๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Aile Hayatı ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 10 Ekim 2010, 16:10:09



Konu Başlığı: Huzurlu hayat için huzurlu aile
Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Ekim 2010, 16:10:09
HUZURLU HAYAT İÇİN HUZURLU AİLE


Ailede var nlmayan millet, millet olma hüviyetini ile yitirmiştir, Bütünüylü sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma, milletin itibarî varlığına aileden akseder ve böyle bir millet, ıııilldlerarası muvâzenen in, cihan sulh ve salâhının şâhid ve nâzın durumuna yükselir; eşya ve hâdiselere hükmeder hâle gelir.

Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Resulullah (a.s.) Efendimiz de; “Evlenin çoğalın, kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim.” (Nesai, Nikah 11; İbn Mâce, Nikah 8 ) buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.

İslâm, evlilik ve aile kurumuna öncelikle, kadın ve erkeğin haram yollara sapmasını önlemek, toplumu şekillendiren sosyal üniteyi oluşturmak ve birçok peygamberin “Soyumdan inanan ve hayırlı işler yapan bir nesil ver.” duasında olduğu gibi hayırlı nesiller yetiştirme hedeflerini yükler. Allah Tealâ, mü’minlerin mü’minlerle evlenmesini emir buyurarak (Bakara, 2/221), bizlere ailenin oluşmasındaki temel kuralı bildirir. Yani Müslüman aile, Müslüman anne ve babadan meydana gelmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz de bu konuda bizlere şöyle bir tavsiyede bulunur: “Kadınlar ile dört özellik için evlenilir: Malı, hasebi (şerefi), güzelliği, dindarlığı için. Sen dindar olanını seç, bereket görürsün” (Ebû Davud, Nikah 2; İbn Mâce, Nikah 6)

Hem dünya hem de ahiret mutluluğunu talep edenlerin, Efendimiz’in koyduğu bu ölçüye riayet etmelerinde hayati bir önem vardır. Çünkü evlilik olayının sadece bu dünya ile ilgili bir boyutu yoktur, bilakis ahiretle de alakalı bir özelliğe sahiptir. Hadis-i şerifte işaret edilen dindar bir hanımla evlenen erkeğin bereketlenmesindeki muradın, aile saadeti, huzuru ve mutluluğunun bu dünyayla alakalı olmasının ötesinde, ebedi hayatla da alakalı bir husus olması da kuvvetle muhtemeldir. Ahiretin tarlası olarak kabul edilen bu dünyada sınırları çizilmiş olan ideal evliliği gerçekleştirenlerin, birlikte yaşamaları muhtemel ebedi hayatları için çok önemli bir adım attıklarını söylemek mümkündür.

Binaların sağlıklı olarak ayakta durabilmesi için temelinin sağlam olması gerektiği gibi, toplumların da sapasağlam dimdik ayakta durabilmeleri için aile kurumunun çok sağlam olması gerekir. Yarınlara güvenle bakabilmenin en temel şartı budur.

“Sağlam aile” kavramından ne anlamaktayız? Yaygın anlayışta çocuklar, torunlar, gelinler ve yakın akrabalar aile kavramının içinde yer almaktadır. Ancak bu geniş yelpazenin temelini karı ve koca oluşturur. Bu ikili ailenin çekirdeğidir. İşte sağlam aile, çekirdeği sağlam olan ailedir. Yani faziletli kişilik sahibi; kendini, dünya hayatını ve bu hayatın sonrasını gereğince kavrayabilmiş ve bu kavrayışa göre hayatını şekillendirebilmiş kadın ve erkeğin oluşturduğu ailedir.

Böylesine faziletli özelliklere sahip erkek ve kadın arasındaki ilişki ve iletişim de sağlam olacak ve bu durum ailenin geneline de doğrudan yansıyacaktır. Böylece “huzurlu” ve “mutlu” olarak vasıflandırılan aile ortaya çıkacaktır. Tabii, genel manada ahlaklı, sağlam karakterli olumlu özelliklere sahip çocukların da ancak böyle bir aile ortamında yetişeceğinde hiç şüphe yoktur.

Aile kurumunun temeli, evlenmek üzere olan iki insanın birbirini seçmesiyle, tercih etmesiyle atılmaktadır.. Eş seçiminde en isabetli yol Efendimiz’in yoludur. Zaten Allah Resulü bizim için her hususta en ideal modeldir. Bunun yanı sıra, bizim yapımızı, bize uygun olanı, tecrübeleriyle ve feraset nazarıyla görebilen büyüklerimizin de katkılarını unutmamak gerek. Sağlam bir aile kurabilmek için onların tavsiye ve yönlendirmeleri de büyük önem taşımaktadır.

Ailenin temeli olan eşlerin birlikteliği, esas olarak kalpte, gönülde başlar. Evlenecek olan iki insan, her şeyden önce birbirlerini gönüllerinde kabul ederler. Ne var ki, evliliğin en kritik noktası budur. Kendisine ve hayata dair tecrübesi çok sınırlı olan iki insanın, zamanla değişme ihtimali bulunan beğeniler ve arzular üzerine attıkları bu temel gerçekten sağlam olabilir mi?

Gerçekten de hayatın bir döneminde fazlaca öne çıkan bir istek, zamanla önemini yitirebiliyor. Karşımızdaki insanla ilgili bugünkü beklenti ve talebimiz, yaşadığımız sosyal, kültürel, maddî vb. değişiklerle birlikte tamamen değişebiliyor. Özellikle kadına da erkeğe de zengin kıyaslama imkânı ve ortamı sunan modern hayat, bu değişmeyi adeta kaçınılmaz kılıyor. Bugünkü Batı’da yaşanan ve artık ülkemizde özellikle büyük şehirlerde kendini göstermeye başlayan ailevî çözülmenin temelinde, ilerde zikredeceğimiz çeşitli sosyal ve kültürel etkinin yanı sıra bu ve buna benzer sebepler yatmaktadır.

Peki, bunca değişikliğe rağmen kalıcı bir evlilik nasıl olabilir? Sağlam bir aile nasıl kurulabilir?

Mü’minin aile ve evliliğe bakışı, her şeyden önce ibadet nazarıyladır. O, rabbinin haklarında; “Onlar ki, ey Rabbimiz derler. Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözbebeğimiz olacak (salih insanlar) ihsan et. Bizi takva sahiplerine rehber kıl” (Furkan, 25/74) buyurduğu övülmüş kullardan olmak için evlenir. O, Peygamberin, ‘Evlenin, çoğalın.” tavsiyesinin bir gereği olarak ve “Allah, kendisine Saliha bir eş lutfettiği bir erkeğe dininin yarısında yardım etmiştir. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun ve takva dairesinde yaşasın” (Keşfu’l-Hafâ, 2/313) hadis-i şerifi mucibince evlenir. Yani evlenip yuva kurmayı Rabbinin rızasına bir yol, bir ibadet olarak algılar; “Âdet yerini bulsun.” kabilinden değil.

Bu niyetle yola çıkan mü’min şunu bilir ki, eş seçimi kişinin kendi iradesindedir, ama bizim irademizi kuşatan bir de mutlak irade olduğunu unutmamak gerekir. Doğduğumuz ülke, içinde yaşadığımız kültürel doku, ebeveynimizden devraldığımız özellikler vs. bu külli iradenin birer tezahürüdür. Yani bizim dışımızda seçimimizi etkileyen büyük etkenler de var. Dolayısıyla mü’min, yaşadığı aile hayatında kendi nefsî isteklerine göre karar vermeden önce ilahi programın cilvelerini arar. İçinde bulunduğu durumdan kendi hayatı için ibretler çıkarır. Çünkü “kader” ve “kısmet”e inanır.Bir yuva kurduktan sonra onu korumak, öncelikle Allah’ın: “Mü’min erkek ve kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur, 24/30-31) emrine uymakla mümkündür. Bu ayetten anlaşılan odur ki, günümüz toplumundaki “Kadında mazi, erkekte istikbal aranır.” anlayışının isabetli ve doğru değildir. Mazisi ve istikbali temiz olması gereken sadece kadınlar değil, bilakis erkeklerdir de. Kendimizi iffet ve namusu koruma emrinin dışında tutamayız. Ayrıca “Erkeğin çapkını makbuldür” gibi gayri örfi ve dini anlayışlar batılıların bize empoze ettiği bir durumdur ve aileyi bozmak için sinsice kültürümüze sokulmuş bir anlayıştır. Unutmamak gerekir ki erkeğin çapkınlık yaptığı kadın, bir başkasının kızı, karısı, anası veya gelinidir. Yani kendisine dinen haram kılınmış olan kimsedir. İslâm’da kişinin kendi helalinin dışındakiler haramdır. Bu temel ilkeyi unutmamak gerekir. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı güvenlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Resulünün bildirdiği şekilde paylaşmalıdır.

Mü’min eşine sadıktır. Eşinde hoşuna gitmeyen bazı haller olsa da sadıktır. Peygamber efendimizin, “Zevcenizden her hangi bir fenalık görürseniz ondan nefret etmeyiniz. O zaman ona daha başka, daha güzel, daha iyi sözler söyleyiniz” (Müslim) tavsiyesine uyarız. Bazı durumlarda kalbi eşinden soğuyan kişi de “Onlara hoşça, güzelce muamele edin. Şayet onlardan nefret edecek olursanız (tahammül edin). Belki Allah sizin nefret ettiğiniz şeyi büyük hayırlarla donatmıştır.” (Nisa. 4/18) ilahi emri doğrultusunda hareket etmelidir.

Mü’min bilir ki, rabbinin onun elinin altına verdiği her şey bir emanet ve imtihan vesilesidir. O sebeple kendi haklarını da, emanetlerin haklarını da öğrenmek ve gözetmek mecburiyetindeyiz. Allah elçisinin şu sözünü rehber edinmeliyiz: “Her biriniz eli altındakilerden sorumludur. Erkek karısından ve çocuklarından sorumludur. Onların sorumluluğu erkeğin boynundadır. Kadın da kocasından ve çocuklarından sorumludur.” (Buhari, ahkam 1). Bu anlayış neticesinde taraflar, İslâm’ın öngördüğü vazifeleri ibadet anlayışı ve şevkiyle yerine getirirler. Bunlara riayet eden Müslüman ailelerde ihmal ve boş vermişlikten kaynaklanan çözülmeler yaşanmaz.

Mü’min erkek ve hanımlar, huzur ve mutluluğun yerinin kalp olduğunu; birtakım manevî rahatsızlıklarla malûl insanların hiçbir şeyle, hiçbir kimseyle tatmin olamayacağını da bilmektedirler. Kalb, Rasulullah (s.a.s.) Efendimiz’in bildirdiğine göre Allah’ın elindedir. Allah, kalbi dilediği yöne çevirendir. Bundan dolayı Efendimiz (s.a.s.) Allah’a yakınlaşmak için çaba göstermemizi ve şöyle dua etmemizi tavsiye ediyor: “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!” (Tirmizi, kader 7).

Ailenin temelini, yani karı ile kocayı bir arada tutan hamur sevgidir. Sevgi ise kalptedir. Sevgi de, kalp de manevidir ve insan gücü kullanılarak müdahale edilemez. İşte mü’minler, sevginin de kalbin de sahibi olan Yüce Allah’a samimi yönelirse, Allah onların kalplerini birbirine sevdirir. Kalpler ne ölçüde Allah’a teveccüh ediyorsa o ölçüde istikamet kazanır. Ne kadar istikametli oluyorsa aile hayatı da o kadar huzur ve dengeli olur.

Bir ailenin mutluluk içinde hayatını sürdürmesi eşler arasındaki karşılıklı emniyet, güven, samimi hürmet ve sevgiye bağlıdır.

Kalpleri, gönülleri kudreti altında tutan Allah, bu yönelişin ve neticede huzura kavuşmanın yolunu da tarif ediyor: “Dikkat ediniz! Kalbler sadece Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d, 13/28). Allah’ı anmaktan murad ondan gafil olmamaktır. Aile hayatında da, hayatın diğer bütün alanlarında da huzura kavuşmanın başka yolu yoktur.

Aile saadeti için sevgiyi pekiştirici davranışlar çok önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz’in aile hayatında bunun çok canlı örnekleri bulunmaktadır:

Hz. Peygamber, hanımlarıyla aralarındaki sevgi bağlarını pekiştirecek, yakınlığı artıracak tarzda senli-benli olurdu. Bunun en güzel örneklerinden biri, Hz. Âişe ile evliklerinin ilk yıllarında yaptıkları koşudur. Validemizin anlattığına göre, Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir sefere giderken, yanına Hz. Âişe’yi almıştı. Yolda yürüyorlardı. Hz. Peygamber yanındaki sahabilere, siz yürüye durun, buyurdu. Sahabiler, bir hayli gittikten sonra Hz. Aişe’ye ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe de bu teklifi severek kabul etti. Yarıştılar; genç ve enerjik Hz. Âişe yarışı kazandı.

Aradan yıllar, geçtikten sonra, yine bir seferde beraberdiler. Hz. Peygamber yine; ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe, bir zamanlar yaptıkları yarışı hatırlayarak teklifi memnuniyetle kabul etti. Yarıştılar, bu defa da Hz. Âişe kaybetti. Çünkü kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, kilo almış ve biraz şişmanlamıştı. Hz. Peygamber gülerek, ‘Bu, vaktiyle kazandığın müsabakanın rövanşıdır.’ buyurdu” (Müsned 6/39, 264; Ebû Dâvud, cihad 61)

Sonuç olarak söylemek gerekirse, günümüzde aile kavramına verilen değerin ve duyulan saygının yerini, batılılarda olduğu gibi ailesiz, bir hayat anlayışı almaya başlamıştır. Kadın-erkek birlikteliğinin yalnızca cismani tatmin aracı olduğu düşüncesi topluma empoze edilmeye çalışılıyor. Her gün TV’lerin magazin programlarında sahte birliktelikler ve suni aşklara dair haberler sunuluyor. Adeta bu sahte sevgiye ve gayri meşru ilişkilere toplum özendirilmeye çalışılmaktadır. Aile ocağı gibi, sevgi de kutsal ve ciddiyet ister. Bakınız “Kerem ile Aslının sevgisine”, “Ferhat ile Şirininkine” ilk günkü gibi saf ve temizler. Aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen, sevgilerindeki o samimiyet sebebiyle Allah, isimlerini hâlâ yaşatmaktadır onların ve yaşatacaktır da.

Yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni anlayışta evlenip aile kurmak, sorumluluk almak, gelecek temiz nesillerin devamına katkıda bulunmak gereksiz bir yük olarak kabul ediliyor. Nikâhsız beraberliklerden çocuk sahibi olmak adeta özendiriliyor. Aile külfetine girmeksizin çocuk edinmenin sonuçları ile o çok özendiğimiz veya özendirilmeye yönlendirildiğimiz Batı’nın başı ciddi anlamda dertteyken, bizim magazin dünyamız bunu çözüm olarak sunuyor.

Neticede kültürel bozulma ve çözülme o düzeye vardı ki, tamamen Batı hayat tarzının bir ürünü olan flört, kendilerini çok dindar diye vasıflandıran gençlerimizi bile etkisi altına almış durumda. Oysa bizim inancımız, hayat tarzımız, kültürümüz, geleneğimiz, ne nikâhsız beraberliği kabul ediyor, ne de geçici nikâha izin veriyor.

Uzunca bir zamandır Müslümanların çok dikkatli olması gereken bir dönemi yaşıyoruz. Savaş meydanlarında mağlup olanlar, huzur ve mutluluk vaatleriyle bugün aramızda kuzu postunda dolaşıyorlar. Teknolojinin bütün imkânlarını kullanarak kültürümüzün can damarlarını, bizi biz yapan her şeyi tahrip etmeye çalışıyorlar.

Bilmeliyiz ki, Müslüman aile Müslüman toplumun temel direğidir. Bu direk yıkılırsa toplumumuzun ayakta kalması mümkün değildir. Televizyonuyla, sinemasıyla, müziğiyle, edebiyatıyla, içimize sızıp bizi yok etmeye çalışanlara karşı bütün gayretimizle bu nezih aile kurumumuzu korumak ve yaşatmak zorundayız. Bu yolda asla yıkılmadan dimdik ayakta kalarak, insanlığın huzur ve mutluluk ümitlerini kendi huzur ve mutluluğumuzla yeşertmek zorundayız.


Prof. Dr. Ali Rafet Özkan