๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 08 Eylül 2011, 17:14:37



Konu Başlığı: Sahaf festivalinde sonbahar sürprizleri
Gönderen: Sefil üzerinde 08 Eylül 2011, 17:14:37
Sahaf festivalinde sonbahar sürprizleri

 Beyoğlu Sahaf Festivali, beşinci yılında Gezi Parkı'nı bırakıp Tepebaşı'na taşındı. Toplam 72 sahafın katıldığı festivalde yaklaşık 110 bin kitap cildi yer alıyor. Meydanda dolaşırken eski bir 45'liğe, solgun kapaklı bir edebiyat mecmuasına, silik haritalı bir Osmanlı tarih kitabına, genç ölen bir askerin hatıratına, aşkın safiyetini hatırlatan 'kimsesiz' bir mektuba dokunabilirsiniz.
'Sahaf' sözcüğü kalpteki yumuşak tınısı itibarıyla sonbaharı çağrıştırıyor bana. Okulların açılmasıyla birlikte dev çınarların, kestanelerin, meşelerin altında uçuşan kuru yapraklar, heyecanla koşuşturan gençlere, sükuneti seven ihtiyarlara yakıştığından belki, eylülü seçmişler. İyi yapmışlar. Yaz ortasında ya da gri bulutların altında düşünemiyorum sahaf gezintisini. Güvercinlerle konuşup eski kitapları, mecmuaları, plakları, afişleri, tarihi ciltleri karıştırmak kadim bir alışkanlık. Rutubet ve vanilyalı toz pudra karışımı bir kokuyla dokunduğumuz kitaplar, bazen çocukluğun tenha kuytusuna bazen de serseri gençliğin telaşlı mazisine taşır bizi. Vaktiyle kucaklayıp sonradan kaybedilen kitaplarla karşılaşmak, yolda tesadüfen eski bir dosta rastlamak gibi sevindirir kimi zaman. Bu türden buluşmaların hakiki bir kitapsever için 'mucizevi' bir anlamı vardır.

Ünlü bir dilbilimci ve tarihçi Necip Asım Yazıksız, 1893'te yazdığı 'Kitap' adlı eserinde, kitapçıların tahminine göre her yeni kitaptan 200 nüsha basıldığını söylüyor. Ve ekliyor: "Şu hesapça İstanbul'umuzda 200 kitap dostu var demektir". Aradan bir asırdan fazla geçmesine rağmen bu rakam ortalama 2000'lere ulaştı. Yani 'kitap sevdası' içinde yaşadığımız popüler kültür bombardımanına rağmen nüfusa ve hızla gelişen yayıncılık sektörüne rağmen baskı adetleri maalesef hâlâ yetersiz. Halbuki yazının kültürel ve tarihsel çerçevesi ne kadar geniş değil mi? Papirüslerin üzerine tirşe, koyun derisi, fildişi, ince kurşunlar ve keten bezlerle yazıldığı dönemden bu yana asırlar akıp gitti. O zamanların içinden ne çok okur/yazar geçti. Mısır hiyeroglifleri, nesne ve düşüncelerin ilk bozuk işaretleri, hatt-ı mukaddesler, duvar resimleri... Yeryüzüne kazınan milyonlarca harf, mağara duvarlarında, levhalarda, taşlarda, büyük yangınlarla yok olan kütüphanelerin kayıp sahifelerinde, güvelerin yediği deri ciltli kitaplarda ve artık dijital ortamlarda 'sonsuz' yolculuğuna devam ediyor. Onlara emek veren hattatlar, mücellitler ve matbaanın icadıyla bir kitabın doğmasına katkıda bulunan o büyük kalabalığı düşününce 'sahaflık' mesleğinin önemini, kıymetini yadsımak mümkün değil.

her zamanki gibi, sürprizlere açık

Beyoğlu Sahaf Festivali, beşinci yılında Gezi Parkı'ndaki ulu ağaçların altından ayrıldı. Fakat hiç değilse yeni yerinde olağanüstü bir şehr-i İstanbul manzarası karşılıyor meraklıları. Bu sene İstanbul'dan ve diğer şehirlerden 72 sahaf katılmış. Sahaf dostlardan biri, tüm küçük dükkânlardaki kitap ciltlerinin yaklaşık 110 bin civarında olduğunu söyledi. Elbette birbirinin aynı olan kitaplara rastlamak da mümkün ancak ünlü İskenderiye Kütüphanesi'nin vaktiyle 700 bin cilt civarında olduğu, halihazırda hiçbir kitapçının bu miktarda kitap barındıramayacağı düşünülürse, rakam pek küçümsenecek gibi değil.

Her sene belki küçük bir sürpriz bulurum diye koşarak gittiğim Sahaf Festivali'nde, gençlerin muazzam bir iştahla küçük meraklı başlarını rafların, tozlu kitap yığınlarının, eski dergilerin arasına sokmalarına tanık oluyorum ve doğrusu bu şahitliği çok seviyorum. Bazen konuşuyorum onlarla. Daha dün liseli bir kız çocuğuna Turgenyev'in 'İlk Aşk' romanını tavsiye ettim. Ona o küçük kitabı okuduğumda nasıl heyecanlandığımı, sonrasında o hikâyenin bıraktığı derin izi ayaküstü anlatıverdim. Hemen alıp sevinçle çantasına attı. Sahaf buluşmalarını biraz da bu yüzden önemserim. İnsanlar arasındaki görünmez bağı iç titreten eski bir kitap hatırasıyla görünür kılar.

İnsanın kendi geçmişinden öte yaşadığı toprakların geleneğinden, kültüründen süzülen ayak izlerini takip etmesinin hazzı da tarifsiz elbet. Eski bir 45'lik plak, sahaf meydanının ortasında cızır cızır dönerken, solgun kapaklı bir edebiyat mecmuasına, silik haritalı bir Osmanlı tarih kitabına, çoktan unuttuğunuz bir şairin hayat hikâyesine, genç ölen bir askerin hatıratına, mizah duygusunun hiç değişmediğini söyleyen karikatür dergilerine, aşkın safiyetini hatırlatan tılsımlı, 'kimsesiz' bir mektuba dokunabilirsiniz. Sahafların tozlu iklimine eşlik etmek, yazıyı kutsamak bence tam da böyle bir buğulu ruh halidir.

Ben bu seneki 'sürprizimi' buldum. 1862 doğumlu diplomat, tarihçi ve koleksiyoncu Auguste Boppe'un 18. yüzyıl Boğaziçi ressamlarını anlattığı bir kitap aldım kendime. Belki biraz oryantalist bir bakışla hazırlanmış ama şefkatli bir araştırma. Bir asır önce burada yaşayan sanatçıların unutulmaması için uğraşan birisiyle tesadüfen buluşmak hoşuma gitti.

Festival, 18 Eylül'e kadar devam ediyor. Sanırım biraz daha kitap kurtluğu yapmak ve yeni sürprizlerle karşılaşmak için o 'hatıra dükkânlarına' tekrar gideceğim. Siz de yapın. Kabuklar usulca düşüyor, ruh yavaştan iyileşiyor.