> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) > Manevî cihadın cephe ülkesiyiz
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Manevî cihadın cephe ülkesiyiz  (Okunma Sayısı 568 defa)
29 Haziran 2011, 18:03:53
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 29 Haziran 2011, 18:03:53 »



Manevî cihadın cephe ülkesiyiz

DAHİLDE silâhlı mücadeleye kesinlikle karşı ÇIKARAK, KAN DÂVÂSINA DÖNÜŞECEK BİR ŞİDDET SARMALININ ÖNÜNÜ KESEN Bedİüzzaman, İman hizmeti için “Mekke’de olsam da buraya gelmem lâzım” dİyordu. Çünkü “manevî cihadın cephe ülkesi” Türkiye.

Cüneyt Ülsever ABD’de verdiği bir konferansta sorulan “İslâmla uzlaşma ve bir arada yaşama yolunu nerede arayalım?” sualine şöyle cevap verdiğini yazmıştı:
“Said Nursî ve Nur hareketi.” (Hürriyet, 2.10.2004)
Gerçekten de, özellikle Amerika’yı vuran 11 Eylül saldırıları sonrasında dünyanın bir numaralı gündem maddesi haline gelen “Batı-İslâm çatışması ve medeniyetler savaşı” riskini ortadan kaldırıp, öteden beri devam eden sömürgeci ve hegemonyacı politikalara ilâveten, terör olayları ve onları bahane ederek gerçekleştirilen işgaller sebebiyle ciddî zarar gören İslâm-Batı
 
(Batılıların “İslâmla uzlaşma ve bir arada yaşama yolunu nerede arayalım?” sualine Cüneyt Ülsever'in verdiği cevap: “Said Nursî ve Nur hareketi.” )
ilişkilerini doğru ve dengeli bir barış zemininde rayına oturtabilecek güçlü bir fikir temeli Bediüzzaman modelinde mevcut.
«««
Geçen yüzyılın başlarında yaptığı medeniyet tahlillerinde, “heves ve heva, rekabet ve tahakküm” üzerine bina edilen Avrupa medeniyetinin günahlarının iyiliklerine galebe ettiğini ve ihtilâlci komitelerle “kurtlaşmış bir ağaç” hükmüne girdiğini belirten Said Nursî, “İnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini (güzellikleri) galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin edecek” diyordu.
Bu noktaya terör, şiddet, savaş ve çatışma unsurlarının kesinlikle yer almadığı barışçı bir arınma süreci ile ulaşılabileceğini vurgulayan Bediüzzaman, “doğru İslâmiyet”in bu noktadaki olumlu katkılarına dikkat çekiyordu.
Ona göre, düşmanın taassup, inat ve tecavüzünün silâh ve kılıçla kırılıp def edildiği dönemler geride kalmıştı. Silâh ve kılıcın yerini yeni çağda hakikî medeniyet, maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları alacaktı.
Geçen yüzyılın başlarındaki alabildiğine karanlık ve kasvetli tablo içinde bile medeniyet, fazilet ve hürriyetin galebe çalacağı bir dünyadan söz ediyordu Bediüzzaman. Ve sulh-u umumî dairesinde kurulacak hakikî medeniyetin tesisinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakının büyük rolü olacağını ifade ediyordu.
Onun için de, yeryüzünü küçük bir köy haline getireceğini çok önceden görüp dikkat çektiği globalleşme çağına girilirken, Müslümanları kimliklerinden taviz vermeden bu çağın gereklerini karşılayabilecek donanıma sahip kılmaya yönelik güçlü izah, irşad ve ikazlarda bulunmuştu.
Aynı şekilde, insanlık âleminin kaydettiği sosyal gelişmeleri de dikkatle izlemiş, gidişatın varacağı yeri büyük bir isabetle öngörmüş, bunun sonucu olarak demokrasi, hak ve hürriyet kavramlarını samimiyetle sahiplenmişti.
İslâm topraklarında yaşamış bir Müslüman mütefekkir olarak Said Nursî’nin fikir ve yaklaşımları, fanatik, dengesiz ve tahripkâr tavırların gerek İslâm âlemini, gerekse insanlığı karşı karşıya getirdiği derin açmazların zorlanmadan aşılmasını sağlayabilecek güç ve derinliğe sahip.
Dünya Bediüzzaman’ın Kur’ânî mesajlarına muhtaç.
 «««
Manevî cihad
Said Nursî Birinci Dünya Savaşında Anadolu topraklarının adım adım işgali sürecinde, Van gölü kıyısında temelini attığı üniversite projesini tatil edip talebeleriyle birlikte cepheye koşmuş, Ruslara ve Ermenilere karşı çetin bir mücadele vermiş, Bitlis müdafaasında esir düşmüş ve ortaya koyduğu kahramanlık dönemin Genelkurmay Başkanı konumundaki Enver Paşa başta olmak üzere üst yönetimin de dikkatini çekmişti.
Rusya’daki esaretten dönüşünde de Anadolu’daki millî mücadele ve kurtuluş hareketine aktif destek vermiş ve böylece vatan müdafaası söz konusu olduğunda gönüllü olarak silâhı omuzlayıp cepheye koşmak dahil, her fedakârlığı üstlenmişti.
Ancak aynı Bediüzzaman, millî mücadele zaferle sonuçlanıp Anadolu’nun işgalden kurtarılmasını müteakip, silâhı bir kenara bıraktı; tamamen manevî cihada yoğunlaştı.
“Dinde zorlama yok” diyen Bakara Sûresi 240. âyetinin çağımıza verdiği mesajlardan birini “Din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor” şeklinde ifade ederek, buradan hareketle “Manevî cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak” sonucuna ulaştı. (Şuâlar, s. 243)
Bu tesbitin geniş bir açılımını ise vefatından önce verdiği en son derste şöyle yaptı:
“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir, manevî tahribatına karşı set çekmektir, bununla dahilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 455)
Said Nursî, silâhlı mücadelenin en önemli sakıncalarından birini, masumların da zarar görmesine yol açacak bir şiddet ortamına sebebiyet vermesi olarak izah ediyordu.
Onun en çok vurguladığı Kur’ânî prensiplerden biri, ceza hukukunun da temel ilkesi olan “suçun şahsîliği” esasıydı. En’am Sûresinin 164. âyetine göre, “Birinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz.” Oysa günümüzdeki uygulamalar bu ilkeyle tamamen çelişiyor.
Nitekim son dönemde bilhassa Filistin, Irak ve Afganistan’da her gün yenilenen örneklerde görüldüğü gibi, teröristlerle mücadele gerekçesiyle birçok masum hayata kastediliyor. Bu zalimce uygulamalara misilleme olarak gerçekleştirilen silâhlı eylemlerde ve özellikle intihar saldırılarında ise, asıl hedeflerden ziyade yine masumlar vuruluyor.
Oysa Bediüzzaman der ki: “Bir masumun hakkı yüz cani için feda edilmez, onların yüzünden ona zulmedilmez.” (a.g.e., s. 38)
İşte Said Nursî, karşılıklı zulümlerle sonu gelmez bir kan dâvâsına dönüşecek bir şiddet sarmalının oluşmasına meydan vermemek için, dahilde silâhlı mücadeleye kesinlikle sıcak bakmadı.
Yeni dönemde yapılması gereken tek şey, manevî hizmetlerdi. Bediüzzaman bu hizmetler için “Mekke’de olsam da buraya gelmem lâzım” diyordu. Çünkü “manevî cihadın cephe ülkesi” Türkiye idi.
 «««
 Cihadı Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Eritre gibi yerlerde zulüm gören ve buna karşı silâhla direnen Müslümanların yanına giderek onlarla birlikte savaşmak olarak yorumlayan anlayış öteden beri Türkiye’de de var.
Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda Seyyid Kutub gibi, cihad âyetlerini, “silâhlı mücadele”yi öne çıkaran bir yaklaşımla tefsir eden yazarların eserleri “furya” halinde Türkçeye çevrilerek yaygınlaştırıldı ve o dönemin nesilleri bunlardan çok ciddî şekilde etkilendi.
Siyasî rotası sürekli değişken bir seyir izleyen merhum Necip Fazıl’ın “öğreti”leri İBDA-C gibi örgütlere ilham kaynağı olurken, “siyasal İslâm”ın Millî Nizam Partisiyle sahneye çıkıp âlem-i İslâmdaki radikal hareketlerle irtibat kurması da bu döneme rastladı.
Özünde “milliyetçi” tonlar da taşımasına rağmen Türk siyasal İslâmının sempati duyduğu adresler, nev-i şahsına münhasır bir sosyalist diktatör olan Kaddafi’den Marksist Filistin Kurtuluş Örgütüne, 1978’deki İran Devriminin önderi Humeynî’den Pakistan’da darbeyle işbaşına gelen Ziyaül-Hak’a kadar uzanan geniş bir listeyi içine alıyordu.
Zaman içerisinde neyin ne olduğu anlaşıldı; Kaddafî işin başında fark edilmeyen sapık fikirlerini dikta rejimiyle birlikte koruduğu halde “can düşmanı” ABD’ye boyun eğdi; Arafat Filistin’e çok şey kaybettiren eski çizgisini terk etti, ama Filistin teröre dönüşen intihar eylemlerinin bedelini ödemeye devam ediyor; İran Humeynî çizgisinden uzaklaşamamanın, Pakistan ise darbecilik geleneğinden kurtulamamanın sancılarını yaşıyor.
Bu tablo içinde bizdeki siyasal İslâm hareketi de çatladı. Ve Millî Görüş gömleğini çıkaran AKP önceki radikal çizgisinin izlerini silmeye çalışırken, bu defa aşırı tavizci bir tavra sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Türkiye’deki siyasal İslâm, uzunca bir dönem “radikal İslâm” hareketlerinin de çoğunu bünyesinde taşıdı. Ancak “sistem”i de, demokrasiyi de, particiliği de tümden reddeden ve bu yolla dine hizmet edilemeyeceğine inanan gruplar her zaman var oldu.
Bunlar şimdi de mevcut. Ve sayıca az dahi olsa böyle bir potansiyelin bilhassa cihadı “silâhlı mücadele” olarak anlayan bir kesim olarak varlığı, pusudaki bilumum şer odaklarına aradıkları fırsatı verme riskini içeriyor.
İşin içine silâh girdiği anda, silâhla iş gören odaklar, çeteler, şebekeler, gizli servisler için çok elverişli bir “sızma” yolu aralanıyor.
Böylece, çok samimî ve halisane duygularla “cihad” yaptığını zanneden hamiyet sahibi insanlar, farkında bile olmadan, kendileri dışındaki karanlık odaklarca hazırlanan “İslâmcı terör” tuzağına düşüveriyorlar.
Bediüzzaman’ın manevî cihad tarifinden haberleri olsaydı bu tuzağa düşerler miydi?
«««
Cihad ve şehitlik
Bediüzzaman’ın yaptığı izahlarla verdiği örneklere baktığımızda, şehitliği sadece savaş ve çatışmalarda can verenlerle sınırlamayıp, çok daha kapsamlı bir çerçevede yorumladığını görmekteyiz.
Bu bağlamda, “patent”i Said Nursî’ye ait olan manevî cihad kavramının altını özellikle çizmemiz gerekiyor. Manevî cihadda kılıç, top, tüfek yok; fikir ve kalem var.
Bu cihaddaki şehadet mânâsı da ona göre şekillenip manevî şehitlik gündeme geliyor. Ve bu kavramın da orijnal boyutları ortaya çıkıyor.
Aslında onun hayatında ve fikirlerinde cihadın her çeşidi mevcut. Meselâ, Rus işgaline ve Ermeni çetecilere karşı vatan müdafaası için maddî cihada koşar ve Ubeyd başta olmak üzere birçok talebesi şehit düşerken, ilim, eğitim, ekonomi gibi alanlardaki çalışmaların da cihad anlayışı içinde yapılması gereğini ısrarla vurguluyor.
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır; bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” sözü, bunun veciz ifadesi.
Esaret sonrasında döndüğü İstanbul kısa süre sonra İngiliz işgaline maruz kaldığında neşrettiği Hutuvat-ı Sitte kitapçığı ise, düşmana karşı verilen cihadda güzel bir “propaganda” örneği.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 29 Haziran 2011, 18:04:40 Gönderen: HizmetkaR »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Manevî cihadın cephe ülkesiyiz
« Posted on: 25 Nisan 2024, 02:59:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Manevî cihadın cephe ülkesiyiz rüya tabiri,Manevî cihadın cephe ülkesiyiz mekke canlı, Manevî cihadın cephe ülkesiyiz kabe canlı yayın, Manevî cihadın cephe ülkesiyiz Üç boyutlu kuran oku Manevî cihadın cephe ülkesiyiz kuran ı kerim, Manevî cihadın cephe ülkesiyiz peygamber kıssaları,Manevî cihadın cephe ülkesiyiz ilitam ders soruları, Manevî cihadın cephe ülkesiyizönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes