๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Aile Hayatı ) => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 25 Eylül 2010, 11:03:33



Konu Başlığı: Eve Dönüş
Gönderen: Eflaki üzerinde 25 Eylül 2010, 11:03:33
Ev’e Dönüş

Hem dışarıda çalışıp para kazanan hem de evdeki işleri idare etmek zorunda kalan kadın iki hayatı birden yaşıyor. Erkeğin payına ise sadece yarım hayat düşüyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde batı özentisi kültürel akım, sanat, edebiyat ve benzeri alanlarla aileyi çözücü bir işlev görmüştür. Batı tipi modernleşme aileyi, özgürlüğe engel görücü bir tutum içerisine girdi. Böylece kendi toplumunu parçaladı. Batılı insan, her açıdan evsiz, yuvasız ve pek tabii olarak korunaksız ve barınaksız kalış ile kendisini, önemli bir krizin içerisinde buldu. Özgürlük sorumlulukların bilincinde olmayı gerektirir; boş vermişliği ve aldırışsızlığı değil. Özgür olmak amaçlı olabilmektir de.

Kur’an’ın insan ilişkileri açısından en önemli vurgusu olarak aileyi, aile üyelerini, yakın/uzak akrabaları ve cemaat ilişkilerini kapsadığı görülmektedir. Bu en temel öge, insan ilişkiler yumağı içerisinde merkezi konumda bulunmaktadır. Aile ile doğrudan ilgili olarak “… kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz …” , “… aileye güzel söz söyleyiniz…” , “Aileye namazı emrediniz…” gibi çoğaltılabilecek bu ayetler, vahyin ana öğretisi içerisinde yer almakta, toplumsal dirilişin ve çözülüşün, aile zemininde mümkün olabileceğine işaret etmekte, bu çerçevede ıslah sürecini aileden başlatmaktadır.

Akrabalarla ilgili hukukî emir olan, “Akrabalar birbirlerine mirasçı olurlar…” , hatta “Allah’ın kitabında birbirlerine öteki müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar”, ifadesindeki yaklaşım aile bağlarının merkezi konumuna işaret etmektedir. “Babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensubu olduğunuz aşiretiniz …” olarak devam eden ayetlerde de görüldüğü üzere toplum sınıflamasını, iç katmanlarını ve üyelerini bu çerçevede ele almaktadır. Daha da ileri giderek, akraba ilişkilerinin ne anlama geldiğini şu ifadelerde görmekteyiz ki, “Şimdi siz eğer sırtınızı dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmış, akrabalık bağlarını (sıla-i rahmi) koparmış ve dolayısıyla (Allah’a) isyan etmiş olmaz mısınız? İşte böyleleri, Allah’ın rahmetinden dışladığı, ardından sağırlaştırdığı ve gözlerini körelttiği kimselerdir.” Burada dikkat çeken en önemli husus, akrabalık ilişkilerinin koparılmasının, “bozgunculuk yapma” gibi en kötü fiil ile birlikte anılmasıdır.

Hülasa Kur’an’ın toplum tasvirini, sınıflamasını büyük ölçüde aileden yola çıkarak yapmaktadır. Ailenin teşekkülü (evlilik), ayrılık (talak), çocuklar, miras paylaşımı hukuku ve aile içi ilişkiler, Kur’an’da oldukça büyük bir yer tutar.

Modernleşme Sürecinde Aile

Batı tipi modernleşme aileyi, özgürlüğe engel görücü bir tutum içerisine girdi. Böylece kendi toplumunu parçaladı. Aileden, akrabadan, cemaatten, aşiret ve kabileden soyutlayarak, toplumu yapayalnız ve korumasız bireylerden müteşekkil bir yapı haline getirdi. Aile ve cemaat aidiyetini yok ederek sosyal açıdan insanı ortada ve korumasız bırakan Batı modernitesi, kendi toplumunu çözerek parçalamış oluyordu. Çünkü aileler, akrabalık bağları ve cemaat ilişkileri insan için bir direnç noktasını oluşturmaktaydı. Batı modernitesi, ilişkilerini kestiği, bu bağlardan kurtulduğu sürece, özgürleşeceği telkininde bulundu. Avrupa’da, boşanma oranlarının % 70’lere dayanması, evlilik yaşının yükselmesi, ailelerin hiç ya da tek çocuk sahibi olmayı tercihi, kadınların çoğunlukla anneliği hor görmeleri, tehlikeli bir sürece işaret etmektedir.

Hollanda’da, nüfusun % 27’sinin psikolojik destek aldığı ve destek alması gerekirken almayan/alamayan gizli % 7 oranında hasta bulunduğu uzmanlarca belirtilmektedir. 2030’lu yıllarda bu oranların % 50’leri aşacağı tahmin edilirken, tüm Avrupa için geçerli olan bu durum dikkate alındığında, çıldıran bir dünyaya doğru sürüklendiğimizi göstermektedir. Bütün Avrupa ülkelerinin genelini resmeden bu kompozisyonda, en büyük yarayı aile kurumu almış, çözülme artmıştır.

Aile üyeleri, hısım ve akrabaları için endişe duymuyor, onların acıları kendisi için acı veriyor olmaktan çıkıyordu. Çünkü örf ve nezaket ilişkisi koparılmış, olması gereken ilişkiler ağı sabote edilmiş bulunuyordu.

Böylece Batılı insan, her açıdan (maddî ve manevî) evsiz, yuvasız ve pek tabii olarak korunaksız ve barınaksız kalış ile kendisini, önemli bir krizin içerisinde buldu. Batı dünyasında, içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk çeyreğinden sonra başlayan ve gittikçe hızlanan özeleştirilerden aile kurumu da nasibini aldı. Ailenin çözülüşü bazı entelektüel mahfillerde durumun vahameti fark edilmiş olmalı ki tedbir ve önlemler çerçevesinde tartışmalar yapılmaya başlandı. Başta Amerika olmak üzere, aileyi özendirici ve çocuğun gerekliliğini vurgulayan diziler ve filmler yapılarak yayınlanıyordu.

Önceleri dinin toplum hayatından yok olacağı tezini savunan, ancak yarım asra varan bir süre sonunda dinin güçleneceğini iddia ederek önceki tezlerinden vazgeçtiğini açıklayan, sosyal teorisyenlerden Peter L. Berger, “Modern toplumlarda dinin geçirdiği kriz yüzünden sosyal evsizlik sorunu ‘metafiziksel’ bir yapıya bürünerek, evrende evsizlik sorununa dönüştü.” diyordu.

Cihan Aktaş, Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği eserinin önsözünde, “Modern uygarlığın yükselişi, aile kurumunu gerçek kılan değerleri tüketerek gerçekleşti.” derken tam da anlatılmak isteneni özetlemektedir. Ayrıca “aile kurumunun modernist değerler ve bununla birlikte kökü eskilere dayanan bir takım kabuller nedeniyle yaşadığı problemleri de ele almaktadır” ki, burada ailenin problemleri arasında zamanla içerisi boşaltılan ve dinin temel kabulleri ile çatışır hale gelen, geleneksel ilişki biçimlerine de, haklı olarak zımnî atıfta bulunmaktadır.

Batı dünyasında dillerden düşürülmeyen özgürlük konusu, Batının kendi kabulleri çerçevesinde büyük sorunlar taşımaktadır. İnsanı, daha doğrusu aileyi, tek dünyalı ve sadece maddi yönü ile ele alan ve ihtiyaçlarını bu çerçevede görerek kabul eden anlayışın, toplumsal huzur ve mutluluk vadi gerçekleşmedi ve gittikçe de karamsar bir gelecek resmi verdi/veriyor. “Gerçekte özgürlük yürek işidir, bilinç işidir; bir koltukla, bir banka cüzdanıyla, bir unvanla sağlanabilir bir değer değildir. Özgürlük sorumlulukların bilincinde olmayı gerektirir; boş vermişliği ve aldırışsızlığı değil. Özgür olmak amaçlı olabilmektir de; sonuna kadar götürülebilecek yüce bir amaca sahip çıkmaktır. Paylaşmayı, bağlanmayı, fedakârlık etmeyi bilmektir özgürlük; başına buyruk, sorumsuz ve umursuz davranabilmek değil.” Aktaş, kitabın son bölümünde, “Yeni Çekirdek Ailenin Misyonu“nu tartışırken, büyük ailelerden koparılarak kurulan çekirdek aileler, bölünen ihtiyaç birimleriyle daha fazla sayıda ev ve eşya tüketimini haber verirler. Yorgun ve yılgın üyelerinin akşam üzerleri sığındığı ve ertesi iş gününe hazırlandığı çatısıyla kapitalizmin motorize gücü olan çekirdek aile ortamı, mekanik ve katı kişilikler üretmektedir. Yaşlıların yaşadığı toplumsal trajediyi düşünmek bile bu yargıyı doğrulamaya yeter niteliktedir. Aktaş devamla, “tüketim” eksenli anlayışların temelde insanı tükettiğini ve tükenen insanın sorunlarını tartışmaktadır. Gerek tüketim gerekse de çekirdek ailenin yaygınlaştığı ortamlarda yaşayan müslüman bireyin bu sorunlardan her haliyle müstağni olması düşünülemez. Hem Doğu hem de Batı toplumlarında çekirdek ailenin yaygınlığı modernitenin evrenselliğini dayatmasından bağımsız değildir. Bu olgusal durum dikkate alınınca, yaşanılan sorunların yaygınlığı, yapısal anlamda modernizmin etki alanı kadar geniştir.