> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) > Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener?  (Okunma Sayısı 604 defa)
04 Ağustos 2012, 00:16:56
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 04 Ağustos 2012, 00:16:56 »



Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener?

“Fakirlikten kurtulmanın yegâne yolu daha fazla üretmektir.”deniliyor. Bu teze karşı bir anti-tez olarak biz de: “Fakirlikten kurtulmanın bir yolu da fazla üretmektir. Ama…” diyoruz. “Ama, fakat…” gibi edatları kullanmadan “yegane” kelimesini kafi görmek, fakirliği azaltmak bir tarafa, bilakis daha da arttırır. Eğer sadece daha fazla üretim, fakirliği yenecek olsa idi dünyanın en üretken ülkesinin sefil halkları lisan-ı halle bize şunu söyleyecekti: “Biz üretiyoruz. Ama merhametsiz zalimler, bizden ürettiğimizin karşılığını hakkıyla vermeden alıyorlar. Görüyorsunuz ki üretim yapıyoruz. Yapıyoruz ama ne oluyor da biz bu sefaletin içinde yüzüyoruz. Demek ki bizi fakirlikten kurtaran yegâne unsur üretim değilmiş.”

 

Dağılımı adil olmayan bir üretimin zenginliği ancak belirli bir kitleye mahsus kalır. Zalim zengin aristokratlar ise, alnının teriyle üreten üreticinin sırtlarına basarak suni zenginlik merdivenlerini tırmanır. Evet, liberalizmin etkisiyle savunulan fikirler, sosyal anlamda ayağa kalkmayı ferdin(bireyin) saadetiyle beraber düşünemediği içindir ki toplumun her tabakasına faydalı olamıyor. Fakirlikten kurtarmanın yegâne yolu daha fazla sağlıklı fikirler üretmektir. Fakirleştirmenin tek yolu zengin fikirlerin önünü kapamaktır ve onu “yegâne” kelimesiyle sınırlamaktır. Fakirlikten kurtulmanın en kestirme yolu çalışmak, çalışmak çalışmak: düşünmeye, merhamete, adalete ve iktisada çalışmaktır.

 

Maddi anlamda daha fazla üretimin ve çalışmanın, insanın olduğu her yerde elbette önemli bir yeri vardır. Ancak bunların hiçbiri merhamet, adalet ve iktisat gücünün yerini alamaz. Bu “mana”ların bol ve herkese yetecek kuvvette anlaşılmadığı ve anlatılmadığı toplumlarda toplumsal doku, ahlaki değerler, dayanışma ve yardımlaşma hisleri ağır darbeler alır. “Yirminci yüzyılda da totaliter sistemlerin hükmettiği topraklarda korkunç açlıkların yaşandığını ve bazı yerlerde (Çin'de) aç anne-babaların ölmemek için çocuklarını yediğini biliyoruz.” Çin’in ne kadar büyük bir üretim gücüne malik olduğunu da biliyoruz. Fakirliği ve sefaleti yenecek yegane güç üretimse Çin gibi üretim gücü fazla bir ülkede fakirlik, sefalet ayaklar altında olmalı idi. Çin halkının bu üretimden neden faydalanmadığını ve üstüne üstlük ücretli köleler gibi ezilip mahvedildiğini merak edip de niye araştırmıyoruz. Bu hal, olay değil olgudur; nedenleri araştırılması gereken bir olgu. Bu meseleyi maddede kör olmuş gözler anlayamaz. Çünkü göz mana ikliminden uzak kalırsa maddenin soğuk iklimini yaz sıcağı zanneder. Eğer insanlık bugünün üretim gücüne güvenmeye devam eder de maddeyi esas, manayı tali yol olarak görürse “kriz, buhran, faşizm, anarşizm, kapitalizm, totalitarizm…” gibi benzer musibetlerle karşılaşmaya devam edecektir. Evet bu sari musibetleri doğurup sosyal helakete neden olan faktör ise bireysel anlamda faşist, anarşist, kapitalist ya da totaliter sistemin savunucusu olan fertlerdir.

 

Örnek olarak Totaliterizm’e bakacak olursak:

“R. Aron'un tesbitlerine göre totalitariz­min başlıca beş temel niteliği vardır:

 1- Po­litika faaliyeti tekelinin tek bir partiye ta­nınmış olması,

 2- Devletin resmî gerçeği kesilen bir ideolojinin partiye ruh ve güç vermesi,

 3- İdeolojinin dile getirdiği resmi gerçeği yaymak için devletin kuvvet ve inandırma vasıtaları (radyo, televizyon, ba­sın vd.) tekelini elinde tutması,

 4- Ekono­mik ve mesleki işlerin çoğunun devletin

buyruğu altında olması ve ekonomik ve mesleki işlerin resmi gerçeğin rengini taşı­ması,

5- Her işin devletin işi olması ve ideo­lojiye bağlı bulunması.”(Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Totalitarizm maddesi) gibi benzer açıklamaları kitaplarda görürüz. Bu ve benzeri konularda maddenin değil mananın maddeyi yönlendirdiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Demek oluyor ki fakirliği yenecek olan, sistem içindeki girdi-çıktılar değil mevcut girdi çıktıların artmasıyla beraber sistemin sağlıklı olup kalb-i selim sahibi bireylerce işletilebilmesidir.

 

Bizce fakirlikten kurtulmanın yolu israf etmemekten ve üretilen ürünün dengeli(adaletli) bir şekilde dağıtılmasından geçer. Yoksa bugün üretim gücü en fazla olan Çin, ABD, Hindistan gibi devletlerin halkları (bütünüyle olmasa da büyük bir çoğunluğu) fakirlikten kurtulmuş olmalıydılar. Evet, Bediüzzaman Said Nursi’nin de dediği gibi:“Nev'-i beşere rahmet olan Kur'an; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.” (Mektubat, shf:473) yani fakirlikten kurtaracak en kuvvetli veya “yegane yol” sadece üretim değildir; bizi ilgilendiren noktalar elde mevcut olanın nasıl kullanıldığı, nerede kullanıldığı, ne kadar kullanıldığıdır. Hatta daha da ileriye gidiyorum ürünlerin neden, niçin kullanıldığı, elimizdekilerin ne maksatla harcandığı da fakirliğin veya zenginliğin temel meselesidir.

 

Bunların tümü bize şu ilkeyi söylettiriyor: İnsanı fakirleştiren bir sebep de israftır; elindekini nerede, ne zaman, kim için, ne için, ne kadar, nasıl kullandığını ve harcadığını bilmemek israfın toplumu yuttuğunu gösteren en büyük delildir. İsraf toplumunun nasıl yok olduğunu görmek isteyen kişiler tarihe bakmalıdırlar.

 

İnsanı fakirlik imtihanına sokan bir sebep de hırstır; yani “daha fazla üretim” derken emirlere ve yasaklara(hangi otoritenin kanunları olursa olsun bu kanunlara) karşı vurdumduymaz davranmaya, illegal yollara başvurmaya iten güç “azim, gayret, çalışma(sa’y)” gibi manalar değil “hırs”tır. Zenginlik isteyen, fakirlikten kurtulmayı dileyen kanaatkar(azimli) olmalı. Bediüzzaman’ın da söylediği gibi insanı hasarete, fakirliğe, hedefinden uzaklaşmaya götüren kanaat değil hırstır; zenginliğe götürense hırs ile değil kanat ile malı taleptir. Mesele malı talep edip etmemek değil, malın nasıl, niçin ve kimden talep edildiğidir:

“Hem harîs(çok hırslı) bir insan, her vakit hasarete düştüğüne dair o kadar vakıalar var ki, اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-ı âmme olarak kabul edilmiştir. Madem öyledir; eğer malı çok seversen, hırs ile değil, belki kanaat ile malı taleb et, tâ çok gelsin.” (Mektubat, shf:272, Envar Neşriyat)

Bununla beraber insanlık, bilhassa Müslümanlar, mevcuda da iktifa etmemeli, Allah’tan isteyerek “Daha yok mu?” demeli, bugün ölecekmiş şuuruyla dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmalı. Bedüzzaman “Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir.” derken böyle bir hataya düşülmesinin neden kaynaklandığını da ifade etmiştir. Çünkü insanlık bu dengeyi tam kuramamış olduğundandır ki bir kesim tamamen dünyaya çalışırken diğer bir kesim de büsbütün “dünyadan elini eteğini çek, terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk” demiş. Bunu ancak İslam, hizaya çekip Kur’an-ı Hakîm: “Dünyadan da nasibini unutma!” diyerek adaleti sağlamıştır. Fakat yaşamak için çalışmak gerekirken bir kısım insanlar çalışmak için yaşıyorlar.

 

Şimdi, Bediüzzaman’ın dikkatleri üzerine çeken şu cümleleri bu zamanın sağır kulağına belki işitir diye bir ümitle şöyle nida ediyor:

 

“Hem en cüz'î işlerde de herkes hırsın sû'-i tesirini hissedebilir. Meselâ: İki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diğer sâkin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder. Hem meselâ: Gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayd kalsan uykun gelebilir. Eğer hırs ile uyku istesen: "Aman yatayım, aman yatayım" dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın. Hem meselâ: Mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin; "Aman gelmedi, aman gelmedi" deyip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur.

Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüb eder. Öyle de: Tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği için, o tertibli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz.

İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belalı bir şey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâb ve haram helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz? Hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz? Halbuki zekat, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.

Hakikatlı bir rü'ya-yı hayaliyede, Birinci Harb-i Umumî'nin beşinci senesinde, bir acib rü'yada benden soruldu:

"Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-ı bedeniye nedendir?"

 

Rü'yada demiştim:

"Cenab-ı Hak, bir kısım maldan onda bir: Yani her sene taze verdiği buğday gibi mallardan onda bir.}veya bir kısım maldan kırkta bir: Yani eskiden verdiği kırktan ki; her senede galiben ve lâakal ribh-i ticarî ve nesl-i hayvanî cihetiyle o kırktan taze olarak on aded verir.}, kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasedlerini men'etsin. Biz hırsımız için tama'kârlık edip vermedik. Cenab-ı Hak müterakim zekatını, kırkta otuz, onda sekizini aldı. Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu. Hem yirmidört saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-ı Rabbaniyeyi bizden istedi. Biz te...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener?
« Posted on: 29 Mart 2024, 12:05:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? rüya tabiri,Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? mekke canlı, Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? kabe canlı yayın, Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? Üç boyutlu kuran oku Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? kuran ı kerim, Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? peygamber kıssaları,Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener? ilitam ders soruları, Fakirliği, sadece üretimin artması mı yener?önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes