye hak kazanmıştır.

Dr. Halefullah'ın söz konusu çalışması o günlerden bu yana daima ağır ilmî tenkitlere hedef olmuştur. İlmî bir değeri olmadığı, sadece kasıtlı ve indî görüşler mahsulü bir eser olduğu defalarca ortaya konmuştur.29 Kıssalar konusunda hazırladığımız doktora tezi münasebetiyle Halefullah'ın söz konusu çalışmasıyla ilgili yaptığımız tetkik ve incelemeler sonucu bizim de aynı kanaatlere vardığımızı bu vesile ile bir daha belirtmek isteriz.30-

Halefullah adı geçen çalışmasında Kur'ân kıssalarına adından da anlaşılacağı gibi tamamen edebî bir açıdan bakarak, Kur'ân'la hiç mi hiç bağdaşmayan bir değerlendirme ile, onların edebî birer sanat örneği31 temsilî32 veya ustûrî (uydurma)33 oldukları iddiasındadır. Dolayısıyla Kur'ân kıssalarının tarihî açıdan gerçekliğini bir tarafa bırakmaktadır. Hattâ bu noktada daha da ileri giderek Kur'ân'ın tarihî yönden hata edebileceğini söylemiştir. Eserinin bir yerinde 'Daire-tü'l-Maarifi'l-İslâmiyye' adlı ansiklopediden müsteşriklerin kıssalar hakkındaki, "Evvelkilerin masalları, uydurma hikayeler" görüşünü naklettikten hemen sonra, Bu görüşün Kur'ân için bir beis olmadığını, aksine uluslararası edebî akımların, büyük dinlerin bir üslûbu olduğunu, dolayısıyla yüce kitabımızın böyle bir edebî üslûp konusunda diğerlerinden önce ilk prensipleri koyması, iftihar etmemiz için yeterli bir şeydir." diyerek Kur'ân'ı -hâşa- aslı olmayan efsanevî olayları anlatmada ilk sırada yer alan bir roman kitabı seviyesine indirmektedir. Aynı görüşünü daha açık bir ifade ile kitabının 180. sahifesinde "... Bütün bunlar sabit olunca, şüphesiz biz Kur'ân'ın uydurma masallar olduğu görüşünü söylemekte zorluk çekmiyoruz. Çünkü biz bu hususta Kur'ân metinlerinden herhangi birisine ters düşen bir görüş beyan etmiyoruz."35 şeklinde ortaya koymaktadır.

Anlaşılıyor ki, günümüzde de bazıları modern düşüncenin mahsulü olan müsteşrik kaynaklı görüşlerden hareketle Kur'ân kıssaları için, "Tarihen gerçekleşmiş olaylar değildir. Simgesel veya sembolik ifadelerle yapılan bir anlatım şeklidir. Daha da ileri giderek, efsanedir, mittir, mitolojidir..." demektedirler. Aslında sözü edilen bu tür iddia, vehim ve ithamların temeli Fransız Müslüman yazar Guenon'un çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi şu gerçeğe dayanmaktadır: "Modern düşünce kendi şablonuna uymayanları hemencecik 'efsanevî' hükmü ile yaftalamaktadır. Bu da şuna dayanmaktadır: Çünkü modern zihniyet, gerçekte geleneğe karşı olan bir zihniyetten başkası değildir. Bu sebeple de geleneği hor görür... Modern Batılı toplumların bir başka karakteri de, pozitif düşüncenin dışındaki bilgi ve gerçeklik alanlarını yani 'Metafiziği' reddetmektir..."36 Yine Guenon'un başka bir ifadesiyle, modern düşüncenin karakteri akıl ve beşer üstü hakikat düşmanlığı olarak ifade edilmektedir.37

İslâm âleminde Kur'ân kıssaları için mittir, mitolojidir, efsanedir iddiaları tamamen Batıya endeksli düşünce tarzı ve düşünce kalıplarından kaynaklanmaktadır. Tamamen Allah'ın kudreti çerçevesinde, İlâhî takdir sonucu meydana gelen tarihteki olağanüstü olayların, anlatılan gaybî haberlerin insan bilgisi ve gücü çerçevesinde değerlendirilerek anlaşılmaya çalışılması sonucu söz konusu olumsuz görüş ve ithamlar ileri sürülmüştür.

Aydınlanma çağı düşünce sistemiyle başlayıp, bilhassa 19. ve 20. yüzyıllarda hızlanmış olan Hıristiyanlığı reddetme ve ona eleştiriler yöneltme istikâmetinde gerçek Kitâb-ı Mukaddes'in tespit edilmesini amaçlayan tetkikler, Hıristiyan teolojisinin de dînî dayanağı olan Hz. İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışma konusu yapmak gibi çok ileri noktalara kadar varmıştır.38
İşte Hıristiyanlıkta pek çok unsurun bulunması ihtimali üzerine, ilim çevrelerince başlıca şu üç faaliyetin sürdürüldüğünü görmekteyiz: a) İncillerdeki mitolojik unsurların değerlendirilmesi, b) Kutsal metin tenkitleri, c) Hz. İsa'nın yaşayıp yaşamadığı meselesi...39

Batı'da yapılan söz konusu tetkik, değerlendirme, tenkit ve araştırmalar neticesinde gerek Eski Ahit (Tevrat)'te gerekse Yeni Ahit (İnciller)'te mitolojik hikâyelerin varlığını tespit eden Batılı müsteşrikler ve ilim adamları Kur'ân-ı Kerîmi de kendi kitapları seviyesine indirme çabalarına girişmişlerdir. Mitolojik unsurların varlığını Kur'ân-ı Kerîm'e de bulaştırmak veya en azından inananları bu konuda şüpheye düşürmek için her vesile ile propagandaya girişmişlerdir. Ancak burada genel bir gerçeği de vurgulamak gerekir ki, ne Kitâb-ı Mukaddes'teki anlatımlar ne de Kur'ân'da anlatılan kıssalar herhangi bir asla dayanmaksızın hayal ürünü mitolojilerden alınmıştır. Tam aksine mitolojiler semavî kaynakla kitaplardan, dînî kültürlerden alınmış, zamanla şekil değiştirerek, dejenere edilerek efsanevî bir tarza bürünmüş hakikat kırıntılarını ihtiva eden inanç ve anlatım biçimlerinden ibarettir.

Rudolf Otto'nun konu ile ilgili görüşleri bu gerçeği teyit etmektedir. "O, Mythe, kolektif bir tasavvur ve tahayyülün ürünüdür." şeklinde özetlenebilecek olan sosyolojik teze karşı cevap olarak; "Mythe'in kaynağının hayal gücü olmadığını, zira hayal gücünün yaratıcı olmadığını; onun sadece kendisine sunulan malzemeyi işlediğini belirttikten sonra, 'Onun kendisine dayanacağı bir kaynak gerekir... Bu kaynak ise bir iç yetenektir, bir histir.' demek suretiyle insandaki kadîm ve yapısal (fıtrî) bir boyuta dikkati çekmektedir.40

Schelling'in mitoloji için söylemiş olduğu, şiirsel hayal ürünü ifadesi de mythe'nin, insanın öz varlığıyla ne denli içli dışlı olduğunu gösterir: "Tevhid inancına uygun olarak, tek tanrı inancının bozulup, dağılıp parçalanarak, nispî tanrılar ve inançlar meydana gelmesinin bir yansıması; gerçek tanrının bilgisi ve geleneği unutulduğu için yitirilen inançların yerini yeni inanış biçimlerinin alması, bunun neticesinde ibadete layık tek tanrı yerine, 'insanın iradesini aşan her şeyin ilahlaştırılması' şeklinde ifade edilen mitolojinin ortaya çıkmasında, kolektif bir biçimde, şiirsel hayal gücü etkin rol oynamaktadır. Mitoloji birkaç kişinin değil, ama bütün bir halkın ürünü ve eseridir."41
Başka bir deyişle, İlâhî vahiyden zaman içinde uzaklaşan, yabancılaşan insanlık, fıtratındaki din gerçeğini bırakamadığından ya İlâhî dinleri dejenere ederek mitos hâline getirmiş veya din diye tabiat olaylarına İlâhî güçler atfederek yeni yeni çelişkili ilahlar uydurmuş, dinler ihdas etmiştir ki, adına "mythe" adı verilmiştir.
Eliade de "Mythes" adlı eserinde mitolojilerin temelinin dînî kökenli olduğunu savunmaktadır.42 Kısacası mythe olgusunu, "...Hiçbir şey anlamsız ve temelsiz değildir. Var olan, gün yüzüne çıkmış olan hiçbir inanç, bütünüyle anlamsız sayılamaz. O, kendi özünde, tarihsel süreç neticesinde çok uzağına düştüğü inanç kaynağına ve okyanusuna, yanıp sönen atıflar ve îmâlar taşır..."43 ifadeleri ile özetlemek mümkündür:

Mitoloji ile ilgili özet bilgilerden şu sonuca varabiliriz: Farklı zamanlarda ve farklı toplumlarda gelişen mitoloji kültüründeki bazı öğelerin, muharref semavî kitaplar veya Kur'ân-ı Kerîm'deki inanç ve ahlâkî değerler, anlatılan tarihî olaylar, yani kıssalar arasındaki benzer noktaların, yönlerin bulunması, insanlık tarihinde her zaman aynı olan ve sayısız peygamberler aracılığıyla tekrar edilen, değişmeyen, evrensel din gerçeğinin bir anlamda tasdiki ve teyit edilmesi demektir.

Şu bir hakikattir ki, temelde Kur'ân ve İslâm düşmanlığından kaynaklanan Kur'ân kıssalarıyla ilgili asılsız görüş ve ithamlar modern düşüncenin karakteri olan akıl ve beşer üstü hakikat düşmanlığı, her şeyi insan gücü ve bilgisi çerçevesinde değerlendirme saplantısıyla beslenmiştir. Bu bakış ve değerlendirmelere;

a) Batılıların Kur'ân-ı Kerîm'i de kendi muharref kitapları seviyesine indirme çabaları doğrultusundaki yoğun propagandaları neticesinde gelişen Batı'ya endeksli düşünce tarzı ve düşünce kalıplarından kaynaklanan yorumlar,

b) Müslümanlardaki geri kalış psikolojisinden kaynaklanan kompleksler,

c) Kur'ân kıssalarında genellikle zaman ve mekân unsurlarına yer verilmeyip kapalı geçilmesi olgusunu Kur'ânî çerçevede değerlendirememekten doğan yanlış anlamalar,

d) "Kıssa" kelimesinin anlam kayması sebebiyle mânâ değiştirerek yanlış anlaşılması sonucu Kur'ân kıssalarında edebiyattaki "Hikâye" (Roman) türünde olduğu gibi asıldan olmayan şeylerin anlatılabileceği vehminden kaynaklanan yanlış anlamalar,44

e) Kur'ân'da kıssalar siyakında "Mesel" kelimesinin kullanılması sebebiyle ortaya çıkan yanlış anlamalar,

f) Kur'ân kıssalarına tamamen edebî sanat nazarıyla bakılarak, beşerî kıssa ve hikayelerle eş değerde görme gibi sathî, gerçekleri kucaklamayan bakış ve değerlendirmeler de eklenince Kur'ân gerçeğiyle çelişki arz eden görüş ve ithamlar Müslümanlar arasında da ne yazık ki müşteri bulabilmiştir.

Gerçekten ilmî ve objektif olarak birçok açılardan Kur'ân kıssalarına bakıldığında; kıssaların sembolik, simgesel veya tarihî gerçekliği olmayan edebî anlatımlar olduğu iddiasının ne derece Kur'ân gerçeği ile çeliştiği rahatlıkla anlaşılacaktır. İlim ve insaf sahibi, meseleye objektif bakabilenlerce kıssalar için, tarihen gerçek olma zarureti idrak edilecektir. O hâlde şimdi, değişik açılardan Kur'ân kıssalarına bakıp, kıssalar üslûbu ile anlatılan tarihî hâdiselerin gerçek olaylar olma zaruretini anlamaya çalışalım.




DİPNOTLAR
1 Bkz. En'âm; 46,65,105; A'râf: 58; İsrâ: 41, 89; Kehf: 54; Tâhâ: 113; Ahkâf: 27; Fur-kan: 50.

2 Bkz. Bakara: 65-66; A'raf: 176; Hud: 120; Yusuf: 111; Nur: 34; Kamer: 4-5.

3 Bkz. Cerrahoğlu, ismail, Tefsir Usûlü, 2. Baskı, 1976-Ankara, s. 172.

4 Atay, Dr. Hüseyin, Kur'ân'a Göre İman Esasları, 1961-Ank. s. 107.

5 Taftazanî Sa'du-d-Dîrı, Muhtasaru'l-Ma-ânî, H. 1307-İstanbul, s. 21-22.

6 Bkz. el-Gazalî, Muhammed, Nazarât fi'l-Kur' ân, Kahire-1962, s. 114.

7 Bkz. Tevbe: 69; Rûm: 9; Fâtır: 44;Mü'min: 21, 82; Fussilet: 15; Muhammed: 13.

8" Bkz. İsra: 77; Ahzâb: 38, 62; Fâtır: 43; Fe­tih: 23 ve diğerleri.

9 Bkz. Şengül, Dr. İdris, Kur'ân Kıssaları Üzerine, İzmir-1994, s. 136.

10 Bkz. A'raf: 59-71; Hud: 25-49; Mü'minûn: 23^1; Şu'ara: 105-122; Kamer: 9-15; Nuh: 1-28.

11 Nakre, et-Tühâmî, Saykolojiyyetu'l-Kıssa fi'l-Kur'ân, Tunus-1974, s. 157-158.

12 Bkz. A. e. s. 507-508. Yine aynı konuda bkz. Kutub, Seyyid, et-Tasviru'l-Fenniyyu fi'l-Kur'ân, 8. baskı, Kahire, s. 144, 155-180.

13 Bkz. Nisa: 164; Mü'min (Ğafir): 78.

14 Nakre s. 139.

15 Abd-i Rabbİh, es Seyyid 'Abdu'I-Hafız, Bu­nusun fî Kasasî'l Kur'ân, 1. baskı, Beyrut -1972, s. 52-54; Kutub, Muhammed, Dira-sât Kur'âniyye, 3. baskı, Mısır-1982, s. 48.

16 "Kıssa" kökünde mevcut anlamlar konu­sunda tafsilat için bkz. Şengüi, Kur'ân Kıs­saları Üzerine, s. 43-51.

17 Bkz. ibn-u Hisam, es-Sİretu'n-Nebeviyye, Dâr-u İhyai't-Türasi'l-'Arabiyye, Beyrut (Tarihsiz), I. 337; Şedid, Muhammed, Menhecu'l-Kıssa fi'l-Kur'ân, Suudi Arabis­tan -1984, s. 7.

18 Buhûs, s. 51; Nakre, s. 310-311.

19 Mehran, Prof. Dr. Muhammed Beyyûmî, Dirasât Tarihiyye mine'l-Kur'âni'l-Kerîm, Suudî Arabistan-1980, I. 38. Ayrıca Kur'ân Tarihi konusunda geniş bilgi için bkz. Es-Suyûtî, Celalu'd-Din Abdurrahmân, el-lt-kân fî 'Ulumi'l-Kur'ân, 4. baskı, Beyrut-1978, I. 76-86; ez-Zerkânî, M. 'Abdülazİm, Menâhilu'l-İrfân fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, Dâr-ü ihyai'l-Kütübi'l-'Arabiyye, (Yersiz-Tarih-Siz), I, 232-283; es-Salih, Dr. Subhî, Meba-hisfi Ulumi'l-Kur'ân; Dâru'l-İlm, 11. baskı, Beyrut-1979, s. 65-100, Draz, Prof. Dr. ■Abduilah, Kur'ân'ın Anlaşılmasına Doğ­ru, Çev: Akdemir, Yrd. Doç. Dr. Salih, An-kara-1983, s. 27-50; Cerrahoğİu, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, s. 62-78; Dirasât Tari­hiyye. s- 5,19-37; Kılıç, Doç. Dr. Sâdık, Mi­toloji Kİtab-ı Mukaddes ve Kur'ân-ı Ke­rim, İzmir-1993, s. 121-160; Ersöz, Doç. Dr. İsmet, Kur'ân Tarihi-Kur'ân-ı Kerim'in İn-dirilişi ve Bugüne Gelişi, İstanbul-1996, (Ravza Yay.)

20 Dirasât Tarihiyye, I. 6.

21 A. e. 1.6-7.

22 Dirasât Tarihiyye, i. 7.

23 Bu konuda tafsilat ve örnekler için bkz. Draz, Kur'ân'ın Anlaşılmasına Doğru, s. 36-37; Dirasât Tarihiyye, I. 7-8.

24 Bkz. Âl-i İmrân: 137; En'âm: 11; Yûsuf: 109; Nahl: 36; Hacc: 46; Nemi: 69; Anke-but: 20; Rûm: 9, 42; Fâtır: 44; Mü'min (Ğa­fir): 21, 82; Muhammed: 10.

25 Sıddıkî, Abdülhamit-Halil, Dr. İmaduddin, Tarihin Yorumu, Çev: M. Beşir Eryarsoy, Düşünce Yay. 1. baskı, İstanbuİ-1978, s. 163.

26 Konuyla ilgili bazı âyetler için bkz. Baka­ra: 47-74; A'râf: 103-155; Yûnus: 75-93; Tâhâ: 9-99; Şu'ara: 1-68; Kasas: 3-44; Mü'min (Ğafir): 23-54.

27 İlgili âyetler için bkz. Bakara: 258; En'âm; 74-83; İbrahim: 35-41; Meryem: 41-51; En-bîya: 51-73; Şu'ara: 69-89; Saffât; 83-113.

28 Örnek olarak bazı âyetler için bkz. Baka­ra: 44, 178-179, 252; Âl-i İmrân: 3, 44, 62; Nisa: 87; Maide: 27-32, 42-50; A'râf: 85-87; Hüd: 49, S4-88; İsrâ: 9; Kehf: 13; Fâtır: 31; Zümer: 2, 41; Câsiye: 6.

29 Bkz. Mecelletü'r-Risâle, 1947-Mısır, 2/15, S. 1067, 1102, 1106, 1121, 1192, 1205, 1221, 1275, 1294, 1335; el-Hatîb, Abdül-kerîm, el-Kasasu'l-Kur'ânî'fî-Mantükihi ve Mefhûmİhi, Kahire-1964, s. 275-320; Bu-hûsun fî Kasasi'l-Kur'ân, s. 213-261; Naza-rat, s. 121-124; Nakre, Saykolojiyetü'l-Kıs-sa, s. 156-176.

30 Bkz. Şengül, Kur'ân Kıssaları Üzerine, s. 38-39, 130-136.

31 Bkz. Halefuliah, Dr. Muhammed Ahmed, el-Fennu'l-Kasasiyyu fi'i-Kur'âni'l-Kerîm, Kahire-1972, s. 116-152, 180-188.

32 Bkz. a. g. e. , s. 153-170.

33 Bkz. a. g. e. , s. 171-183.

34 Halefuliah, s. 182.

35 A. g. e., s. 180.

36 Bkz. Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur'ân-ı Kerîm, s. 10.

37 Bkz. a. g. e., s. 28.

38 Kılıç, a. g. e. , s. 69, 75; Ayrıca İsâ mitosu için bkz. Hooke, Samuel Henry, Ortadoğu Mitolojisi, Çev: Aladdin Şenel, Ankara-1993, s. 198-199, 205-211.

39 Kılıç, a g e , s. 80. Bu konuda tafsilat için yine bkz. a. g. e., s. 80-118.

40 Kılıç, a. g. e., s. 41-42.

41 Kılıç, a. g. e., s. 61-62; Yine aynı görüş için bkz. Koç, Doç. Dr. Turan, Din Dili, Kayseri-1995, (Rey Yay.)

42 Kılıç, a. g. e., s. 45.

43 A. g. e. , I; Yine Mythe konusunda geniş bilgi için bkz. Koç, Din Diii, s. 123-133.

44 Bkz. bu konuda, Şengül, Kur'ân Kıssaları Üzerine, s. 48-51; el-Hatib, el Kasasu'l-Kur'âni, s. 11.

 

Doç. Dr. İdris Şengül