> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) > Tekfir Meselesi 5
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tekfir Meselesi 5  (Okunma Sayısı 556 defa)
08 Haziran 2010, 13:09:08
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 08 Haziran 2010, 13:09:08 »



Bazı Âlimlerin Tekfirle İlgili Görüşleri
 
Hasan el-Hudaybî ve Tekfir
 

Mânâlarını Bilmediği Halde Şehâdet Keli­mesini Söyleyen Kişinin Müslüman Olmadığını Söylemenin Yanlışlığı
Şimdi de günümüzde şehâdet kelimesini söyledi­ği halde; bu kelimenin Rasûlullah’ın peygamber olarak gönderildiği sıradaki anlamının değişmiş ve artık bunların gerçek mânâlarının kalmamış olduğunu gerekçe göstererek; onların müslüman olmadıkları­na hüküm veren kimselerin sözünü ele almak istiyor ve onlara şöyle diyoruz: Kelime-i şehâdet'in anlamı, hâ­lâ insanlar arasında yaygın şekilde mevcuttur; hatta Kur'ân-ı Kerim'in inişinden öncekinden daha açık ve yaygın bir şekilde bilinmektedir. Aynı zamanda ulûhiyet ve rubûbiyet kelimelerinin mânâlarının, insanlar arasında yaygınlık kazanmış olması ile onlardan "Lâ ilâhe illâllah, Muhammedun Rasûlullah" şehâdetini yapa­cak olan bir kimsenin şehâdetinin kabul edilmesi için, bu şehâdet kelimesini bu şekilde bilmesi gerek­tiğini ve ancak o takdirde müslüman olacağına hü­küm verilebileceğini belirten ve bunlar arasında bağlantı kuran şer’î bir şartın varlığı söz konusu de­ğildir. Böyle bir şartı ortaya koymak, şeriata yeni bir şey ilâve etmektir. Bunu söyleyen kişinin bu iddiası­nın kabul edilebilmesi için, bu konuda Allah'ın kitabı'ndan ve Rasûlü'nün sünnetinden delil getirmesi gerekir.
 
Rasûlullah’ın (s.a.s.) sözleri ve davranışları şer'an uyulması gerekli olan hususlardır. İşte onun söz ve davranışları sonradan ortaya konulmuş bulunan ve fazladan olan bu ilâve, şeraite ters görüş ortaya koy­maktadır: Çünkü Rasûlullah (s.a.s.) Yüce Allah'ın dini­ne, ister Araplardan, ister sonradan Araplaşmış olanlardan, isterse başka yerlerden getirilmiş olan kölelerden dalga dalga Allah'ın dinine girmiş olanla­rın Müslümanlığını kabul etmiş olduğu gibi, onun döneminde ülkeleri fethedilen Hîre ve Yemen halk­larının da İslâm'a girişlerini kabul etmiş ve bu konuda onlardan her birisinden şehâdet kelimesini iyice an­ladıklarını ortaya koyacak, onların belirli mânâyı anlamış olduklarını kesin olarak açığa çıkartarak herhangi bir uygulamaya girişmemiş yahut da onla­rın kendi aralarında bu şehâdete yaygın olarak veri­len belirli bir muayyen mânâların ne olduğu üzerin­de durmamıştır. Hatta Hz. Peygamber'in huzurunda Araplardan olan bazı kişilerin birtakım sözlerin mânâlarını bilmedikleri de ortaya çıkmıştır. Az önce sunmuş olduğumuz Adiy b. Hatem'in durumu buna örnektir. Hz. Peygamber'in İslâm'a girişle­rini kabul etmiş olduğu bazı kimselerin, Allah'tan başka ilâh olmadığına dair şehâdetlerinde, birtakım anlamları bilmedikleri de ortaya çıkmıştır. Nitekim "sen de bize onların silâh astıkları ağaçları olduğu gibi, silâhlarımızı asacağımız bir ağaç yap!" diyen kimselerin durumu böyledir. Hz. Peygamber’in bu uygulaması bizlere şunu gösteriyor: Kelime-i Şehâdet'i söyleyen bir kimsenin bu söylemesi, onun ulûhiyyet, rubûbiyyet, ibâdet, din, Kelime-i Şehâdet'in mefhumu ve benzeri diğer şer’î hükümleri bilmeyişi, müslümanlığına zarar vermez. Müslüman olduğuna hüküm vermeye engel teşkil etmez. Şer’î hükümler diğer müslümanlara nasıl uygulanıyorsa, ona da öy­lece uygulanır. İşte bu -hadiste tevâtür olarak bili­nen ve bir haberin doğruluğunu ispat etmek, bilginin kesinliğini ortaya koymak açısından en sağlam tevâtür çeşitlerinden bir tanesi olan- herkesin herkesten bize kadar naklede geldiği bir delildir.
 
Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendisi de Arap olsun ya da ol­masın bütün insanlara peygamber olarak gönderildi­ğini biliyordu. Şu hadis-i şerif de onundur: "Ben, in­sanlarla Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik edinceye, bana ve benim getirdiklerime iman edince­ye kadar savaşmakla emrolundum..."
 
Evet, istisnasız olarak bütün insanlar arasında hiç bir ayırım gözetmeden, Arap'la Arap olmayan arasında fark gözetmeden, Arapça konuşsun veya konuşmasın ayırım sözkonusu olmaksızın bütün insanlar hakkında Allah'ın hükmü budur. Emîn Rasûlün söylediği, yaptığı ve uyguladığı da bundan ibarettir. Eğer şehâdet kelimesini söylemek açısın­dan Arapça konuşanlarla konuşmayanların hükmü farklı olsaydı yahut da Arapça konuşanlarla konuşmayanlara farklı uygulamalar ve bağlayıcılık söz konusu olsaydı ve ancak bundan sonra kişilerin müslümanlığı hakkında hüküm vermek mümkün olsaydı, Rasûlullah (s.a.s.) bunu açıklamadan etmezdi. Diğer taraftan Yüce Rasûl bu fazladan öngörülen şarta geçerlilik kazandırmamazlık ve uygulamamazlık etmezdi. "Rabbin unutkan değildir." [1]
 
Bu ayrımı, fark gözetmeyi ortaya ko­yanlar ve bu fazladan şartı öngörenler Rasûlullah’ın (s.a.s.) hadisine, onun sâbit uygulaması­na ve hiçbir hilaf söz konusu olmaksızın gelen şeri­at hükümlerine muhâlefet etmiş ve Allah'ın şeriatı­nın dışında ve ne Kitap'ta, ne de Sünnette onu belge­leyecek nassın varlığı söz konusu olmaksızın dine yeni bir şey eklemiş olur.
 
Diğer taraftan müslümanlar hem sahâbe döne­minde, hem de Tabiîn döneminde Şam (bugünkü Su­riye) bölgesini, İran'ı, Irak'ı, Mısır'ı, Kuzey Afrika'yı, Sudan'ı, Endülüs'ü, Türkiye'yi, Balkanlar'ın bir kısmı­nı, Hindistan'ı ve bazı yerleri de fethettiler. Bunların hepsi Arapça bilmeyen insanların yaşadıkları ülke­lerdi. Bugüne kadar bize herkesin herkesten yapmış olduğu nakilden de anladığımıza göre, Sahâbe ve Tâbiîn bu ülkelerde yaşayan insanların müslüman ol­maları için Kelime-i Şehâdeti (yani Allah'tan başka hiç bir ilâh bulunmadığını ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğunu kabul edip dilleriyle) söylemelerini yeterli görmüşler ve bu konuda icmâ' etmişlerdir. Bu şehâdeti söyleyen kimseler bu şehâdeti söylemekle kanlarını ve mallarını korumuşlar, onlara İslâm Şe­riatının hükümleri uygulanmıştır. Bunlar daha son­ra İslâm Şeriatının bilmedikleri diğer hükümlerini yavaş yavaş öğrenmeye başlamışlardır. Hiçbir kim­se kalkıp da dilleriyle söylemiş oldukları "şehâdet kelimesinden sonra bir şart veya fazladan herhangi bir durumun gerçekleşmesi söz konusu olmadığı sü­rece İslâm'a girişlerinin kabul edilemeyeceği" kana­atine varmamıştır. Diğer taraftan, ulûhiyyet ve rubûbiyyet kelimelerinin taşıdıkları mânâları, câhiliye dönemi Arapları arasında yaygın olduğu şekliyle Arapça'yı bilmeyen bu toplumlar arasında, şu anda bizim aramızdakinden daha fazla yaygın olduğunu ileri sürmek aklen mümkün olan bir şey değildir." [2]
 
Hudaybî nasslardan hareketle oluşturduğu red­diye sürecinde tekfirde aşırı gidenlerin birçok iddi­alarına cevap vermektedir. Meselâ iman ettiği halde kendisine bazı hükümler ulaşmayan kişiler hakkın­da şu görüşleri serdetmektedir:
 
İki kişinin bile -hatta yalnız müslümanlar ara­sında değil, bütün din mensupları dâhil olmak üze­re- ihtilâf etmedikleri bir konu vardır, ki o da şudur: Rasûlullah (s.a.s.), kendisinin insanlara getirmiş oldu­ğu dinin dışında herhangi bir dine bağlı kalan her­kesin kâfir olduğunu, kesin olarak belirtmiştir. Bu bakımdan bizler de bu noktada duruyor ve onun söy­lediğini söylüyor; vermiş olduğu hükmü veriyoruz.
 
Yine iki kişinin ihtilâf etmediği diğer bir konu şu­dur: Hz. Peygamber kendisine tabi olan, getirmiş ol­duğu şeylerin tümünü tasdîk eden ve bunların dışın­da kalan bütün dinlerden uzaklaşan herkese iman sıfatını kesin olarak vermiş bulunuyor. Biz de bura­da duruyor ve buna herhangi bir şey eklemiyoruz.
 
İman ettikten sonra Yüce Allah'ın dilediği her­hangi bir mezhebe göre itikad eder yahut da her­hangi bir fetvâya bağlanır ya da Allah'ın dilediği herhangi bir ameli işlerse ve bu konularda Peygam­ber’den (s.a.s.) kendisine inandığının, amel ettiğinin ya­hut da söylediğinin hilâfına herhangi bir hüküm ulaşmamış ise, böyle bir kimsenin sorumlu tutulaca­ğı hiç bir şey yoktur. Peygamber’in (s.a.s.) o konularda­ki hükmü kendisine ulaşmadığı sürece bu böyledir.
 
Bir şey hakkında bir inanca sahip olan yahut onun hakkında bir şey söyleyen yahut da amelde bulunan bir kimse, o şey hakkında hüküm veriyor demektir. Şayet ameliyle hakka karşı inatlaşarak muhâlefet ederse ve fakat amelinin aksine itikad ediyor ise böyle bir kimse fâsık bir mü'mindir. Eğer sözüyle, ya da kalbiyle kendine ulaşmış olan hakka muhâlefet ediyorsa o takdirde o kâfirdir, müş­riktir. Çünkü Rasûlullah (s.a.s.)'ın hakemliğini kabul et­memiş ve onun verdiği hükme teslimiyetle bağlan­mamıştır. Söz konusu bu hüküm genel olup bütün itikad ve ahkâm ile ilgilidir; ibâdetlerle, fetvâlarla ilgili konu­ları tümüyle kapsar." [3]
 
Hudaybi, Tekfir Cemaatinin Kur'ân'daki, tâğutlara uyma ile ilgili âyetleri yüzeysel değerlendiren ve sonuçta herkesi kâfir sayan yaklaşımlarına ise şöyle izah ve düzeltmede bulunmaktadır:
 
"Tâğut'a ittiba eden (tâbi olan, uyan) kâfirdir" de­meye gelince, bu cümlenin yorumlanması ve açıklan­ması gerekir... Eğer ittiba Allah'tan başkasına mut­lak olarak inkıyad edip bağlanmak ve ona itaat et­mek anlamında olursa, bu mânâda tâbi olan kimse tartışmasız olarak kâfir olur. Ama bu tâbi oluş yalnız­ca amel ile olup mutlak olarak bağlanmanın zarûretine itikad etmek sözkonusu olmazsa... Bu mânâda tâbi olan ve itaat eden kimse sadece âsîdir, kâfir de­ğildir. İşleyen kişiyi kâfir yaptığına ve sadece ameli dolayısıyla bile olsa, ondan iman sıfatını kaldırdığı­na dair nass vârid olan hususlar ise bundan müstes­nâdır." [4]
 
Hudaybî'nin bu sözleri aslında kitabın değişik yerlerinde devamlı vurgulanan diğer birçok âlimin görüşlerinin benzerinden başka birşey değildir. Onun tekfir cemaatine yönelik eleştirilerinden birisi de Kur’an âyetleriyle muhâtap oluşlarındaki yanlış yöntemdir. Bu konuyu da şöyle izah ediyor: "Yüce Allah dilemiş olsaydı, bütün ahkâmı yal­nızca Kur’ân-ı Kerim'de yahut da sadece hadîs-i şeriflerde toplayabilirdi. Yine Yüce Allah dilemiş olsay­dı her bir mesele ile ilgili hükmü bizâtihî bir tek âyet­te nassa bağlar, yahut da bir tek hadiste hükme bağ­lardı. Ve bunlar da bu hükmü anlamak konusunda iki kişi arasında bile farklı görüş ortaya çıkmazdı. Elbette ki Yüce Allah, hiç bir şeyden acze düş­...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tekfir Meselesi 5
« Posted on: 20 Nisan 2024, 07:04:15 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tekfir Meselesi 5 rüya tabiri,Tekfir Meselesi 5 mekke canlı, Tekfir Meselesi 5 kabe canlı yayın, Tekfir Meselesi 5 Üç boyutlu kuran oku Tekfir Meselesi 5 kuran ı kerim, Tekfir Meselesi 5 peygamber kıssaları,Tekfir Meselesi 5 ilitam ders soruları, Tekfir Meselesi 5önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes