Konu Başlığı: Zina Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Temmuz 2012, 17:44:56 Namus Kudsiyetinin İhlâli Zina Bekârın zina fiili: Kur'ân-ı Kerîm, zina fiilinin cezasından şu sözlerle bahsetmektedir: "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine de inananlardan bir topluluk şahit olsun." (24:2). Zinanın cezası hususunda Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben aranızda Allah'ın Kitabına göre hükmederim." Ebu Hureyre ile Zeyd b. Hâlid-i Cühenî'den rivayet olunduğuna göre çöl araplanndan bir adam Rasulullah'a gelerek: "Yâ Rasulullah! Allah aşkına senden hakkımda ancak Allah'ın Kitabı ile hüküm vermeni dilerim." dedi. Ondan daha anlayışlı olan diğeri: "Evet, aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet ve bana müsaade buyur." dedi. Rasulullah: "Söyle!" dedi. Adam: "Gerçekten benim oğlum bu adamın yanında çoban (çırak) idi. Ve onun karısı ile zina etti. Ben oğlumun recmedilece-ği haberini aldım da, onun nâmına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Daha sonra bilenlere sordum, oğluma yüz değnek ile bir sene sürgün lâzım geldiğini, bunun karısına da recm icabettiğini bana haber verdiler." dedi. Bunun üzerine Rasulullah: "Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda behemehal Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim; câriye ile koyunlar sana iade olunacak; oğluna da yüz değnek ve bir sene sürgünlük gerek. Ey Uneys, hadi şu adamın karısına git. Eğer itiraf ederse onu recmediver." buyurdular. (Buhari ve Müslim). Abdullah b. Ömer şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah'a bir erkekle bir kadın Yahudi getirdiler. Bunların ikisi de zina etmişlerdi. Rasulullah onlara: "Kitabınızda zina hakkında ne buluyorsunuz?" diye sordu: "Doğrusu bizim âlimlerimiz yüzü kömürle boyayıp karartmayı ve boyun bükmeyi ihdas ettiler" dediler. Rasulullah: "Abdullah b. Selâm, şunlara Tevrat'ı getirt!" dedi. Hemen Tevrat getirildi. Derken Yahudilerden birisi elini Tevrat'taki recm âyetinin üzerine koyarak onun üst ve alt tarafını okumaya başladı. Bunun üzerine İbni Selâm ona: "Elini kaldır!" dedi. Bir de ne görsünler, recm âyeti elinin altında değilmi imiş? artık Rasulullah her ikisinin recmini emir buyurdu ve recmolundular (Buhari ve Müslim). İmrân b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre, Cüheyne'den bir kadın zinadan hamile olarak Rasûlullah'e gelmiş ve: "Yâ Nebiyyal-lah, başıma had (icabeden bir hâl) geldi. Bundan dolayı bana haddi uygula!" demiş. Bunun üzerine Rasûlullah onun velisini çağırmış ve: "Buna iyi muamele et; doğurduğu zaman kendisini bana getir" demiş. Velisi de öyle yapmış. Ensardan bir zat çocuğun bakımını üstlenmiş. Daha sonra Rasûlullah kadının getirilmesini emretmiş; ve üzerine elbisesini bağlamışlar. Sonra kadının recmini emretmiş ve recmolunmuş. Bundan sonra Rasûlullah onun cenaze namazını kılmış. Ömer "Bu kadın zina ettiği halde bir de onun cenaze namazını mı kılıyorsun yâ Nebiyallah?" demiş. Rasûlullah: "Vallahi bu kadın öyle tevbe etti ki, tevbesi Medine'lilerden yetmiş kişi arasında taksim edilse onlara yeter artardı... Sen canını Allah Teâlâ için feda edenden daha efdal bir kimseye hiç rastladın mı?" buyurmuşlardır (Müslim). Câbir, Rasûlullah'ın zina eden bir adamın dövülmesini emrettiğini, fakat adamın evli olduğu söylenince recmedilmesine hükmettiğini rivayet etmiştir (Ebu Davud). Saîd b. Sa'd b. Ubâde şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber'e kabilemden bir adamı getirdim. Adam cariyelerimizden biri ile zina etmişti; yapı itibariyle zayıf ve hasta bir adamdı. Peygamber''yüz tane hurma dalından bir demet yapın ve adama bir defa vurun' buyurdu" (Şerhu's-Sünne ve İbni Mace). Ubâdetü'bnü's-Sâmit'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah: "Benden öğrenin, benden öğrenin! Gerçekten Allah kadınlara bir çıkar yol halketti. Bekârla bekâr (zina ederse) yüz dayak ve bir sene sürgünlük; evli ile evliye yüz dayak ve recm var" buyurdular (Müslim). Ebu Hureyre Rasûlullah'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Birinizin cariyesi zina eder de, zinası meydana çıkarsa ona hemen had vursun, ama başına kakmasın. Sonra (yine ) zina ederse ona had vursun, fakat başına kakmasın. Sonra üçüncü defa zina eder de, zina ettiği meydana çıkarsa artık onu kıldan bir Ali b. Ebû Tâlib'den rivayet olunduğuna göre Peygamber: "Hadleri sahibi bulunduğunuz kölelerinize tatbik edin." buyurmuşlardır (Ebu Davud). Müslim'de yer alan rivayete göre Peygamber'a ait bir cariyenin zina ettiği ve Peygamber'ın da Ali'ye onu dövmesini söylediği yer alır. İbni Abbas, bir adamın Peygamber'e gelerek zina ettiğini dört defa tekrarlayarak itiraf ettiğini ve böylece kendisine yüz değnek cezası tatbik edildiğini rivayet etmiştir. Sonra adamdan, kadının da zina ettiğini isbatlaması istendi. Fakat kadın; "Ya Rasûlullah! Allah'a yemin ederim ki o yalan söylüyor" dedi. Bunun üzerine adama yalancı şahitlik yaptığı için de değnek vuruldu. Evlinin zina fiili: Evli iken zina yapmanın cezasından Kur'ân'da bahsedilmez. Bunun cezası Sünnet ile tayin edilmiştir. Pek çok sahih hadiste belirtildiği üzere Rasûlullah recm cezasını sadece sözle tayin etmekle kalmamış, bir çok olayda bizzat bu cezayı uygu-latmıştır. Sonra gelen halifeler de şer'i cezanın recm olduğunu beyanla kendi dönemlerindeki suçlarda tatbik etmişlerdir. Daha sonra onları takibedenler de bu konuda ittifak etmişlerdir. Bu hükmün şahinliği hakkında şüpheye yol açabilecek tek bir söz bile söylenmemiştir. Onlardan sonra gelen bütün devirlerde de fıkıh âlimleri recmin Sünnet tarafından tayin edilmiş meşru ceza olduğu hususunda müttefiktirler. Zira ortada ilim ehlinin reddedemeyeceği pek çok sahih ve senedi birbirine bağlı deliller vardır. İslâm tarihi boyunca Hariciler ve Mutezile'den bir kaç kişi dışında hiç kimse bunu reddetmemiştir. Onlar bile bunu Rasûlullah'e atfedilen delillerin zayıflığını öne sürerek değil; 'Kur'ân'a aykırılığını' iddia ederek reddetmişlerdir. Ancak, Rasûlullah'in Kur'ân-ı Kerîm'i beyanının hukukî açıdan Kur'ân kadar ağırlıklı ve söz sahibi olduğunu unutmuşlardır. Çünkü Kur'ân'da ayetlerin açıklamasının Rasûlullah tarafından yapılacağı belirtilmiştir. Kur'ân, erkek veya kadın hırsızın cezasının umumi olarak ellerinin kesilmesi olduğunu beyan etmiştir (5: 41). Şimdi, eğer bu emir Rasûlullah'in sahih hadislerinden kaynak alarak sınırlandırılmadan salt kelime anlamı ile uygulanmış olsa, kullanılan kelimelerin genel anlamı; bir erik bile çalanın hırsız olduğu, dolayısıyla ellerinin kesilmesi gerektiğini anlatacaktır. Diğer yandan büyük miktarda para çalan bir hırsız yakalandığında pişmanlığını belirtse ve tevbe etse onu da şu ayete göre serbest bırakmak icabedecektir: "Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır." (4:17). Yine bunun gibi Kur'ân, sadece üvey anne ve üvey kız-kardeş ile evlenmeyi yasaklamaktadır. Onların iddiasına göre böyle bir yasak üvey kızı kapsamaz. Kur'ân bir kişinin iki kız kardeşi aynı anda nikâh altında bulundurmasını yasaklar; bundan dolayı hala veya teyze ile yeğeni aynı anda nikâhı altında tutan kişi Kur'ân'ın emirlerini ihlal etmiş olmakla suçlanamaz. Yine, Kur'ân üvey babanın evinde yetişmiş olan üvey kızıyla evlenmesini yasaklamıştır; bundan dolayı onların akıl yürütmelerine göre üvey kızla evlenmenin tamamen yasaklanması Kur'ân'a aykırıdır. Buna benzer olarak Kur'ân rehin vermeye, sadece bir insan yolculukta ise ve yanında senet hazırlayacak hiç kimse bulunmuyorsa izin vermektedir; o halde kişi evinde ise ve kâtip de bulunabiliyorsa, rehin vermek Kur'ân'a aykırı kabul edilmelidir. Yine Kur'ân'da; "alış veriş yaparken şâhid bulundurun" buyurulmaktadır. Bundan dolayı, onlara göre, pazarlarda vuku bulan bütün alışlar ve satışlar bâtıldır. Bu bir kaç misal, recmi Kur'ân'a aykırı bulanların akıl yürütmelerindeki hatayı isbata kâfidir. İslâm'ın hukuk sisteminde Hz. Peygamber'in yerini kimse inkâr edemez. İlâhî emirlerin altında yatan hakikatleri, onların uygulanış şekillerini ve nerede uygulanabileceklerini; hangi yerde konuyla ilgili başka emir olduğunu sadece Peygamber açıklayabilir. Peygamber'in bu konumunu inkâr etmek sadece İslâm'ın esaslarına karşı gelmek değildir; ayrıca bu durum uygulamada pek çok karışıklıkları beraberinde getirir. 1- Zina fiilini cezalandırmak için bir kadınla tabiî yoldan cinsî münasebette bulunulması yeterli kanunî zemini hazırlar. Girişin (duhul) tam olması ya da birleşmenin tamamlanmış olması şart değildir. İslâm Hukuku, kadın ile erkeği cinsî birleşmede bulunup bulunmadıklarım anlayıp sonra ona göre cezalandırmak üzere muayene ettirmeye bile gerek görmez. Uygunsuz bir halde yakalananlar suçludur ve şartlara göre cezalandırılırlar. Cezanın türünü belirlemeye selahiyetli müessese İse mahkemedir. Eğer ceza değnek vurularak yerine getirilecekse hadisle sabit olduğu üzere 10 değnekten fazlası vurulmaz: "Haddi tayin edilmemiş bulunan hiç bir suç için ondan fazla değnek vurmayın." (Buhari, Müslim ve Ebu Davud) 2- Bir kişi suçüstü yakalanmamış, fakat suçunu bizzat itiraf etmiş ise, kendisine sadece tevbe etmesi öğütlenir. Abdullah b. Mes'ûd şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah'a bir adam geldi ve şöyle dedi; "Şehrin dışında, bir kadınla birleşme dışında herşeyi yaptım. Şimdi bana uygun göreceğiniz cezayı verin!" Ömer ise: "Allah'ın gizlediğini sen de gizle-meliydin." dedi. Rasûlullah sessiz kaldı ve adam gitti. Sonra Rasûlullah adamı geri Çağırdı ve ona: "Gündüzün iki ucunda (sabah, akşam) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötlükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür" âyetini (11:114) okudu. Bunun üzerine orada bulunan biri: "Bu âyet sadece ona mı hastır?" diye sordu. Rasûlullah: "Hayır! Herkes içindir." diye cevapladı (Müslim, Tirmizi, Ebu Davud ve Neseİ). 3- Sadece bu değil, İslâm Hukuku, bir kişinin niteliğini belirtmeden suçunu itiraf etmesi halinde, suçun ne olduğunun araştırılmasına izin vermez. Bir adam Rasûlullah'a geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben had gerektiren bir suç işledim, beni cezalandır." Rasûlullah adama hangi cezayı hak ettiğini sormadı. Adam namazını kıldıktan sonra tekrar geldi ve; "suçluyum, lütfen beni cezalandır" dedi. Rasûlullah; "namazını bizimle beraber kılmadın mı?" diye sordu. Adam kıldığını söyleyince "O halde Allah senin günahını affetmiştir" dedi. (Buhari, Müslim ve Ahmed). 4- Sadece zina etmiş olması gerçeği (bir erkeğin veya kadının) kanun Önünde suçlu ilân edilmesine yeterli değildir. Bunun için yerine getirilmesi gereken bazı şartlar vardır. Bu şartlar evli olmadan yapılan zina ile evli iken yapılan zinada farklı farklıdır. Evli olmadan yapılan zinada, mütecaviz makul yaş ve akıl sınırları içerisinde olmalıdır. Şayet bir çocuk veya bir deli bu suçu işlemişse, zina için tayin edilmiş ceza bunlara uygulanmaz. Evli iken yapılan zinada ise aşağıda belirtilen bazı ilave şartlar aranır. (The Meaning ofthe Qur'an). Evli iken yapılan zinanın cezalandırılabilmesi için gerekli şartlar: (I) Mücrimin köle değil hür bir insan olması gerektiği konusundaki görüşte ittifak vardır. Kur'ân zina ile suçlanan kölenin recm edilmeyeceğini belirtmektedir. Evli bir câriye zina suçundan dolayı hür ve evli olmayan kadının cezasının yarısını görür (4: 25). Fâkihler aynı Kur'ân hükmünün erkek köle için de geçerli olduğunu kabul etmişlerdir. (II) Mücrim, kanunen evli olmalıdır. Bu şart da bütün fa-kihlerin icma ettikleri bir şarttır. (III) Böyle bir insanın sadece evli olması yetmez, hanımı ile cinsî münasebette bulunmuş olması gereklidir. (IV) Mücrim, Müslüman olmalıdır. 5- Bir kişiyi zina suçundan dolayı cezalandırabilmek için yaptığı fiili kendi hür iradesiyle gerçekleştirdiği isbat edilmelidir. Eğer bir kişi bu fiili baskı ve tehdit altında işlemişse ne mütecaviz kabul edilir, ve ne de cezalandırılır. Bu, sadece kişinin baskı altında yaptığı işlerden mesul olmadığı İslâm hukukunun genel prensibine dayanmaz; aynı zamanda Kur'ân'ın emirleri ile de uygunluk arzeder (24: 33). Bir hadisde karanlıkta namaz kılmaya çıkan bir kadının tecavüze uğradığından ve bu sebeple adamın cezlandınlıp kadının serbest bırakıldığından bahsedilmektedir (Tirmizi ve Ebu Davud). 6- İslâm hukuku, zina ile suçlanan kadın ve erkek hakkında hüküm vermeyi ve cezanın tatbikini devletten ve mahkemelerden başka hiç kimseye vermemiştir. Alimler, "yüzer değnek vurun!" (24:2) emriyle sokaktaki insana değil, hâkimlere ve tslâm devletinin resmî görevlilerine seslenildiği konusunda icma etmişlerdir. 7- İslâm hukukunda, zinanın cezalandırılması ülke kanunlarının kısımlarındandır. Bu yüzden bu kanun İslâm devletindeki herkese -Müslüman olsun olmasın- uygulanır. 8- İslâm hukuku, kişinin zina suçunu itiraf etmesini veya bu konuda bilgisi olanların yetkilileri haberdar etmesini mecbur kılmaz. Fakat kişinin durumu bir kez ilgililerin önüne gelirse o vakit suçu affetmek için hiç bir boşluk kalmamaktadır. Bu husus, Rasûlullah 'in bir hadislerine dayanmaktadır: İbni Ömer'den rivayetle Rasûlullah: "Allah'ın yasak ettiği fiilleri işlemekten sakının! Bunları kim irtikab ederse hemen Allah'm örtüsü ile örtünsün de Allah'a tevbe etsin, zira bize yüzünü gösterirse Allah Azze ve Celle'nin kitabını ona tatbik ederiz" buyurmuşlardır (Hakim ve Muvatta). Mâiz b. Mâlik zina etti ve Hezzal b. Nu-aym'ın tavsiyesi üzerine Rasûlullah'a giderek suçunu itiraf etti. Rasûlullah onun recmedilmesini emretti. Fakat Hezzal'a: "Ya Hezzal! Bu olayı elbisenle gizleseydin ve bana duyurmasaydın senin için daha iyi olurdu" buyurdu (Ebu Davud). Ebu Davud'da yer alan bir başka hadiste Rasûlullah şöyle buyurmaktadır: "Hadleri kendi aranızda birbirinize affedin. Eğer bir hadd benim kulağıma gelirse muhakkak (tatbiki) vâcib oldu demektir." 9- İslâm hukukuna göre zina affedilebilir bir suç değildir. Bu, yukarıda daha önce kaydettiğimiz; sahibinin hanımı ile zina ettikten sonra, babasının 100 keçi ve bir câriye vererek hanımının kocasıyla anlaştığı gencin olayım anlatan hadise dayandırılmıştır. Rasûlullah bunları delikanlının babasına geri verdirmiş ve her iki suçlunun da cezasını vermişti. Bu, zinanın affedilemez bir suç olduğunu ve iffete tecavüzün İslâm hukukuna göre para ile telâfi edilemeyeceğini göstermektedir. Bu tür maddî tazminat kavramı materyalist hukuk sistemlerine has bir durumdur. 10- İslâm devleti, kesin olarak ispatlanmadıkça kimseye karşı zina isnadından dolayı fiiliyatta bulunmaz. Şayet suç ispatlanmazsa, yetkililer pek çok başka kaynaktan suç hakkında bilgi istihbar etmiş olsalar bile ceza verilmesini emredemezler. Buhârî ve İbni Mâce'de kaydedilen bir hadise göre Medine'de aşikâr fahişelik yapan bir kadın vardı. Fakat buna rağmen ona hiçbir ceza verilmedi. Çünkü zina yaptığına dair hakkında bir delil yoktu. Hatta bu konuda Rasûlullah; "Eğer kişiyi delilsiz olarak recmedecek olsaydım, bu kadını recmederdim." buyurmuştur. 11- Zinayı isbat edebilmenin ilk şartı yeterli delillerin sağlanabilmesidir. Delillerle ilgili hükmün önemli kısımları şunlardır: a- Kur'ân, suçu ispat için dört şahidin gerektiğini açıklıkla belirtmektedir (4:15 ve 24: 4,13). Bir hâkim, dava hakkında suç ile ilgili bildiklerine dayanarak karar veremez. b- Şahitler İslâm'ın öngördüğü şehadet kurallarına göre itimad edilir âdil kişiler olmalıdırlar. Bu da onların daha önce hiç bir davada yalancı şahitlik etmemiş olduklarım icabetti-rir. Şerefli, daha evvel hiç suç işlememiş olmaları ve davalıya karşı hiç bir şahsî kinlerinin olmadığının bilinmesi gibi... Kısacası hiç kimse güvenilir olmayan delillere dayanarak recmedilemez ve hiç kimseye değnek vurulamaz. c- Şahitler, adamı ve kadını gerçek münasebet halinde gördüklerini belirtecek derecede müşahhas delil göstermelidirler. d- Şahitler zaman, yer ve suçu işleyen kimseler hakkında ittifak halinde olmalıdırlar. Bu hususlardan herhangi biri hakkında farklılık göstermeleri şehadetlerini bâtıl kılar. Bu şartlar İslâm hukukunda kişilerin suçlan sübut bulmadan cezalandırılmadıklarım fazlasıyla göstermektedir. İslâm hukuku, bütün tedbirlere rağmen, bu suçu dört şahidin görebileceği şekilde işleyenleri -kötülüğü ortadan kaldırmak için- cezalandırmaktadır. 12- Hamilelik, hür bir kadının zina suçunu is-bat etmede yeterli delil olabilir. Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Hz. Ömer bunu yeterli delil olarak görmüştür, İmam Mâlik de bunu desteklemektedir. Ancak fâkihlerin çoğunluğu bunu recmetmek veya değnek vurmak için yeterli delil olarak kabul etmemişlerdir. Onlar böyle ağır bir cezada ya delillere veya suçun itirafına dayanılması gerektiğinde ısrar etmişlerdir. İslâm hukukundaki temel prensiplerden birisi, şüphenin sanık lehine kullanılmasıdır. Bu prensip Rasûlullah'in bir hadîsleri ile desteklenmektedir: "Fırsat bulabildiğiniz takdirde cezalandırmaktan kaçınınız." (İbni Mace). Rasûlullah yine şöyle buyurmuştur: "Mümkün olduğunca bir Müslümanı cezalandırmaktan kaçının; eğer onun için bir çıkar yol varsa hemen kendisine bir yol verin; af konusunda yapılan bir hata, cezalandırmakta yapılan hatadan daha hayırlıdır." (Tir-mizi). 13- Şahitlerin delillerinin biri diğerini tutmadığında veya şahitler suçu isbatlamaya muktedir olamadıklarında, bir kimseye iftira atmak suçundan dolayı cezalandırılıp cezalandırılmamaları hususunda değişik görüşler vardır. 14- Delilin yanısıra, zina suçunun kesinleşebileceği bir başka yol sanığın kendisinin suçunu itiraf etmesidir. Bu itiraf açık ve sade sözlerle olmalıdır ve suçlu kendisinin, kendisine haram olan bir kadınla zina ettiğini itiraf etmelidir. Zina fiilinin her bakımdan tam olduğunu da kabul etmelidir. Mahkeme, suçlunun suçunu hiçbir dış baskı altında kalmadan ve aklı başında iken itiraf ettiği konusunda tatmin olmalıdır. Daha Önce verdiğimiz en Önemli iki örnek Mâiz b. Mâlik ve Gamidiyye kabilesinden olan kadındır. Her ikisi de itiraf ettiler ve evli olduklarından dolayı recmedil-diler. 15- Yukarıdaki iki olay suçunu itiraf eden kimsenin zina suçunu kiminle işlediği konusunda sorgulanmadığını açıkça göstermektedir. Çünkü bu takdirde bir yerine iki kişi cezalandırılacaktır. Halbuki İslâm hukuku insanları cezalandırmak için yol aramaz. Şayet suçlu kişi suçu işleyen diğer tarafın adını verirse, bu kişi sorgulanır ve şayet itiraf ederse cezalandırılır. Fakat inkâr ederse sadece itiraf eden kişi cezalandırılır., Özetlersek; evli kişilerin zina etmeleri halinde cezaları, bütün fıkıhçılara göre recmedilmektir. Ancak bekâr kişilerin cezalandırılmaları konusunda aralarında görüş ayrılığı vardır. İmam Ahmed, İmam Şafii ve talebelerine göre, kadın veya erkek bekâr kişilerin zina etmelerinin cezası yüz değnek ve bir yıl sürgündür. İmam Mâlik ve İmam Evzâî'ye göre adama yüz değnek vurulmalı ve bir yıl sürgün edilmelidir. Kadına ise sadece yüz değnek vurulmalıdır. İmam Ebu Hanife ve talebelerine göre İse erkek ve kadın her zâni İçin tayin edilmiş bulunan had cezası yüz değnektir; sürgün veya hapis gibi ek cezalar had değil, ta'zîrdir. Eğer hâkim suçlunun düşük ahlâklı biri olduğu kanaatine varırsa veya çok laubali olduğunu düşünürse onu durumun gerektirdiğine göre sürebilir veya hapsedebilir. Bütün bu görüşler Rasûlullah'in hadisleri ile desteklenmiştir. 16- Değnekle dövmenin usûlü Kur'ân'da kullanılan feclîdu kelimesi ile belirlenmiştir. Celd kelimesi cüd kelimesinden türetilmiştir. Bu da değnekle vurmanın sadece cildi etkileyecek şekilde uygulanmasını ve altındaki ete ulaşmamasını îma etmektedir. Kişinin etinde derin yaralar açacak ve eti parçalayacak şekilde dövmek Kur'ân'a aykırıdır. Rasûlullah uzun süre kullanılmaktan dolayı eskimiş bir değnek getirilince "daha âlâsını getirin!" buyurmuştu. Yeni değnek ise hiç kullanılmadığından dolayı çok sertti. Rasûlullah, "bundan daha aşağısını getirin!" buyurdu (Muvatta). Değnek ile vurmada da orta yol takip edilmelidir. Hz. Ömer değnek vuran kişiye; "koltuk altın, elini kaldırdığında görünmeyecek biçimde vur!" diyerek vuruş şeklini tarif etmiştir. Hz. Ali; "yüz ile hayalar hâriç vücudun her tarafı değnekten nasibini alacak şekilde vur!" demiştir. Rasûlullah: "Sizden biriniz değnek vururken yüze vurmasın!" buyurmuştur (Ebu Davud). Cezalandırma, diğer insanlara ibret teşkil etmesi için suçluyu teşhir etmek maksadıyla umûma açık olarak uygulanır (24:2). Maide sûresi'ndeki âyet (5:38) İslâm'daki ceza kavramına daha çok ışık tutmaktadır. Bu âyette "yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak..." buyurulmaktadır. Nur sûresi'nde (24: 2) de zâninin cezasının umûma açık vaziyette verilmesi emredilmektedir. Bunlar İslâm hukukunda cezanın şu amaçlarla verildiğini göstermektedir: a- Suçluya, diğer insanların veya toplumun haklarına tecavüz ettiği için eziyet vermek, b- Suçlunun suçunu tekrarlamasını önlemek, c- Suçlunun başkalarına ibret olmasını sağlamak. Böylece toplumdaki kötülüğe meyilli kişiler ibret alır ve bu suçu işlemeye cesaret edemez. Cezayı umûma açık uygulamanın bir faydası da cezayı uygulayacak resmî görevlilerin bunu keyfî olarak azaltmaları veya artırmalarım önleme-sidir. 17- Nur sûresi'nin 3. âyeti Müslümanların zâni ile evlenmesini yasaklamıştır. Bu emir kötü yollarında devamlı olan kadın ve erkekler için geçerlidir; ve tevbe edip kendini düzeltenler için değil. Çünkü kişi tevbe edip kendini düzelttiği vakit artık 'zâni' olarak isimlendirilmez. Yukarıdaki âyet evlilik için böyle insanları seçmenin günah olduğunu belirtmektedir. Mü'minler bundan kaçınmalıdır, aksi halde hukuk onları toplumun istenmeyen rezil kişileri olarak ayırırken, eğer mü'minler onlarla evlenirlerse yüreklendirmiş olurlar. Buna benzer olarak, bu âyet zina eden bir müslümamn müşrik biriyle yaptığı evliliği de geçersiz kılmaz. Ayet, zina fiilini vurgulamakta ve bunu yapan kişinin müslüman da olsa iffetli ve saf İslâm toplumunda temiz evlilik yapmaya uygun olmadığını belirtmektedir. Böyle bir kişi evlilik için ya kendisi gibi insanlara, ya da İlâhî Kanun'a inanmayan müşrikere yaklaşmalıdır. Bu konudaki hadisler oldukça açık ve nettir. Amr el-As'ın rivayetine göre, Ümmü Mahzul adlı bir kadın Medine'de fahişelik yapardı. Rasûlullah bir müslümanm bu kadınla evlenme talebini geri çevirdi ve kendisine söz konusu (24: 3) âyeti okudu (Ahmed ve Nesei) Tirmizi ve Ebu Davud'da geçen bir rivayete göre Mersed b. Ebi Mersed adlı bir sahabi, cahiliye döneminde Mekke'nin ahlâksız kadınlarından biriyle gayri meşru münasebette bulunmuştu. Sonra onunla evlenmeyi tasarlayarak Rasûlullah'a gitmiş ve iki kez izin isteğinde bulunmuştu. Rasûlullah cevap vermeyince adam üçüncü kez isteğini tekrarladı. O da Nur sûresi'nin zikredilen (24: 3) âyetini okudu (Tirmizi ve Ebu Davud). Bunlardan başka Abdullah b. Ömer ve Am-mar b. Yâsir'den aynı konudaki rivayetlerde Rasûlullah şöyle buyurmaktadır: "Karısının ahlâksız olduğunu bilen ve buna rağmen onunla yaşamaya devam eden adam cennete giremez." (Ahmed, Nesei ve Ebu Davud). |