๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Ekim 2012, 14:44:50



Konu Başlığı: Havaleciliğimizin bedeli ağır oldu
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Ekim 2012, 14:44:50

Hüseyin GÜLTEKİN

Havaleciliğimizin bedeli ağır oldu


Neredeyse havaleciliği meslek edindik. Başkaları yapsın, biz seyredelim. Önemli değil, nasıl olsa birileri benim adıma yapar.

Ben olmasam da bu işler yürür. Ben ona güveniyorum, benden çok daha iyisini yapar. Üç aşağı beş yukarı, böyle bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyoruz. Ruhumuza kadar işleyen ‘nemelâzımcılık’ diye bir huyumuz, bir alışkanlığımız var. Meylürrahattan kaynaklanan ve tembelliğimizden beslenen işleri savsaklama gibi bir huyumuz var maalesef.
Toplum olarak havalecilik marazına yakalanmamız bize her halde pahalıya patladı. Rahata düşkünlüğümüz, ‘nasıl olsa birileri yapar’ gibi nemelâzım mantığımızın faturası oldukça ağır oldu galiba. Pahalıya mal olan bedellerin, yüklü gelen faturaların da hâlen farkında olmadığımız için, ‘nemelâzım, başkaları yapsın’ huylarımız devam ediyor.
Eğitmekle, terbiye etmekle birinci derecede sorumlu olduğumuz, bizden bir parça olan, en değerli varlığımız olan evlâtlarımızı bile okul kapısında bizi beklemekte olan öğretmenine; “Eti senin, kemiği benim” şeklinde hiçbir mantığı olmayan bir anlayışla teslim ettik. Ve sonsuz bir güvenle bir daha işin takibini yapmadık. Yıllar sonra etini öğretmenine, kemiğini kendimize ayırdığımız çocuğumuzun etinin de kemiğinin de mikrop kaptığını, artık tedavisi mümkün olmayan amansız hastalıklara dûçâr kaldığını, neredeyse iki hayatının da tehlikeye girdiğini fark ettik, ama iş işten geçmişti artık.
Daha henüz dünyaya gözünü açan yavrumuzu çocuk bakıcısına, üç-beş yaşındaki diğer çocuğumuzu da kreşe veya çocuk bakımevine bizden daha iyi bakarlar, biz de rahatça diğer işlerimize bakarız hesabıyla rahat-ı kalple teslim ettik. Kişi veya kurumların hiçbir zaman anne-baba şefkat ve merhametinin yerini dolduramayacağını hesaba katmadık. Ve böylece sıcak aile ortamından uzak ellerde, ortamlarda büyüyen yavrularımızın daha henüz çocuk yaşlarında iken ruh sağlıklarının bozulmuş olduğunu psikologlardan öğrendik, ama iş işten geçmişti.
Yine bu millet “Toplumdaki ahlâkî yozlaşmaya, manevî erozyona çare bulurlar, devam etmekte olan gayr-ı meşrûluklara engel olurlar, toplumun manevî hayatını tehdit eden içki, kumar, zina gibi kötü alışkanlıkların tasfiyesi için bir şeyler yaparlar” diye, ‘dindar bildiği siyasî kadroları’ iktidara getirdi.
“Bizdendir” diye, “Nasıl olsa beklentilerimize cevap verirler, dertlerimize sıkıntılarımıza deva olurlar, biz de dinî yaşantılarımızı rahatlıkla yerine getiririz” beklentilerine girerek, sonsuz bir güven ve itimatla beklenilmeye başlandı. Hatta bu meyanda bazıları, sonsuz bir itimatla, iktidarın yaptığı hemen her icraatı herhangi bir süzgece tâbi tutmadan, doğru-yanlış ayırımı yapmadan kabul edip, taraftar çıktılar. Meselâ önceki iktidarlar döneminde yapılan iş ve icraatlara karşı devamlı tetikte ve teyakkuzda olan ve çekinmeden çeşitli platformlarda muhalefetlerini ortaya koyan bir çok camia ve yazar-çizer grubu, kendilerinden saydıkları bu iktidara zarar gelmesin diye, beğenmedikleri icraatlarını gördükleri halde yine savunmayı veya sessiz kalmayı tercih ettiler.
İtiraf edilmeli ki, dine hizmet gibi bizzat mükellef olunan sorumlulukların tamamen siyasîlere havale edilip, kenara çekilinmesi büyük bir hatadır. Siyasîlerin eliyle, tepeden inme bir şekilde dindarlaşmanın mümkün olmadığını... Ellerinde siyaset topuzunu tutanların istenilen şekilde dine hizmet edemeyeceklerini... Siyaset alanının kaygan, kaypak bir zemin olduğunu; bu alanda yalan, hile, aldatmanın prim yaptığını... Ülkemiz siyasetinin ucunun dışarıdaki ecnebîlerin elinde olduğunu, dolayısıyla farkına varmadan işlenen cinayetlere, zulümlere ortak olma riskinin bulunduğunu... Siyasetçinin çoğunlukla tam müttakî dindar olamayacağını; hakikî dindar ve müttakî olanların ise zaten siyasetçi olmadıklarını... Dolayısıyla siyaset alanının böyle riskli ve tehlikeli arenasında rol alan siyasî kadrolardan öyle mükemmel mânâda dine ve dindarlara hizmeti beklemenin mümkün olmadığını derk edebilseydik belki de şimdi maruz olduğumuz bu hoş olmayan manzaralarla karşılaşmaz ve hayal kırıklıklarına girmezdik.