İnsan olarak fıtratımızın en temel özelliğidir konuşmak. Pek çoğumuz mutluluğumuzu, mutsuzluğumuzu, heyecanımızı, galeyanımızı; kısacası tüm duygularımızı konuşarak aktarırız çevremizdekilere. İşlerin nasıl geçtiğini, öğretmenin derste ne söylediğini, yan komşunun annesi ile neden kavga ettiğini, ya da kuzenimizin doğum günü sürprizine ne de çok sevindiğini... Tüm bunları ve daha nicelerini heyecanla, coşkuyla, bazen de hüzün ve durgunlukla paylaşırız etrafımızla. Çoğu zaman da eşimiz olur anlattıklarımızı dinleyen muhatap. O, tüm günün iş telaşesini, patronun kaprisini hatta bazen otobüsteki, minibüsteki iki kişinin didişmesini anlatır bize. Biz de çocuğun dersleri, komşunun dertleri derken ona anlatırız pek çok mevzuyu. Kısacası konuştukça konuşur, anlattıkça açılırız.
Kimi zaman hararetli, kimi zaman sükunetli olur sözlerimiz. Bazen öyle çok heyecanlanır, öyle bir coşkuya kapılırız ki akşamı bekleyemez telefonda özetleyiveririz eşimize bir hadiseyi. Hatta konuşmayı tekrarlayacağımızın bir nişanesi olarak da ekleriz “Akşam detaylı konuşuruz” diye.
Ama bazen suskunluk çöküverir üzerimize. Her zaman konuşan taraf konuşmaz, her zaman anlatan taraf hiçbir şey paylaşmaz olur. Çoğu çift itiraf etmese de birbirine, bu sessizlik hoşa gider başlarda. Bir süreliğine de olsa sakin, sessiz ve özgür hissederiz kendimizi. Hatta belki bizi alakadar etmeyen insanlarla ilgili onca meseleyi dinlemek zorunda kalmadığımız için, mutlu olup bu sürecin devamını dahi dileyebiliriz. Fakat bir süre sonra evdeki bu sessizlik bir şeyler fısıldar kulağımıza: Eski huzurumuz da eşimizle birlikte derin bir sessizliğe gömülmüştür...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın