๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Aralık 2010, 16:20:40



Konu Başlığı: Kendimizi inşada Kuran ın yeri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Aralık 2010, 16:20:40
Kendimizi İnşada Kur’an’ın Yeri


İrade -kader ve sorumluluk bağlantıları dolayısıyla- üzerinde çokça tartışılan kavramlardan biridir. Bununla birlikte adlandırma ve kapsam bakımından kimi farlı yaklaşımlarda bulunmalarına karşın Eş’arîler ile Maturidîler, biri Yüce Allah’a özgü diğeri de kullara bağışlanmış iki “irade”den söz edilebileceği konusunda neredeyse görüş birliği içinde sayılabilirler. İlâhî olan ile kullara tanınmış bulunan bu iki ayrı tür irade arasında ne fark vardır diye sorgulandığında, genellikle, tümel iradenin Yüce Yaratıcı’ya ait olduğu ve gördüğümüz-görmediğimiz/göremediğimiz, bildiğimiz-bilmediğimiz her şeyi karşı konulamayacak bir şekilde kuşattığı... Tikel iradenin ise insana (ve cinne)   belli bir sınır içinde tanınan seçme ve eylemlenme özgürlüğü olduğu üzerinde durulur.
Bu ayırım ve böylesine bir tanımlama, ilk bakışta oldukça yeterli görünse bile, kavramlara varoluş/varlık bağlanımında bakıldığında daha farklı bir durumla karşılaşırız. Çünkü aradaki temel fark, irade kullanımının kapsama alanından değil, iki irade arasındaki -deyim yerindeyse- yapısallıktan kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki, İlâhî olan irade, yaratıcı; kulların iradesi ise yalnızca uygulayıcı bir yapı içinde bulunur.
Bu iki irade kategorisine bu yaklaşımla baktığımızda gerçekten özgür ve bağlantısız iradenin yalnızca Yüce Yaratıcı’ya özgü olduğunu, insandaki iradenin ise bir bakıma bağımlı, bağlantılı bir özellik taşıdığını görürüz. İnsana bırakılmış olan yanıyla iradenin kendisi, her ne kadar, insanda irade özgürlüğü bulunduğu görüntüsü verse de, gerçekte özgürlük insanın iradesinde değil, iradenin kullanımı sürecinde söz konusu olabilmektedir. Bu yaklaşımı esas aldığımızda, belki, “insan” ve “irade” kavramlarının bir arada kullanılmasına yol bulunamayacak bir sonuca bile varabiliriz.
Kur’an-ı Kerim’in Yüce Allah’ın dilemesinden haber verirken “irade” kavramını, kulların dilemeye yöneliş ve yönlendirilmesinde ise “meşiet/meşiyet” kavramının türediği şea/şe’ kelimesini kullanmış olmasını dikkate alırsak, bu farklılığı/ayrılığı temellendirme imkânına da sahip olabileceğimizi görürüz,
Konu üzerinde duranlardan bir bölümünün meşiyet ve irade farkını/bağlantısını izah için iradenin taallukunun/yönlendirilmesinin meşiyet olduğu yolunda açıklamalarda bulunmaları ise, sanırım, yerleşik anlayış doğrultusunda mutlaka kul için de bir iradeden bahsetme zorunluluğunu duymalarından ötürü olsa gerektir. Nitekim ben de bu bağlamda olmak üzere insan iradesi üzerinde çokça durmuşumdur.
Olaya/olguya/kavramlara bu gözle baktığımızda, “Öyleyse, yönlendirilmesiyle meşiyete yol açan ‘şey’ nedir?” sorusuyla karşılaşılacaktır. Burada “irade” kelime-kavramının değil de “vicdan” sözcüğünün kullanılmasının daha uygun olacağı kanısındayım, İnsanda fıtrî/yaratımsal olarak bulunan “vicdan” varlığının (vücut, mevcut gibi kelimelerle birlikte “vecede” kökünden türemedir) etkilenimler sonucu yönelişe geçmesi olayı diyelim. Meşiyet, yani oluşturma/oldurma olayı bu…
●●●
İnsana ilişkin her soru’nun ve her sorun’un yanıtını ya da çözüm ipuçlarını bulabileceğimiz yaratılış sürecine baktığımızda, insanın eylemlenmesinin hep dış kaynaklı olduğunu görürüz:
Yüce Yaratıcı’nın Âdem âleyhisselama isimleri öğretmesinden başlayarak, meleklere isimleri sayması, Cennete yerleşmesi, orada yiyip içmesi, Yasak Ağaç’tan tatması, bedenini fark edince örtünmek için Cennet yapraklarına yönelmesi, Yüce Allah’ın seslenişi üzerine verilen kelimelerle tövbe etmesi, Yeryüzüne inmesi, inerken tembihler alması... Bunlardan hiç biri Âdem’in içine doğmamış, ama kendisinin dışından gelen uyarılarla gerçekleşmiştir.
Ve hele de Yeryüzü yaşamında bir yandan şeytanın telkinleri/vesvesesi gündemde iken yol göstericiler gönderilmesi ve onlara uyulması…
Demek ki, adına ister yaygın bir kelimeyi kullanarak “irade” diyelim, istersek edep gereği iradeyi Yüce Allah’a hasretmiş olarak “vicdan” diye adlandıralım, her ne ise işte, insanda “bulunan o şey”in, o yapısal yanın eylemlenmesi, ancak ve ancak dışarıdan gelen uyarılar sonucu mümkün olabiliyor
Uyarılar…
Uyarılar, yani “Kün!” buyruğuyla oluşum halinde yağıp duran vahiyler; bal yapan arıdan kanımızı pompalayan kalbe kadar her varlığa var olabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için ulaşan vahiy...
Efendimiz âleyhissalâtvesselamın insanın kalbinde bir melek ve bir de şeytanın “lemme/inme”sinin olduğu, onlardan hangisinin etkilemesi ağır basarsa insanın (yoksa vicdanın mı desek?) o yöne eğilim gösterdiği yolundaki haberi, (Tirmizi: 3712) işte gelen bu vahiylerin insan tarafından nasıl algılandığının/değerlendirildiğinin açıklaması…
Yüce Allah’ın hidayetinin imdada yetiştiği yer de, işte, tam burası… Ya meleğin izinden gidilecek ya da şeytan izlenecek… Mülk O’nun; neyi dilerse, irade ederse onu “yapar.”
Ancak her şeye taşkın ve her şeyden aşkın “rahmet” de burada kendini gösterir. İnsan, kalbindeki meleğin ve şeytanın yönetimi karşısında bir başına bırakılmaz da, yeni uyarılara muhatap olur. Yol göstermek üzere gelen elçilerin ve onların getirdikleri öğretinin desteğini bulur yanı başında…
●●●
İnsan için bu destek, Efendimiz âleyhissalâtvesselamdan itibaren, Kur’an-ı Kerim olmuştur. Efendimiz âleyhissalâtvesselamın ahlâk edindiği ve yaşamıyla da bizim için örneklendirdiği Kitap…
O alelade, sıradan bir Kitap değildir. Pek çok özellikleri vardır. Ancak biz bu yazıda bu özellikler arasında bulunan “Mesani” özelliğine değineceğiz.
Bunun için de önce bu kavramın geçtiği ayet meallerini, sonra da açıklayıcı kısa bir alıntıyı aktaracağız.
Ayetler şöyle:
“Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişer tekrarlı/büklümlü (mesaniyen) bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar, yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.” (39/Zümer: 23)
Aynı bağlamda bir tanımlama daha: “Andolsun, sana ikişerli, tekrarlı/büklümlüden (minel mesani) yediyi ve büyük Kur'an'ı verdik.” (15/Hicr: 87)
İlk ayette geçen ve 3/Ali İmran: 7 ile 39/Zümer: 23’te vurgulanan “müteşabih” kelimesinin benzeşmeli anlamı taşıdığı açık olmakla birlikte, mesani kelimesinin anlatılması ve anlaşılması o kadar kolay olmamıştır. Bu yüzden kelime üzerinde epeyce görüşler ileri sürülmüş, yorumlar yapılmıştır. Bunları da özet halinde Suat Yıldırım’ın mealinden alıntılayalım:
“Mesna’nın veya mesnat’ın çoğulu olan mesani kelimesi çok anlamlı, çok kapsamlı bir kelimedir. Ki tesniye ve istisna maddesi olan seny’den de, sena’dan da türemiş olabilir. Bu örneklerden bükülmek, kıvrılmak veya katlanmak veya tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya diğer bir şeyin eklenmesiyle takviye veya çeşitlendirilen herhangi bir şeye mesna denilir ki ikişer, ikili, tekrarlanan, bükülü, pekiştirilmiş, muhkem, çifteli, büklüm, büklümlü, büklüm yeri, kat, katlı, kıvrım, kıvrımlı, kıvrak, cilveli manalarına gelir. Bu suretle herhangi bir şeyin kuvvelerine, katlarına, kıvrımlarına mesani denildiği gibi hayvanın dizlerine ve dirseklerine mesani’d-dabbe ve bir vadinin büküntülerine, dönemeçlerine mesani’l-vadi, aynı şekilde musikide ikinci tele veya çiftetellilere mesani denir. Mesna’l-eyadi bağış ve iyiliği tekrar etmek demektir. İbnu Cerir’in İbnu Abbas’dan yaptığı bir nakle göre mesani’de “istisna edilen” manası da vardır. Çünkü istisna da seny’den türemiştir. Bükülmüş ipe veya ipliğe mim harfinin üstünü veya esresi ile mesnat veya misnat denildiği gibi tekrarlama veya yineleme manası itibariyle coşku ve terennüme veya ikişerli manası ile mesnevi dediğimiz nazma da mesnat denilir. Bir de esna’dan mimin ötresi ile müsna’nın çoğulu olabilir ki “övgünün karar bulduğu yer” demek olur. Sonra Allahu nezzele ahsene’l-hadisi kitaben müteşabihen mesani (...) buyurulduğu üzere Kur’an’a da mesani denilmiştir”. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Tevbe 108 tefsirinde. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Hicr 87 tefsirinde (sadeleştirme ile)
 
●●●
 
İnsanın dıştan gelen uyarılarla yönlendirildiğine değinmiştik. Ancak bunlar hepimizin bildiği bilinç düzeyine, bilinçli algılama düzeyine hitap eden uyarılardı.
Bunların dışında bir de bilinç dışı uyarılar alırız ve onlar da insanı diğerleri kadar, hatta kimilerine göre daha da fazla etkileyip, yönlendirir. Subliminal mesaj ya da telkin denilen bu uygulamada verilmek istenen asıl mesajlar, akan bir resmin/filmin, bir müzik parçasının ve benzeri göz ve kulakla bilinçli olarak algılanabilir ürünlerin içine yerleştirilir. Ve muhatabın farkına varmadığı böylesine bir mesaj ya da telkin ona yönlendirilmiş olur.
Bu alandaki reklamdan tutun da toplum mühendisliğine varıncaya dek pek çok uygulamayı duyduğunuz ya da okuduğunuz için ayrıntıya girmeyeceğim. Yalnızca, insanın bilinç dışı ya da bilinçaltı telkinlere de açık olduğunu ve bunların bilinçli algılardan daha etkili görüldüğünü belirtmekle yetineceğim.
Dinlediğimiz bir müziğin, baktığımız bir resmin, izlediğimiz bir filmin içine yerleştirilmiş, ardına gizlenmiş; bir bakıma görünen katmanın ardında ikinci bir katman olarak yerleştirilmiş mesaj ve telkinler... Öyle ki, görünen ve görünmeyen iç içe, sarmaş dolaş, kıvrımlı ve büküntülü yapılarıyla hem bilinci hem de bilinçaltını etkileyerek insanı çift katlı yönlendiriyorlar.
Çeşitli gizsel/mistik/sırrî öğretilerin de hiç de anlamı olmayan ya da anlamı olan, anlamı olduğu halde uygulayıcılarınca anlamına nüfuz edilemeyen çeşitli kelime ve cümleleri kendi bağlılarına sürekli tekrarlattırarak onları biçimlendirdiği de yıllardan beri bilinen bir şey. Subliminal tekniğin adı yokken kendisinin uygulandığı ortamlar…
 
●●●
 
Kur’an-ı Kerim kendisinin açık ve anlaşılır bir kitap olduğunu yineleyerek bildiriyor. Bu açık ve anlaşılır Kitab’ın öğretisinin de yüzyıllardır insanları biçimlendirdiği, yapılandırdığı da bilinen bir şey.
Bir de şu var ki, bu açık ve anlaşılır kitabı dil farklılığı dolayısıyla anlamadan okuyanların da, salt ibadet kastıyla okuyanların da değişime, dönüşüme uğradıkları, yeni bir yapılanma edindikleri de yine biliniyor.
Bu durumda, acaba diyorum, mesani/ikili, tekrarlılık/büklümlülük vasfıyla Yüce Kitab’ın onu okuyanın ve dinleyenin bilinçaltına mı dersiniz, bilinç üstüne mi yoksa bilinç dışı yanına mı dersiniz, etki yaptığını düşünmemiz mümkün değil mi?  
Mesani’den murat insanın bu yanına hitap eden, telkinde bulunan ikili/büklümlü/iç içe kıvrımlı bu özellik olamaz mı?
 Bu sorunun önemi şurada: Eğer mesani bu özelliği, yani görsel ve işitsel algılarımızla büklümlü olarak iç içe ikili bir anlamın varlığına işaret ediyorsa, o takdirde bizler Her Kur’an okuduğumuzda işin içine beynimizi, yani bilgi kirliliğini sokmadan, yani ümmi olarak Yüce Kitab’a muhatap olup, kendimizi yeniden yeniden yapılandırıyoruz demektir.
Gerçekliğin merkezi olan “kalp” bu ikili anlamlardan kendisine olanı bilinç dışı olarak alıyor, kişiyi/kişiliği inşa ediyor. Diğer katmandaki açık ve anlaşılır öğreti de bu kalbe yerleşmiş olanı beyne tercüme ederek bilgilenmeyi gerçekleştiriyor.
Kur’an-ı Kerim’i orijinalinden okumamızı, çok çok okumamızı gerektiren bir durum bu. Onu okuyarak kişiliğimizi oluşturacak ve sonra bu kişiliğimizi Yüce Kitab’ın açık anlamıyla da beynimize aktarmış olacağız.
Müslümanlarda yaygın bir biçimde gözlemlenen bilgi kirlenmesinin doğurduğu ümmilikten uzak kalmışlığın yol açtığı şizofreniden kurtulmanın yolu da, sanırım bu…

Kur’an-ı Kur’an edinmek yani, Kur’an’ı Kur’an edinerek kurtuluşa erişmek…


Konu Başlığı: Ynt: Kendimizi inşada Kuran ın yeri
Gönderen: Ceren üzerinde 07 Ekim 2017, 15:30:21
Esselami aleykum.rabbim bizleri kur ani kerimin okuyan ve onun rehberliğinde hayatını geçiren kullardan eylesin inşallah. ...


Konu Başlığı: Ynt: Kendimizi inşada Kuran ın yeri
Gönderen: Mehmed. üzerinde 07 Ekim 2017, 15:38:59
VE ALEYKÜMÜSSELAM Rabbim bizleri Kur an ile dirilenlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: Kendimizi inşada Kuran ın yeri
Gönderen: sedanurr üzerinde 07 Ekim 2017, 15:40:58
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri kuranı hakkıyla okuyup anlayanlardan eylesin..