๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( İslam Esasları ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Ağustos 2012, 22:09:23



Konu Başlığı: İslâm’ın köprüsü
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Ağustos 2012, 22:09:23



Sami CEBECİ

İslâm’ın köprüsü: ZEKÂT


Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.), imtihan meydanı olarak yarattığı şu dünya memleketindeki insanları, maîşet cihetinde farklı şekillerde yaratmıştır.
   
Malı ve zenginliği veren Allah olduğu gibi, fakirliğe muhatap kılan da O’dur. Bunların hepsi imtihan vesilesidir.
Bahsi geçen sırlı hakikatlere binaen, Cenâb-ı Hak zenginleri fukaraların yardımına dâvet ediyor. Mal ve zenginliği veren Allah olduğuna göre, insan sadece bir tevziât ve dağıtım memurudur. Zengin ve fakir arasındaki servet dağılımını ve bir ölçüde dengeyi temin eden zekâttır. Zekât, tabakalar arasındaki servet uçurumunu ortadan kaldırıp, zengin ile fakirin buluşmasını sağlayan İslâm’ın en sağlam köprüsüdür. “Ezzekâtü kantaratü'l-İslâm.” hadis-i şerifi bu mânâya işaret eder. Arapçada köprü anlamına gelen birçok kelime olduğu halde, Sevgili Peygamberimiz (asm) özellikle “Kantara” kelimesini seçmiştir. Kantara, kolaylıkla yıkılması mümkün olmayan büyük taş köprü demektir. Mimar Sinan tarafından Osmanlı döneminde yapılan ve hâlâ asırlardır ayakta duran taş köprüler buna misâldir.
Bediüzzaman Hazretlerinin tesbit ettiği gibi; insanlık tarihinde fesat ve isyanlara, anarşi ve kargaşalara sebebiyet veren iki kelimedir: “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne!” ve “Sen çalış ben yiyeyim.” Bencil ve egoist bir zihniyetin mahsulü olan birinci kelimeyi ortadan kaldıran zekât ibadetidir. İkinci kelimeyi kökünden söküp atan da faizin her türlüsünün yasaklanmasıdır.
Zekât, temizlenme ve bereketlenme anlamına gelen bir kelimedir. Allah fakirin hakkını zenginin malı içine koymuştur. Zarurî ihtiyaçlarından başka ve borçlarını düştükten sonra, üzerinden bir yıl geçmiş seksen gram altın, döviz veya para gibi serveti bulunan Müslüman bir kişi, bunun kırkta birini, yani yüzde iki buçuğunu zekât olarak fakire verdiği zaman malı temizlenmiş olur. Çünkü Allah’ın tayin ettiği o miktar, fakirin hakkıdır. Zekâtını vermeyen, fakirin hakkını gasp etmiş demektir.
Zekât aynı zamanda bereketlenmedir. Nasıl budanan ağaçlar ve asmalar daha fazla ürün ve üzüm verirse, zekâtı verilen mal da öylece bereketlenir. Kur’ân-ı Kerim’de bu hakikat şu misâlle anlatılır: “Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli bir daneye benzer ki, ondan yedi başak sümbüllenir, her bir başakta da yüz dane bulunur. Allah dilediği kimseye, yaptığı iyiliğin karşılığını böyle kat kat verir. Allah’ın lütfu geniştir ve ilmi her şeyi kaplar.” (Bakara Sûresi: 261)
Bu bereketlenme sevap cihetinde olduğu gibi, maddî olarak da gerçekleşir. Nasıl ve nereden olduğu belli olmayan bir bereketlenme hâli, o kulun bereketli ve huzurlu bir hayat yaşamasına vesile olur.
Zekât, zengin ile fakir arasındaki uçurumun izalesine, fakirin zengine karşı kin ve haset duyguları yerine, hürmet ve duâsını kazanmaya vesile olduğu gibi, malın korunmasına da sebeptir. Zekât, manevî bir sigortadır. Belâ ve musîbetlerin def’ine vesiledir. Zekât vermeyenin, her halde o zekât miktarı kadar veya daha fazlası elinden çıkar. Ya hastalıklar ve musîbetler ya da belâlar ve kazalar zahiri sebep olur. Zekât ise, paratoner gibi malı korur. Fakat zekât vermek, alışmayan için zor bir ibadettir. Bunun için halk arasında “Mal bu kardeşim! Can değil ki veresin.”gibi sözler dolaşır.
Cimrilik edip de zekâtını vermeyenler için Kur’ân-ı Kerim’de acıklı bir azap hazırlandığı haber verilir: “Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları acı bir azapla müjdele! O gün bu altın ve gümüşler Cehennem ateşinde kızdırılır da, alınları, yanları ve sırtları onunla dağlanır. ‘İşte kendiniz için biriktirdiğiniz budur; şimdi biriktirdiklerinizin tadına bakın’denir.” (Tevbe Sûresi: 34-35)
Hadis-i şerifte anlatılan şekli de dehşet vericidir: “Zekâtı verilmeyen mal, Kıyamet gününde, iki gözünde iki siyah nokta bulunan, dehşetli zehirli bir yılana dönüşür ve o mal sahibinin boynuna dolanır. Sonra ağzı ile mal sahibinin çenesinin iki tarafından tutarak, ‘Ben senin dünyadayken çok sevdiğin malınım, ben senin servetinim.’ der.” Bunu anlatan Hazret-i Peygamber (asm) şu mealdeki âyeti okudu: “Allah’ın lütuf ve ihsanıyla onlara verdiği şeyde cimrilik edenler, bu cimrilikleri kendileri için bir hayırdır sanmasınlar. Bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet gününde ateşten bir halka olarak boyunlarına dolanacaktır. Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır ve sonunda O’na döner. Allah sizin yaptıklarınızdan da haberdardır.” (Âl-i İmran Sûresi: 180)
Zekât, bir ibadettir ve İslâm’ın beş şartından birisidir. Zekât, fakirlere, miskinlere, borca düşenlere, yolda kalanlara, kalpleri İslâm’a ısındırılması gerekenlere ve Allah yolunda cihad edenlere verilir. Din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı ve Medresetü'z-Zehra adını verdiği bir İslâm üniversitesinin en mühim gelir kaynağının zekât çeşmesi olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretlerinin kastettiği mânâyı, bu gün Risale-i Nur medreseleri ve hizmet merkezlerimiz gerçekleştiriyor. Bu açıdan Allah yolunda cihad edenlerin ve Allah’ın adını yüceltmek için var güçleriyle hizmet edenlerin başında gelen Nur Talebeleri ve onun yetkilileri, hizmette harcamak maksadıyla zekât verilmesi gereken en doğru adreslerdir. Bu hususta hiçbir tereddüde mahal yoktur. Zekât gibi önemli bir ibadet şûristana ve çorak yerlere akıtılmamalıdır.

yeniasya


Konu Başlığı: Ynt: İslâm’ın köprüsü
Gönderen: Ceren üzerinde 19 Ağustos 2016, 17:37:21
Esselamu aleyküm.Zekatını hakkıyla ve vaktinde allahın rızasını gözeterek veren ve yardıma muhtaç müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren ve islam kardeşliği kuran ve allahın rızasını kazanan kullardan olalım inşallah...