๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Ekim 2010, 17:59:41



Konu Başlığı: Bakara sûresi örneğinde Kurân da mânâ bütünlüğü
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Ekim 2010, 17:59:41
Bakara Sûresi Örneğinde Kur’ân’da Mânâ Bütünlüğü


Parçalar arasında öylesine bir tenâsüb, tecâvüb ve teâvün vardır ki, âyetler birbirini destekler, birbirinin vuzuhuna yardım ve istîzâhına cevap verir: Parça parça ve ayrı ayrı zamanlarda nazil olduğu halde, parçalar arasındaki sımsıkı münasebetten ötürü sanki bir defada nazil olmuş gibidir.



Bakara sûresi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) Medine’ye hicret etmelerinden hemen sonra nâzil olmaya başlamış ve yaklaşık on yıllık bir zaman diliminde vahiy parçaları hâlinde inmeye devam etmiştir. 286 âyet olan Bakara sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu sûre, hacim itibariyle Kur’ân’ın 1/12’sini teşkil eder.

Fâtiha sûresi, Kur’ân’ın mefhumunu özetle kapsadığı gibi, Bakara sûresi de Kur’ân’ın hükümlerinin çoğunu ihtiva etmektedir. O, Kur’ân’ın, ayrıntılı bir özeti durumundadır; bu özelliğinden dolayı Fâtiha sûresinden sonra en fazîletli sûre kabul edilmiştir.

Bu sûrenin, Medine’de inen diğer sûreler gibi teşri’ (hukuk) yönü ağır basmaktadır. Sûre; namaz, hac, oruç ve zekâta; bütün sadaka ve nafakalara; cihad ve savaş prensiplerine; adam öldürme, içki, fitne, kumar, zina ve diğer büyük günahların yerme ve yasaklamasına; kısas ve misillemenin meşrûluğuna; yetimlere ve onların mallarına; evlenmeye, kadınların özel durumlarına, boşanmaya, iddet, nafaka gibi aile hukukuna; gerek ilme gerekse silâhlı savunmaya ait hükümleri ihtiva eder. Ayrıca bu sûre, hukukla ilgili esas prensipleri belirtmiş, hikmet ile iktisadî yardımlaşma hakkında teşviklerde bulunmuş, fâizi yermiş; karşılıklı borçlanma, adaletli kâtip (noter), şahitlik, rehin gibi konuların prensiplerinden bahsetmiştir. Sûrenin bütün bunlardan bahsetmesinin hikmetlerinden birisi de; hicretten sonra Medine’de yeni bir toplumun inşâ ediliyor olmasıdır. Onun için bu sûrede toplumu ayakta tutacak hükümler vaz edilmiştir.

Anlatım Düzeni

Kur’ân-ı Kerîm’in tertip ve düzeni, âhenk ve insicamı, onun mucizevî yönlerinden birini teşkil ettiği gibi, ifade tarzı ve anlatım keyfiyeti de beşer karihasını aşan, insan kudretini âciz bırakan bir başka mucizevî yönünü teşkil eder. Kur’ân-ı Kerîm, 23 sene zarfında, değişik olaylar, durumlar, muhataplar karşısında, âyet âyet veya sûre sûre peyderpey inmesine rağmen onun sûreleri, âyetleri ve hattâ kelimeleri arasında birbirine zıt düşen, birbirinin âhengini bozan tek bir ifade, tek bir cümle bulmak mümkün değildir. Onun bütünü, âdeta tek solukta söylenmiş bir şiir gibidir. Bu ise ancak, 23 seneyi bir “an” gibi gören.. geçmişi bugünle, bugünü de yarınla bir arada görüp bilen.. hâsılı zamandan ve mekândan münezzeh bir Zât’ın kelâmı olmakla açıklanabilir. Hâlbuki âyetlerin devamlı sûrette değişen sebep ve hâdiselere göre ceste ceste gönderilmesi, bir yandan konuların mahiyetindeki değişiklik, diğer yandan parçalar arasındaki zaman farkı dolayısıyla irtibatsızlığa sebep olmalıydı. Bunları bir sûre başlığı altında toplamak, normalde, dağınıklığa yol açmalıydı. Hâlbuki ne içinde bulunduğu sûrede, ne de aynı konudaki âyetler bir araya getirildiğinde aralarında herhangi bir tenâkuzun, tutarsızlığın olmadığı görülüyor.

Bu makalede, yukarıda zikrettiğimiz gerçeklerden hareketle, Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresi olan Bakara sûresinin bütünlüğünü göstermeye çalışacağız.

Bakara sûresi; kanaatimize göre bir mukaddime, üç bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır.1

Yirmi âyet olan Mukaddimede, önce takvâ sahiplerinden ve onların niteliklerinden, arkasından da kâfirlerden ve onların en belirgin özelliklerinden söz ediliyor. Sonra da münâfıklardan, onların gerçek yapılarından ve belirgin özelliklerinden söz edilip, durumları ile ilgili geniş açıklamalarda bulunuluyor.

Birinci bölüm: 21. âyetten başlayıp 167. âyetin sonuna kadar devam ediyor. Bu bölüm; takvâ yolu ile küfür ve nifak yolunu açıklayarak başlıyor. İnsanları, takvâya ulaştıracak olan ibâdet, tevhid, iman ve sâlih amel yoluna davet ediyor. Dalâlet yolunun; ahitleri bozmak, Allah’ın bitiştirilmesini emrettiğini koparmak ve yeryüzünde fesat çıkartmak olduğunu belirtiyor.

Bundan sonra ise; Hz. Âdem kıssasından söz edilen kısımda bazı hususlar, Hz. İbrahim’den söz eden kısımda bazı konular, kıbleden söz eden kısımda bazı meseleler; zikir, sabır ve şükrü emredip küfrü, küfranı terkten söz eden bölümde de bazı mevzular açıklık kazanmıştır. Bütün bunlar, birinci bölümde ve mukaddimede yer alan meselelerle ilgilidir ve onlara derinlik kazandırmaktadır. Yani takvâ meselesi ve takvâ yolu üzere yürümek, ibâdet ve tevhid konusu ile bunun dışa yansımaları olarak açıklanıyor.

İkinci bölüm: 168. âyetten başlayıp 207. âyette sona eriyor. Bu bölüm; takvâ meselesini daha da pekiştiriyor; fert ve toplum düzeyinde takvânın gerçekleştirilme yollarını çizerek, şükür mefhûmu ve şükür yollarını derinleştiriyor. Bölüm sona ermeden takvâ ile ibâdet ve şükür konuları; sırât-ı müstakîm, sırât-ı müstakîmden sapmak, sapanların izledikleri yol ile ilgili meseleler netlik kazanmış oluyor. Bütün bunlarla birlikte, İslâm’ın bütün rükünlerinden; îman, namaz, zekât, oruç ve hacdan da söz ediliyor.

Üçüncü bölüm, 208. âyetten başlayarak 284. âyette bitiyor. Bu bölümde, insanlar İslâm’a girmeye davet ediliyor; savaşa, aile çevresi ve diğer çevreler arasındaki sosyal ilişkilere, siyasî ve ekonomik meselelere ait konular sunuluyor.

Sonuç bölümü, sûrenin son iki âyetinden oluşuyor (285–286). Bu bölüm, her şeyin îman ve Allah’a yönelmek meselesi ile bağlantısını sağlıyor; bütün bu konularda îman ve Allah’a yöneliş esası üzerinde bilgiler veriyor, eğitiyor ve gerekli açıklamalarda bulunuyor.

Bölümler Arası Benzerlikler


Birinci bölüm

Sûrenin birinci bölümü; bir emir ve bir nehiy ile başlamaktadır:
Emir: “يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ - Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz..” (21) âyeti, nehiy ise, yüce Allah’ın: “فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ أَندَاداًَ - Öyleyse sakın Rabbinize eş koşmayın..” (22) âyetiyle başlamaktadır. Buna göre emir ve nehiy birinci bölümün ilk iki âyetinde yer almaktadır.

Aynı şekilde birinci bölüm yüce Allah’ın: “ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ أَنْدَادًا - Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar..” (165) buyruğu ile son bulmaktadır. Böylece birinci bölümün başındaki buyruk (22. âyet) ile bölümün sonundaki buyruk (165. âyet) arasındaki ilişki açık olarak görülmektedir.

İkinci bölüm

Birinci bölümün yüce Allah’ın; “يَا أَيُّهَا النَّاسُ
- Ey insanlar!” (21) buyruğu ile başladığını gördük. Daha sonra, bu “Ey insanlar” buyruğunu Bakara Sûresi’nde ancak ikinci bölümün ilk âyeti olan 168. âyette ikinci ve son defa görüyoruz.

İkinci bölüm de, birinci bölüm gibi bir emir ve bir nehiy ile başlamaktadır.
Emir: “يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً
- Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yeyiniz.” (168) âyeti; nehiy ise: “وَلاَ تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ
- Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz..” (168) âyetidir.

Sûrenin birinci bölümü, “Ey insanlar” (21) ile başladığı gibi ikinci bölümü de, “يَا أَيُّهَا النَّاسُ
- Ey insanlar!” (168) şeklinde başlamakta; hem mukaddime, hem de birinci ve ikinci bölümü yüce Allah’ın: “النَّاسِ وَمِنَ
- İnsanlardan kimisi” buyruğu ile başlayan bir fıkra ile sona ermektedir.

Mukaddimenin son fıkrası:
“ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنِينَ
- Öyle insanlar da vardır ki, ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık.’ derler, oysa iman etmemişlerdir.” (8) âyetiyle biterken; birinci bölümün son fıkrası: “وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ أَنْدَادًا - Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar..” (165) âyetiyle bitiyor.

İkinci bölümün son fıkrası ise:
“وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا - İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.” (204) ve: “وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللّٰهِ
- İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.” (207) âyeti ile bitiyor.

Üçüncü bölüm

Üçüncü bölüm de, birinci ve ikinci bölümler gibi bir emir ve bir nehiy ile başlamaktadır. Emir bütünüyle İslâm’a girmek konusuyla ilgilidir. Nehiy ise şeytanın adımlarına uymaktan sakınmakla ilgilidir ve bu da ikinci bölümün başında gelen nehyin aynısıdır.

Emir:

“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً
- Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin.” (208). Nehiy ise:
“ وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ
- Şeytanın adımlarını izlemeyin..” (208).

Birinci bölümde birtakım hususlara temas ediliyor. Bu hususların, ikinci bölümde vârit olacak bazı hususlara hazırlık teşkil ettiğini fark ediyoruz. Âdeta, ikinci bölümde gördüğümüz sıralamaya uygun birtakım hususların, bu sıralamaya uygun bir hazırlığın içinde yer aldığını görüyor gibiyiz.

1. Meselâ, birinci bölümde Yüce Allah:
“هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً
- O’dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı.” (29) buyurdu. Bundan sonra ise Hz. Âdem kıssasından söz eden kısım geldi. Burada şeytanın Hz. Âdem’e secde etmemesinden (âyet 34) ve O’nu Cennet’ten çıkarmasından (âyet 36) da söz edilmektedir.

İkinci bölüm ise yüce Allah’ın:
“يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا

فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّبًا وَلاَ تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ
- Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yeyiniz; fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz..” (168) buyruğu ile başlamaktadır.

2. İsrailoğullarının bahsedildiği kısımda ise, Allah’ın indirdiklerinin gizlenmesinden ve “birr” (iyilik)’den söz edilmektedir.
“وَلاَ تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ
- Hakkı batıla karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin.” (42);
“أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ
- Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?” (44).

Diğer taraftan ikinci bölümün birinci kısmında da âyetlerin gizlenmesinden ve “birr”den bahsedildiğini görüyoruz:

“ إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ
- Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya...
8221; (174); &# لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
- Takvâ, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir...” (177).

3. Birinci bölümde, İsrailoğullarından söz eden kesimde haksızca öldürmeden söz edilmektedir:

“ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ
- ...Evet öyle! Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.” (61).

İkinci bölümde de kısastan bahsedildiğini görüyoruz:

“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى
- Ey iman edenler! Öldürülen kimseler hakkında size kısas farz kılındı.” (178).
4. Birinci bölümde, bundan sonra Hz. İbrahim’den söz eden kısım geliyor (âyet 124); bu kısımda hac ibâdetinden bahsediliyor:

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى
- Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz!” (125).

“إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ

فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا
- Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur…” (158).

İkinci bölümün sonlarında da hac ve umreden söz edildiği görülmektedir:

وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِ
- Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın.” (196).

الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ
- Hac mâlum aylardadır.” (197).

5. Birinci bölüm bize takvâ2 yolunu şöylece göstermişti:
“يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
- Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla takvâ sahibi olmayı ümit edebilirsiniz.” (21).

İkinci Bölümde ise takvâ yolunu göstermeyi nasıl tamamlamış olduğunu ve takvâ dâiresine giren hususlara dair etraflı bilgileri görüyoruz. Ayrıca bu bölümde, takvâyı gerçekleştirmek ve ona ulaşmak yolunda birtakım detaylar da açıklanmaktadır:

a) يَاْ أُولِي اْلأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ
- Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece takvâyı, (katilden korunmayı) umabilirsiniz.” (179).

b) لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ آيَاتِهِ
- İşte böylece Allah insanlara, takvâlı olmaları (zararlardan sakınıp korunmaları) için âyetlerini iyice açıklar.” (187).

c) “Birr” âyeti de (177) bu kısımda yer almaktadır. Bu âyet takvâ sahiplerini etraflı bir şekilde tanıtıyor; bu bakımdan yüce Allah’ın: “وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
- İşte onlardır her türlü azaptan korunan takvâlılar!” (177) buyruğu ile sona erdiğini görüyoruz.

d) Bundan sonra ise, toplumda takvâyı yerleştirmeye yardımcı bir yol olmak üzere, kısas ile ilgili âyetlerin (178) yer aldığını görüyoruz. Arkasından takvâ sahipleri üzerindeki hakkı belirlemek üzere, vasiyet ile ilgili âyetler geliyor. Bu bakımdan bu âyet:
“حَقّاً عَلَى الْمُتَّقِينَ
- Bu, haksızlık yapmaktan korunan takvâlılar üzerine borçtur.” (180) buyruğu ile son bulmaktadır.

e) Bundan sonra takvânın iki yolunu göstermek üzere oruç ile ilgili âyetler yer almaktadır.

“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
- Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki, fenalıklardan korunursunuz.” (183).

f) Daha sonra hilâller (ayın hareketleri) ve evlere kapılarından başka yerlerden girmek hakkında soruların yer aldığı âyet-i kerîme geliyor:

“وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللّٰهَ
- Asıl fazilet, takvâlı (haramlardan sakınan) insanın gösterdiği fazilettir. Öyleyse evlere kapılardan girin. Allah’a karşı takvâlı olun (O’na karşı gelmekten sakının)..” (189).

g) Bundan sonra ise savaş ve infâk ile ilgili âyetler gelmektedir:

“وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ
- Allah’a karşı takvâlı olun (O’na karşı gelmekten sakının) ve bilin ki Allah bu muttakîlerle (sakınanlarla) beraberdir.” (194)

h) Bunların peşinden ise hac ve umre ile ilgili âyetler geliyor. Bunlarda da takvâ ile ilgili şu ifâdeleri görüyoruz:
“ وَاتَّقُوا اللّٰهَ
- Allah’a karşı takvâlı olun (O’na karşı gelmekten sakının).” (196);

“ وَتَزَوَّدُوا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُولِي الأَلْبَابِ
- Azıklanınız ve biliniz ki azığın en hayırlısı takvâdır, haramlardan korunmadır. Öyleyse Bana karşı takvâlı olun (Bana karşı gelmekten korunun) ey akıl sahipleri!” (197).

وَمَنْ تَأَخَّرَ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنِ اتَّقَى وَاتَّقُوا اللّٰهَ
- Kim geri kalırsa, takvâ dâiresine girdiği (günahlardan korunduğu) takdirde, ona da vebal yok. Allah’a karşı takvâlı olun.” (203).

ı) Nihayetinde ise, bu bölümün sonucunu teşkil eden âyet grubu yer alıyor:

وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالإِثْمِ
- O adama: “Allah’a karşı takvâlı ol da fesat çıkarma!” denildiğinde, kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.” (206).

Gerçek şu ki, ikinci bölüm, birinci bölümü tamamlamaktadır. Aynı şekilde rükünleri, yolu ve istikâmeti itibariyle takvâ yolunu göstermek bakımından Bakara sûresinin Mukaddimesini de tamamlamaktadır.

Birinci ve ikinci bölümde, İslâm’ın beş esasının takvâ meselesindeki yerini de öğrenmiş oluyoruz. Görüldüğü gibi Bakara sûresinin mukaddimesi, İslâm’ın rükünlerinden îmanı, namazı ve infâkı zikretmiştir.

İkinci bölüm ise İslâm’ın namaz (177), zekât (177) oruç (183) ve hac (196) hükümlerini dile getirmektedir. Hac, ikinci bölümde bu rükünlerden söz edilen son rükündür. Bundan sonra da İslâm’a toptan girmeyi emreden âyetle başlayan üçüncü bölüm yer almaktadır:

Üçüncü bölüm, “Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selâmete girin de şeytanın adımlarını izlemeyin..” (208) âyetiyle başlayıp, 284’ncü âyetin bitmesi ile sona ermektedir. Bundan hemen sonra da sûrenin sonuç bölümü geliyor.

Üçüncü bölüm, bütün anlatımın anahtarı durumunda olan “Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selâmete girin...” buyruğu ile başlamaktadır. Bu âyet, bütünüyle İslâm’a giriş için bir davettir. İslâm ise akâid, şeâir, ibâdetler, hayat düzeni ve diğer emirlerin toplamıdır. Bundan önceki bölümde görmüş olduğumuz gibi “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder...” (207). Nefis, hâlisen Allah’a bağlanacak olursa artık İslâm’ın bütün hükümlerine bağlanmaya, bu hükümleri gereğince kavramaya ve bu konuda katıksız olarak Allah’a teslim olmaya hazır hâle gelmiş demektir. İşte bu bölüm, şeytanın adımlarını izlemeyi yasaklayıp, İslâm’ın birçok hükmünü açıklayarak İslâm’a bütünüyle giriş için bir davet olarak gelmiştir.

Öğüt verici bir mukaddimeden sonra bu kısımda, infâka dair birtakım hükümler zikredilmektedir. Bu bölümde ayrıca savaş farîzası vurgulanmakta, içki ve kumara dair hükümler sunulmakta; yetimlere, evliliğe, kadınların aybaşı hâline ve yeminlere dair açıklamalar getirilmekte; boşanma ve aile hayatıyla ilgili hükümler zikredilmekte; siyaset, savaş ve iktisat ile ilgili birtakım hususlar dile getirilmektedir.

Çağdaş dünyanın en büyük problemleri ailede, toplumda, uluslararası meselelerde ve iktisadî sahada yaşanmaktadır. İşte bu bölüm, bunlardan ve benzeri hususlardan söz etmektedir. Bütün bunlar ise, “Ey inananlar, hepiniz birlikte İslâm’a girin.” emrinin anlatım düzeni içerisinde yer almaktadır.

Sonuç bölümü

Son iki âyet, sûrenin sonuç bölümünü oluşturur (285–286). Birinci âyette; Allah, mü’minleri kapsamlı bir şekilde nitelendiriyor. Onlar hem tasdik ediyor hem işitiyor hem de itaat ediyorlar. Bununla birlikte onlar kusurlu olduklarının da farkındadırlar. Mağfiret isterler ve Allah’a dönüşü de ikrar ederler. Bu âyet-i kerîme, kapsamlı bir şekilde mü’minlerin niteliklerini takdim etmektedir.

Diğer âyette ise; Allah, Kendisini ve adâletini beyan etmektedir. Arkasından da mü’minlere hem kendi konumlarına, hem de Rab’lerinin celâline uygun şekilde duâ etmelerini öğretmektedir.

Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Sûrede dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu kitaba iman edip onun emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felâh bulacakları bildirilmişti; hatimesinde de ona iman eden cemaatin oluştuğu ve oluşan bu cemaate Allah’ın muamelesi bildirilmektedir.3

Şimdi başlangıç ile sonuç arasındaki ilişkiyi görelim:

1. Yüce Allah mukaddimede:
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
- O müttakîler ki gayba inanırlar...” (3) buyururken, sonuç bölümünde:
كُلٌّ آمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
- Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.” buyurmaktadır.

2. Başlangıç kısmında bulunan:
إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ
- Hem sana indirilen kitabı, hem de senden önce indirilen kitapları tasdik ederler.” (4) buyruğu, sonuç bölümünde yer alan:
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ
- Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, mü'minler de...” âyetiyle tam bir ilişki içindedir.

Netice

Makalede zikredilen hususlar, Bakara sûresinin bütünlüğünü, âyetlerinin birbiriyle münasebet içinde olduğunu ve âyetlerinin birbirlerini tamamladığını ortaya koymaktadır. Sûrenin i’câzı gayet açıktır. Zira nüzûlü 10 yıl süren bu uzun sûrenin âyetleri arasında böyle münâsebetler varsa, daha kısa sûrelerinin âyetleri arasında ve sûrelerin kendi aralarında elbette münâsebetler vardır.


* Sakarya Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi



Dipnotlar

1. M. Draz’a göre, bu sûre, bir mukaddime, dört maksat ve bir hatimeden meydana gelmektedir. Bkz. En Mühim Mesaj KUR’ÂN, (terc. Suat Yıldırım), Ank. 1985, s. 242; Said Havva, el-Esâs fi’t-Tefsir, Bakara Sûresi’nin tefsiri.

2. “Takvâ, vikâye kökünden gelir; vikâye de gayet iyi korunma ve sakınma demektir. Dinî ıstılahta takvâ, “Allah’ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak suretiyle O’nun azabından korunma cehdi” şeklinde tarif edilmiştir. Lügat ve dinî mânâlarının yanında bazen korku, takvâ tabiriyle; bazen de takvâ, korku sözcüğüyle ifade edilmiştir ki, din kitaplarında, her iki şekilde de kullanıldığını görmek mümkündür.

3. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve açıklamalı Meâli, Bakara Sûresi meali.



Prof. Dr. Davut Aydüz