Konu Başlığı: Yüksek İnsanlık Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Temmuz 2012, 13:03:26 YÜKSEK İNSANLIK Hz. Peygamber'in insanlığı daha üstün bir seviyeye yükselten ve insan hayatına ihtişam, yücelik ve mükemmellik katarak çeşitli şekillerde etkileyen fikirler, değerler, düzenler ve ilkeler getirdiği inkâr edilemez. O, insanlığın istikametini tamamıyla yeni bir yöne çevirdi. Böylelikle, günümüz insan neslinin kâinatın gerçeklerini tanıma, bu gerçeklerden kendi lehine faydalanmada önceki nesillerden daha iyi, daha etkili ve daha gerçekçi olarak çalışması mümkün oldu. Bu nûr, fizikî dünyanın karanlık sırlarını, bunları anlamaya çalışan herkesin görebileceği şekilde aydınlattı. İlk dönemlerde, İslâm toplumu bu tabiî zenginlikten fazlasıyla faydalandı ve fikirleri, değerleri, sistemleri, vak'alan ...v.s. kendinden sonrakilere miras bırakarak yardımcı oldu. Modern "toplumlar, kâinatın sırlarını araştırarak, bu araştırmalardan kendileri ve insanlık hayrına faydalanıp bu mirası daha da üstün seviyelere çıkardılar. Seyyid Kutub, The Religion of islam (İslâm Dini) isimli eserinde şöyle der: "Şu hususu bilmemiz önemlidir: Daha sonraki asırlarda ortaya çıkan cüce veya kifayetsiz kimselerle karşılaştırıldıklarında üstün insanlık ve eşsiz asalet örnekleri oldukları görülen, yaşantılarında harikulade bir tarzda ilâhî hayat yolunu takip eden kişiler, her şeye rağmen tabiî sınırlarının veya fıtratlarının dışına çıkmayan, müsbet güçlerini kullanmaktan çekinmeyen insanlaHı. Onlar kendilerine güçlerinin ötesinde bir görev yükle-mediler, fakat her türlü insanî faaliyeti de yerine getirdiler. Çevrelerinde ve çağlarında kendi paylarına düşen bütün meşru zevklerden faydalandılar. Bunlar doğru veya yanlış davranışlarda bulundular, tökezlediler ancak yine doğruldular, kimi zaman diğer kimseler gibi beşerî zaaflarla kuşatıldılar, ama, bu zayıflıklarla savaşarak başarıya ulaştılar. Bu gerçeği idrak edebilmek oldukça önemlidir. Bu gerçek, insanoğluna mücadelesini sürdürmesi için kuvvetli bir ümit verir, aydınlık ve makul bir ideale ulaşabilmek için çalışmayı, çaba sarfetmeyi, insanlığın hem vazifesi, hem de hakkı kılar. İnsanın kendine güven duygusunu kazanmasını, kendi iç âlemine ve gizli potansiyeline inanmasını sağlar. Öyle ki, bu nitelikler insanoğlunu -eğer doğru yol izlenirse- daha önce tarihinin bir döneminde ulaşabildiği yüksek insanlık seviyesine pekâla tekrar ulaştırabilir. Bu seviyeye olağanüstü bir takım güçler ve tekrarı bir daha mümkün olamayacak mucizeler ile ulaşılmamıştır. Tersine, basan insan fıtratına uygun bir yolla, insan kapasitesinin sınırlan içinde ve insanların çabalarıyla gerçekleştirilmişti. Bu muhteşem ve müstesna nesil tabiî, iktisadî ve ilmî kaynaklan kıt, yoksul bir çölün bağ-nndan çıktı. Çevrenin böyle bir neslin ortaya çıkmasına elverişli olması, insanlığın fıtraten ya da potansiyelleriyle bugünkü ve yannki çabalarında bir kez daha başanya ulaşamayacakları anlamına gelmez. Ancak bu gayretler, ilâhî olarak gösterilmiş bir yolun rehberliğini gerektirir. Bu din, tarihinde maruz kaldığı sapmalara, düşmanlıklara ve saldınlara rağmen, ideal in sanlar yetiştirmeyi sürdürdü. Bunlar mükemmel ilk nesle benzeyen, bu nesli örnek almış ve onlara göre şekillenmiş insanlardı. Bu din ideal insanlar vasıtasıyla insan hayatını Önemli bir şekilde etkilemeye, insanlık tarihine tesir etmeye devam etti. Hayat ve dünya anlayışında derin izler bıraktı, kalıcı etkiler yaptı. İlâhî din, hayata uygulamak ve yerleştirmek için ciddi çalışmalar yapıldığı sürece, muhalif unsurlara ve engellere bakmaksızın böyle ideal insanlan her zaman yetiştirebilir. Bu dinin başanlı olmasındaki sır, insan fıtratının Özüyle doğrudan işbirliği yapması ve insanın sahip olduğu kaynaklardan faydalanmandadır. Bu kaynaklar bir hayli fazla ve daimidir. Bunlar ilâhî yolla^biraraya geldiklerinde gizli kalmış zenginlikler ortaya çıkar. Bu ideal, mükemmel devir insan hayatı için tarihte daha Önce görülmemiş ve hepsi açık-seçik, şümullü ve hayatî ilkeler, fikirler, değerler ve ölçüler va'z etti. Bunların hiçbiri, herhangi bir zaman diliminde yeryüzündeki bir düzen veya hayat görüşü tarafından böylesine açık, kapsamlı ve canlı oluşturulamamıştı. En önemlisi böylesi bir hakikat, ciddî, samimi ve hakikate derin bir bağlılık hiçbir şekilde görülmemiştir. Bu ilkeler, değerler ve ölçüler insan hayatmın her noktasını içine alıyordu. İnsanın Allah anlayışı, O'nunla ilişkisi, varoluş kavramı, varoluşun amacı, insanın kâinattaki mevkii ve işlevlerini ihtiva ediyordu. Sonuçta bunlar insanoğlunun gerçek fıtratı, hakları, görevleri ve sorumlulukları, onun Yaratıcısı, hemcinsleri, kâinat, canlılar ve nesnelerle ilişkilerine dayanan hayatını, faaliyetlerini ve mevkiini belirleyecek değerlerle ilgilidir. Bütün bunlar siyasî, sosyal ve iktisadî haklar ve vazifeler ile, bu hak ve vazifeleri birbirine bağlayan sistemler, şartlar ve ilişkilere yöneliktir. Kısaca, insan hayatının bütün cepheleri değişik nitelik ve özellikleriyle kuşatılmıştır. İşte bu şekilde ideal devir kendi farklı yapısını ortaya koydu ve bu tarih dilimine eşsiz ilâhî damga vuruldu. Herşey bu ilkelere, fikirlere, değer yargılarına ve ölçülere düşman mahallî bir çevrede, bunların mutlak dayanağını inkâr eden dünyevî bir atmosferde, İslâm tarafından telkin edilen ve insan hayatında ilk defa gerçekleştirilen davranışlarla çatışan ekonomik, siyasî, sosyal şartlarla kuşatılmış bir ortamda meydana geldi. En azından insanların çoğu îslâmî ideallerin süratlice gerçekleştirilmesine yardımcı olmadılar. İdeallerin başarılmasında bilhassa sathî tesirlerden çok insanın fıtraten sahip olduğu potansiyelin ilâhî hayat yolu ile uygunluğuna güvenilmişti. Öyle ki, bu yol tamamıyla insan fıtratıyla çakışıyordu. İlâhî Yol, bu potansiyeli, kendisini gizleyen engellerden kurtarmış ve harekete geçirmişti. Potansiyel gerçekten çok büyüktür, eğer düzensizlik ve tembellikten kurtaracak gerçek bir yol varsa, sathî tesirlere direnebilecek yapıdadır. Bu sathî tesirler, bazı dar görüşlü insanların gözünde insan hayatının başından sonuna dek bütününü ifade eder. İslâm bunların insan hayatındaki tesirlerini gözardı etmediği gibi bunlara mutlak hakikatmışcasına teslim de olmaz. Bunun yerine insan fıtratının sahip olduğu potansiyele başvurur, realiteyi kolaylık ve yumuşaklıkla değiştirmek için, bu potansiyeli bir noktada toplayarak yönlendirmeye çalışır. O zaman sonuç, ideal devirdeki gibi olur: Olumsuz bölgesel ve evrensel şartlarla mücadele edilerek bunlar olumlu müsait şartlar haline getirilir. Arap yarımadasında ve yarımadanın dışında da böyle olmuştu. Bazı yönlerden insanlık bugün, ilâhî hayat tarzının kendisine ilk defa getirildiği zamandan daha iyi bir durumdadır. Kısa zamanda, refah ve zenginlik yolunu açan büyük bir inkılâb gerçekleştirmiş olan insanlık hayat tarzını, ilâhî emirlere göre tanzim etmeye daha mütemayildir. Kendisini tehdit eden bozgunculuk, kötülük ve sapkınlıklara; baskısı altında ezildiği maddî şartlar, ekonomik ve zihnî faktörlere rağmen insanlığın dayanma gücü şimdi daha yüksektir. Doğrulup kendini toparlayabilir, bunun için çalışacak güce de sahiptir. Bütün bunları insanın potansiyelini öğrendiğimizden beri daha iyi anlayabiliyoruz. Şüphesiz ki, yetenekler ancak İlâhî yol insanlığın rehberi olur, onu fıtratıyla ve Allah'ın yaratıştaki gayesiyle uyumlu bir istikamette yönlendirirse işe yarayabilir. Saflığı, derinlik ve şumûllüğüyle bu potansiyel realitenin özelliklerini oluşturan diğer bütün faktörlerden üstündür. Eğer bu faktörler bugün insanlığın karşısında yer alıyorsa problem nerededir? Bu yolun gerçek yapışım bilmeyen bazı kimselerin gözüne realite değişmez, dönüştürülmez ve mutlak bîr vakıa gibi görünür. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. İnsanın esas fıtratı da bir "realite"dir. Bu fıtrat, dış realite ile uyuşmamakta ve her yerde bu uyuşmazlıktan doğan problemler ortaya çıkmaktadır. Ne zaman esas insan tabiatı belli bir olay veya sistem ile karşılaşsa, ilkin mağlup olur, çünkü o olay veya sistemin ardında kendisini zorla kabul ettirebileceği maddî bir güç bulunur. Bununla beraber insan tabiatının herhangi bir ârİzî olaydan daha güçlü ve uzun ömürlü olduğu, sonunda -özellikle de insan tabiatına uygun bir yol izlenirse- mutlaka galip geleceği gayet açıktır. Bu daha önce gerçekleşmişti. O günlerde, İlâhî hayat yolu Arap yarımadası ve bütün dünyanın içinde bulunduğu realiteyle karşı karşıya gelmişti. O, realite karşısında parlak bir zafer kazanmış, realitenin entellek-tüel ve uygulamadaki pratik temellerini değiştirmiş, kendi kurumlarım oluşturmuştu. Bütün bunlar bir takım eşsiz, tekrarlanamaz mucizelerle yapılmamıştı. Bu, Allah'ın değişmez hükmü uyarınca, insanî kapasitenin sınırları içinde, insanların çabalarıyla başarıldı. Bu da, önceden yapılanların her zaman tekrarlanabileceğim gösterir. O muhteşem devrin mirası, insan hayatı ve tarihte bıraktığı izler, yeni bir mücadele için hep olumlu faktörlerdir. O devir insan hayatında kendi ilkelerine, fikirlerine, değer yargılarına ve Ölçülerine dayanan pratik gelenekler ve gerçekçi kurumlar kurabilmişti. Bunlar, bir devir sona erince ömürlerini tamamlayıp ortadan kalkmadılar, tersine, tıpkı bir nehrin yeryüzünün ücra köşelerine çağlar boyunca akması gibi giderek genişlediler, yayıldılar. Bütün insanlık hayatı bir şekilde bunlardan etkilendi, bin yıldan daha fazla bir süre insanlık için başvuru kaynağı oldular. Fikirler, olaylar, gelenekler, ilimler, ekonomi ve medeniyetin bütün alanlarına tesir ettiler. Bu yükselişe karşı çıkan bütün kuvvetlere, Allah'ın yol göstericiliğinden habersiz Greko-Romen cehaleti içinde bir süreden beri bütün yeryüzünde egemen olan Batı dünyasının sapkınlığına rağmen onların eserleri başlangıcından günümüze kadar insan hayatını etkilemeyi sürdürdüler. Bu hususi etkilerle insanlık hayatında prensipler,-değerler, teoriler ve müesseseler kurulmuştur. Günümüz insanlığı bunların gerçek kaynağından habersizdir ve bu kaynağı ilâhî ve müessir hayat yolundan daha başka hususlara atfetmektedir. Bununla birlikte ilk kaynağı tanımak, böylece İlâhî yola dönerek, onun insan hayatındaki etkilerini görmek imkânsız değildir. İnsanlar genel olarak, tarihte geçirilen bu safhalar ve insanlığın günümüzdeki durumu sebebiyle, İslâm'ın yolunu anlamaya daha mütemayildirler. Yine, İslâm'ın ilk doğuşunda varolmayan ilk neslin mirasından faydalanmaları da mümkündür. Aynı şekilde insanlık, İslâm'm terkedildiği çağlardan edinilen tecrübe birikimine ve bunların bir sonucu olarak hayatı etkileyen endişelere sahiptir. Bütün bunlar İlâhî yolun kabulünü elverişli kılan, inşaallah ufuktaki bir mücadelede bizlerin sabırlı olmamızı sağlayacak etkenlerden bazılarıdır. |