๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Aile Hayatı ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Ekim 2010, 18:22:20



Konu Başlığı: İslam ailesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Ekim 2010, 18:22:20
İslam Ailesi

İnsan için cemiyet, cemiyet için de aile ne kadar önemli ise, Hak Din'in en son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.s.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Çünkü O'nun tebliğ ve tatbik ettiği dinin Vâzı'ı ile kâinatın Yaratıcısı birdir; Vahid, Ehad, Hakîm ve Alîm olan Allah'ın iki eseri (din ve insan) arasında çelişkinin bulunmaması, birinin diğerine elbise ile vücut gibi uyması tabiîdir.

Kur?ân'ın ve Hz. Peygamber'in, yani İslâm'ın aileye verdiği yer ve önem, şu tedbirler ve talimat tablosunda açıkça görülmektedir:

1. Allah Teâlâ'nın insanlığa örnek olarak sunduğu Sevgili Resûlü (s.a.s.) bizzat evlenmiş, aile kurmuş; baba, dede, eş, kayınpeder, enişte gibi aileye bağlı sıfatlarla örnek davranışlar ortaya koymuştur. İlk evliliğini yirmi beş yaşında iken, kendisinden on beş yaş büyük ve dul olan bir hanımla (Hatice annemizle) yapmış, elli yaşına varıncaya kadar bütün gençliğini bu tek hanımıyla yaşamış, çevresinde yaygın bir âdet olmasına rağmen ikinci bir eş edinmemiştir. Neslini devam ettiren çocuklarının da annesi olan sevgili eşi vefat ettikten sonra yaşlı, genç birden fazla hanımla evlenmiş ve geride kalan on üç yılını bu hanımlarına manevi zenginlik ve mutluluk bahşederek geçirmiştir. O'nun gençliğini yaşlı, dul ve tek hanımla geçirmesi evlilikte cinselliğin önüne geçen amaçların bulunduğunu ve gerektiren ciddî bir sebep bulunmadıkça ailenin tek hanımla kurulacağını göstermektedir. Daha sonraki eşlerini edinmesinde her birine ait siyasî, içtimaî, ahlâkî, dinî ve tarihî sebepler ve hikmetler vardır. Ayrıca ümmetinde, çeşitli zaman ve zeminlerde birden fazla hanımla evlenme bir sosyal vakıa olacağından bunlara, Allah'a kulluk çerçevesinde bir aile hayatı yaşamanın eşi bulunmaz örneği verilmiştir.

2. Peygamberimiz, evlenmeyi teşvik etmiş, Allah'a daha fazla ve daha iyi kulluk edebilmek için evlenmeyi, aile hayatını terk etmek isteyenleri bundan vazgeçirmiştir. Sahabeden üç kişi Resûlüllah'ın eşlerinden birine, O'nun günlük ibadet hayatını sormuşlar, durumu öğrenince kendi ibadetlerini az bulmuşlar ve o andan itibaren kendilerini ibadete vermeyi kararlaştırarak; birisi gece sabahlara kadar namaz kılmaya, ikincisi her gün oruç tutmaya, üçüncüsü de aile hayatı ile ilgisini kesmeye azmetmişlerdi. Hz. Peygamber, bunların yaptıklarını öğrenince yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: "Yemin ederim ki, ben hepinizden daha fazla Allah'tan korkar ve O'nun koyduğu sınırlara riayet ederim, fakat (aynı zamanda) nafile oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da; gece namaz da kılarım, uyku da uyurum; kadınlarla da evlenir aile hayatı yaşarım; imdi kim benim yolumdan ayrılırsa benden değildir." (Buhari, "Nikâh", l)

O (s.a.s.), gençlere hitaben şöyle buyuruyor: "İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir..." (Buhari, "Nikâh", 2-3.)

Resûlüllah'ın talimatından çıkan sonuca göre imkânı müsait ve evlilik hukukuna riayet edebilecek olan kimselerin evlenmeleri gereklidir.

3. İslâm evlenmeyi kolaylaştırmış, şekil şartlarını ve maddî külfeti asgariye indirmiştir. Şahitler huzurunda yapılmak veya akitten sonra uygun bir şekilde ilân edilmek şartıyla tarafların veya vekillerinin, yahut da velilerinin bir araya gelerek irade beyanında bulunmaları ("seninle evlendim", "seni eş olarak kabul ediyorum" gibi örf ve adete uygun kesin kabul ifade eden bir ifadede bulunmaları) evliliğin oluşması için yeterlidir. Erkeğin kadına vereceği veya borçlanacağı mal (mehir) duruma göre sembolik düzeyde olabilmektedir. Akit esnasında mehrin zikredilmemiş olması akdin sıhhatine mani değildir. Ama bu durumda yine mehr-i misil verilmesi gerekir.

4. Evlenmek, aile kurmak isteyip de maddî, manevî engeller yüzünden bunu gerçekleştiremeyenlere yardım edilmesi, evlenmelerinin sağlanması istenmiştir. Peygamberimizin ve eşlerinin büyütüp yetiştirerek, cariye ise azad ederek, engeli varsa yardımcı olarak evlendirdiği birçok erkek ve kadın olmuştur.

5. Ailede eşlerin amaca uygun olarak seçilmesi çok önemlidir. İnsanların eş seçiminde kullandıkları ölçüler farklıdır ve çoğu kez geçici hevesler ve zevklerin etkisi söz konusudur. Bu sebeple Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz ümmetini eş seçimi konusunda uyarmış ve sağlam ölçüler getirmiştir. Bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Kadın, dört özelliğinden dolayı seçilir: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; evlilikten hayır görmen için eşin dindarını seç!" (Buhari, "Nikâh", 15)

6. İstikrarlı, huzurlu, verimli bir aile hayatı için gerekli bulunan hukuki ve ahlâkî düzenlemeler yapılmış, aile hayatının değişime açık yönleri örf, âdet ve gelişmelere bırakılmıştır. Kitap ve Sünnet'ten hareketle ortaya konmuş bulunan İslâm Aile Hukuku (Münâkehât, Mufâraqât) ciltlere sığmayacak zenginliktedir. Ailede roller, yardımlaşma, nafakanın kemmiyet ve keyfiyeti, sosyal ilişkiler gibi konularda değişime açık bulunan hüküm ve uygulamalar örf ve âdete bırakılmış, bunların ma'rufa (Müslümanların iyi, güzel, uygun bulmalarına) göre yürütülmesi istenmiştir. (Nisa Sûresi, 4/19)

7. Peygamberimiz (s.a.s.), kurulmuş ailenin fertleri arasında çıkan anlaşmazlık ve problemlerle ilgilenmiş, bütün imkânları aileyi sürdürme ve huzuru sağlama yönünde kullanmıştır. Ümmetini de bozulan aile ilişkilerini düzeltmeye teşvik etmiş, bu maksatla gerektiğinde yalan söylemeyi bile caiz görmüştür. (Tirmizi, "Birr", 26). Yine aynı yüce aileye, mü?minlerin sevgilisi Ehl-i Beyt'e ait bir başka örnek Hz. Ali'nin, eşi Fatıma üzerine -ikinci bir eşle- evlenme teşebbüsünde ortaya çıkmıştır. Bunun Hz. Fatıma'yı üzeceğini, günaha sokabileceğini (fitne), ailenin huzur ve mutluluğunu gölgeleyeceğini düşünen Hz. Peygamber (s.a.s.), yangını ilk kıvılcımında önlemek üzere derhal harekete geçmiş, "Ali, eşi Fatıma'yı boşamadıkça üzerine o kadını alamaz." demiş, sevgili damadı da eşini ve kayınpederini üzmemek, aile mutluluğuna gölge düşürmemek için bu teşebbüsünden vazgeçmiştir. (Buhari, "Nikâh", l09; Ebu-Davud, "Nikâh", l3; Bkz. Avnu'l- Ma'bud, c.6, s.76-81)

8. Çocukların eğitim ve istikballerinden birinci derecede aile sorumlu tutulmuştur. Allah Teâlâ'nın, "Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun..." (Tahrim Suresi, 66/6) buyruğunun nasıl yerine getirileceğini ümmetine öğretmek üzere Sevgili Peygamberimiz, hem kendi ailesinde uygulama örnekleri vermiş, hem de değeri zamanları aşan sözler söylemiştir:

"Hepiniz çobansınız ve her biriniz, sürüsünden mesuldür. Yönetici çobandır. Aile reisi erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın, evin ve çocuğun çobanıdır... Hasılı hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz." (Buhari, "Nikâh", 90)

9. Yakından uzağa bütün aile fertlerinin aile bağlarına, bu bağın gerektirdiği hukuk ve edebe riayet etmeleri emredilmiştir. Bu emir, muhtaç olan akrabanın geçimini sağlama (nafaka) gibi konularda bağlayıcı bir kanun hükmündedir.

10. Ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva, bir sığınak, sosyal bir rabıta birimi ve bir keyfiyetli nüfus üretim kaynağı olabilmesi için diğer aile fertlerinden önce karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunması gerekir. Bu sebeple birbirini sevmeyen, birbiri ile geçinemeyen, birbirinin haklarına riayet etmeyen çifti bir arada tutmanın mânâsı yoktur. Bu gerçekten hareket eden İslâm, başka çare kalmadığında boşanmaya izin vermiş, bunun da aile sırlarını dışarıya açmadan, İslâm kardeşliğine ve geçmiş hukuka zarar vermeden yapılmasını istemiş, bu maksatla aile meclisi ve hakemlik kurumuna yer vermiştir. (Nisa Suresi, 4/35)

Allah Resûlü'nün boşanmaya, aile bağına son vermeye bakışını şu cümlesi beliğ bir şekilde ifade etmektedir: "Allah'ın en sevmediği helâl, boşamaktır." (Ebu-Davud, "Talâk", 3).

Ve Kur?ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "...Kadınlara iyi davranın. Onlarda hoşunuza gitmeyen bir şey olursa bilin ki, bir şey sizin hoşunuza gitmediği hâlde Allah sizin hakkınızda onu çok hayırlı kılmış olabilir." (Nisa Suresi, 4/19)


Gizli Nikâh


Şahitsiz ve ilânsız, yalnızca iki tarafın (erkekle kadının) karşılıklı rızaları ve irade beyanları (seninle evlendim, evleniyorum demeleri) ile yapılan evlenme akdinin sahih ve geçerli olmadığı, böyle bir evlenme ile birleşenlerin zina etmiş olacakları konusunda içtihad birliği vardır.

İki büyük fıkıh mezhebinden Şâfiîlere göre, ergenlik çağına gelmiş olsa bile kız kendi irade beyanı ile evlenemez, onu evlendirecek olan kimse velîsidir. Hanefîlere göre ergenlik çağına gelmiş olan kız nikahta taraf olabilir, onun rıza ve irade beyanı ile evlenme akdi yapılabilir.

Bütün mezheplere göre nikahın (evlenme akdinin) ilân edilmesi; yani gizlenmemesi, çevreye duyurulması sünnettir. İmam Mâlik'e göre yalnızca şahitlerin bildiği ve tarafların isteği üzerine onların da gizledikleri nikah fâsiddir, selahiyetli makamca bozulur ve taraflar ayırılır.

Evlenmenin din, ahlâk, hukuk, aile ve cemiyetle ilgili yönleri, etkileri, sonuçları vardır. Evlenme akdi, yalnızca cinsel ilişkiyi caiz kılmaz, bunun yanında taraflara birçok haklar ve ödevler de yükler. Mü'minlerin eşleri dışında kalan ana baba, büyükler, kardeşler ve diğer hısımlara karşı da hukuk ve ahlâk alanına giren ödevleri vardır. Ana babaya haber vermeden, onların rızasını almadan evlenen gençler ana babayı derinden üzmüş ve kırmış olmaktadırlar. Bu kırgınlıklar bazen hayat boyu sürmekte, aile ilişkileri temelden sarsılmaktadır. Bu konu kendisine sorulan hocalar, dar açıdan (yalnızca evlenme akdinin unsurları yönünden) bakarak caiz derken, işe bir de evlilik hukuku, aile ilişkileri ve ahlâk açısından bakmalı, kendi kızları ve oğulları haber vermeden biriyle evlense bunun kendilerini nasıl etkileyeceğini düşünmelidirler. Anaya babaya haber vermeden, onlardan izin almadan, şahitlere gizlemelerini tembih ederek, nüfusa da kaydettirmeden evlenme akdi yapanların evlilikleri, yalnızca cinsel ilişkiyi zina olmaktan çıkarsa bile -ki, yukarıda açıklandığı üzere bunu da kabul etmeyen ictihadlar vardır- evlenme hukuku, ana baba hakları ve ahlâk bakımından birçok sakınca taşımakta ve günaha sebep olmaktadır. Önemlice sakıncalarından biri de, kızın ayrılmak istemesine, hattâ fiilen eşini terk etmesine rağmen erkeğin onu boşamaya yaklaşmaması, bu durumda -araya hakemler girerek boşamayı sağlayıncaya kadar- kızın bir başkasıyla evlenmesinin imkânsız hâle gelmesidir.

Bizim tavsiyemiz, evlenmeyi zorlaştıran gelenekleri aşarak kolay ve ucuz evlenme yollarının açılması, erkeklerin ve kızların evlenme yaşlarının öne alınması (25, 30 yaşlarına kadar bekletilmemesi), meselenin ciddîyetinin farkında olup, konuya sadece geçici arzularını tatmin adına yaklaşmamaları, hissî değil aklî davranmaları, öğrenci iken evlenen çifte geçim yardımı yapan hayır kurumlarının oluşturulması ve bu kolaylıklar hasıl olunca da, ana babaya haber vererek, onların rızalarını alarak evlenmenin gerçekleştirilmesidir. Ana babalara düşen vazife de, gelin ve damat seçiminde önceliği çocuklarına vermeleri, ortada önemli bir engel bulunmadıkça talepleri geri çevirmemeleridir. Gizli evlenmelerin başlıca sebepleri arasında evlenmeyi zorlaştıran ve -yukarıda açıklanan- Hz. Peygamber'in (s.a.s.) sünnetine de aykırı olan zorluklar, ekonomik sıkıntılar, ana babaların anlayış göstermemeleri gibi hususların bulunduğu unutulmamalıdır. Ayrıca evlenmeye imkânı olmayanlara Peygamberimiz oruç tutmayı tavsiye etmiştir. (Buhari, "Nikâh", 2; Müslim, "Nikâh", 1.)


Resmî Nikâh ve Dinî Nikâh

İslâm'da nikâh (evlenme akdi), fıkıh konularının tasnifi içinde ibadetlere değil, dünya hayatını düzenleyen hükümler (muâmelât) bölümüne girer. Bir satım, bir kira akdi, dinle ilişkisi bakımından ne ise bir nikâh akdi de odur. Bu sebeple, nikâh akdini bir başkası değil, iki taraf yapar; akit, aralarında evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin, şahitler huzurunda, karşılıklı rızaları ve irade beyanları ile kurulur/oluşur. İmamın veya belediye memurunun nikâh kıyması akdin kurulması ve sahih olmasının şartı değildir; bunların yaptığı, akit işlemini yönetmekten ibarettir. Resmî nikâh, ayrıca kayıt altına alındığı için evlilik hukukunu koruması, güvence altına alması bakımından dinin amacına daha da uygundur. İçinde yaşadığımız şartlarda yalnızca -meşhur olmuş yanlışlıkla- dinî denilen nikâh ile yetinmek, dinin önem verdiği evlilik hukukunu korumak için yeterli olmadığından bununla kalmamak, mutlaka akdi resmîleştirmek gerekir (Bu konuda geniş bilgi için Mukayeseli İslâm Hukuku isimli eserimize bakılabilir).


Çok Eşlilik

Birden fazla kadınla evlenmeyi caiz kılan âyetin meâli şöyledir: "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın... ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa Sûresi, 4/3)

İnsanoğlunun dünya hayatında mutluluğu bulabilmesinin ve yaratılış amacını gerçekleştirmesinin maddî şartları içinden ikisinin önceliği vardır: a)Aile ve cemiyet içinde sağlıklı, dengeli ve düzenli "insanî ilişkiler", b)Âdil ve mâkul bir "insan-servet ilişkisi". Nisa Sûresi'nin ikinci âyetinden altıncı âyetin sonuna kadar -sûrenin birinci âyetinde önemle tavsiye edilen aile ve akrabalık bağlarına riayetin tabii sonuçları olarak- geniş ailede yetimlerin haklarından söz edilmiş, velisi ile yetim arasındaki şahsî ve malî tasarruf ilişkisi kaidelere bağlanmıştır. Aradaki iki âyette evlilik ve mehir konularına temas edilmiştir; ancak bu temas, yetimlerin hukuku ile ilgili kaideler koyma ve tavsiyelerde bulunma iradesinden doğduğu için dolaylı olmuştur. Yani meşhur teaddüd-i zevcât (birden fazla kadınla evlenme) izni doğrudan hüküm konusu olmamış, yetimlerin haklarını korumak için bir araç olarak ve bu münasebetle zikredilmiştir. Yedinci âyetten itibaren de servet dağılımının en önemli unsurlarından biri olan miras hükümlerine yer verilmiştir.

İnsanoğlu, bugüne kadar savaşa, tabiî felâketlere ve ölüme çare bulamamıştır. Bir gün savaşa çare bulsa ve devamlı bir barış ortamı sağlasa bile dünya hayatını, diğer ikisiyle beraber yaşayacağı anlaşılmaktadır. Savaşlar, tabiî felâketler ve ölümler, arkada babalarını ve analarını kaybetmiş çocuklar bırakmaktadır. Babalarını kaybeden çocuklar (yetimler) şahısları ve malları için bir koruyucuya, eğitici ve temsilciye muhtaç olabilirler, işte bu koruyucu ve temsilciler "veliler"dir. Velinin vazifesi, yetimi görüp gözetmek, onun şahsî ve malî menfaatini koruyup kollamaktır; yetimi himayesi altına alan, koruyup yetiştiren kimselere Resûlullah'ın (s.a.s.), "Cennet'te kendisiyle beraber olacakları" müjdesi vardır (Buhârî, "Talâk", 25, "Edeb", 24; Müslim, "Zühd", 42). Bunu yapmayan, üstelik yetim malını yemeye, gasbetmeye, onu kendine ait kötü mal ile değiştirmeye kalkışan veli, vazife ve salâhiyetini kötüye kullanmış, emanete hıyanet etmiş olmaktadır. Temizi ve iyiyi, pis ve kötü olanla değiştirmenin bir başka şekli de helâli bırakıp haramı, hakkı olmayan şeyi almak ve yemektir, haramdan yararlanmaktır.

Yetimler, çoğu kez velileri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ile şartlar konusunda da velilerin isteği belirleyici olmaktadır. Yetim bir başkası ile evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velisidir. Kızın daha yakın erkek akrabası bulunmadığında velilik sırası, aralarında evlenme caiz olan amca oğullarına kadar gelebilmektedir. Bu durumda eğer yetimi bizzat veli almak, nikâhlamak isterse onun koruyucusu yok demektir, şartları belirlemek de -aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- veliye kalmaktadır. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zayi olması ihtimali artacağından Allah Teâlâ velilere, adaletten sapma riski karşısında, himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri câiz olacak kadar da uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine başka kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmekte, "ikişer, üçer, dörder" demek suretiyle de, dünyada evlenilecek kadınların tükenmediğine, velâyeti altındaki yetim kızlar dışında birçok kadının bulunabileceğine işaret buyurmaktadır. Hz. Âişe'nin "yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız..." meâlindeki âyetin geliş sebebi olarak zikrettiği yaygın âdet ve sorular, yukarıdaki açıklamanın tarihî bir vâkıa olduğunu göstermektedir; buna göre veliler ya mallarına göz koydukları için istemedikleri/sevmedikleri hâlde himayeleri altındaki yetimlerle evleniyorlardı, yahut da isteyerek evleniyor, fakat mehirlerini ve çeyizlerini emsaline göre eksik belirliyorlardı. (Buhârî, "Tefsîr", 4/1)

Âyetin dolaylı olarak temas ettiği birden fazla kadınla evlenme imkânı ve âdeti, İslâm'ın geldiği çağdan çok öncelere kadar uzanmaktadır. İslâm öncesi çağlarda Mısır, Hindistan, Çin ve İran'da, Eski Yunan ve Roma toplumlarında, Yahudilerde ve Araplarda, ya nikâhlamak yahut da evde veya evin dışında bir yerde dost tutmak suretiyle erkekler, birden fazla kadınla evlilik yapıyorlar veya evliliğe benzer ilişkiler yaşıyorlardı. Bu çağlarda birden fazla kadınla evlenmenin birden fazla sebebi mevcuttu. İslâm'ın geldiği bölgede özellikle köylerde ve dağ başlarında yaşayan bedevîlerin çok kadınla evlenmelerinin baş sebebi, hem düşmana karşı korunmanın, hem de çevresi üzerinde hâkimiyet sağlamanın güçlü ve muharip nüfusa ihtiyaç göstermesi idi. Diğer sebepler arasında kırsal hayatın güçlüğü ve birçok emekçiyi gerekli kılması, kabileler arasında sürüp giden savaşların, yağma, baskın ve talan hareketlerinin çok sayıda erkek ölümüne sebep olması, bunun sonucu olarak da kadın-erkek arasındaki sayıca eşitlik dengesinin erkek aleyhine bozulması gösterilebilir.

Şu hâlde erkeğin birden fazla kadınla evlenme imkân ve uygulamasını (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) İslâm getirmemiş, mevcut uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsiye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adalete riayet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise, birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adalete tam riayetin mümkün olmadığını (hissi adaleti yerine getiremeyebilir ama, hukukta adil olması gerekir) bir kere daha hatırlattıktan sonra, hiç olmazsa adaletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir.

İslâm, (itikad, ibadet, ahlâk, dünya görüşü, Âhiret hedefi, içtimaî ve iktisadî kaideleri ve ukûbâtıyla bir bütün olarak) temelden ve topyekûn değiştirmeye açık değildir, onda değişmez esaslar ve kurallar vardır. Ancak, hukuk sahasına giren hangi kural olursa olsun uygulandığında tabiî olmayan bir olumsuz sonuç doğuyorsa, uygulamayı durdurma imkânı mevcuttur. Bu cümleden olarak, tarihî ve içtimaî şartlara bağlı bir cevazdan (izinden, serbest bırakmadan) ibaret olan çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde, Müslümanların veya salâhiyetli temsilcilerinin kararı ile engellenebilir; bu tasarruf, beşer eliyle kanunu (şeriatı) değiştirmek mânasına gelmez; bu, tıpkı şartlarını yerine getirememekten korkan ferdin tek kadınla evli kalmayı yeğlemesi gibidir; tarihî şartlar avdet edinceye veya ihtiyaç hâsıl oluncaya kadar uygulama durdurulur.

Ortada önemli bir gerekçe (ihtiyaç, zaruret) bulunmadıkça sırf zevk için ikinci bir kadınla evlenen erkekler, herkesin tek kadınla evlenip yaşadığı bir ortamda bunun, birinci eşi ile onun çevresini ve aileyi nasıl etkilediğini de hesaba katmak durumundadırlar. "Her şeyden önce bir din kardeşimiz olan birinci eşlerimizi, ondan olan çocuklarımızı ve hısımlarımızı, sırf zevkimizi tatmin etmek için bu kadar üzmeye, yıkmaya, hasta etmeye, din ve imanlarını tehlikeye atmaya hakkımız var mı?" diye düşünmek mecburiyetindedirler. Nitekim -yukarıda zikredildiği gibi- Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Ali'nin, Fatıma üzerine ikinci bir eşle evlenmesine izin vermemiş, bu evliliğin Fatıma ve aile üzerinde muhtemel kötü etkisini gerekçe olarak ileri sürmüştür


Prof.Dr.Hayreddin Karaman


Konu Başlığı: Ynt: İslam ailesi
Gönderen: Ekvan üzerinde 04 Ekim 2010, 19:30:58
HZ ALI EFENDIMIZE YAPILAN IKAZ VE NETICESI  NOKTASINDA CIDDEN DUSUNULMESI GEREK.BENCE IKINCI KEZ EVLENEN PEKCOK KISI YA BUKONUYU BILMIYOR.YA DA BILMEMEYI TERCIH EDIYOR.MAALESEF YASADIGIM YER ESLERI TURKIYEDE OLAN BEYEFENDILERIN NASILSA HELAL DUSUNCESIYLE IKINCI EVLILIKLERINI RAHATLIKLA YAPTIKLARI BIR YER.BUNUN NETICESI OLARAK ILK ESLERININ VE COCUKLARININ YASADIKLARI SIKINTILARA BIZZAT SAHIT OLUYORUZ..hocalar buyuculer ve doktorlar arsında caresızce heba edılen vakıtler..ılk ese uygulanan bezdırme polıtıkaları..psıkolojık ve fızıksel sıddet..sadece karnını doyurabılecegı parayı verıp ılk esı memlekete gondermeler ve ıcınde bırkac romanlık konu tasıyan bır suru hayat..Yazının muellıfı hocama aynen katılıyorum..ozellıkle de son paragrafı beylerın bırkez daha okumasını rıca edyorum..paylasım ıcın ALLAH RAZI OLSUN..