๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Aile Hayatı ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 09 Ekim 2010, 17:03:43



Konu Başlığı: Evlatlık müessesesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Ekim 2010, 17:03:43
Evlatlık Müessesesi

Kur’ân ve sünnetteki ifadelere göre pozitif hukuktaki şekliyle bir evlatlık edinme müessesesi İslamiyette caiz ve mantıki gözükmemektedir. Zira hiçbir şekilde aralarında neseben ebeveyn evlat ilişkisi olmayan bir olgu asla varmış gibi telakki edilemez.


Giriş

Evlat edinme müessesesi çok eski zamanlardan beri muhtelif hukuk sistemlerince kabul edilmiş, tedvin hareketlerinde kanun koyucuların özel ilgisine mazhar olmuştur.(1) Mukayeseli tarih araştırmaları evlat edinme müessesesinin kaynağının tamamen dini olduğunu göstermektedir. Özellikle Kur’ân kıssalarında geçmiş bazı Peygamberlere ait bilgiler bunu ortaya koymaktadır.(2)
Evlat edinme müessesesi esas itibariyle tabii nesep rabıtasının bir taklidi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kanun koyucular evlat edinmenin şartlarını ve hükümlerini tayin ederlerken daima tabii nesebi taklit etmek istemişlerdir.
Bilindiği üzere dünya ülkelerinin tamamında farklılık arzetmesine rağmen evlatlık müessesesi varlığını devam ettirmektedir. Teknolojik devrim, hızlı sanayileşme, iletişimin artması, toplumsal gelişmelerin ve buna bağlı olarak değişimlerin hızlanması toplumları derinden etkilemekte ve birçok problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Aile içi ilişkilerin zayıflaması, mevcut hayat şartlarının ağırlaşması, buna bağlı olarak aile huzursuzlukların artması neticesinde boşanmalardaki artış, öte yandan içki, uyuşturucu, fuhuş, kumar gibi kötü alışkanlıklardaki büyük artışlar hatta bunların kurumsal nitelik arzetme temayülü, diğer yandan her türlü kazalardaki ve ani ölümlerdeki artış gibi çeşitli faktörlerle korunmaya muhtaç çocuklar problemi gündeme gelmiş bulunmaktadır.

Yetimlerin korunup gözetilmesi, kimsesiz çocuklara sahip çıkılması, onların mallarına koruyuculuk yapılarak zayi olmaması, onlaÂra ikramda bulunulması, hor ve bakir görülmemesi, ve hadisin ifadesiyle yetimi evde bulundurmanın Hz. Peygamber'le cennette beraber bulunulması ifadeleri bu konunun ehemmiyeti açısından oldukça anlamlıdır.


Çok eski devirlerden beri sosyal bir ihtiyaca cevap veren evlat edinme kurumu önceleri soyun devam ettirilmesine ya da mirasçı sahibi olmaya hizmet ediyordu. 19. Yüzyılda kurum yeniden düzenlenmiş ve çocukları olmayan kimselere, çocuk sevgisini tattırma, anne-baba olma sevincinin yaşatılması amacına yöneltilmiştir. Son zamanlarda ise çocuğa destek olma ön plana çıkmıştır. Artık amaç kişilere çocuk sevgisini tattırmaktan çok terk edilmiş ya da evlilik dışında doğmuş olan çocuklara bir aile temin etmek ve özellikle de evlilik dışında doğmuş çocuğa sahih nesep statüsü kazandırmaktır.(3) Evlat edinme müessesesi çocukları olmayan eşlerle, evli olmayan kişilerin, aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istek ve özlemlerini gerçekleştirmelerine hizmet eden ayrıca aile yuvasından yoksun olan çocukların korunmasını amaçlayan bir kurumdur.(4)
Modern hukukta kanun koyucular evlat edinmenin şartlarını ve hükümlerini belirlerken daima tabii nesebi taklit etmek istemişlerdir. Buna göre evlat edinme, evlat edinenle evlatlık arasında bir yaş farkı bulunmasını şart koşmak ve evlatlığa esas itibariyle evlilik içinde doğan çocukların haklarını tanımak suretiyle evlat edinme müessesinin taklitçi karakterini teyit etmektedir. Evlat edinmenin taklitçi karakteri ne kadar kuvvetli olursa olsun, bu muamele neticesinde taraflar arasında meydana gelen ilişki tabii nesep rabıtası (yani evlat edinmeden doğan nesep rabıtası gerek sahih nesepten, gerek evlilik dışı nesepten ayrılır) değildir. Zaten evlat edinme müessesesine tanınan taklitçi karakterle sahih nesep müessesesinin tam ve eksiksiz olarak taklidi iddiası güdülmemektedir.(5)

Kur’ân ve Sünnetin Evlatlık Müessesesine Bakışı

Araştırmalara göre evlatlık müessesesinin tarihe mal olmuş hukuk sistemlerinin çoğunda kabul edilmesi, günümüze kadar gelmiş ve birçok toplum tarafından kabul görerek uygulanagelmiş olması bunun bir toplumsal ihtiyaç ve fenomen olduğunu göstermektedir. Amaç bakımından dinî, hissî, sosyal ve iktisadî karakterler arzedebilen evlatlık, erkek çocuğu olmayan ailelerin evlat sevgisinin bir nebze olsun tatmini, zor günlerinde onlara yardımcı olma ve birtakım maddi manevi ihtiyaçlarını yerine getirme arzusuna yönelik bir olgudur. Kasas ve Yusuf surelerinin ilgili âyetlerindeki manalarda erkek çocuklarının evlat edinilmesinden bahsedilerek, onlardan istifade etme düşüncesi(6) bu gayeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tarihi süreç içerisinde bu kuruma daha çok erkek çocuklar konu olmuştur. Günümüz hukuklarına baktığımız da bu müesseseye evlatlık olarak erkek çocukların yanında kız çocuklarının da konu olduğunu görmekteyiz.
İslâmi kaynaklarda evlatlığa “eddei” kelimesinin çoğulu olan “ed’ıyâ” sözcüğü kullanılmakta olup aynı zamanda babasından başkasının adına nisbet edilerek çağırılan kişiye de “deiyye” denmekte. Evlatlık aynı zamanda “tebenni” kelimesiyle de ifade edilmektedir.(7) Cahiliyye ve İslâm’ın ilk yıllarında bu uygulama mevcuttu, buna “büyütme” de denilmekteydi.(8) Bundan da anlaşılmaktadır ki, ilk dönem itibariyle evlat edinme toplum tarafından benimsenmiş bir geleneğin olduğunu ortaya koymaktadır. Cahiliye ve İslâm’ın ilk yıllarında uygulanan evlatlığın gerçekte insanların bir söyleminden ibaret olmasıyla ilgili olarak Kur’ân’da “Allah evlatlarınızı oğullarınız kılmamıştır, o sizin ağzınızdaki lafızdır, halbuki Allah hakkı söyler ve doğru yolu gösterir.” “Onları babalarına nisbet ederek çağırın, bu Allah yanında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar din kardeşiniz ve dostlarınınızdır. Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile bile yaptığında (günah vardır). Allah gafurdur, rahimdir (Çok affedicidir. Merhamet ve ihsanı boldur.)” buyurmaktadır.(9) İslâm’ın ilk yıllarında İbn Ömer’in ifadesine göre “Biz Zeyd İbn Harise’yi, Zeyd İbn Muhammed olarak çağırıyorduk, demektedir.(10) Bu âyetin nazil olmasından sonra bu şekildeki bir uygulama kaldırıldı.(11)
İlahi irade, İslâm’da evlatlık ilişkisinin gerçek bir yakınlık bağı olmadığını ve hukuki bir değere sahip olmadığını açıkça belirtmek üzere, Hz Peygamberin daha önce evlatlığı olan kişinin boşadığı kadın ile evlenmesini takdir etmiştir ve bu konuda “ Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki, (bundan böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ ın buyruğu yerine getirilmiştir”(12) ayeti nazil olmuştur.
Daha sonra münafık ve müşriklerin, Hz. Peygamber için “oğlunun karısı ile evlendi” şeklinde sözler söyleyip kendilerince olayı kınamaya kalkışmaları üzerine de şu mealdeki âyet nazil olmuştur: “Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat o Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”(13)
Yukarıda zikredilen âyetle Allah, evlat edinilen kimsenin gerçek manada evlat edinenin neseben çocuğu olamayacağını ifade etmekle birlikte böyle bir söylemin insanların kendi ifadelerinden öteye geçemeyeceği ortaya koymaktadır. Aynı zamanda böyle bir ifadenin hak olmayıp gerçeği yansıtmayacağı vurgulanmaktadır.(14) Gerçek olanın bilindiği takdirde evlatlık olan kimselerin gerçek babalarının adıyla çağrılması Allah tarafından istenilmekte ve adil olanın böyle bir uygulama olduğu hakikatiyle bunun aksi bir uygulama ve söylemin adalete uymayacağı bizzat Allah tarafından ifade edilmektedir. Gerçeği gizleme ve adil olmayanı yapmak ise Allah tarafından aynı zamanda günah olarak da zikredilmesi dikkate değer bir husustur. Kanaatimizce âyette de ifade edildiği gibi nesebi gerçekten bilinmeyen birisinin belli bir kişiye sehven nisbet edilip çağırılması günahtan uzaktır. Genel manada âyetin üzerinde durduğu asıl fikir kişinin aidiyyetinin gerçeğe uygun olması üzerindedir. Bu gerçeğe uygunluk da, Allah’ın hak ve adalet anlayışıdır.
Evlat edinme konusuna Kur’ân’ın yanısıra hadislerde de özel olarak değinilmiş ve bir kimsenin babasından başka birine nisbet edilmesi şiddetle kınanmıştır.
Allah Resulü (s.a.s.) bir hadislerinde “Her kim babasından başkasına kendi nesebini intisap eder veya (köle olan bir kimse) efendilerinden başkasına mensup olduğunu iddia ederse Allah’ın kıyamete kadar peşini takip eden laneti ona olsun.” buyurmaktadır.(15)
İslâm alimleri, âyet ve hadislerden anlaşılan yasağın, aralarında nesep bağı olmadığını bildiği halde, nesep iddiasında bulunma ve yapay bir soy ilişkisi tesis etmeye yönelik olduğunu; kişinin, kendi soyundan olduğu kanaatine dayalı olarak belirli şartlarla bir kimsenin kendisine nisbet edilmesinin (istilhak) bu yasağın dışında olduğunu belirtmişlerdir.(16)
Binaenaleyh çocuğun babasına nisbet edilmesi, adaletin ve hakkaniyetin kendisidir. Bu çocuğun kendisinden canlı bir parça olarak dünyaya gelmesine sebep olan baba için de bir adalettir. Babasının ismini taşıyan, ona mirasçı olan ve miras bırakılan, her türlü yardım ve alakaya mazhar ve gizli irsiyet yoluyla gerek babasını ve gerekse ecdadının özelliklerini devam ettiren çocuk için de bir adalettir. Allah her alakayı asli yaratılışı üzere bina eder, çocuğun da babanın da meziyetlerini zayi etmez. Buna bağlı, evlatlık özelliklerini, meziyetlerini hakiki babadan başkasına da yüklemez ve vermez. Gerçek çocuktan başkasına da evlatlık vasıflarını ve özelliklerini bırakmaz.
Çocuğu olmayan kimselerin, gerekli tedavi yollarına hatta dinen mahzurlu olmayan şekliyle sun’î metodlara başvurarak anne-baba olmaya çalışmaları tabii olmakla birlikte, özellikle sosyal baskılar yüzünden kendilerini ya evlat edinme ya da yaşama sevincini yitirme gibi bir seçimin önünde görmeleri dinin ilkeleri ve hayat gerçekleri ile bağdaşmaz. Gerçekte olmayan bir soy bağını var gibi farzedip bunun üzerine, çocuk ile anne-baba arasında söz konusu olan bütün sonuçları bina etmenin bir çok sakıncaları beraberinde getirdiği bu konudaki tecrübelerin de açıkça ortaya koyduğu dikkate alınarak, İslâm’daki evlat edinme yasağı çocuk sahibi olmanın da ilahi iradeden bağımsız olmadığını bildiren âyet-i kerime(17) ile birlikte değerlendirilmeli ve bu konuda gerçekçi bir yol izlenmelidir. Buna göre, çocuk sahibi olamayan kimselerin başkalarının özellikle bakıma muhtaç çocuklarını himayelerine almaları gerçeği gizlememek ve dini kuralları kendi varsayımlarına dayanarak ihlal etmemek şartı ile böyle bir yardımlaşma ortamı içinde bir ölçüde evlat sevgisini tatmaya çalışmaları en uygun yol olarak görünmektedir.(18)
Kur’ân ve Sünnette evlat edinmenin Allah tarafından gerçek bir nesep olarak kabul edilmediği konusuyla ilgili olarak zikredilen nasslar; bakıma, korumaya ve topluma kazandırılmaya muhtaç kimselerin bir kenara itilmesi anlamında ele alınmamalıdır. Çünkü yetimlerin korunup gözetilmesi, kimsesiz çocuklara sahip çıkılması, onların mallarına koruyuculuk yapılarak zayi olmaması, onlara ikramda bulunulması, hor ve hakir görülmemesi, ve hadisin ifadesiyle yetimi evde bulundurmanın Hz. Peygamber’le cennette beraber bulunulması ifadeleri(19) bu konunun ehemmiyeti açısından oldukça anlamlıdır. Zira kanaatimizce Kur’ân ve sünnetteki bu konuyla ilgili olan ifadelerde üzerinde durulması gereken esas nokta şudur; her bir kimse neseben kime ait ise bu kimsenin nesebinin başkasına nisbet edilemeyeceğidir. Bu hakikati değiştirmenin imkanı da yoktur, zira yaratan bunu böyle bildirmektedir. Bu hakikatle beraber âyet, bir kimsenin başka birisinin çocuğuna bakmasına onu koruyup gözetmesine ve ona maddi ve manevi yardımda bulunması mani de değildir. Buna ilave olarak aileler tarafından kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukların bu ailelerin yanlarına alınıp bakılıp büyütülmesi ve büluğ çağından itibaren İslâm’ın koymuş olduğu mahremiyet sınırlarına riayet edilmesi şartıyla bu ilgi ve alakanın devam etmesi İslâm’ın insanlara verdiği önem, fertleri yetiştirme ve topluma kazandırma hedefiyle de örtüşmektedir. Evlat edinme ile ilgili olarak Kur’ân ve Sünnetin getirdiği prensipler zaman içerisinde toplumun gayet derin, fıtri yaratılışa uygun ve hakikatin ta kendisi olan sağlam, hakiki temeller üzere yükselmesini sağlamaktadır.
Ayrıca İslâm hukuk literatüründe yetimlerle ilgili hukuki statü ve sokağa terkedilmiş (lakit) çocuklarla ilgili hükümler evlat edinme gayesi çerçevesinde zamanın şartları ve toplum yapısı paralelinde yetkili kurumlarca ele alınıp bunlarla ilgili kanuni düzenlemeler de ihmal edilmemiştir. Klasik fıkıh kitaplarında ilgili bahislerdeki bilgiler böyle bir problemin çaresinin bulunması ve belli bir yapı kazandırılıp çözüm önerileri teklif etmesi açısından oldukça önemlidir. Zira bu sorunun çözümü neticesinde beklenen amaç hukuki statünün kazandırılmasıyla birlikte ahlaki ve hayrî gayelerin de temin edilmesi olmuştur.

Sonuç


Kur’ân ve sünnetteki ifadelere göre pozitif hukuktaki şekliyle bir evlatlık edinme müessesesi İslamiyette caiz ve mantıki gözükmemektedir. Zira hiçbir şekilde aralarında neseben ebeveyn evlat ilişkisi olmayan bir olgu asla varmış gibi telakki edilemez. Kur’ân’ın yasakladığı evlatlık ilişkisi tamamen kişinin gerçek anne ve babasından bağının koparılmasına matuf bir durumdur. Bu da asla kabul edilemez.
Kur’ân ve sünnetteki; evlat edinme, kimsesiz çocuklar, insan neslinin Yaradan’ın hedeflerine doğru odaklandırılması, toplumun geleceği, yardımlaşma esasları, ideal nesillerin yetiştirilmesi gibi bir çok ulvi maksat ve gayeler göz önünde bulundurulduğunda herhangi bir şekilde ortada kalmış veya sorumsuz anne babalar tarafında sokaklara bırakılmış evlatlar konusu ister istemez farklı boyutlarda ele alınması zaruri gözükmektedir. Bu açıdan İslamiyetin temel kriterleriyle ters düşmeden adına ister evlat edinme diyelim isterse başka isimlendirmeler olsun, isteyerek veya istemeyerek sokaklara terkedilmiş çocuklarımızın evlatlık muamelesi görmeleri zaruri bir durum almaktadır.
Zira bugün sayıları binleri bulan kimsesiz ve sokağa terkedilmiş çocuklar, savaşlar sonucu ebeveynsiz kalan evlatlar sorumluluk sahibi insanların hatta kurum ve kuruluşların üzerinde önemle durması gereken kanayan bir yara durumundadır. Küreselleşen dünyamızda bugün çocuk suçluların sayısının artışındaki en büyük sebep, sokaklara terkedilmiş olan çocukların ebeveyn şefkat ve terbiyesi alamamış, milli ve manevi değerlerden habersiz yetişmiş olmalarıdır.
Kimsesiz ve özellikle terkedilmiş çocukları bakıp büyütmek dinen makbul ve bazı durumlarda dini bir vazife olarak telakki edildiği gerçeğinden haraketle gerek nesebi belli olan gerekse nesebi belli olmayan çocukların, bir şekilde yetiştirilmesi içinde bulunduğu toplumun boynuna borçtur.
Binaenaleyh Kur’ân’ın ve sünnetin genel maksadına uygun olarak koruyucu aile kurumu adı altında alternatif müessese ve kurumların ortaya konulması bir zaruret halini almıştır kanaatindeyiz. Böyle olunca, iki yaştan küçük olanların -neseplerinin korunması, anne ve babalarıyla irtibatlarının sağlanması kaydıyla- emzirilerek ve böylece süt mahremiyeti konumuna çıkarılması, bu mümkün olmadığında bile mahremiyetle ilgili dinî kayıt ve şartlara uyularak bu yolun işletilmesiyle evlatlık müessesesinden beklenen maksadın gerçekleşebilmesi kısmen sağlanmış olabilir. Bu durumda evlat edinilen çocuğa miras bırakmak caiz olmamakla birlikte vasiyet ve hibe yoluyla mal mülk edindirme imkanı da fıkhî olarak mümkündür. Bu şartlara riayetle bu müessesenin gerçeğine benzetilerek uygulanabilmesi kısmen mümkün gözükmektedir.

* Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi



DİPNOTLAR

1. Galanti Avram, Hammurabi Kanunu, İstanbul, 1925, s. 50, 51, md. 185, 186, 191;
Arsal Sadri Maksudi, Umumi Hukuk Tarihi, İstanbul, 1948, s. 134; Ataay, M. Aytekin,
Medeni Hukukta Evlat Edinme, İstanbul, 1957, 1.
2. Kurân’da Hz. Musa’nın Firavun ailesi tarafından evlat edinildiği ifade edilmektedir. Kasas,
(7-9), Yine Kurân’da belirtildiğine göre, kardeşleri tarafından kuyuya atılan, sonra
oradan geçen bir kafile tarafından çıkarılıp Mısır’da satılan Hz. Yusuf’u oradaki üst düzey
yöneticilerden biri satın almış ve karısına “ona iyi bakmasını, belki onu evlat edinebileceklerini”
söylemişti. Yusuf, (15-21).
3. Oğuzman Kemal, Dural Mustafa, Aile Hukuku, İstanbul, 1994, s. 244.
4. Köprülü Bülent, Kaneti Selim, Aile Hukuku, İstanbul, 1985, s. 229.
5. Ataay, a.g.e., s. 34.
6. Yusuf, 20-21 “Nihayet (Mısır’a varınca) onu düşük bir pahaya, birkaç paraya sattılar.
Onlar, ona (Yusuf’a) karşı isteksiz idiler. Mısır’da onu satın alan (Aziz, hazine bakanı),
karısına: Ona iyi bak belki bize yararı dokunur, ya da onu evlat ediniriz dedi....),
Kasas, 9 ”Firavn’ın karısı (çocuğu sandıktan çıkarınca): “ Bana da sana da göz bebeği
(olacak, çok sevimli bir çocuk ). Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu
evlat ediniriz.” dedi. (onu almakla hata ettiklerini anlamıyorlardı)
7. Ahzab, 4-5; Fîrûzâbâdî, el-Kamusu’l-Muhit, (I-IV), Beyrut, ts, IV,329; Kurtubi XIV, 121,
Yazır Hamdi Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, (I-X), VI, 294.
8. Ateş, VII, 132; Ferruh Ömer, İslam Aile Hukuku, (trc: Y.Ziya Kavakçı), İstanbul, 1978.
9. Ahzab, 4-5
10. Kurtûbî, XIV, 121.
11. Serahsî, XXX, 292; Kurtubi, XIV, 119; Abdülaziz Amir, el-Ahvalü’ş-Şahsiyye fi’ş-Şeriati’lİslamiyye,
Beyrut, tsz, s. 112.
12. Ahzab, 37.
13. Ahzab, 40.
14. Kurtubi, XIV, 12O
15. Tirmizi, Vasaya 5.
16. Aktan, Hamza, (Evlat Edinme maddesi), İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,
I, 511; Ayrıca bkz. Sabuni, Muhammed Ali, Ravaiu’l-Betan Tefsiru Ayati’l-
Ahkami mine’l-Kurân, (I-II), II, Beyrut, ts., s. 265-266
17. “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. (O), dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler bahşeder,
dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları çift yapar; hem dişi hem erkek (verir). Dilediğini
de o kısır yapar. O, (her şeyi) bilendir, (her şeye) gücü yetendir” Şura: 49-50.
18. Aktan, adı geçen eser ve madde I, 511
19. Buhari, Talak 25; Müslim, Zühd 42)



Yrd. Doç. Murtaza Köse