> Forum > ๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ > Dokuz Eylül İlitam > Sistematik Kelam > Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri  (Okunma Sayısı 2223 defa)
03 Kasım 2013, 16:46:47
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 03 Kasım 2013, 16:46:47 »



9. ÜNİTE / İMAN VE MAHİYETİ

Sözlükte, e-m-n ( أ-م- ن ) kökünden türeyen emân, emânet gibi sözcükler, öz itibarıyla korku durumunun bulunmaması, güvenlik hissi gibi duygusal
durumların yanı sıra, emîn olmak gibi bilişsel halleri de içermektedir.Kelam ilmi terminolojisinde ise, iman kavramının tanımı ve onu oluşturan
unsurların neler olduğu konusu itikadî mezheplerin yaklaşımlarına göre farklılıklar arz etmektedir. Şimdi bu tanımlamalardan öne çıkan bazılarını burada
aktaralım:
a) İman, kalbin bilgisi/mârifetidir. Bu görüşü kabul edenler, Bu görüşü kabul edenler, imanın, iman konusu olan şeyler hakkında kalpte oluşan bir bilgi
olduğunu, tasdik olmaksızın böyle bir bilginin iman için yeterli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşü kabul edenler Cehmiyye’nin kurucusu Cehm b. Safvan
(128/745), Mürcie’den Ebu’l-Hüseyin es-Sâlihî (168/785) ve bazı Şiî gruplardır.Bu görüşe karşı çıkanlar ise bakara suresi, 146.ayeti delil gösterirler.
b) İman, dil ile ikrardır :Muhammed b. el-Kerrâm tarafından kurulan Kerrâmiye fırkası ile bazı Mürcie taraftarları, imanın sadece dil ile tasdik olduğu
görüşündedir.Bunlara göre bir insanın dil ile kelime- tevhid getirmesi iman için yeterlidir. Kerrâmiye’ye göre, dil ile ikrar kişinin, münafık bile olsa, mümin
olarak kabul edilmesini sağlasa da, bu durum onun âhirette cehennemden kurtulması için yeterli değildir.
c) İman, kalp ile tasdiktir. Eş’arî ve Mâtürîdî kelamcıların hemen tamamı bu görüşü benimsemektedir. Onlara göre iman, kalbin inanılan şeyin gerçekliğini
onaylaması, doğruluğunu kabul etmesi anlamına gelmektedir. Ehl-i Sünnet kelamcıları, imanı meydana getiren ana unsurun kalbin tasdiki olduğunu
belirtmekle birlikte, dil ile ikrar ve bedenen yapılan amellerin, ondan tamamen bağımsız olduğu görüşünü doğru bulmazlar.Onlara göre kalp ile tasdik bir
insanın mü’min olması için gereklidir. Ehl-i Sünnet kelamcıları, imanın kalp ile tasdik olduğuna dair görüşlerini bazı deliller ile desteklemektedirler.T asdikin
asıl yeri dil değil, kalptir. Aksi takdirde, münafıkların kalplerinde bulunmayan tasdiki dilleri ile ifade etmelerini, geçerli bir iman olarak görmek gerekir.
d) İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrardır İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve onun yolunda giden bazı Hanefî fakihlerin benimsediği bu yaklaşıma göre tasdik,
imanın esasını oluşturan unsurdur. Ebû Hanîfe, tasdikin kalp ve dil ile gerçekleşmesi halleri üç sınıfta toplamaktadır. Buna göre, kalbinde tasdik bulunup bunu dili
ile ifade edenler, hem ALLAH Teâlâ katında hem de insanların yanında mümindir. Kalbinde tasdik bulunduğu halde, bunu dili ile yerine getirmeyenler, ALLAH katında
mümin olmakla birlikte insanların nazarında mümin kabul edilmez. Kalbinde tasdik olmadığı halde dili ile iman ikrarında bulunan kişi ise, Müslümanlara göre
mümin kabul edilse de ALLAH katında münafıktır.
e) İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile amel etmektir. Bu görüşü Hâricîler, Mu’tezile, Zeydiyye, Ashabu’l-Hadîs/Selefiyye ve bazı Sünnî fakihler
benimsemektedirler. Hâricîlere göre, imanın tanımında yer alan amel rüknünde ortaya çıkan bir kusur, yani kişinin ALLAH Teâlâ tarafından emredilenleri terk
etmesi veya yasaklanan fiilleri işlemesi, onu imandan çıkarır. Mu’tezile’ye göre amel, imanın tanımına dâhil bir rükündür. Hatta onlardan bazıları, farzların
yanı sıra nafilelerin de iman kapsamında yer aldığı görüşündedir. Buna göre, ibadetlerinde kusur gösteren veya büyük günah işleyen kişinin imanı makbul bir
iman değildir. Mu’tezile de Hâricîler gibi, bu durumdaki birinin imandan çıkmış olduğunu benimserler. Ancak onlardan farklı olarak, bu kişinin küfre girmediğini,
ikisi arasında bir konumda (el-menzile beyne’l-menzileteyn) bulunduğunu ileri sürerler. Başta Ahmed b. Hanbel (241/855) olmak üzere Ashâbu’l-Hadîsin
önde gelen isimleri ve İmam Mâlik (179/795), İmam Evzâî (157/774) ve İmam Şâfiî (204/819) gibi Sünnî bazı fakîhler ise, amelin imana dâhil bir rükün
olduğunu kabul etmelerine rağmen, bu alanda ortaya çıkan kusur sebebiyle kimsenin imandan çıkmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Bu durumda
bulunan birisinin, âhirette ALLAH Teâlâ tarafından affedilmesini ummakla birlikte, yaptıklarından dolayı cezalandırılmasından korktuklarını ifade etmişlerdir.
Diğer bir ifadeyle böyle bir kişinin âhiretteki durumunu ALLAH’a havale etmişler, imanı sebebiyle ebedî olarak cehennemde kalmayacağını, ancak günahları
münasebetiyle, ALLAH Teâlâ affetmeyecek olursa, cezası miktarınca cehenneme girebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu son görüş aslında, hadîs ehlinin yanı sıra
Ehl-i Sünnet kelamcılarının da ortak görüşüdür.

İMAN-İSLÂM KAVRAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

Mu’tezile’ye göre, iman ve islâm tabirleri aynı hakikati anlatmak için kullanılan kelimelerdendir. Onlar, amel etmenin imana dâhil olduğunu açıklamak üzere,
bu iki kavramın eşanlamlılığını ileri sürmüşlerdir. İki kavram arasında bir fark olmadığı görüşünde olanlardan bir diğeri de Mâtürîdîlerdir. Eş’arî kelamcıların
meseleye yaklaşımları ise daha farklıdır. Onlara göre, iki kavram arasında bazı farklar bulunmaktadır. İman tasdik, islâm ise boyun eğme ve kabul
anlamlarına gelmektedir. Bu ise, islâm kavramının iman kavramına göre daha geniş olduğu ve onu kapsadığı anlamına gelmektedir. İki kavram arasındaki ilişki
şuna benzetilebilir: Her peygamber sâlih bir kuldur; ancak her sâlih kul peygamber değildir. Söz konusu âyet-i kerîmesinde ALLAH Teâlâ “Bedevîler, ‘inandık’
dediler. De ki: Siz iman etmediniz; ama ‘islâm olduk/boyun eğdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…” (Hucurât, 49/14) buyurmaktadır. Buna göre, ALLAH
Teâlâ, “iman ettik” diyenlerin bu sözlerini kabul etmemekte, imanın onların kalbine henüz girmediğini belirtmekte ve “eslemnâ” (islâm olduk/boyun
eğdik) demelerini istemektedir. Dolayısıyla âyette iki kavram belirgin bir şekilde birbirinden ayrılmaktadır. İmam Mâtürîdî ise, âyette geçen islâm tabirinin, dinî
terminolojide kullanıldığı şekliyle değil, sözlük anlamıyla geçtiğini belirterek, bu görüşü benimseyenlere itiraz eder. Ona göre buradaki islâm tabiri, bunu
söyleyenlerin Müslüman olmalarını değil, Hz. Peygamber (sas)’in otoritesine teslim olma ve boyun eğme anlamını ifade etmektedir.İki kavramının farklılığını
ispat sadedinde ileri sürülen bahsi geçen hadîs-i şerifte de Cebrâil (as), Peygamber Efendimiz (sas)’e gelerek iman, islâm ve ihsan kavramlarını sormuş, ardından
onun verdiği cevapları tasdik etmiştir. Bu sorular karşısında Peygamber Efendimiz (sas)’in cevapları şu şekilde olmuştur: İman, ALLAH’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere iman etmendir. İslâm ise, ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve
elçisi olduğuna şehâdet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, hacca gitmen, Ramazan orucunu tutmandır. (bkz. Müslim, Sahih, İman, 102; Tirmizî, Sünen, hadîs
no: 2610; vd.). Eş’arîlere göre bu hadîs-i şerif açık bir şekilde iman ve İslam avramlarını biribirnden farklı bir şekilde tarif etmektedir. İmâm-ı Âzam da,
iki kelime arasında dilsel açıdan bir fark olduğunu kabul etmekle birlikte, ikisinin birbirinden ayrılması mümkün olmayan, aksine birbirini gerektiren
kavramlar olduğu görüşündedir. Ona göre iman ve islâm, sırt ve karın gibi birbirine yapışık kavramlardır.

İMAN-AMEL İLİŞKİSİ

Konunun, Hz. Ali döneminde yaşanan iç karışıklıklar esnasında özellikle Hâricîlerin tutumları ile oldukça büyük bir probleme dönüştüğünü söyleyebiliriz. Sıffîn
savaşını takip eden hakem olayını bahane eden Hâricîler, “ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir” (Mâide, 5/44) âyetine
dayanarak, ALLAH Teâlâ’nın Kitab’ıyla bildirmiş olduğu hükümlerin dışına çıkanları kâfir olmakla itham etmişlerdi. Dolayısıyla Hâricîler, ameli imanın içerisinde
gören gruplar arasında en sert ve tavizsiz tarafı temsil etmektedir. Mu’tezile’nin kurucusu kabul edilen Vâsıl b. Atâ (131/748), Hârîcîlerin iddiaları bağlamında
büyük günah işleyen (mürtekib-i kebîre) bir kişinin durumu hakkında Hasan-ı Basrî’ye sorulan bir soruya, böyle bir kişinin fâsık olduğu, imandan çıktığı, fakat
küfre girmediği, ikisi arasında bir konumda (el-menzile beyne’l-menzileteyn) bulunduğu, şayet tevbe etmeden ölecek olursa âhirette ebediyen
cehennemde kalacağı şeklinde cevap verir. Onlara göre, büyük günah işleyenin yapması gereken, imana dönüşünün bir göstergesi olarak tevbe etmektir.
Aksi takdirde imanının yokluğuna hükmedilecektir. Fakat bunu bilebilecek olan sadece ALLAH Teâlâ olduğu için, bu hüküm de O’nun tarafından âhirette
verilecektir. Mu’tezile’nin bu görüşünün Hâricî görüşten ayrıldığı bazı noktalar mevcuttur. Öncelikle Mu’tezile, büyük günah işleyenleri, doğrudan kâfir
statüsünde değerlendirmemektedir. Onlara göre bu kişi, fâsık olması bakımından mümin olarak görülmese de, toplum içerisinde diğer Müslümanların
haklarının tamamına sahiptir. Diğer bir ifadeyle böyle biri, hâlâ İslâm toplumunun bir üyesidir. Bununla birlikte eğer tevbe etmeden ölecek olursa âhiretteki
durumu, kâfirden farklı değildir, yani ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Ameli imanın bir parçası olarak gören diğer bir zümre ise, yukarıda isimlerini
zikrettiğimiz Ehl-i Sünnet içerisinde değerlendirilen Ashâbu’l-Hadîs ve bazı fakîhlerdir. Örneğin “İman yetmiş küsur şubedir. Bunların en üstünü ‘ALLAH’tan başka
ilah yoktur sözü’, en düşüğü eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Bunlara göre, amelde meydana gelen kusurlar, hiçbir şekilde kişiyi mümin olmaktan
çıkarmazlar. Dolayısıyla büyük günah işleyenlere veya ALLAH Teâlâ’ya itaatte ha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2013, 12:04:11 Gönderen: Hafize Aişe »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri
« Posted on: 25 Nisan 2024, 05:03:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri rüya tabiri,Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri mekke canlı, Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri kabe canlı yayın, Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri Üç boyutlu kuran oku Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri kuran ı kerim, Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri peygamber kıssaları,Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleri ilitam ders soruları, Ünite 9 Soru-Cevap Ders Özetleriönlisans arapça,
Logged
23 Aralık 2013, 12:03:09
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 23 Aralık 2013, 12:03:09 »

Soru    1: İslam toplumunun birlik ve bütünlüğünün siyasi ve sosyal açıdan bozulmasının sonuçları nelerdir?
Cevap 1: . Söz konusu farklılıklar zaman içerisinde İslâm toplumunda bazı fitnelerin ve Müslümanların arasında kargaşanın vücut bulmasına yol açmıştır.
İslâm toplumunun birlik ve bütünlüğünün hem siyâsî hem de sosyal açıdan bozulmasının sonuçlarından biri de, kimin mümin olduğu yolundaki tartışmaların oldukça hararetli bir şekilde yaygınlık kazanmasıdır. Tarihî ve sosyal gerçekliğe tekabül eden bu durumlar, zaman içerisinde Kelâm ilminin konusu haline gelmiş, imanın tanımı ve mahiyeti hakkındaki değerlendirmeler teorik olarak ele alınmaya başlanmıştır
Soru    2: Kelam ilmi terminolojisinde ise, iman kavramının tanımı ve onu oluşturan unsurlar nelerdir? 
Cevap 2: a) İman, kalbin bilgisi/mârifetidir.
            b) İman, dil ile ikrardır
            c) İman, kalp ile tasdiktir
           d) İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrardır
        e) İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile amel etmektir.
Soru    3:  İman, kalbin bilgisi/marifetidir, kabul edenlerin görüşü nedir?
Cevap 3: Bu görüşü kabul edenler, imanın, iman konusu olan şeyler hakkında kalpte oluşan bir bilgi olduğunu, tasdik olmaksızın böyle bir bilginin iman için yeterli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Cehmiyye’nin kurucusu Cehm b. Safvan (128/745), Mürcie’den Ebu’l-Hüseyin es-Sâlihî (168/785) ve bazı Şiî grupların bu görüşü paylaştıkları aktarılmaktadır

Soru    4:  İman, kalbin bilgisi/marifetidir,karşı çıkanların görüşü nedir?
Cevap 4: İmanın bu şekilde tanımlanmasına karşı çıkanlar, “Kendilerine kitap verdiklerimiz, peygamberi kendi oğullarını bildikleri gibi bilirler” (Bakara, 2/146) âyet-i kerîmesini delil getirerek, imanın sadece bir bilme işlemi olmadığını söylemişlerdir. İmanın, bilgi ile ilişkisinin bulunduğu ve onun üzerine bina edildiği hemen herkesin kabulü olmakla birlikte, iman etmede insan iradesinin taşıdığı rolü, bilgi kavramının tek başına ifade etmesi mümkün olmadığından, bu şekilde tanımlanması doğru değildir.

Soru    5: İman, dil ile ikrardır,görüşü  nedir?
Cevap 5: İman, dil ile ikrardır. Muhammed b. el-Kerrâm tarafından kurulan Kerrâmiye fırkası ile bazı Mürcie taraftarları, imanın sadece dil ile tasdik olduğu görüşündedir. Bunlara göre, bir kişi, kelime-i tevhidi söylüyor ve inanılması gerekenleri dili ile ikrar ediyorsa, mümindir. Kalbinde, bundan farklı bir inanç olsa bile böyledir. Dolayısıyla onlar açısından iman, Müslüman toplum tarafından mümin olarak kabul edilme anlamına gelmektedir. Bununla birlikte Kerrâmiye’ye göre, dil ile ikrar kişinin, münafık bile olsa, mümin olarak kabul edilmesini sağlasa da, bu durum onun âhirette cehennemden kurtulması için yeterli değildir

Soru    6: İman, kalp ile tasdiktir, görüşünü kimler benimsemiştir?
Cevap 6: . Eş’arî ve Mâtürîdî kelamcıların hemen tamamı bu görüşü benimsemektedir. Onlara göre iman, kalbin inanılan şeyin gerçekliğini onaylaması, doğruluğunu kabul etmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla iman kavramına Arap dilindeki kullanımına uygun olarak mana verilmiş olmaktadır. Bununla birlikte imandaki tasdik, özel bir alanla ilişkilendirilerek, “Allah Teâlâ katından getirdiği zarurî olarak bilinen hususlarda Hz. Peygamber (sas)’i tasdik” şeklinde tarif edilmiştir. Ehl-i Sünnet kelamcıları, imanı meydana getiren ana unsurun kalbin tasdiki olduğunu belirtmekle birlikte, dil ile ikrar ve bedenen yapılan amellerin, ondan tamamen bağımsız olduğu görüşünü doğru bulmazlar. Onlara göre dil ile ikrar, bir kişinin mümin olarak kabul edilmesi ve ona dünyada iken nikâh, miras, cenaze gibi işlemlerde Müslüman hükümlerinin uygulanabilmesi için şarttır. Namaz, zekât, oruç, hac gibi Allah Teâlâ’nın emirlerinin yerine getirilmesi veya zina, hırsızlık, dolandırıcılık gibi yasaklarından uzak durma şeklinde gerçekleştirilen ameller ise, imanın meyvesi ve neticesi olarak görülmüştür. Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmesi, kişinin mümin olmasının bir gereğidir; ancak imanın tanımına dâhil değildir. Bundan dolayı söz konusu amellerde kusur gösterenler iman dairesinden çıkmış olmazlar. Dolayısıyla onlara göre böyle bir durumda olan kişi, küfür ile itham edilmez; günahkâr bir mümin olarak kabul edilir.

Soru    7:  İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrardır, görüşünü kimler benimsemiştir?
Cevap 7: . İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve onun yolunda giden bazı Hanefî fakihlerin benimsediği bu yaklaşıma göre tasdik, imanın esasını oluşturan unsurdur. Ancak Arap dilinde tasdik, kalp ile olduğu gibi, dil ile de ilişkilendirilmektedir. Buna bağlı olarak tasdikin, herhangi bir engel bulunmadığı durumlarda, her ikisiyle de gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Kalp ile tasdik, kişide her halükarda bulunması gereken bir rükündür; dil ile ikrar ise, fiziksel bir engel veya zorlama altında geçici olarak bulunmayabilir. Ancak hiçbir engeli bulunmadığı halde imanını dil ile ifade etmeyenlere mümin denmez. Çünkü bu durum, inat etme, ayak direme olarak algılanmaktadır.
Ebû Hanîfe, tasdikin kalp ve dil ile gerçekleşmesi halleri üç sınıfta toplamaktadır. Buna göre, kalbinde tasdik bulunup bunu dili ile ifade edenler, hem Allah Teâlâ katında hem de insanların yanında mümindir. Kalbinde tasdik bulunduğu halde, bunu dili ile yerine getirmeyenler, Allah katında mümin olmakla birlikte insanların nazarında mümin kabul edilmez. Kalbinde tasdik olmadığı halde dili ile iman ikrarında bulunan kişi ise, Müslümanlara göre mümin kabul edilse de Allah katında münafıktır. Çünkü insanlar onun kalbinde olanı bilemezler, bilmeleri de gerekmez.
Soru    8:  İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile amel etmektir  görüşünü kimler benimsemiştir?
Cevap 8: . Bu görüşü Hâricîler, Mu’tezile, Zeydiyye, Ashabu’l-Hadîs/Selefiyye ve bazı Sünnî fakihler benimsemektedirler. Amelin imana dâhil bir rükün olarak kabul edilmesi hususunda hepsinin ortak bir kanaati olmakla birlikte, imanın oluşması ve bozulması durumlarıyla ilgili olarak birbirlerinden farklı hükümler ileri sürmüşlerdir.
Hâricîlere göre, imanın tanımında yer alan amel rüknünde ortaya çıkan bir kusur, yani kişinin Allah Teâlâ tarafından emredilenleri terk etmesi veya yasaklanan fiilleri işlemesi, onu imandan çıkarır. Böyle bir kişi hakkında verdikleri hüküm, küfürdür. Onlara göre büyük günah işleyenlerin tamamı kâfir olduğu gibi, bazı Hâricîler küçük günahları işleyenleri de kâfir saymaktadırlar. Onlar kendi görüşlerini desteklemek amacıyla şeytanın Allah Teâlâ’yı bilmesi ve rab olarak kabul etmesine rağmen Hz. Âdem (as)’e secde etme emrini ihlal etmesi sebebiyle kâfir olması kıssasını hatırlatırlar. (bkz. Mehmet Bulut, “İman ve Mahiyeti”, s. 41).
Mu’tezile’ye göre amel, imanın tanımına dâhil bir rükündür. Hatta onlardan bazıları, farzların yanı sıra nafilelerin de iman kapsamında yer aldığı görüşündedir. Buna göre, ibadetlerinde kusur gösteren veya büyük günah işleyen kişinin imanı makbul bir iman değildir. Mu’tezile de Hâricîler gibi, bu durumdaki birinin imandan çıkmış olduğunu benimserler. Ancak onlardan farklı olarak, bu kişinin küfre girmediğini, ikisi arasında bir konumda (el-menzile beyne’l-menzileteyn) bulunduğunu ileri sürerler. Bu durumdaki kişinin ismi mümin de değildir, kâfir de. Ona fâsık denir. Fâsık olan, dünyada mümin muamelesi görür, ancak tevbe etmeden ölecek olursa âhirette kâfir konumunda bulunacaktır. Diğer kâfirler gibi ebedî cehennem cezasına müstahak olacaktır.
Başta Ahmed b. Hanbel (241/855) olmak üzere Ashâbu’l-Hadîsin önde gelen isimleri ve İmam Mâlik (179/795), İmam Evzâî (157/774) ve İmam Şâfiî (204/819) gibi Sünnî bazı fakîhler ise, amelin imana dâhil bir rükün olduğunu kabul etmelerine rağmen, bu alanda ortaya çıkan kusur sebebiyle kimsenin imandan çıkmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Onlar da Ehl-i Sünnet kelamcıları gibi, büyük günah işleyenleri ya da dinî emirlere itaatte kusur gösterenleri günahkâr mümin olarak isimlendirmişlerdir. Bu durumda bulunan birisinin, âhirette Allah Teâlâ tarafından affedilmesini ummakla birlikte, yaptıklarından dolayı cezalandırılmasından korktuklarını ifade etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle böyle bir kişinin âhiretteki durumunu Allah’a havale etmişler, imanı sebebiyle ebedî olarak cehennemde kalmayacağını, ancak günahları münasebetiyle, Allah Teâlâ affetmeyecek olursa, cezası miktarınca cehenneme girebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu son görüş aslında, hadîs ehlinin yanı sıra Ehl-i Sünnet kelamcılarının da ortak görüşüdür. Bu da, söz konusu iki grubun imanın tanımında farklı görüşler ileri sürmekle birlikte, kimin mümin olarak isimlendirileceği ve âhiretteki durumu hakkında ortak kanaat belirttikleri anlamına gelmektedir.
Bu tanımlamaların yanı sıra, imanı, kul ile Allah arasındaki ulvî bir münasebeti gösteren ve insanın bütün varlığının katıldığı bir bağ olarak görmek de mümkündür
Soru    9: Mutezileye göre  iman ve islam tabirleri  nedir?
Cevap 9: Mu’tezile’ye göre, iman ve islâm tabirleri aynı hakikati anlatmak için kullanılan kelimelerdendir. Onlar, amel etmenin imana dâhil olduğunu açıklamak üzere, bu iki kavramın eşanlamlılığını ileri sürmüşlerdir. Zira onlara göre vâcipleri yerine getirmek dindir. Din İslâm’dır. İslâm ise imandır.  Dolayısıyla Mu’tezile açısından vâcipleri işlemek imana dâhil olan bir husustur. Buna bağlı olarak mümin dendiğinde müslim, müslim dendiğinde de mümin akla gelmektedir

Soru    10: Maturidiye  göre iman ve islam tabirleri niçin kullanılır?
Cevap 10: İki kavram arasında bir fark olmadığı görüşünde olanlardan bir diğeri de Mâtürîdîlerdir. İmam Mâtürîdî, iman ve islâm tabirlerinin dilsel açıdan birbirinden farklı anlamlar için kullanılabildiğini kabul etmekle birlikte, dinî teminolojide iki kavramın aynı hakikati ifade etmeye yaradığını belirtir. Mümin dendiğinde Müslüman, Müslüman dendiğinde de müminden başka bir şey anlaşılmaz. Kur’an-ı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes