BÜTÜN SORUMLULUK TEK EBEVEYNİN SIRTINDA
Eskiden geniş aileler vardı; ninelerin dedelerin tedrisatından geçerdi ilk önce çocuklar. Büyük şehirlerdeki şartlara adaptasyon dar alanlarda yaşlılarla ortak hayatı kaldıramadı. Apartman dairelerinde dedeye nineye yer bulunamadı! Dışarıdaki hayatın hızına yetişme telaşındaki eşlerin artık birbirine de neredeyse tahammülü kalmadı. Bu sebeple tek ebeveynli ailelerin sayısı artmakta. Çocuklar sadece anneleri ya da babalarıyla birlikte büyümekte. Eskiden geniş ailelerin bir vazifesi de ebeveynlerin yapamadıklarını telafi etmekti. Büyük aile modellerinin parçalanmasıyla beraber çiftlerin sorumluluğu arttı. Tek ebeveynli ailelerde ise bütün yük bir kişinin sırtında. Yasemin Uçal insanların birey olarak ‘her şeyi yapabilirim ayaklarım üzerinde durabilirim’ mücadelesini gerçekçi bulmuyor: “Böyle bir hakikat yok insan yaratılış itibarıyla acizdir bu yüzdendir ki doğarken de ölürken de hep başkasına ihtiyaç duyar.” Eşlerin birbirine yönelik beklentilerinin de aynı kaynaktan beslendiği inancında. Karı-koca birbirine çok rol yüklediğinde beklentilerin karşılanamaması sıkıntıları artırıyor: “Kocanız hem anneniz babanız hem de arkadaşınız rolünü kaldıramaz.” Ailelerin kısa sürede bu kadar hızlı değişmesinin en önemli sebebi medya. Özellikle son on yıldır kişisel ilişkilerden ziyade cam ekranla muhatabız. Dünyada televizyonun en çok izlendiği ülkelerden biri olduğumuz ise artık herkesin mâlumu. Günde 12 saat televizyon izleyen çok sayıda insan var Türkiye’de. Saatlerce televizyon başında kalan bu kitlenin en büyük sosyal çevresi de tabiri caizse ekrandaki sanal karakterler…
MEDYADA ANNE DEĞERSİZ SUNULUYOR
Gülsüm Kurt Aile Koruma ve Destekleme Derneği’nin başkanı. 2004’te grup halinde başladıkları faaliyetleri hâlâ sürmekte. Derneklerinin tüzüklerinde amaçları “Medya tarafından aile kavramının yıpratılmaması.” cümlesiyle özetleniyor. Yıllardır televizyon kanalları ve RTÜK’e telefon faks ve mail aracılığıyla örgütlü bir şekilde şikâyetlerini bildiriyorlar. Şimdiye kadar birçok programın sansürlenmesinde onların gayretleri etkili. Aile kavramının televizyonda bir değer olarak sunulmadığına değiniyor Gülsüm Kurt. Aile içindeki kadın yani anne de programlarda değerli gösterilmiyor. Medyanın yücelttiği karakter ise çalışan zengin güzel kariyer sahibi kadın modeli. Bu sıfatları haiz olmak için kendini yıpratan kadın nihayetinde yorularak evlilik yükünü taşıyamaz hâle geliyor. Gülsüm Kurt özellikle çok eşliliğin ve aldatmanın son yıllarda medyada sık vurgulandığına değiniyor. Bunda ona göre ‘metroseksüel’ kavramının üreticisi geçen yıl Türkiye’yi ziyaret eden trend mucidi Marian Salzman’ın da etkisi var. Metroseksüel kavramını dile getirdikten sonra başta diziler olmak üzere ekranı istila eden bu karakterlerin yerini yavaş yavaş çok eşli ya da aldatan karı-kocalar almakta. Zira Salzman konferansta bu yılın trendinin “çok eşlilik” olacağını ilan etmişti! Bu örnekleri yıllardır magazin programlarında ünlülerin hayatında görüyoruz hemen bütün dizi filmlerde de aldatan bir karakter mevcut. Medyanın kadınları dönüştürdüğüne inanan Kurt akşam dizilerde gösterilen mevzuların sabahki kadın programlarında tartışılmasını problemli buluyor. Zira sabah yayınlanan kadın programları adeta ‘onay makamı’ niteliğinde. Diziler ve yarışmalardaki fikirleri savunarak izleyenleri iknaya çalışıyor bu programlar. “Sadakat önemli değildir birbirimizin kölesi olmamalıyız” gibi düşüncelerin tohumları bu programlarda atılıyor; olayın ucu cinayetlere kadar varabiliyor. Sabah-akşam ekranda bu tür manzaralara şahit olanların da değerler dünyası çözülüyor. Medya aracılığıyla yeniden toplumsal normlar üretiliyor. Bu sözde normlar tedricî olduğu için “demek böyle davranılmalı” tavrı gelişiyor insanlarda. Kalıp davranış modelleri şekillenerek
CHAT İLİŞKİLERE ZARAR VERİYOR
“Artık sosyal ilişkilerde teknik bir boyut var.” diyor Yasemin Uçal. Cep telefonu değil belki; ama internet ona göre aldatma ve boşanma oranlarının artmasında etkili. Kendisine başvuran eşlerin çoğunun şikâyeti ortak: “Kocam evde çocuklarıyla ya da evin sorunlarıyla ilgilenmek yerine bilgisayar başında vakit geçiriyor.” Eskiden sosyal ve psikolojik içeriğe sahip ilişkilere teknik bir boyutun dâhil olduğunun tespiti bu cümleler. Durumun daha vahim örnekleri de var; mesela danışanlarından biri Uçal’a “Eşimle ancak bilgisayarla ilgili sorular yönelttiğimde diyalog kurabiliyorum.” demiş. Eşinin bilgisayar dışında ilişkiye geçit bırakmaması onu bu davranışa mecbur kılmış. Artık insanlar evde ya televizyon karşısında ya da internet başında vakit geçiriyor. Kişilerin daha kolay birbirine ulaşmasına zemin teşkil eden chat odaları ilişkiler açısında risk barındıran mecralardan biri. Cep telefonu ve internetarabada ya da evde otururken bile yasal olmayan ilişkilere denetimsiz bir ortam sunuyor. Kişiler kendilerini bu ilişkilerde pek suçlu görmüyor başlangıçta “rüya kadar masum” iken sonuçlar ailenin yıkılmasına kadar gidebiliyor.
BİR GÜN BİLE EVLİ KALAMADILAR
Aile içi ilişkilerde artan problemler son yıllarda aile terapistleri ile evlilik terapistlerine ilgiyi artırdı. “İlişkilere ayna tutmak vazifemiz.” diyen terapistleraile sorunlarına merhem olmaya çalışıyor. Terapi her zaman boşanmanın önlenmesi anlamına gelmiyor; zira bazı ilişkiler taraflara çok zarar veriyor. Beraber yaşama ihtimali düşük bu çiftler için şartlar uygunsa boşanma sürecini destekleyici görüşmeler de yapılıyor. İdemer Danışmanlık Merkezi’nden Pınar Koç Yıldırım dokuz yıldır ailelerle çalışıyor. Evliliğin ilk bir buçuk yılının kritik olduğuna değiniyor.
İşte size bir yıl değil bir gün bile evli kalamayan bir çiftin hazin hikâyesi. Âlim Bey 34 yaşında evlenmeye karar verir. Arkadaşları vesilesiyle tanıştığı 25 yaşındaki Dilek Hanım ile dört dörtlük uyum sergilemezler; lakin zamanla nasıl olsa birbirlerine alışacaklardır! Kendisi üniversite mezunudur varlıklı bir aileden gelmektedir Dilek Hanım lise çıkışlıdır. Aile yapıları birbirinden çok farklıdır. Üç yıllık beraberliklerinde arada tartışırlar; hatta bir dönem ayrılırlar; fakat bu uyumsuzluklar onları evlenme kararlarından vazgeçirmez. Düğün gününde bile basit meseleler krizlere dönüşür. Kuaföre gitme saati mevzu edilir mesela ya da ailelerin daha önce birbirine yönelik olumsuz ifadeleri hatırlatılır.
Bütün gerginliklere rağmen nihayet nikâh masasına oturur çiftler. İmzalar atılır evlilik yeminleri edilir. Fakat nikâhlandıkları anda Âlim Bey boşanma kararını almıştır. Düğün gecesi tekrar tartışır ‘çiçeği burnunda’ çift. Sabah Âlim Bey dışarı çıkar ve ancak akşam saatlerinde geri döner. Dilek Hanım’a boşanmak istediğini söyler ve ayrılırlar.
ARTIK BOŞANMAK İÇİN TERAPİSTE GİDİLİYOR
Peki Âlim Bey örneğindeki gibi yeni tanışıklıklar bir tarafa seneler süren beraberlikler nasıl oluyor da resmî kimliğe bürününce noktalanabiliyor? “Evlilik toplumsal manada bir duyuru.” diyor Pınar Koç Yıldırım. Ona göre eşler başlangıçta karşısındakinin güzel yönlerini görse de sorumluluklar devreye girince durum değişiyor. Eskiden aile terapistlerine daha çok ilişkilerini düzeltmek amacıyla gidermiş çiftler şimdilerde tavır biraz farklı. Genelde taraflardan biri boşanmaya kararlı ve eşini ikna edemediği için terapiste yardım etmesi amacıyla gidiyor. Terapistlerin kapısını daha çok kadınlar çalıyor; lakin evlilik terapisine çiftlerin bir arada katılması elzem.
Aile terapistlerine başvuran kadınların çoğu ekonomik özgürlüğünü kazanmış “kendi ayakları üzerinde durabilir” konumda. Bu durum birçok kadın için çalışmanın “boşanma ehliyeti” anlamına geldiğinin göstergesi. Bunun rakamlarla ifadesi şöyle; boşanmayı tercih edenlerin yüzde 80’i çalışan kadın yüzde 20’si ise ev hanımı. Çalışan kadınların eğitim düzeylerine baktığımızda ise şu manzara çıkıyor karşımıza: Yüzde 60’ı üniversite yüzde 28’i lise ve yüzde 12’si ilkokul mezunu. Fakat çalışmayan kadınlar da ilişkilerinde yaşadığı problemler için terapistlere sıkça gidiyor. Uçal’a göre kendilerine gelen kadınların sıfatları ne olursa olsun temel problem hep aynı: “Erkek tarafından kadına hissettirilen benlik değersizliği. Sürekli ezilen kişi zamanla suçluluk psikolojisine bürünüyor.” Bununla baş edemeyen kadınları ise aynı sonuç bekliyor: Depresyon.
Yıldırım’a göre sosyal hayattan uzak kendini ailesine adamış çalışmayan kadınların temel problemlerinden biri eşlerinden ve çocuklarından beklentilerinin çok yüksek olması: “Tüm ihtiyaçlarını onlarla karşılamak istiyorlar. Çocuklar bir vakit sonra sosyal hayatın içine girerek aileden uzaklaşıyor eş ise işinden dolayı yeterince vakit ayıramayabiliyor.” Bu durumda ihtiyaçları karşılanmayan kadın yine mutsuzluk girdaplarına sürükleniyor.
EV AYNI HAYAT TARZI FARKLI Boşanma vakalarının sık karşılaşılan sebeplerinden biri de evlenirken ‘eşit’ görünen çiftlerden birinin daha sonra kendini geliştirirken diğerinin aynı hızda değişim göstermemesi. Aynı evi paylaşan eşlerin farklı hayat tarzlarına maruz kalmaları bu sonuçta etkili. Dün birbirine denk olan karı koca kısa zamanda her anlamda birbirinden ayrı karakterlere bürünebiliyor. Sosyallikleri deneyimleri gibi birçok açıdan farklı dalgalarda seyreden eşler bir vakit sonra şikâyetlere başlıyor; kadın sürekli erkeğin değiştiğinden dem vururken erkek karısının sönük kalmasından yana serzenişlerde bulunuyor. Erkeğin “değişmeyen karısı” ile dışarıda “kendini geliştiren birçok kadına” aynı süreçte tanıklık etmesi sorunu körüklüyo...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın