> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Siyer-i Nebi > Tebük
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tebük  (Okunma Sayısı 1526 defa)
08 Mart 2010, 10:39:38
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 08 Mart 2010, 10:39:38 »



Tebük

Huneyn savaşından kısa bir süre sonra İmparator Herakliyus Kudüs´e giden Kutsal yolu tekrar inşa ettirdi. Bu Kur´anda önceden haber verilen ve O gün mü´minler sevineceklerdir» (Rum: 4) diye ifade edilen Bizanslıla­rın İranlılara karşı kesin zaferini noktalıyordu. İranlıların Suriye´den ve Mısır´dan askerlerini çekmek zorunda kal­maları da bir sevinç kaynağıydı. Fakat Suriye´de bir tehli­kenin yerini diğeri almıştı. îslâm devletinin sadece bu ta­raftan bir tehlike ile karşı karşıya olduğu söylenebilirdi. Medine´de Herakliyus´un Medine´ye karşı uzun bir sefer düzenlemek üzere ordusuna bir yıllık avans verdiği söy­lentileri dolaşıyordu. Bunun yanısıra Bizanslıların güney­de Belke´ya kadar geldikleri ve Lehm, Cudam, Gassan ve Amile kabilelerini ele geçirdikleri söyleniyordu. Bu haber­ler bir bakıma abartma, bir bakıma da gerçeğin tam ter­si idi. Herakliyus´un îran seferi sırasında rüyasında kendi­sini İslâm´a çağırmak için mektup yazan adamla özdeşleş­tirdiği «sünnetli bir adamın» Suriye krallığını ele geçirili­şini gördüğü henüz herkesçe bilinmiyordu. Gördüğü rüya öylesine etkili ve açıktı ki Herakliyus´un güneye doğru ya­yılmasını engelledi ve bir dereceye kadar Suriye´yi savun­masına neden oldu. Herakliyus Kudüs´ten Humus´a çekil­mişti. Orada, tüm bu bölgenin fethedileceğinden emin ola­rak generallerine, kuzeydeki diğer bölgelere yayılmaması şartıyla Suriye bölgesini Peygamber (s.a.v.)´e veren bir an­laşma yapmayı önerdi. Generallerin bu fikre çok şaşırmalan ve kesinlikle karşı çıkmaları onun bu plânı yürürlük­ten kaldırmasına neden oldu. Fakat Herakliyus gördüğü rüyayı hiçbir zaman unutmadı.

Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.) de Allah´ın İslâm or­dularına Suriye kapılarını açacağından emindi. Ya zama­nının geldiğini düşünerek ya da kaçınılmaz kuzey seferi için ordularına deneyim kazandırmak için Biaznslılara kar­şı bir sefer düzenleyeceklerini açıkladı. Daha sonra şimdi­ye kadar kumanda ettiği en büyük ve en iyi silahlarla do­nanmış bir ordu kurmaya başladı. O zamana kadar, bu tür durumlarda asıl amacını gizli tutmak ve hazırlıkları müm­kün olduğu kadar gizli yapmak adetiydi. Fakat bu kez giz­lilik yoktur. Mekke´ye ve diğer müttefik kabilelere Suriye seferi için silahlı ve binekli adamlar göndermeleri için haber gönderildi.

M.S. 630 yılının Ocak ayının başlarıydı. Mevsim her za­man sıcak olurdu, fakat o yıl bir kuraklık olmuştu ve ısı her zamankinden daha yüksekti. Aynı zamanda olgun ve taze meyve yeme zamanıydı. Bu iki durum sefere katılma­mak için ilk sebep teşkil ediyordu. Üçüncü neden ise im­paratorluk lejyonlarının dehşet verici şöhretiydi. Münafık­lar ve Müslümanlardan az samimi olanlar Peygamber (s. a.v)´e gelip çeşitli nedenler öne sürerek sefere gitmemek için izin istediler. Bedevilerin çoğu da böyle yaptı. Geride kalanlar içinde dört salih imanlı kişi de vardı: Ka´b îbn Malık, Hazreç´ten iki kişi ve Evs´ten bir adam. Bunlar ev­de kalmak için kesin bir karar almamışlar ve Özürler Öne sürmemişlerdi. O mevsimde Medine´den ayrılmak onlara o kadar sevimsiz gelmişti ki, hazırlık yapmaya başlayama-mışlar ve bu işi bugünden yarma ertelenmişlerdi. Uyandık­larında ise vakit çok geçti ve birlikler gitmişti. Fakat ço­ğunluk hızla hazırlığa koyulmuşlar ve zenginler daha faz­la para yardımı yapma konusunda yarışmışlardı. Osman tek başına onbin adama alet ve binek sağladı. Böyle oldu­ğu halde gitmek isteyen herkese yetecek kadar binsk ve alet yoktu. O sırada inen bir âyet (Tevbe: 92) Peygamber (s.a.v.)´in binek ve alet sağlayamadığı için istemeyerek geri çevirdiği, bunun üzerine ağlamaya başlayan «yedi ağ­layan kişiyi beş fakir Ensar ve Muzeyne ile Gatafan dan iki bedevi hafızalara işliyordu.

Bütün bedevi müttefikler de katıldıktan sonra ordu, onbini atlı, otuz bin kişiye yaklaşmıştı. Şehrin dışına bir kamp kurulmuş ve herkes hazır olup Peygamber (s.a.v.) de yola çıkıp kumandayı ele alana kadar Ebu Bekirin yö­netimine verilmişti.

Peygamber (s.a.v.) Ali´ (r.a)´yi. ailesine bakmak üzere Medine´de bırakmıştı. Fakat münafıklar Peygamber´in onu bir fazlalık olarak gördüğü ve gözünün önünden uzak tu­tarak ondan kurtulduğu söylentisini yaydılar. Bunu duyan Ali (r.a) o kadar üzülmüştü ki zırhını giydi, silahlarını ku­şandı ve ona katılmak için yalvarmaya niyetlenerek Pey­gamber (s.a.v.) e ilk konaklardan birinde yetişti. Ona in­sanların neler konuştuklarını anlattı. O da: «Yalan söylü­yorlar. Geride bıraktıklarım için orada kalmanı emrediyo­rum. Geri dön ve beni hem kendi ailende, hem de benim ailemde temsil et. Ey Ali, benden sonra Peygamber gelme­mesinden başka, senin bana, Musa´nın Harun´a yakınlığı gibi yakın olmandan memnun değil misin?»[1] dedi.

Kuzeye doğru ilerlerken birgün sabah namazında Peygamber (s.a.v.) abdest almakta gecikti. Adamlar saf­lara dizilmişlerdi; namaz kılmadan önce güneşin doğma­sından korkana dek onu beklediler. Daha sonra Abdurrah-man îbn Avf (r.a)´ın imamlık yapmasına karar verildi Peygamber (s.a.v.) geldiğinde hemen hemen birinci rekatı bitirmişlerdi. Abdurrahman (r.a) tam geri çekilecekken Peygamber (s.a.v.) onu yerinde kalması için itti ve ken­disi de cemaate katıldı. Cemaat, namazı bitirip selâm ve­rince Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı ve kaçırdığı rekatı kıldı. Bitirdikten sonra: «îyi yaptınız, çünkü hiçbir Pey­gamber ümmetinden takva sahibi binnin arkasında namaz kılmadıkça ölmez[2] dedi.

O sırada Medine´de, yaklaşık olarak ordu yola çıktık­tan on gün sonra, geride kalan dört mü´minden biri olan Hazreç´li Ebu Hayseme (r.a) çok sıcak bir günde bahçesin­deki ağaçların gölgesine gitti. Orada iki kulübe vardı. Ha­nımlarının, ikisi kulübeye de su serpmiş olduğunu gördü. İkisinin de kendisi için yemek hazırlamış ve içmesi için toprak testilerde su soğutulmuştu. Kulübelerden birisinin kapı eşiğinde ayakta durdu ve: «Allah´ın Rasulü güneşin sıcağı altında, sıcak rüzgarlarla kavrulmuş. Ebu Hayse­me ise serin bir gölgelikte onun için kendi evinde yemek ve hanımları hazırlanmış!» dedi. Daha sonra hanımlarına dönerek: «Vallahi, Allah´ın Rasulü´ne yetişmeden ikinizin de kulübesine girmeyeceğim. Bu nedenle benim için erzak hazırlayın» dedi. Hanımları onun için erzak hazırladılar. Ebu Hayseme devesini semerleyerek hızla ordunun arka­sından yola çıktı.

Medine´de Kudüs´e giden yolun hemen hemen tam or­tasında Peygamber (s.a.v.) bir gece: «İnşallah yarın Tebûk akarsuyuna ulaşacaksınız. Güneş kızana kadar oraya varamayacaksınız. Ona ulaşan kimse ben gelinceye kadar suya dokunmasın» dedi. Fakat oraya ilk varan iki kişi kay­naktan içtiler. Ordunun büyük bir kısmı geldiğinde bir kaç damla su kalmıştı. Peygamber (s.a.v.) bu iki kişiyi sert bir dille azarladı ve birkaç kişiye çukurlarda bulabildikleri kadar suyu toplayıp eski bir deri parçasına doldurmaları­nı söyledi. Yeteri kadar su toplandığında kabın içinde el­lerini ve yüzünü yıkayıp kaynağın ağzını kapatan kayanın üstüne serpti ve ellerini onun üstünden geçirerek Allah´ın dilediği şekilde dua etti. Daha sonra gökgürültüsü gibi bir sesle birlikte su fışkırdı. Bütün adamlar ihtiyaçlarını kar­şıladıktan sonra bile hâlâ su akıyordu. Peygamber (s.a.v.), yanında duran Mu´az [3]döndü ve: Ey Mu´az, belki sen bu yerin bahçelerle dolu bir vadi olduğunu görene kadar ya­şayacaksın» dedi. Gerçekten de söylediği gibi oldu.

Peygamber (s.a.v.) ordu ile yola çıkmayı kaçıran dört mü´minin hatası üzerine üzülmüş ve hayal kırıklığına uğramıştı. Tebûk´e ulaştıktan birkaç gün sonra onlara yeti­şen Hayseme için de daha önceden üzülmüştü. Yalnız yol­cunun yaklaştığı görüldüğünde, henüz yüz hatları belirgin olmamasına rağmen Peygamber (s.a.v.) dua eder gibi: «Ebu Hayseme olsa!» dedi. Adam onlara yaklaşıp selâm verdi­ğinde de: «Yazıklar olsun sana Ebu Hayseme!» dedi. Fakat neler olduğunu dinledikten sonra onu affetti.

Ordu Tebûk´te yirmi gün kaldı. Bizans´tan gelen tehli­ke söylentilerinin gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Diğer taraftan bu Suriye´nin fethi için uygun bir zaman da de­ğildi, Fakat o günlerde Peygamber (s.a.v.) Akabe körfe­zinde ve doğudaki sahillerde yaşayan hristiyan ve yahudi kabileleriyîe bir barış anlaşması yaptı. Yıllık haraç karşı­lığında onlara îslâm devletinin himayesi vadediliyordu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) Haüd (r.a)´i yirmisi atlı dörtyüz kişiyle Tebûk´ün kuzey-doğusundaki Dumat el-Cendel´e göndererek ordunun geri kalan kısmıyla birlikte Medine´ye döndü. Bu Önemli kale Suriye´ye giden yollar­dan birinin ve Medine´den Irak´a giden yolun üzerindeydi. Buranın hristiyan yöneticisi Ukeydir, Halid (r.a) tarafın­dan yenilip esir edilince çok şaşırmıştı. Halid, onu Medi­ne´ye götürdü. Ukeydir (r.a) Medine´de Peygamber (s.a.v)´e biat ederek Müslüman oldu.

80.TEBÛK´TEN SONRA

Bedir´den dönüş gibi, Tebûk´ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) ´in .kızların­dan biri daha, Ümmü Gülsüm (r.a) ölmüştü. Bu sefer kızı­nın kocası da Medine´de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.a) ´a eğer bekâr bir kı­zı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.

Sefere katılmayan münafıklar teker teker Peygam­ber (s.a.v.)´e gittiler ve özürlerini beyan ettiler. Peygam­ber (s.a.v.) onları, Allah´ın gizli düşünceleri bildiğini söy­leyerek uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü´mine, Allah´onlar hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü´minîere de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah´ın onları affettiğini ilân etti. Bu ko­nu da nazil olan ayetler şöyleydi:

«(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tebük
« Posted on: 19 Nisan 2024, 05:16:33 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tebük rüya tabiri,Tebük mekke canlı, Tebük kabe canlı yayın, Tebük Üç boyutlu kuran oku Tebük kuran ı kerim, Tebük peygamber kıssaları,Tebük ilitam ders soruları, Tebük önlisans arapça,
Logged
08 Mart 2010, 10:47:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 08 Mart 2010, 10:47:48 »

82. GELECEK

Peygamber (s.a.v.): «Ümmetimin en iyisi benim dönemimdedir-, sonra onlardan sonrakiler daha sonra onlardan sonrakiler gelir»[26] dedi ve kendi çağında yaşayan ümmeti­nin, yani Ashabının çokluğuna sevindi. Bir´keresinde asha­bından on kişiye uğradı ve onları Cennetle müjdeledi. Bun­lar; Ebu Bekir, Osman, Ali, Abdurrahman îbn Avf, Ebu Ubeyde, Talha, Zübeyr, Zühre´i Sa´d ve Hanif olan Zeydl-in oğlu Sa´d idi. Onlardan önce diğer bazı kimseleri de cennetle müjdelemişti. Hadis kitapları onun bu on kişi ile ilgili övgülerinden ve bunlardan başka kimselere de cen­netle ilgili verdiği haberlerden bahseder, örneğin bir ha­diste: «Cennet şu üç kişiyi arzular: «Ali, Amnıâr[27] ve Selman»[28] buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Fatuna (r.a) ya da şöyle demiştir: «Sen, îmran´ın kızı Meryem hariç, Cennet­teki kadınların en üstünüsün»[29]. Ali (r.a)´nin Peygamber (s. a.v.)´den aldığı hikmeti gelecek nesillere ulaştıracak olan en önemli ileticilerden biri olacağına işaret ederek onun hakkında; «Ben bilginin şehriyim, Ali de onun kapısı»[30]. Umuma, hitaben de: «Benim Ashabım yıldızlar gibidirler; hangisini izlerseniz hidayet bulursunuz»[31] demiştir.

Tebûk´ten döndükten sonra adamlar kendi aralarında artık savaşın bittiğini düşünerek konuşmuşlardı. Onuncu yıl boyunca çeşitli delegelerin gelmeye devam etmesiyle bu düşünce o denli yerleşti ki, mü´minlerin çoğu silah ve zırhlarını satmaya başladılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca,, böyle yapmalarını yasakladı ve: «Ümme­timden bir bölümü, Deccal gelinceye kadar hak için savaş­maya devam edecek» dedi. Bunun yamsıra: «Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız»[32] ve «Ken­disinden sonra daha kötüsü gelmeyecek olan hiçbir za­man olmaz»[33] da demiştir. O insanları, ümmetinin bozulma sonucunda hristiyan ve yahudilerj izlemeye başlayacağını söyleyerek uyarmıştır: «Siz, onları adım adım zira´ zira´ izleyeceksiniz, öyle ki eğer onları zehirli bir kertenkele çukuruna girseler, siz yine onların peşinden gideceksiniz[34] Kıyametten önce insanlığın genelde yaşayacağı en büyük düşüşü de ifade ediyordu: «İslâm garip olarak başladı, yi­ne garip olacaktır»[35]. Yine de Allah´ın onları bırakmayaca­ğım vadetmekten geri kalmamıştır: «Allah, bu ümmete her yüzyılın başında dinini yenileyecek birini gönderecektir»[36]. Bir başka sefer Ashabdan bazıları Peygamber (s.a.v.)´in «Ey kardeşlerim!» diye birkaç kez bağırdığını duymuşlar­dı. Ey Allah´ın Rasulü, biz senin kardeşlerin değilmiyiz diye sorduklarında: «Sizler benim arkadaş lanınsınız. Fa­kat benim kardeşlerim henüz gelmeyenler arasındadırlar Başka rivayetlerde de: «Son günlerde gelecek olanlardır» cevabını vermişti. Konuşma tarzı büyük ruhsal öneme sa­hip olan kişilerden bahsettiğini gösteriyordu.

Son günlerin çok kötü olmasına rağmen o günlerde, doğru yolu bulmuş anlamına gelen Mehdi adında bir hali­fenin çıkacağını da haber vermiştir; «Mehdi benim ümme­timden çıkacak, geniş alınlı ve uzun burunlu olacak. Da­ha önceden kötülük ve zulümle dolu olan dünyayı doğru­luk ve adaletle dolduracak. Yedi yıl hükmedecek.»[37].

En sonunda Mehdi´den sonra veya onun hükmünün son yıllarda Deccal gelecek, «sağ gözü üzüm gibi, tüm ışığı gitmiş kör bir adam»[38]. Yeryüzünde büyük tahribat yapa­cak ve anlattığı yalanlarla da daha da çok insanı kendi tarafına çekecek. Fakat ona karşı savaşan bir grup mü´min bulunacak. «Onlar savaşmak için dayanırken» dedi Peygam­ber, (s.a.v.) «namaz kılmak için saflara dizildiklerinde Meryem oğlu İsa gökten inecek ve onlara imamlık yapa­cak. Allah´ın düşmanı, İsa´yı görünce, tuzun suda eridiği gibi eriyecek. Eğer bırakılsa hiç kaîmaymcaya kadar erir; fakat Allah, onu tsa´nm eline düşürecek. İsa (a.s.) da onun kanını mızrağının ucunda insanlara gösterecek» [39].

Peygamber (s.a.v.) aynı zamanda kıyametin yaklaştı­ğını gösteren birçok işaretleri de haber vermiştir. Bunlar­dan biri insanların çok yüksdk binalar inşa etmesidir. Ömer´in oğlu Abdullah (r.a) ın babasından rivayet ettiği bir hadiste bu belirtiler daha açık bir şekilde anlaşılmıştır:

Ömer anlatıyor: «Günün birinde, Resulullah (s.a.v.)´in yanında bulunduğumuz sırada elbibesi bembeyaz, saçları simsiyah üzerinde yolculuk belirtileri görülmeyen ve böyle iken hiç birimizce tanınmayan bir kimse geldi. Nihayet

Kur´an´da açıkça sözü edilmeyen ve islam "bilginleri arasın­da çeşitli biçimlerde ve görüşlerde ele alınan bu konuya iliş­kin daha geniş bilgi için bakınız: Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Cilt I. Sayfa 681-696, İstanbul 1980; Ebul Âlâ. el Mevdudi, islam´da îhya Hareketleri, s. 46-48, Ankara, 1967; Avni tlhan, Mehdilik, İzmir, 1978 (İNSAN Y.)

Peygamber (s.a.v)´in yanma oturdu. Dizlerini dizlerine da­yadı, her iki avucunu iki uyluğu üzerine koyup: «Ya Muhammed, İslâm nedir? Bana söyle« dedi. Rasulullah (s.a.v.) «İslâm Allah´tan başka hiç bir ilah olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan´da oruç tutman ve yoluna gücün yeterse Beyt´i hac etmendir» dedi. O: «Doğru söylüyorsun» dedi. Biz hem soruyor hem de doğ­ruluyor diye onun haline şaşırdık. Ondan sonra «îman ne~ dir? Bana söyle» dedi. Rasulullah (s.a.v.): «Allah´a, melek­lerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe iman etmendir. Bir de hayır ve şer kadere iman etmendir» dedi. O; «Doğru söylüyorsun» dedi. Ve: «İhsan nedir?» diye sor­du. RasuluIIah (s.a.v.); «Allah´a sanki görüyormuş gibi iba­det etmendir. Çünkü sen O´nu görmüyorsan da O seni gö­rüyor» dedi. O yine: «Doğru söylüyorsun» dedi ve «Saat´i (Kıyameti veya ne zaman kopacağını) bana haber ver» diye devam etti. Resulullah (s.a.v.): «Bu konuda sorulanın sorandan daha fazla bilgisi yoktur» diye cevap verdi. O: «öyle ise emarelerini (belirtilerini) bildir» dedi. Rasu­luIIah (s.a.v.) cevap olarak. «Cariyenin kendi sahibini do­ğurması´[40] ve yalın ayak, sırtı çıplak, fakir koyun çobanları­nın hangimizin kurduğu bina daha yüksek diye yanşa çıktıklarını görmendir» dedi. Bundan sonra o kimse gitti, o gittikten sonra bir sure kaldım! sonra Peygamber (s.a.v.) «Ya Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. «Allah ve Rasulü daha iyi bilir» dedim. Peygamber (s.a.v.) «O Cibril idi. Size dininizi öğretmek için geldi de­di»[41].

83. VEDA HACCÎ

Peygamber (s.a.v.) Medine´de iken Ramazan ayında, ayın ortalarında Mescid´de on günlük bir inzivaya çekil­meyi ütikaf adet haline getirmişti, arkadaşlarından bazı­ları da ona katılırlardı. Fakat o yıl kararlaştırılan on gün­den başka bir on gün daha mescidde kaldılar. Yani Ramazan´ın son yirmi gününü itikafta geçirdiler. Her Ramazan´da Cebrail gelir ve hafızasında vahiyden bir bölümün silinip silinmediğini anlamak için onu kontrol ederdi. Bu yıl Peygamber (s.a.v.) Katıma (r.a)´ya gizlice henüz başka­larına söylenmemesi gereken bir sır verdi: «Her yıl bir kez Cebrail bana Kur´an´ı okur ben de ona okurum: fakat bu yıl bana iki kez okudu. Zamanımın geldiğini düşünüyo­rum»[42].

Şevval ayı geçti; yılın onbirinci ayında Medine´de, Hac´da Peygamber (s.a.v.)´in önderlik edeceği haberi ya­yıldı. Bu haberler çöl kabilelerine de ulaştırıldı ve her adı­mında Peygamber (s.a.v.)´le olmak için vahaya her taraf­tan akın akın insanlar gelmeye başladı. Bu Hac, yüzyıllar­dan beri yapılan haclara hiç benzemeyecekti: hacıların tü­mü bir tek Allah´a inanan kimseler olacak ve hiçbir putpe­rest putperestçe ibadetleriyle Kutsal Ev´i kirletmeyecekti. Ayın sona ermesine beş gün kala Peygamber (s.a.v.) otuz-bin kadın ve erkeğin başında Medine´den yola çıktı. Pey­gamber (s.a.v.)´in hanımlarının hepsi, Abdurrahman İbn Avf (r.a) ve Osman îbn Affan (r.a) tarafından yedilen deve­lerin üstündeydi. Ebu Bekir (r.a)´in yanında hanımı Esma (r.a) da vardı. îlk konaklardan birinde Esma, Muhammed adını verdikleri bir erkek çocuğu doğurdu. Ebu Bekir (r.a) onu Medine´ye geri göndermek istiyordu, fakat Peygam­ber (s.a.v.) ona, hanımına gusül abdesti almasını, Hac için niyet etmesini söyledikten sonra birlikte planlandığı şekilde hacca gitmelerini söyledi.

Medine´den ayrılışın onuncu gününün akşamı Pey­gamber (s.a.v.) Mekke´yi fethetmeye giderken geçtikleri bir geçide ulaştı. Orada bir gece geçirdikten sonra ertesi sabah Vadi´ye inmeye başladılar. Peygamber (s.a.v.) Kâ´be´yi gördüğünde devesinin ipini sol eline alarak sağ elini yukarı kaldırıp açtı ve dua etti: «Allah´ım, bu Evin insan­lardan gördüğü saygı lütuf, bağlılık ve rahmeti artır!»[43] Mescide girdi, tavaf ettikten sonra İbrahim makamın­da namaz kıldı. Daha sonra Safa´ya giderek Safa ile Mer-ve arasında yedi kez gidip geldi: Yanındakiler her yerde yaptığı duaların tam sözlerini hazıfalannda saklamak içm çaba sarf ediyorlardı.

Daha sonra Mescid´e girerek, önce de olduğu gibi anah­tarlarını koruyan Abdu´l-Dar´dan Osman (r.a)´ı ve Usame (r.a) ile Bilâl (r.a)´i yanma alarak Kâ´beye girdi. Fakat o ak­şam Aişe´yi çadırında ziyafet ettiğinde Aişe onun üzgün olduğunu farketti. Sebebini sorduğunda: «Bugün birşey yaptım, keşke yapmasaydım. Kâ´be´ye girdim, Ümmetim­den bazıları» dedi gelecekteki Müslümanları kastederek, «içeri giremeyebilirler ve bu nedenle nefislerinde huzursuz­luk hissedebilirler. Biz sadece onu tavaf etmekle emrolunduk, içine girmekle değil»[44] dedi.

Ümmü Hani (r.a)´nin kendi evinde kalması için tüm ıs­rarlarına rağmen Peygamber (s.a.v.) Mekke´deki evler­den hiçbirinde kalmayı kabul etmedi. Yeni ayın sekizinci gününde tüm hacılarla birlikte Mina´ya gitti. Geceyi orada ge­çirdikten sonra, sabahleyin Haram bölgenin hemen dışın­da, Mekke´nin onüç mil doğusunda geniş bir vadi olan Arafe´ye gitti. Arafe, Taif´e giden yol üzerindeydi ve kuzey ve doğudan Taif dağlarıyla çevrilmişti. Fakat bunların hep­sinden ayrı her tarafı vadi tarafından çevrelenmiş ve vadi ile aynı adı taşıyan, bazen de Rahmet dağı denilen bir dağ vardı. Her ne kadar aşağılara kadar ya...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Mart 2010, 13:23:37
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 08 Mart 2010, 13:23:37 »

85. CENAZENİN GÖMÜLMESİ VE HİLAFET

İlk olarak Abbas´ın dikatini çeken belirtilen bir süre sonra diğerleri de farkettiler. Peygamber (s.a.v.) daha öl­meden Ümmü Eymen (r.a) oğluna Peygamber (s.a.v.) ´in Öl­mek üzere olduğunu bildiren bir haber gönderdi. Kuzeye yürümek için kamp zaten kaldırılmıştı. Fakat Üsame he­men Medine´ye dönme emri verdi. Ömer (r.a)´in de içlerin­de bulunduğu Ashab´dan ilk Müslüman olan birçok kişi ordu ile birlikteydi. Şehre vardıklarında ölümün gerçekleş­tiği haberini duyduklarında Ömer bunu kabul etmeyi red­detti. Ömer (r.a) Kur´an´ın bir âyetini yanlış tefsir ettiği için bu âyetin Peygamber (s.a.v.)´in onların neslinde ve gelecek nesillerde sürekli yaşayacağı anlamına geldiğini zannetmişti. Bu nedenle Mescidde ayağa kalkmış, insanla­ra Peygamber (s.a.v.)´in sadece ruhen yok olduğunu ve bir süre sonra geri "geleceğini anlatıyordu. O bu şekilde konu­şurken Ebu Bekir (r.a) at sırtında Sunh´tan geldi. Çünkü haberler hızla tüm vahaya yayılmıştı. Ebu Bekir hiç kim­senin konuşmasını durdurmadan doğruca kızının evine gitti. Peygamber (s.a.v.)´in yüzünden Örttükleri örtüyü çekti. Ûna baktı ve öptü. «Ey bana annemden ve babam­dan daha sevgili olan» dedi, «Allah´ın senin için yazdığı ölümü tattın. Bundan sonra sana hiçbir ölüm gelmeyecek.» Daha sonra yavaşça örtüyü tekrar yüzüne örttü ve Ömer (r.a)´in hitap ettiği insan kalabalığına doğru yöneldi. İnsan kalabalığına yaklaştığında: «Yavaş ol Ömer!» dedi. «Beni

ziyaretlerden birinde Aişe onun kızma bırşeyler söylediğini kızının da bunun üzerine ağlamaya başladığını gördü. Daha sonra ona bir sır daha verdi, bu kez gözyaşlarının arasında gülümsemeye başladı. O ayrılırken Aişe (r.a) Peygamber (s.a.v.)´în ne söylediğini sordu, fakat Fatıma (r.a) bunun bir sır olduğunu ve kimseye açamayacağını söyledi Ancak daha sonralan Fatıma ona bu sırrı açıkladı- «Peygamber (s.a.v) bana bu hastalıktan öleceğini söyledi, ben de ağla­dım. Daha sonra bana ev halkından ona ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi, ben de güldüm»´2.

Peygamber (s.a.v.) hastalığı sırasında acı çekiyor du, acının çok ağniaştığı bir sırada karısı Safiye (r.a) «Ey Allah´ın Peygamberi, senin çektiğini keşke ben çeksey­dim!» dedi. Bunun üzerine diğer hanımları birbirlerine baktılar ve aralarında bunun münafıklık olduğunu fısıl-daştılar. Peygamber (sa.v.) onları gördü ve «Gidin ağzı­nızı yıkayın» dedi. Ona niçin olduğunu sorduklarında«Çünkü arkadaşınıza iftira ediyorsunuz. Vallahi, o tüm sa-mimiyetiyle gerçeği söyledi»´" cevabım verdi.

Ümmü Eymen (r.a) de sürekli onun yanındaydı ve ara-ara oğîuna Peygamber (sa.v.)´in durumu ile ilgili haber­ler gönderiyordu. Üsame (r.a), Allah bir yol gösterinceye kadar daha fazla ilerlemeyip Curf´ta kalmaya karar vermişti. Takat bir sabah ulaşan kötü haberler nedeniyle Mc dine´ye geldi ve ağlayarak, şuuru yerinde olduğu halde ko­nuşamayacak kadar hasta olan Peygamber (sa.v)´in ya­nına gitti Üsame (r.a), onun üzerine eğildi vo öptü. Pey­gamber (s.a.v.) elini Sema´dan rahmet dilercesine yukarı doğru kaldırdı ve. Daha sonra elinin İçindekileri, üzün­tü içinde kampa dönen Üsame´nin eline boşaltırmış gibi bir hareket yaptı.

Ertesi gün Hicret´in onbirinci yılının RebiüI-Evvel ayı-Tam Pazartesiye denk gelen onikinci günü idi, yani M. S 632 Haziranının sekizinci günü. O sabah erkenden Peygamber (s.a.v.)´in ateşi düştü ve çok güçsüz olmasına rağmen ezan onun Mescid´e gitmeye karar vermesine neden oldu. O içeri girdiğinde namaz başlamıştı ve insanlar onu gör­düklerinde sevinçten neredeyse namazdan çıkacaklardı, fakat Peygamber, (s.a.v) onlara devam etmelerini işaret et­ti. Bir süre onları seyretti ve davranışlarmdaki takvayı gö­rerek yüzü sevinçten parladı. Yanında Fadl (r.a) ve azatlı kölesi Sevban (r.a)´in-yardımıyla ilerlerken yüzü hâlâ par­lıyordu. «Peygamber (s.a.v)´in yüzünü o andaki kadar gü­zelken hiç görmemiştim» dedi Enes (r.a) Ebu Bekir (r.a) arkasındaki´saflarda bir hareket olduğunun farkındaydı. Bu­nun sadece bir tek Sebebinin olabileceğini "Ve arkadan yak-" lastiğini duyduğu adamın Peygamber (s.a.v.)´den başkası olmadığını biliyordu. Bu nedenle başını çevirmeden bir adım geri çekildi. Fakat Peygamber (s.a.v.) elini onun omuzuna koydu ve «Namazı sen kıldır» diyerek onu tekrai cemaatın önüne doğru itti. Kendisi de Ebu Bekir´in sağı­na oturdu ve oturarak namaz kıldı.

Onun bu iyileşmesi büyük bir sevinç yaratmıştı. Na­mazdan kısa bir süre sonra Usaine, Peygamber (s.a.v)´i daha kötü bulacağını umarak dönmüştü, fakat onu daha iyi görünce çok sevindi. Peygamber (s.a.v.) «Allah´ın rah­meti ile yola çık» dedi Bunun üzerine Üsame ona veân etti ve Curf´a geri dönerek adamlarına kuzeye yürümek için hazırlanmalarını emretti. O sırada Ebu Bekir (r.a) yu­karı Medine´ye doğru yola çıkmıştı. Esma (r.a) ile evlenme­den çok önce Ebu Bekir (r.a), on yıl önce vahaya geldiğinde yanında kaldığı Hazreçli Hârise´nin kızı Habibe ile nişan­lanmıştı. Uzun süre nişanlı kaldıktan sonra evlenmişler­di. Habibe hâlâ Sunh´ta ailesinin yanında kalıyordu. Ebu Bekir (r.a) ´do onu orada görmeye gidiyordu.

Peygamber (s.a.v.) Fadl (r.a) ve Sevban (r.a)´ın yardı­mıyla Aişe (r.a)´nin odasına döndü. Ali (r.a) ve Abbas (r.a) da oraya kadar peşlerinden gittiler, fakat çok kalmadılar. Dışan çıktıklarında oradan geçen bazı adamlar Ali (r.a)´ye Peygamber (s.a.v.)in nasıl olduğunu sordular. «Allah´a hamdolsun» dedi Ali (r.a) «O iyi.» Fakat soranlar gittikten

dinle!» Ömer (r.a) buna aldırmadı ve devam etti. Fakat Ebu Bekir´in sesini tanıyanlar Ömer´i -bırakıp ne söyleyeceğini duymak için ona döndüler. Ebu Bekir (r.a) Allah´a hamd ettikten sonra şöyle dedi: «Ey insanlar, kim Muhammed e tapıyor idiyse gerçekten Muhammed ölmüştür; kim de Allah´a tapıyor idiyse gerçekten Allah Diridir ve ölmez.» Daha sonra Uhud´dan son/a indirilen şu âyeti okudu:

«Muhammed, yalnızca bir Peygamberdir. Ondcn önce nice Pey­gamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse siz to­puklarınız üzerinde gensin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üze­rinde gerisin geri dönen kimse, Allah´a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektİr.» (Al-i İmran: 144)

Sanki Ebu Bekir (r.a) okuyuncaya kadar bu âyeti hiç kimse duymamıştı. Ondan bu âyeti aldılar ve bu âyet dil­lerde dolaşmaya başladı. Ömer (r.a) daha sonraları şöyle anlattı:

«Ebu Bekir´in o âyeti okuduğunu duyunca o kadar şa­şırmıştım ki yere düştüm. Ayaklarım artık beni taşımıyor­du ve Allah´ın Rasulünün ölmüş olduğunu anlamıştım.»

Ali, (r.a) Zübeyr (r.a) ve Talha (r.a) ile birlikte evine çe­kilmişti. Muhacirlerin geri kalan kısmı Ebu Bekir´in etra­fında toplanmışlardı. Useyd ve kabilesinden bir çok kişi de onlara katılmıştı. Fakat Evs´li ve Hazreçli Ensarm bü­yük çoğunluğu Sa´d İbn Ubade (r.a)´nin başkanı bulundu­ğu Beni Sa´ide´nin toplantı yerinde toplanmıştı. Ebu Bekir (r.a) ve Ümer (r.a)´e, onların Peygamber (s.a.v.) irtihal et­tiğine göre yönetimin kime ait olacağı konusunda tartış­tıkları haberi ulaştı. Cnun otoritesini memnuniyetle ka­bul etmişlerdi; fakat onu kaybettikten sonra çoğu Kayle oğullarının Yesrib´li bir adamdan başkası tarafından yöneltilmemesi gerektiğini düşünüyorlardı. Çoğu Sa´d´a 0\) biat etmek üzere idi.

Ömer (r.a)), Ebu Bekir (r.a)´i toplantı yerine kendisiyle beraber gelmesi için zorladı. Ebu Ubeyde de onlarla bir­likte gitti. Sa´d hastaydı ve toplantı yerinin ortasında bir Örtüye sarınmış yatıyordu. Üç Kureyşli içeri girdiğinde Ensar´dan biri onun adına insanlara hitap etmek üzereydi. Onları görünce Allah´a hamdettikten sonra konuşmasına onları da dahil ederek başladı: «Bizler Allah´ın Ensanyız ve İs´âm´ın savaşa!, gücüyüz, ey Muhacirler, sîzler de biz­densiniz. Çünkü simden bir grup bizim aramızda yaşıyor» Konuşmacı aynı tonda konuşmaya devam etti. Muhacirle­ri de biraz övmesine vagmen, onların ilk İslâm toplumu ola­rak önemlerini gözönünde bulundurmaksızm sürekli Ensarı överek göklere çıkarıyordu. O konuşmasını bitirdiğinde Ömer (r.a) tam konuşmaya başlamak üzereydi. Fakat Ebu Bekir (r.a), onu susturdu ve nazikçe, fakat kesin bir şekil­de konuşmağa başladı. Ensann önemini kabul ettiğini söy­ledi. Fakat. İslâm´ın Arabistan´da yayıldığını ve Arapların tüm olarak Kureyş´tcn başka birinin otoritesini kabul et­meyeceğini, çünkü Kureyş´in tüm Araplar arasında eşsiz bir konumu olduğunu da belirtti. Konuşmasını bitirerek iki adamdan birini öneriyorum. Hangisini dilerseniz ona biat edin dedi. Daha sonra Ensar´dan biri kalkarak iki otoritenin olması gerektiğini söyledi. Bu ateşli bir tartışma­ya yol açtı. Ömer (r.a) bu tartışmayı şu sözleriyle susturdu: «Ey Ensar, Allah´ın. Rasulünün namazlarda imamlık yap­ma görevini Ebu Bekir´e verdiğini bilmiyor musunuz? «Bili­yoruz» diye cevap verdiler. Ömer "Peki aranızda kim onun önüne geçmek istiyor?» dedi. Allah korusun, onun önüne geçemeyiz»[58] dediler. Bunun u/erine Ömer (r.a), Ebu Bekir (r.a)´ın elini tuttu vo ena biat etti. Arkasından da Ebu Uheyde (r.a) vo diğer Muhacirler biat ettiler. Daha sonra Sa´d hariç orada bulunan Ensann tümü de biat etti­ler, Sa´d hiçbir zaman Ebu Bekir´i bir halife[59] olarak kabuî etmedi ve Suriye´ye hicret etti.

Orada ne karar almış olurlarsa olsunlar Medine´de hiç kimse Mescid´de, o orada olduğu müddetçe Ebu Bekir´in önüne geçmeyi kabul etmezdi. Ertesi gün sabah namazın­da, namazı kılmadan önce Ebu Bekir (r.a) minbere oturdu. Ömer (r.a) ayağa Kalkıp, cemaate Ebu Bekir´e biat etmele­rini emretti ve onu şöyle tanımladı: «Sizin en iyiniz, Allah´­ın Rasulünün arkadaşı,» îkisi mağarada oturduklarında ikinin ikincisi» (Tevbe: 40)

Yeni nazil olan âyetlerden birinde Ebu Bekir (r.a)´in bu önemli anda Peygamber (s.a.v.)´in tek arkadaşı olduğu belirtiliyordu[60]. Daha sonra biat eden Ali hariç tüm cemaat bir ağızdan ona bağlılık yemini ettiler[61].

Daha sonra...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes