๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 19 Nisan 2012, 18:56:17



Konu Başlığı: Hayatı zehir etmeye hakkınız yok
Gönderen: Sefil üzerinde 19 Nisan 2012, 18:56:17
   

Ahmet Kurucan
   
Hayatı zehir etmeye hakkınız yok...


Aşağıdaki sorulara ve devletin en etkin Din İşleri Yüksek Kurulu'nda görev yapan, dinî bilgi ve yaşayışıyla hemen herkesin kalbine taht kuran yetkin bir ağızdan verilen cevaplara bakın.

"Ben mürtet miyim?" "Değilsiniz."; "Şu sözümden dolayı dinden çıktıysam nikâh tazelemem gerekir mi?" "Hayır çıkmadınız; nikâh tazelemeye de gerek yok."; "Şu sözümle şirke düştüm mü? Düştümse affı yok değil mi? Artık ben ebedi cehennemlik miyim?" "Hayır; bu sözle insan şirke düşmez; dolayısıyla af ve cehennemlik sorusunun manası yok."; "İşlediğim şu günahın dinde cezası ölüm. Ben artık ölmüş bir insan mıyım? Bu günahın cezası uygulanmadıkça Allah beni affetmez mi?"; "Hayır; sizin bilginiz yanlış; o günaha dinde dünyevî bir ceza söz konusu değil. Bunlar şeytanın insana sağdan yaklaşması. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edin..."

Soru listesi de cevaplar da uzayıp gidiyor. Sorun ne? Cevabı alınmış soruların yeniden bana sorulması. Bana sorulduğuna göre başkasına da soruluyordur diye düşünüyorum. Çünkü bizim millet olarak genel bir hastalığımız bu. Halbuki yapılması olan şey basit; madem yetkili ağızdan cevabı alındı, onları uygulamak ve hayata devam etmek.

Bu kadar basit mi diyebilirsiniz? Tabii ki basit değil; çünkü asıl sorun çok daha derinlerde yatıyor. O ise yanlış din algısıdır. Bunu netice veren şeyler tali sorunlardır ki bunların başında yenilenmemiş bilgiler; o bilgilere fukahayı ulaştıran zemin şartları ile günümüzdeki şartların farklılığını görememe; dikkate almama gelir. Ve tabii ki soruları okurken herkesin gördüğüne inandığım ilgili şahsın vesveseyi neredeyse meslek edinen fıtratı var ortada. Bu türlü fıtratlarla çok karşılaştığım için toptan cevap verme ihtiyacı hissettim. Okuduğunuz yazıyı kaleme alış nedenim de o.

Böylesi insanları dinî hassasiyetlerinden dolayı öncelikle kutlamak istiyorum. Dünyada ukbayı kazanmayı, her şeyi ukba endeksli ele alıp rızaya koşmayı hedef ittihaz etmiş müminler her türlü takdir ve tebcili hak ediyorlar aslında. İnsanların dünya deyip yattığı, dünya deyip kalktığı, maddi menfaatlerin beşeri münasebetlerden maalesef Allah ile ilişkilere kadar uzadığı günümüzde mevcut dini bilgilerini esas alıp yaptığı bazı hareketlerden dolayı ahiret endişesi ile yaşamasına sadece şapka çıkartılır.

Ama... İşte bu ama'dan sonra koyduğumuz üç nokta çok şeyler anlatıyor. Ama bunun da bir sınırı olmalı ki bu sınırı zaten din ve o dine bağlı yapılan içtihadi düşünceler çok net bir şekilde ortaya koymuş. Bu sınırı aşmamak lazım. Duyarsız olmaya hayır; fakat duyarlılığı bizzat fukaha tarafından çizilen sınırların ötesine taşıyıp hayatı yaşanmaz kılmaya da hayır. Dinî literatürle konuşalım; tefrite de ifrata da aynı seviyede yüksek bir sesle hayır. Müslüman, sırat-ı müstakim insanıdır. Çünkü sırat-ı müstakim, İslam'ın en temel özelliğidir.

Şu hadisi isterseniz bir de bu gözle okuyun: "Bu din kolaylıktır. Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın; galibiyet dinde kalır." Çünkü insan ne kadar mükemmeli yakalamaya çalışsa da onu yakalayamaz. Her zaman için eksik ve gedikler bulunur.

Soru sahibine çok net iki tavsiyem var. Birincisi; uzman bir psikoloğa görünmesi. Dinî meselelere vâkıf, sorularda zikri geçen irtidat, talak, şirk vb. kavramlarla ifade edilen şeylerin ne manaya geldiğini bilen bir uzman olması tercihe şayandır. Bu meselelere aynı perspektiften bakmayınca çözüm önerilerinin fonksiyonel olmayacağını düşünüyorum. Aynı dili konuşmak önemli. İkincisi ise; ilmine güvendiği, yetkili olduğuna inandığı uzmandan aldığı cevaplar doğrultusunda hareket edip, geriye bakmaması; ikinci, üçüncü, dördüncü şahıslara sormaması.