๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) => Konuyu başlatan: zahdem üzerinde 25 Şubat 2010, 01:31:46



Konu Başlığı: 120 yıl sonra ortaya çıkan tarihi gerçek
Gönderen: zahdem üzerinde 25 Şubat 2010, 01:31:46
2010 Japon Yılı’ çerçevesinde düzenlenen etkinlikler pek bilinmeyen Türk-Japon ortak tarihini de gün yüzüne çıkarıyor. İşte size ‘Ertuğrul Fırkateyni’nin dışındaki saklı tarihten bir kesit...
 
Dinmeyen bir sızı var çoğumuzun içinde. 500’den fazla fâtihân torununun dünyanın bir ucunda şehit düşüşünün üzerinden tam 120 yıl geçti; ama Ertuğrul Faciası’nın hüznü içimizde ilk günkü gibi taze ve yoğun.

1889’un Temmuz’unda dönemin padişahı II. Abdülhamid Han’ın emriyle, Miralay (Albay) Osman Bey komutasında 569 mürettebatıyla İstanbul’dan yola çıkan Ertuğrul Fırkateyni, 11 ay süren yolculuğun ardından Japonya’ya ulaşmış, Eylül 1890’da geri dönmek için demir alana kadar 3 ay boyunca Japonlara Osmanlı’yı tanıtan faaliyetlere imza atmıştı. Albay Osman Bey 15 Eylül’de ‘demir al’ emrini verdiğinde Japonya’da tayfun mevsimi başlamıştı. Yola çıkalı henüz 3 gün olmuştu ki şiddetli dalgalar 27 yaşındaki gemiyi Oshima (Oşima-Büyük Ada) açığında kıstırdı. Osman Bey dâhil 500 denizci oracıkta can verdi. Mürettebatın geride kalanı (69 kişi) civardaki köylülerin yardımıyla karaya çıktı. Kötü haber 20 Eylül’de ulaştı İstanbul’a. İki imparatorluğu da matem havası sarmıştı.

Bir asrı geride bırakan Türkiye-Japonya ilişkileri ağırlıkla Ertuğrul Faciası üzerinden özetlense de aslında ortak tarih bununla sınırlı değil. Ertuğrul Faciası elbette iki toplumu birbirine yaklaştıran en büyük etken. Ancak bilinenin ötesinde Osmanlılarla Japonlar arasında ciddi bir ortak tarih var. İki ülke arşivlerinde araştırılmayı bekleyen bu ortak tarihin bir kısmı Türkiye’de ilan edilen ‘Japon Yılı’ kapsamında gündeme taşınıyor (2003 Japonya’da Türkiye Yılı’ydı). 2010 Japon Yılı çerçevesinde Türkiye’de düzenlenen konferans, seminer ve diğer kültürel etkinliklerde sunumlar yapan Türk ve Japon uzmanlar bu saklı tarihin kapılarını aralıyor.

Japonya Tokyo üniversitesinden Doç. Dr. Nobuo Misawa ile Yıldız Teknik Üniversitesi (YTU) İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Göknur Akçadağ uzun yıllardır bu alanda birlikte çalışıyor. İkili en son, Japonya Women’s Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akira Usuki başkanlığında sürdürülen ‘II. Dünya Savaşı sırasında Orta Doğu ve Mihver Devletleri arasındaki ilişkinin karşılaştırılmasına yönelik araştırma projesi’nde yer alıp Türkiye ayağını hazırlamışlar. Japonya tarafından yürütülen projeyi Japon Kültür Bakanlığı desteklenmiş.

Son 20 yılını Türk-Japon tarihine adayan Doç. Dr. Nobuo Misawa, doktorasını 1991’de Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nden almış. Bu dönemde Türkiye’de girmediği arşiv kalmamış. Sadece arşivleri değil, sahafları da hâlâ yakından takip ediyor; Japonya-Türkiye ilişkilerine dair her türlü materyali topluyor. Türkçeyi akıcı konuşuyor, Osmanlıcaya da vâkıf. Bugünlerde İstanbul’da, geçen yıl bir yıllık süreyle misafir hoca olarak geldiği Marmara Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürüyor. Arkadaşları ona ‘Japon Mustafa’ olarak hitap ediyor. Kendisinin de hoşuna giden bu lakabı hocası Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun taktığını anlatıyor.

Doçent Misawa, ‘Ertuğrul Faciası’nın iki ülke ilişkileri üzerindeki etkisini küçümsemiyor. Ancak Türk-Japon ilişkilerinin sadece Ertuğrul’un seferine bağlanmasına karşı duruyor. Bu tavrının iki ülke arşivlerinde 20 yıla yaklaşan araştırmalara dayandığını anlatıyor: “Özellikle son dönemde artan araştırmalar bize Türkiye-Japonya tarihinin bilinenden daha derin olduğunu gösteriyor. Tabii ki ortada bir acı var. Ama ortak tarihte Ertuğrul’dan başka konular da var.”

Misawa, bu noktada Türkiye’de pek bilinmeyen bir konuyu dile getiriyor. 1891’de Japonya’dan İstanbul’a gelen, II. Abdülhamid’in arzusu doğrultusunda İstanbul’da kalıp Harbiye’deki Harp Okulu’nda Türk subaylarına Japonca dersi veren gazeteci Shôtarô Noda’nın iki ülke ilişkilerinin kurulmasında önemli bir misyon üstlendiğini anlatıyor. Noda’nın Müslüman olup İstanbul’da kalması Japonya’da ilgiyle karşılanır. Harbiye’de açtığı Japonca kursu iki ülke arasındaki bağları kuvvetlendirir. Japonya’dan gelen yardımlar da Osmanlılarda bir Japon algısı oluşturur. İstanbul’da bulunduğu yıllarda Müslüman olan Noda ile ilgili en kapsamlı çalışmayı Doçent Misawa ile Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Göknur Akçadağ birlikte yayımlamış. Akçadağ’a göre, Noda İstanbul’da bulunduğu sırada önemli çalışmalara imza atmış: “Ertuğrul Faciası’nın ardından 2 Ocak 1891’de Japonya’da Jichi Shinpo adlı gazetenin öncülüğünde bir yardım kampanyası başlatılır. Kampanyada toplanan para ile belgeleri Osmanlı hükûmetine teslim etme görevi de gazeteci Shôtarô Noda’ya verilir. Noda Japonya’dan kaldırılan iki fırkateyn ile İstanbul’a gelir ve söz konusu 4.248.976 Japon Yeni tutan yardımı (Bu miktar Osmanlı belgelerine 88.497 Osmanlı kuruşu olarak geçiyor.) Osmanlı hükûmetine teslim eder. II. Abdülhamid İstanbul’a gelen Japon heyetinden Osmanlı görevlilerine Japonca öğretmelerini talep eder. Gemideki Japonlar bu isteği kendilerinin değil de Japon gazeteci Noda’nın yerine getirebileceğini belirtirler. Noda, II. Abdülhamid’den gelen Japonca öğretme ve İstanbul’da kalma tekliflerini kabul eder. 2 yıl İstanbul’da yaşar. Bu süre zarfında Askerî Okul’da 6–7 Türk subayına Japonca öğretir. Kendisi de Osmanlıca, Osmanlı tarihi ve İslam tarihi öğrenir. Mayıs 1891’de Müslüman olur.”

Misawa ile Akçadağ Cumhuriyet’in erken döneminde de Türk-Japon ilişkilerinin rayında ilerlediğini anlatıyorlar. Referans olarak da İstanbul’da 1928-1937 arasında açılan Japon Ticaret Sergisi’ni gösteriyorlar.

1924’te imzalanan Lozan Anlaşması sonrasında Türkiye ile Japonya, ilişkileri canlandırma tutumu sergilemiş. Bu çerçevede Japonya 1925’te Büyükelçi Yûkichi Obata’yı Türkiye’ye atamış. Obata, ekonomik ilişkilerin siyasi ilişkileri daha hızlandıracağını düşündüğü için Japon ürünlerinin Türkiye’de tanıtılmasına olanak sağlayan bir sergi açılmasına karar vermiş. İstanbul’da 1926’da kurulan Japon Malları Sergisi beklenenin üzerinde ilgi görüp yeni ticari bağların kurulmasına hizmet edince Japonya hükûmeti serginin kalıcı hâle getirilmesini ister. Obata 2 yıl süren çalışmalarının sonunda (1928) Karaköy Meydanı’nda, Galata Köprüsü’nün kenarındaki eski Atina Bankası binasını kiralayarak daimi ‘Japon Ticaret Sergisi’ni kurar. Bir yıl süren tadilatın ardından sergi açılır. Japonya’dan getirtilen ürünlerin sergilendiği bu 3 katlı bina Japonya ile Türkiye’yi bir birbirine yaklaştırır âdeta. Ancak o yıllarda başta ABD olmak üzere tüm dünyayı etkisine alan küresel ekonomik çöküş ‘Japon Ticaret Sergisi’ni de vurur. Japonlar hiç istemeseler de krize dayanamayarak sergiyi 1937’de kapatmak zorunda kalırlar. Misawa Türkiye’deki arşiv ve sahaflarda yürüttüğü uzun çalışmalar sonunda Japon Ticaret Sergisi’ne ait orijinal belge ve fotoğraflara ulaşmış. Konuyla ilgili en güncel ve derin makaleyi kaleme almış. Yrd. Doç. Dr. Akçadağ da bu serginin o dönemde önemli bir misyon üstlendiğini düşünüyor.

2010 Japonya Yılı kapsamında sembolik festival ve etkinliklerin yerine akademik ve bilimsel faaliyetlere yer verilmesi gerektiğini düşünüyor Doçent Misawa: “Bu yıl Türkiye’de kutlanan Japonya Yılı kapsamında birçok etkinlik programlanıyor. Bence akademik çalışmalara daha fazla imkân tanınmalı. Mesela iki ülke arasındaki ilişkilerin bugüne nasıl geldiğini ortaya koyan araştırmalara hız verilebilir. Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivi’nde kıymetli belgeler, Osmanlıca ve Türkçe basılı eserler arasında da enteresan yazılar var. Bunlara dayanarak yeni çalışmalar yapılmalı.”

Misawa ileriye dönük çalışmalarından da bahsediyor. Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merthan Dündar’la birlikte, Japonya’dan Türkiye’ye göç etmiş Tatarlar üzerine araştırmalar yaptığından söz ediyor. Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış Japonya’dan göç etmiş Tatarlarla bağlantı kurmaya çalışıyorlar. Her iki hoca da çeşitli arşivlerden Japonya’daki Tatarlarlailgili belge ve fotoğraf toplamışlar.

Tarihî kaynaklara göre; I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ruslardan kaçarak Kuzey Çin veya Kore’ye kadar gelen İdil-Ural bölgesi Tatarları, en son Japonya’ya yerleşmişler. Çoğu tüccardı. Özellikle 1921’den itibaren Tokohama, Tokyo, Kobe, Nagoya gibi şehirlerde nüfusları arttı. Nüfus artışıyla birlikte ibadet yerlerini de açtılar. Böylece Türk kültürünü Japonya’ya taşıdılar. Japonya’daki Türk-Tatar toplumu, kendi kimliklerini korumak için uzun yıllar çaba gösterdi. Kore Savaşı’nda Japonya’ya getirilen Türk yaralıların yardımına koşan Tatarlara savaştan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkı tanındı. Bu dönemde Japonya’dan Türkiye’ye göçenler oldu.

Koleksiyonculuk yönü de bulunan Doçent Misawa, Türk sahaf ve arşivlerden Japonya’daki Tatarların Türkiye’deki akrabalarına gönderdiği mektup ve kartpostalları toplamış: “Elimde Japonya’daki Tatarların Türkiye’ye gönderdikleri kartpostallar, mektuplar var. Bu topluluk üzerinde daha fazla çalışılmalı.”

Bu noktada Göknur hoca da Osmanlı arşivlerinde bulunan ama üzerinde pek çalışılmamış zengin Asya haritalarına vurgu yapıyor. Yrd. Doç. Dr. Göknur Akçadağ, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki bazı Japonya ve Asya haritalarını geçtiğimiz günlerde sergilemiş. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Japonya Yılı etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen "II. Dünya Savaşı’nda Orta Doğu ve Mihver Devletleri" başlıklı uluslararası sempozyumun ardından sergilenen haritalar büyük ilgi görmüş. Aralarında ilk kez gün ışığına çıkan eserlerin de bulunduğu sergide Akçadağ, iki ülke ilişkilerini dönemin haritaları üzerinden anlatıyor.

Akçadağ, ‘Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden Haritalar Sergisi’nin genişletilmiş halinin Ankara, New York, Washington DC. ve daha sonra Avrupa’da açabilmek çalışmalar yürütüldüğünü vurguluyor. Daha önce misafir öğretim üyesi olarak bulunduğu New York’ta planladığı etkinlik için Japonya’nın ABD Büyükelçisi ve Konsolosu ile görüşüldüğünü, ilki Nisan ayında olmak üzere 2 etkinlik yapılacağını söylüyor: “2010 Türkiye’de Japonya Yılı. Türkler ve Japonların bir arada yaşadıkları yerlerde de özellikle New York’ta etkinlikler düzenlemek, iki toplumun birbirlerini kültürel yönleriyle tanımalarını sağlamak için çok önemli.” Bu konuda ABD’de Türk toplumunun etkin isimlerinden Ali Çınar ile iş birliği hâlinde olduklarını, takvimini yakında açıklayacakları proje ve etkinlikler üzerinde çalıştıklarını belirtiyor: “Türkler ile Japonlar birbirine yakın toplumlar. Sadece Türkiye’de değil, ABD’de hatta Avrupa’da da bu yıl düzenlenecek ortak etkinlikler iki tarafa farklı yeni kapılar açacak”.

Yerli ve yabancı akademisyenler ‘2010 Japonya Yılı’nın daha etkili geçmesini İstiyor. Özellikle de iki ülkenin bilinmeyen ortak tarihini ortaya çıkaracak çalışmalara destek verilmesini talep ediyorlar. Zira ortada çalışılması gereken bir ortak tarih var.

AKSİYON