> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) >  Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki?  (Okunma Sayısı 820 defa)
01 Eylül 2012, 19:01:01
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 01 Eylül 2012, 19:01:01 »



   

Ahmet Kurucan
   
Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki?


Geçenlerde niyet ve amel ilişkisini nazara veren bir yazı kaleme almıştım. Bu sohbeti takip eden günlerde bir başka mevzuu gündeme getirdi Hocaefendi: Niyet ve şuur. Bu iki sohbeti bir bütün olarak düşündüğümde benim anladığım şu oldu; niyet, şuur ve amel ayrılmaz, ayrılamaz bir bütündür; bir vahidin üç ayrı yüzüdür.

İkindi öncesi sohbet ortamı oluşup koltuğuna oturduğunda her zaman yaptığı gibi dikkatlice etrafını sağdan sola, soldan sağa süzdü ve söze, insan mahiyetinin bîkemm-u keyf olan mahiyeti ile başladı. Kemm-u keyf, kemmiyet ve keyfiyet, bugün kullandığımız dille ifade edecek olursak nitelik ve nicelik demek. Pekâla neydi Hocaefendi'nin söylediği? İnsan mahiyetinin tarif ve izahının yapılamayacağı, onun ne rakamlarla ne az-çok gibi sıfatlarla, ne de durum, husus, iç yüzü gibi kelimelerle ifade edilemeyecek özelliklere sahip olmasıydı. Delili; İbrahim Hakkı Hazretleri'nin meşhur beytinde gizli: "Sığmam dedi Hak arz u semâya / Kenzen bilindi, dil madeninden..." Evet, bu beyti okudu ve devam etti: "İşte burada bahsi geçen 'dil', insan gönlü, insan kalbidir. Semavat ve arza sığmayan Zât-ı Bâri, insanın gönlüne ve kalbine sığar. Orada bilinir, orada tanınır. Bunu nasıl aklî ölçüler içinde anlayacak ve izahını yapacaksınız ki?"

Sonra "dil madenine" Allah'ın sığması, Hocaefendi'nin tabiriyle Allah'ın mahiyeti nefsü'l emriyyesi ile bilinmesi ve tanınması için niyetin yerini anlatmaya geçti. Haklı değil mi? Bizler, bırakın Zât-ı Bâri'yi hakkıyla bilmek ve tanımak, sıradan gündelik işlerimiz için bile önce fikrî planda ne yapacağımızı kararlaştırıyor, ardından niyetle işe başlamıyor muyuz? Öyleyse kulluk vazifemizin en önemli boyutunu ihtiva eden Allah'ı bilme ve tanıma gibi bir meselede de elbette önce karar, ardından niyet etmemiz gerekli.

Fakat... İşte bu "fakat"tan sonra söylenen husus yazının başında ifade ettiğimiz niyet-şuur ilişkisini nazara vermesi açısından çok önemli. Fakat, söz konusu niyetin kısa süreli olmaması gerek. Zira çıkılan yol, oldukça uzun; hem de çok uzun. Nasıl uzun olmasın ki; ömrümüzün sonuna kadar devam edecek bir yolculuk bu. Hedefe ulaşmak için de nefis başta insî ve cinnî şeytanların engelleri ile her an karşılaşmak muhakkak ve mukadder. Hatta son nefeste dahi hedefe ulaşma garantisi yok. Onun için söz konusu niyeti sağlam, kararlı ve sürekli kılmak şart. Bu hakikate işaretle dedi ki Hocaefendi: "Niyetin en önemli yanı şuurdur." Şuur niyete eşlik etmiyorsa, saman alevi gibi parlar ve söner.

"Ne gerek var?" demez, diyemezsiniz ama "İmkânsızı talep değil mi?" diyebilirsiniz belki bu aşamada. Ne gerek var diyemeyiz; zira İlahi beyanlar, o beyanları bizlere ulaştıran peygamberler ve onların açtığı kulvarda ilerleyen kutupların, asfiyaların, mukarrabinlerin, velilerin hayatları meydanda. İmkânsızı talep diyebiliriz; zira bizim kıvamımız ortada. Böylesi uzun bir yolculuğa çıkabilecek donanımımızın olmadığı açık ve âşikâr. Dolayısıyla O'nu hakkıyla bilme ve tanıma adına sebepler planında hedefe ulaşılması imkânsız bir yolculuğa çıkmanın ne manası var, denilebilir.

Eğer bu son cümleyi bir soru olarak kabul ederseniz sorunun cevabı kendi içinde gizli. Aslında kendi kelime ve cümlelerimle ifade ettiğim bu yaklaşımı Hocaefendi sohbet içinde kendine sordu ve cevabını şöyle verdi. Dedi ki: "İnsan olarak bizim O'nu bilme ve tanıma adına bu yolculuğumuz ne ifade eder ki, diyebilirsiniz. Ama unutmayın, bu uğurda gösterdiğiniz şuurluca bir cehd var, bir gayret var. Zaten önemli olan da işte bu şuurluca gösterilen cehd ve gayrettir. Bakın Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) hadislerine. Yolda başkalarına eziyet verir, takılır düşer düşüncesiyle bir taşı yol kenarına itmeyi imanın bir parçası olarak bize anlatmış. Bunu yapan insana ahirette öyle bir sevap verilir ki insanın başı döner. Bu kadar büyük sevap ve mükâfat bu küçük ameliye için mi, der insan. Madem böyle, madem küçük amellerle böyle büyük sevapları peyleme imkânı verilmiş insana; öyleyse bu yolda yaya yürümemeli. Atlı, kanatlı bir şekilde yol almalı. Önüne çıkan her fırsatı bu istikamette değerlendirmeli."

O'NU BİLME YOLUNA ÇIKMAKTAN BAŞKA ŞANSIMIZ VAR MI?

Pekâla alternatifi var mı? Şöyle de sorabilirim: Yola çıkmayıp ne yapacağız? Bir başka sohbette insanın kafasına balyoz, suratına bir yumruk gibi inen ve dimdik yerde duranı adeta sarsan oldukça sert şu sözleri ile devam edeyim isterseniz: "Neyimize güveniyoruz?" Evet, kimiz, neyiz, neyimize güveniyoruz ki bu yolculuğa çıkmayacağız? Bilinmeye, tanınmaya O'nun (cc) ihtiyacı yok; aksine bilmeye ve tanımaya bizim ihtiyacımız var. Bildiğimiz ve tanıdığımız ölçüde duaya, niyaza daha cami bir tabirle kulluk izharına bizim ihtiyacımız var.

Bakın ne diyor Hocaefendi: "Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), 'Amellerin en faziletlisi az dahi olsa devamlı olanıdır.' buyuruyor. Evet, taşı aşındıran, mermeri delen suyun gücü, kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir. Bu sürekliliğini sağlamaya muhtacız. Ciddi rehabiliteye ihtiyacımız var. O'nunla oturup kalkmaya, O'nunla olan münasebetlerimizi sürekli kontrol etmeye ihtiyacımız var. Kendimizi herkesten dûn görmeye ihtiyacımız var. Alvar İmamı edasıyla, 'Herkes yahşi men yamân, herkes buğday men saman' demeye ihtiyacımız var. Allah'ın Rab ismi şerifine sığınmaya, O'nun terbiyegerdesi olmaya, bu çizgide azm-u iktiran içinde bulunmaya ihtiyacımız var. Tıpkı sufîler gibi. Onlar kendilerini bu terbiyenin verildiği ocaklardaki büyüklerin kucaklarına atmışlar."

Unutmayalım: Biz kimiz, neyiz ve neyimize güveniyoruz ki? Vereceğimiz doğru cevap, bizim Allah ile münasebetimiz açısından istikametimizi belirleyecektir. Cevap aramada yardımcı olacağı düşüncesiyle o sohbette zikri geçen bir beyt ile bitireyim yazıyı: "Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât / Mütevazı olanı rahmet-i Rahmân büyütür..." Yani, "Tohum toprağa düşmedikçe filizlenip büyüyemez. Allah'ın rahmeti de kibirlileri değil ancak mütevazı olanları büyütür ve yüceltir."


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki?
« Posted on: 23 Nisan 2024, 13:56:59 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? rüya tabiri, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? mekke canlı, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? kabe canlı yayın, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? Üç boyutlu kuran oku Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? kuran ı kerim, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? peygamber kıssaları, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki? ilitam ders soruları, Biz neyiz, neyimize güveniyoruz ki?önlisans arapça,
Logged
02 Eylül 2012, 10:59:51
Hadice
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5.945


« Yanıtla #1 : 02 Eylül 2012, 10:59:51 »

 "Neyimize güveniyoruz?" Evet, kimiz, neyiz, neyimize güveniyoruz ki bu yolculuğa çıkmayacağız? Bilinmeye, tanınmaya O'nun (cc) ihtiyacı yok; aksine bilmeye ve tanımaya bizim ihtiyacımız var. Bildiğimiz ve tanıdığımız ölçüde duaya, niyaza daha cami bir tabirle kulluk izharına bizim ihtiyacımız var.

Allah razı olsun kardeşim..
Rabbim kendine layık hakiki kul, Rasülüne layık ümmet olabilmeyi nasip etsin cümlemize inşaallah,bizi bize bırakmasın...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

12 Kasım 2012, 15:18:31
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 12 Kasım 2012, 15:18:31 »




      Nefes almaktan vazgeçen var mı? Yemekten, içmekten, uyumaktan uzak kalabiliyormuyuz ?Bedenlerin yaşaması için onca gayretimiz varken,ruhlarımızın bekasını sağlayacak şeylerden kaçınıyoruz..Nefis denen engebeyi aşamıyoruz bir türlü..harekete geçecek kadar azimli gayretli olamıyoruz..Rabbim bu yolda bizi yollarda bırakmasın..Takılıp kalanlardan olmayalım inşaallah..Niyetlerimize şuur ve irade kanatlarını takabilmeyi,Rabbim nasib eylesin inşaallah..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes