Konu Başlığı: Yedi Harf Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Ağustos 2012, 13:18:49 YEDİ HARF Çeşitli yollardan rivayet edilen sahih hadislerde Rasûlullah'ın, Kur'ân'ın yedi harf üzere indiğini belirten ifadelerine şahit oluyoruz. Bunların en açık olanı, Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edilen ve lafzı Buhârî'ye ait olan şu hadistir: Ömer b. Hattab (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Rasûlullah'ın sağlığında (namazda) Hişam b. Hakîm'in Furkan sûresini okuduğunu işittim. Duydum ki, Hişâm bu sûreyi Rasûlullah'ın bana okumadığı birtakım lehçelerle okuyor. Az kaldı üzerine atılacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. Selâm verir vermez (kaçırmamak için) hemen ridâsım göğsünün üzerine toparlayıp: Bu sûreyi sana -duyduğum gibi- kim okuttu? diye sordum. Rasûlullah okuttu, deyince, yalan söylüyorsun. Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin okuduğundan başka bir lehçe ile okuttu dedim ve onu yakasından tutarak Rasûlullah'e götürdüm. Ey Allah'ın Rasûlü, şunun Furkan sûresini bana okuttuğun lehçeden başka bir lûgatla okuduğunu işittim, dedim. Rasûlullah bana; Hişâm'ın yakasını bırak, buyurdu. Ona da: Ey Hişam, oku diye emretti. O da işittiğim şekilde Rasûlullah'a okudu. Bunun üzerine Rasûlullah: Bu sûre böyle inzal olundu, buyurdu. Bundan sonra bana da: Ey Ömer oku, diye emretti. Ben de Rasûlullah'ın bana vaktiyle okuttuğu gibi okudum. Bana da: Bu sûre böyle indirildi. Ey Ömer! Bu Kur'ân seb'a-i ahrüf (yedi lügat ve yedi lehçe) üzerine gönderildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz, buyurdu." (Buhari). Bir başka hadisde İbni Abbâs'dan rivayete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Bana Cibril Kur'ân'ı, bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artması (ve Arabın bundan başka okuyuşlarıyla da okunmasını) isterdim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim. (Her talebim Allah tarafından kabul olundu ve yerine getirildi)." (Buharî). Her dilde ifade tarzı itibariyle türlü sîgalar ve lehçeler bulunduğu gibi Arapça'da da çeşitli kabilelerin kendilerine has bir lehçesi ve bir ifade tarzı vardır. Kur'ân'ın kelimeleri genellikle Kureyş kabilesi lehçesi üzerine nazil olduğu gibi bâzısı Huzeyl, bazısı Hevâzîn, bazısı da Yemen lûgatiyle nazil olmuş ve o suretle okunmuştur. Rasûlullah bütün Arap kabilelerinin gönüllerini Kur'ân'ın tevhid ve medeniyet nuru üzerinde toplanmasını istiyordu. Bunun için Kur'ân'ın tamamen Kureyş lügati üzerine, bazı kelimelerinin diğer Arap lehçeleriyle gönderilmesini istemiş ve bu dileğinde ısrar ederek Araplar arasında belli yedi kabilenin lehçesi üzerine gönderilmiştir. Aynı zamanda bu bir genişletme idi. Kur'ân'ın kabileler arasında süratle yayılması için bir kolaylıktı. Başka sebeplerin yanısıra bu da, on yıllık bir sürede Arap Yarımadası dahilinde yayılması hususunda tesirli olmuştur. Bu suretle Kur'ân'ın yayılması kolaylaştıktan sonra Hz. Peygamber'in vefat senesinin Ramazan'mda arza-i ahîre denilen ve Rasûlullah'm Cibril ile Kur'ân'ı son müdarese ve müzakereleri üzerine Kureyş lehçesi karar kılındı. Hz. Fatıma'nın bizzat Rasûlullah'dan tahric ettiği bir hadiste, Cibril'in her sene Ramazan geceleri geldiği ve o zamana kadar nazil olan âyetleri ve sureleri arz ile müzakere ve alıştırma yapıldığı bildirilmiştir. Görüldüğü gibi Kur'ân'ın yedi harf üzere nuzûlü hadisi, sahabeden sayılamayacak kadar büyük bir topluluk tarafından rivayet edilmiştir. Hafız Ebu Ya'lâ'nın Müsned'mde Hz. Osman'ın bir gün minberden şöyle dediği rivayet edilir: "Allah hakkı için, sizden kim Rasûlullah'in: 'Muhakkak ki Kur'ân-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir ve her biri şâfi ve kâfidir' dediğini hatırlıyor?" Hz. Osman kalktığında, bu hadisi hatırladıklarını söyleyenler de ayağa kalktı. Sayılamıyacak kadar çoktular (el-ltkan, c. I. sh. 78) Sayılmayacak kadar çok olan bu topluluğun bu konuda aynı şeyi söylemeleri, bazı âlimlerin bu hadisin mütevatir olduğunu söylemelerine sebep olmuştur. Bunu ileri sürenlerin başında Ebu Ubeyd el-Kasm b. Sellâm gelmektedir. Rivayet, sonraki nesillerde tevatür derecesine yükselememişse de, Rasûlullah'in ifade buyurduğu bu dinî hakikati pekiştiren zikrettiğimiz hadislerin sıhhati bizim için yeterlidir. Âlimlerin cumhuru, Osmanî mushaflarm, mevcut hattının muhtemel okunuşlarıyla yedi harfi İhtiva ettiklerine meyletmektedir (İb-nu'1-Cezerî, Tabakatu'l-Kurra, c. I, sh. 292). Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakıllânî bu görüşü benimseyerek şöyle demiştir: "Doğru olanı şudur ki, bu yedi harf Rasûlullah'den zuhur edip yayılmış, âlimler onu zaptetmiş ve Hz. Osman ile sahabe de onu mushafta tesbit ederek sıhhatini haber vermişler ve ondan mütevatir olarak sabit olmayanı da atmışlardır." {el-Burhan, c. I, sh. 213). Hadiste geçen "harf kelimesi birkaç manaya gelmektedir: İbnu'l-Cezerînin şu sözünde olduğu gibi kıraat manasında kullanılabilir: "Şam, İbnu Amir'in kıraati üzere okuyordu." Mâna ve cihet ifade edebilir. Nitekim Ebu Cafer Muhammed b. Sa'dân en-Nahvî böyle demektedir. Fakat "harfler"den maksadın kı-raatlar olduğu, Halil b. Ahmed'den de rivayet edildiği gibi, kavillerin en zayıfıdır. Özellikle kişi, bunun yedi kıraat (kıraat-i sab'a) olduğunu sanıyorsa. Hadiste geçen "harfler" kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda âlimlerin ihtilafa düşmeleri, indirilenin hakikati hakkında değişik bir çok kavillerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bazıları bu kavillerin otuzbeş vecih olduğunu söylerken bazıları da bu sayıyı kırka ulaştırmıştır (eî-It-kari). Ancak bunların çoğunu destekleyen ne sahih bir nakil ve ne de sağlıklı bir mantık vardır. Burada hatanın kaynağı, bundan maksadın ne olduğunun kesin olarak tesbit edilmesi gayretidir. Oysa, İbnu'l-Arabî'nin de belirttiği gibi. bunun ne manaya geldiği huşucunda ne nass ve ne de eser vardır ve insanlar onu tayinde ihtilâfa düşmüşlerdir (el-Burhan, c.I,sh-212). Âlimlerin şu soruyu sormaları kaçınılmazdı: Sayı, şu yedi harfe münhasır mıdır, yoksa bundan maksat okuyucu için bir kolaylık ve genişlik midir? Burada hasrı uzak görenler, daha önce de belirttiğimiz gibi, tevatür derecesine ulaşan nasslardan kaçınmada aşırı gitmektedirler. Kaldı ki nassların "yedi" sayısını çokça zikretmeleri, "yedi" sayısının kastedilmediğini akıl dışı bırakmaktadır. Özellikle hadis, doğrudan vahyi ve nüzulünü konu ediniyorsa. Bu gibi durumlarda Rasûlullah haberi kapalı olarak anlatmaz ve mefhumu olmayan bir sayı zikretmez. Sahabe âlimleri, itikatla ilgili olan bir hususta böyle bir şey nakletmemişlerdir. Ancak hadisleri gözardı eden ve onları terketmede yahut onları zahirlerinden başka manada kullanmakta işi aceleye getirenler şu görüşü ileri sürdüler: "Yediden maksat, sayının kendisi değildir. Ondan maksat, kolaylık ve genişliktir. Yedi lafzı, onluk sayılarda yetmiş, yüzlük sayılarda yediyüz olup çokluk ifade ettiği gibi küsürlü sayılarda da yedi lafzı çokluk ifade eder. Bu gibi sayılarda sayının kendisi kastedilmez." (el-Itkan, c. I, sh. 78). Böyle bir görüşün, hiçbir şeyi sahih rivayete tercih etmeyen Kadı Iyâz'a (ö. H/544) nisbet edilmesi gariptir. Fakat Suyûtî bu görüşü nasslara dayanarak güçlü bir şekilde reddetmektedir. O halde burada "yedi" lafzından maksat, çokluk değildir. Aksine, âlimlerin çoğunun anladığı şekliyle hasr İfade etmektedir. Bu sebepledir ki, bu belli sayıyı araştırıp bulmaya büyük Önem vermişlerdir. İbnu Hİbban'ın (ö. H/354) belirttiği gibi, "çoğunluk bunun yedide münhasır olduğu görüşündedir" (el-Burhan, c. I, sh. 212). Ancak bu gayretlerin pek Çoğu, yedi harften maksadın kıraatlar olduğu görüşünü ileri sürenlerin bu iddialarında ol-"uğu gibi isabetsizdir. Bu harfleri bazı lehçe ve lûgatlara hamledenlerin görüşü de iki mefhum arasında hassas bir farklılığa rağmen zayıflıkta bu görüşe yakın sayılır. Lehçeler âlimlerden bazısına göre lafız ve manada farklılık arzeden ihtilaflardan değildir. Çünkü izhar ve idgam, revm ve işmam, tahfif ve teshil, nakl ve ibdal tek lafzın söylenişinde değişiklik arzeden sıfatlardandır. Bunların farklı oluşu, lafzı, tek lafız olmaktan çıkarmaz. Bununla beraber, bu görüş zayıf görülmemelidir. Çünkü tek lafzın söylenmesinde sıfatların değişik olması onu birden fazla lafız kılabilir. Dolayısıyla, meseleyi sırf buna hasretmesinden dolayı zayıf karşılanabilir. İleride de görüleceği gibi, Öyle ihtilaf vecih-leri tesbit edilmiştir ki lehçelerle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Lehçe farklılıklarında, tek lafızın ifadesinde sıfat farklılıklarından başka bir şey bulmuyorsak lügatlerin farklılığında, bir konuda bir lafızla diğeri arasında bazen ayrılıklar görülür. Şayet bu çeşit farklılıktan muhtelif Arap lügatlerini fazla veya eksik yedi sayısına has-redebilseydik ve zorlanmadan, tereddütsüz bu husus kabul görseydi, bu sonuçsuz tartışmaya ihtiyaç kalmadan bu yedi lügatin yedi harf olduğu hemen söylenebilrdi. Fakat ister Arap lügatlerini Kureyş'in Huzeyl, Temîm, Ezd, Rabia, Hevazîn ve Sa'd b. Bekr lugatlan olduğu, ister özellikle Mudar kabilelerinin lu-gatları olan Hüzeyl, Kinane, Kays, Dabbe, Teymu'r Rabab, Esd b. Huzayme ve Kureyş lugatları olduğu söylensin. Bunun da bir zorlama olduğu basiret sahipleri nezdinde gizlenemeyecek kadar açıktır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de her iki görüşün dışında kalan başka kabilelerin lugatlan da mevcut olup bunlar Kureyş lugatıyla temsil edilmektedir. Ebu Bekr el-Vâsıtî, el-İrşad fi'l-Kıraeti'l Aşr isimli kitabında kullanılan lügatlerin sayısını kırka ulaştırır. Ehseva kelimesi Azire lugatında Ihzeva manasındadır. Bi'şe kelimesi Gassan lugatından olup şedide manasmdadır. Lateğalu kelimesi îehm lugatından olup la-tezidu manasınadır. Hasret kelimesi Yemame lugatından olup dâgate manasınadır. Heluâ kelimesi Has'am lugatından olup dahare manasınadır. el-Vedaq kelimesi Cürhüm lehçesinde el-matar manasınadır (el-ltkan). İbnu Abdi'l Berr, yedi harfin yedi lehçe manasında kullanılmış olmasını uzak görür. "Çünkü böyle olmuş olsaydı henüz başlangıçta Müslümanların bir kısmı diğerlerinin lehçesine karşı çıkmazdı. Çünkü o lehçe, üzerinde yaratıldığı bir lehçedir. Yine Ömer b. el-Hattab ve Hişâm b. Hakîm'in her ikisi Kureyşlidir. Ama kıraatları biribirinden farklıdır. Ömer'in, Hişamın lehçesini reddetmesi muhaldir." (el-Burhan, c. I, sh. 219). İbnu Abdi'l-Berr, yedi sayısıyla çokluk kastedildiğini de savunur. Ancak böyle bir makamda sayının mutlaka bir mefhumunun olması gerektiğini ifade ederek bu görüşün zaaflarını açıklamıştık. Yukarıda nakledilen bu görüşler zayıf olmalarına rağmen âlimlerin, yedi harfi açıklama sadedinde onları zikretmelerini garipsemiyoruz. Ama bazı âlimlerin hiç bir delile dayanmaksızın kimsenin ileri sürmediği ve kendilerince yedi harf hadisini derin ve bâtını bir tefsirle tefsir ettiklerini sandıkları asılsız mefhumlara meyletmeleri yalnız garipsenmekle kalmamalı, aksine şiddetle reddedilmelidir. Bu iddialardan biri, bununla yedi ilmin kastedildiğidir: "İnşâ ve İcad ilmi, tevhid ve tenzih ilmi, zat sıfatlan ilmi ile fiilî sıfatlar ilmi, affetme ve azablandırma sıfatlan ilmi, haşir ve hesap ilmi ve gaybî haberler ilmi" Bu neviden diğer bir iddia yedi harfle şu yedi şeyin kastedildiğidir. "Mutlak ve mukayyed, ânım ve hâss, nass ve müevvel, nâsih ve mensuh, mücmel ve müfesser, istisna ve kasemler." Bazıları cüretkârlıkta o kadar ileri giderek, yedi harf meselesinde bâtıl görüşlerine zayıf bir hadisi delil getirmektedirler. İbni Mes'ud'un rivayetİyle Peygamber'e ulaştırılan bu hadiste şöyle denilmektedir: "İlk kitap bir kapıdan ve bir vecih üzere inmiştir. Kur'ân-ı Kerim ise yedi kapıdan ve yedi harf üzere inmiştir. Bu yedi harf şunlardır: Yasaklayan, emreden, helâl, haram, muhkem, müteşabih ve darb-ı mesel. Helâlini helâl ve haramını haram kabul edin. Darb-ı mesellerinden ibret alın. Müteşabihlerine inanın ve; 'Ona inandık hepsi Rabbimizin kalındandır' deyin." Bu hadisle ilgili olarak İbni Abdü'l-Berr şöyle demektedir: "Bu hadis, ilim ehlinin yanında sabit değildir ve zayıf olduğuna ilim ehli icma etmiştir." Bütün bunlar, bazı müfessir imamların iyi niyyetle ortaya attıkları görüşlerdir. Fakat böylece müsteşriklerin ve müminlerden imanı zayıf olanların şüphelerine kapıyı ardına kadar açmışlardır. İşte asıl problem ve tehlike buradadır. Bu problem, bu âlimlerin yedi harfi şu manaya hasretmeleri problemidir. "Yedi harften maksat çeşitli lafızlarla aynı mananın yedi vecihle ifade edilmesidir" (el-Burhan). Taberî'nin tefsirindeki sözlerin zahiri bunu ifade etmektedir. O, aleyhisselatu vesselamın Hattab oğluna söylediği şu sözleri delil getirir: "Ey Ömer, rahmeti azab ve azabı rahmet yapmadıkça Kur'ân'ın hepsi doğrudur." Elbette müsteşrikler bunu kendilerine dayanak yapacak ve "manasıyla okuma" nazariyesini ileri süreceklerdir. Hiç şüphesiz bu, İslâmî hayatta en tehlikeli nazariyedir. Çünkü bu nazariye Kur'ân nassını, her şahsın hevasına teslim etmiş, herkes dilediği şekilde nassı tes-bit etmiştir. Böylece hakiki nasslar manalarından başka manalara hamledilmiştir. Burada nazariye hadisin mana ile rivayetinde olduğu gibi hakiki manasıyla "mana ile kıraat" olarak isimlendirilemez. Çünkü Kur'ân ve kıraatlar biribirinden farklı iki hakikattir. Kur'ân, beyan ve i'caz için Hz. Muhammed'e indirilen vahiydir. Kıraatlar ise, harflerin yazılışında yahut şeddeli, şeddesîz ve başka hususlarda harflerin keyfiyetiyle ilgili farklı lafızlardır. Şayet Rasûiullah başlangıçta Müslümanlara meydanı geniş tutarak ihtiyar ve yaşlılara kolaylık göstermiş ve lehçeleri dışında bir lehçeyle Kur'ân okumaları onlara ağır geleceğinden kendi lehçeleriyle okumalarına izin vermişse, bu, kıraatları devamlı sabit kılmalanna ve Kur'ân'ın üzerinde indiği lehçeler olarak yazılmalarına izin verdiği anlamına gelmez. O halde Rasulullah'ın bu nevi kıraatlarda çerçeveyi genişletmesi, özel bazı durumlarda bazı fertler için kolaylık göstermekten başka bir şey değildir. Rasûlullah'ın isbatı ve vahiy kâtiplerinin tesbiti ile bu gibi durumlarda izin verilen hususlar sayılı kelimelerde olup tevatür yoluyla bize gelmiştir. Tevatür yoluyla gelmeyenler sahih ahad rivayetlerle gelse bile reddedilir. Çünkü bir şeyin Kur'ân olduğunu isbatlamak için tevatür kaçınılmaz bir şarttır. Bu ferdî durumları yedi harf üzere genelleştirmek ve manayla okumanın yedi harfe girdiğini söylemek, hadisi yanlış anlamak olur. Yukarıdaki görüşlerin hiçbiriyle yetinmek doğru olmayacağına göre, bunlardan mümkün olanları almanın isabetli olacağı kanaatı-na vardık. Nakle ve akfa ters düşmeyen ve ifrat ile tefritten uzak olan budur. Bu yedi harften maksat -Allahu alem- bu ümmet için kolaylık gösterilen yedi vecihtir. Okuyucu bu yedi vecihten hangisiyle okursa isabet etmiş olur. Peygamber şöyle buyururken neredeyse bunu açıkça ifade etmiştir: "Cebrail bir harf üzere bana okuttu: Ona müracaat ettim ve tekrar tekrar müracaatımı yeniledim. Nihayet yedi harfe ulaştı." (Buhari). Bir Kur'ân lafzı ne kadar değişik şekillerde edâ edilir ve okunursa, bu değişik şekiller aşağıdaki şu yedi vechin dışına çıkmaz: Birincisi: İster mana değişsin, ister değişmesin irab vecihlerindeki farklılıklardır. Mananın değişmesine misal, Allah Teâlâ'nın şu sözüdür: Fetalaqqa Ademu min Rabbihi kelîmâtin fetâbe aleyhi "Derken Âdem Rab-binden kelimeler belleyip aldı..." (2: 37). Fetalaqa Ademe... şeklinde okunduğunda mana şöyle olur: "Derken Âdem'e Rabbinden kelimeler geldi..." Mananın değişmediğine misal velâ yudarra kâtibûn velâ şâhidûn "...Yazana da, şahide de asla zarar verilmesin..." (2: 282). Yudarra kelimesi ötreli okunmuştur. İkincisi: Harf farklılıkları. Bunda ya mana değişir ama suret değişmez. Bazen bu, nokta farklılığıyla ifade edilir ya'lemûne-îa'lemûne misallerinde olduğu gibi. Veya suret değişir fakat mana değişmez. Bazı kelimelerin sin ve sadile yazılmasında olduğu gibi. Mushaflarda (52: 37) ayetİndeki el-museytırûn kelimesinin kök harflerinden olan sin yerine sad harfi yazılmıştır. Böylece sâd ile okuma mushaf yazısının hakikatine, sîn kıraati de mushafm takdirî yazısına uygun düşmüştür. Üçüncüsü: İsimlerin tekil, ikili ve çoğul ile erkekliğe veya dişiliğe delalet etmesindeki farklılıktır. Meselâ Müminûn sûresinin 8. âyetindeki emânâtihim kelimesi tekil olarak emânetinim şeklinde de okunmuştur. Bilindiği gibi bu kelime sakin elifi ihtiva etmediğinden Hz. Osman mushaflannda elifsiz yazılmıştır. Çoğul veya tekil olarak iki şekilde okunması aynı manayı vermektedir. Çünkü kelimeyi tekil haliyle okuduğumuz zaman cins kasdedilmiş olur ki, cins isimde çokluk manası mevcuttur. Çoğulda da fertleri ihtiva etme sözkonusudur ki, fertlerin, kapsamın içine alınmasında cinsiyet manası mevcuttur, "emanetin gözetilmesi" "emanetlerin gözetilmesi" gibidir. Her iki durumda da kül ve cüzler kelimelerin kapsamına girmektedir. Bir sebepten dolayı da aynı âyette geçen ahit kelimesi her iki kıraat ve vecihte tekil olarak gelmiştir. Yine el-bakara kelimesi Allah Teâlâ'nın: in-ne'l-bakara teşâbehe aleynâ sözünde cins ifade etmesi için bir harfte (vecihte) kasden müzekker olarak okunmuş, fiil maziye bina edilerek müzekker kılınmış ve teşâbehe aleynâ şeklinde okunmuştur. Bir vecihte de çoğul manasını ifade etsin diye kasden müennes kılınmış ve muzari sigasma sokularak tahfif için tâ harflerinden biri atıldıktan sonra teşâbehe şeklinde okunmuştur. Çünkü aslı teteşâbehedit. Dördüncüsü: Bir kelimenin yerine başka bir kelimenin kullanılmasıdır. Bu kelimeler genellikle eş anlamlı olup değişik kabilelerde farklı şekillerde kullanılmaktadır. Nitekim ke'l-ıhni'l-menfûş, ke'l-sevfe'l-menfûş (101: 5) şeklinde de okunmuştur. Yahut mahreçleri biribirine çok yakın kelimelerin biribirlerinin yerine okunması şeklindeki ihtilâftır. Lafız yönüyle biribirleriyle çok yakın olmaları mana yönüyle de yakınlıklarına işaret etmektedir. Meselâ talaha, talaa şeklinde de okunmuştur. Gerçekten ayın harfi ile ha harfinin mahrecinin bir olduğuna dikkat edilmelidir. Bu harfler kardeştir ve boğazın belli bir yerinden yan yana çıkmaktadır. İbnu Mesudun fegatalû imanehamâ yerine eydihimâ şeklindeki kıraati ise şâzzdır. Çünkü âhâd rivayetlerdendir. Bu sahabinin bu şekildeki kıraatinin tefsir kabilinden bir dercetme olduğu kesindir. Beşincisi: Genel olarak Arap dilinde yahut özel ifade şekli içerisinde takdimi ve tehiri bilinen takdim ve tehir ihtilafıdır. Allah'ın, kendisi yolunda savaşarak cennet kargılığında Allah'ın kendilerinden can ve mallarını satın aldığı müzminlerle ilgili sözünde geçen feyeglulûne ve yuqîelûne kelimeleri (9: 111) takdim ve tehir edilerek de okunmuştur. Birinci vecih kıraatta müminlerin düşmanları öldürmek için vakit geçirmeksizin hemen harekete geçtiği ifade edilmekte, ikinci vecih kıraatta ise, belki Allah onları şehid düşürür diye büyük bir umutla savaş alanına atıldıkları ifade edilmektedir: Onun İçin takdim ve tehir ile ifade kalıbı değişmiş olsa bile her iki vechin neticesi birdir ve herhangi bir değişikliğe uğramamaktadır. Ebu Bekir'in ve câet sekretü'î-mevti bi'l-hak-ki yerine ve câet sekretü'î-hakkı bi'l-mevti şeklindeki kıraatine gelince, bu, tevatür derecesine ulaşamamış ahad bir rivayettir. Sahabe icmaına ters düştüğü için şâzzdır. İnsan bazen yanılır yahut dili sürçer. Farkına varmadan bir kelimeyi diğerinin yerine kullanır. Şayet Ebu Bekir'den yapılan bu rivayet doğru İse, o da bu duruma düşmüştür. Altıncısı: Arapların âdeti olduğu üzere cer ve atıf harflerinin, bazen aradan çıkarılması ve bazen de isbatı gibi cüz'i ilâve ve eksiklikler şeklindeki farklılıktır. Onun için bu tür fazlalık ve eksiklikler ancak belli ve sayılı birkaç harfte olur. Yalnız sika imamların tesbitlerinin dışında kalan şâzz rivayetlere aldırış edilmez ve onlara karşı uyanık olmak gerekir. Fazlalığa misal: Tevbe sûresinde geçen (9: 100) ve eadde lehum cennâîin îecrV tah'teha'l-enhârû âyeti min îah'teha'l-enhârû şeklinde de okunmuştur ve her iki kıraat mutevatirdir. Her ikisi de resmî mushafın yazılışına uygundur; min harfinin fazlalığı Mekkî mushafa, çıkarma da diğerlerine muvafıktır. Eksiğe misal: Bakara sûresinde, ve qalû'tta-haza'Hahu veleden âyeti (2: 116) vav'siz olarak da okunmuştur ki bu kıraat Şam mushafı-na uygundur. Fakat ve mâ halaqa'z-zekera ve'l-un'sa yerine mâ halaqa kelimelerinin eksiğiyle okunuşu ile İbni Abbas'ın salahate kelimesinin fazlalığı ve verae kelimesinin yerine emame kelimesinin kullanılması şeklinde kıraati, ahad rivayetlerden olup bu tür ahad rivayetler Kur'ân'dan sayılamaz. Yine birkaç İlave kelime vardır ki ahad olmada kıraatlere benzerlik gösteren okuyuşlar vardır ki bunların hepsi tefsir ve açıklama kabilinden ilâve edilmişlerdir. İbnu Mes'ud özel mushafında onları yazmış olsa bile onları yedi harf arasında saymanın yolu yoktur. Yedincisi: Üstün (Fetha) ile okuma ve kısa heceyi lüzumundan fazla uzun okuma, bir harfi ince veya kalın okuma, sıkma ve kolay1 laştırma, kısma, uzatma gibi lehçe ihtilaflarıdır. Meselâ bazı kelimelerin kesreliymiş gibi okunması; ra harfinin ince, iâm harfinin ka lın sesle kıraati mevcuttur. Yine hemzemi terki ve harekenin nakli gibi az görülse de başka misal de, Huzeyl kabilesinin ha harfini ayın şeklinde telaffuz ederek okumalarıdır. Gerçekten bu son vecih yedi vechin en önemlilerindendir. Çünkü Kur'ân'ın yedi harf üzere indirilişinin en büyük hikmetini bu vecih ibraz etmektedir. Çeşitli kabilelerden meydana gelen ve böylece çeşitli lehçelere sahip olan, bazı lafızları çeşitli şekillerde telaffuz eden bu ümmete kolaylık sağlanmıştır. İslâm'ı kabul eden kabilelerin çeşitli lehçeleri ve fonetikleri gözetİlmeliydi. Ama lugatları-mn gözetilmesi gerekmezdi. Çünkü Kur'ân-ı Kerim, bütün Arap lugatlarını temsil eden Kureyş lugatma sokulabilenlerden dilediğini almıştır. Bazı âlimler bazı kabilelerin lugatla-nnın Kur'ân'da kullanıldığını ısrar ederek ileri sürüyorlarsa da onları destekleyen ne naklî ve ne de aklî bir delil vardır. Araplar, Kureyş lehçesini seçip onu müşterek edebî dil olarak kullanmaya başladıklarında, ondan etkilendikleri gibi onu da etkilediler. Bütün diller için sözkonusu olan etkilenme ve etkileme kanunu Kureyş lehçesi için de elbette geçerli olacaktır. Dili, insanlığın bir gerçeği olarak ele alınca bu kanun hemen hemen bütün diller için geçerlidir. Ancak Kureyş lehçesi bütün kabilelerin İtiraf ve kabulü ile diğer lehçeler içerisinde en genişi, üslûp yönüyle en gelişmişi, zengini ve Çeşitli söz sanatlarında en ilerisi, en güzeli ve en güçlüsüdür. Yazı, telif, şiir ve hitabette sadece bu lehçe kullanılmıştır. Öyle ki Kureyşli olmayan şair, kendi lehçesinin özelliklerinden sakınıyor ve kelime yapısı ve cümlenin kuruluşu hususunda kendi lehçesinin özel nitelikleri varsa ondan uzak kalmaya gayret ediyor, halkın ülfet ettiği ve çevresinde toplandığı lehçeyi tercih ediyordu. islâm, doğduğu sıralarda, Arapların üst tabakasında seçilip kullanılmaya layık ideal bir dil İle karşılaştı. Kur'ân o ideal ve-seçilmiş apaçık Arap diliyle inzal olarak bu birliğin kapsamını genişletti ve ona güç kattı. Ancak İslâm'ın doğuşu anında karşılaşmış olduğu ve Kur'ân'm inişinden sonra ona güç verdiği bu dil birliği, İslâm'dan önceki lehçelerin varlığını ve devamını kesmedi. Şüphesiz Arapların hepsi kendi bölgelerine dönerken bu ideal ve birleştirici lehçeyi değil, kendi özel lehçelerini kullanıyorlardı. İfadelerine lehçelerinin özellikleri hâkimdi. Kendi fonetikleriyle konuşuyorlardı. İbni Hişam şöyle demektedir: "Araplar kendi aralarında birbirlerinin şiirlerini okuyorlardı. Her biri, üzerinde yaratıldığı seciyesi üzere söz söylerdi. Bazı beyitler hakkında rivayetlerin çokluğu bundandır." (el-Müzhir). İnkâr edilmesi imkânsız bu hakikatin yanında Kur'ân-ı Kerim, yedi harfi ile avam tabakasına kolaylık göstererek onları, dillerinin kolaylıkla dönmediği, bir lehçe ile konuşmaya zorlamayıp kıraatlarda çerçeveyi geniş tuttuğu halde dil birliğini yerleştirmek için Arapların ileri gelenlerine ve şairlerine meydan okuyarak bir sûrenin benzerini, yahut bir âyetine benzer getirmelerini istiyordu. İbn'ul-Cezerî buna dikkat çekerek şöyle demektedir: "Kur'ân'ın yedi harf üzere indirilmesi bu ümmete verilen değerden dolayı ona kolaylık sağlamak içindir. Ona şefkat ve merhametten dolayıdır. Yaratıkların en faziletlisi ve Hakk'ın sevgilisi Peygamberinin dileğini yerine getirmek içindir. Çünkü önceki peygamberler kendi kavimlerine gön derili yorken Son Peygamber Hz. Muhammed @ ise bütün insanlığa; Kızılına, Siyahına, Arabına, Acemine gönderilmiştir. Kur'ân'ın dilleriyle indiği Arapların şive ve lehçeleri değişikti. Birinin, diğerinin şivesiyle konuşması ve onun lehçesini kullanması, bir harften başka harfe geçiş yapması güçtü. Hatta eğitimle bile bunu be-ceremiyecekler vardı." (ez-Zerkânî, Menahi-lu'l-İrfan, c.I,sh. 139). Bu lehçe farklılıklarının öneminin büyüklüğü, bazı âlimlerin yedi harfi, lehçe farklılıklarina hasretmelerine sebep olurken bazıları da buna rağmen ona hiç yer vermemişlerdir. Çünkü, İbni Kuteybe'nin izahına göre, bu ihtilaf lafız ve manada çeşitlilik arzeden ihtilaftan değildir. Zira, sözün söylenmesiyle ilgili bu farklı nitelikler, onu aynı söz olma vasfından çıkarmaz. (ez-Zerkânî, c. I, s. 154). Her iki görüşte de aşırılık vardır. Yukarıdaki altı vechin önemi de inkâr edilemez ve yedinci vecihle yetinip diğerleri bir tarafa anlamaz. Ayrıca bazı seslerin çıkarılmasında lehçeler arasında farklılığın sahabe arasında bulunduğu ve bunun, dillerde dolaşan en çetin farklılıklardan biri olduğu bir vakıadır. Onun için bunu görmemezlikten gelip diğer vecihlerle de yetinemeyiz. Öyle bir görüş olmalı ki, farklılıkların hepsini içine alsın. Geçmişlerin saydıkları görüşler tek tek bu farklılıkların hepsini içine almadıkları için yedi harfi sayarken onlardan hiçbirini almadık. Ne ez-Zerkânî'nin Menahilü'l-Irfan'da İbnu Kutey-be, Ebu'1-Hayr b. ez-Cezerî, el-Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakıllânî'nin görüşlerine tercih ettiği Ebu'l FazI er-Râz'înin görüşünü aldık ve ne de ismi geçenlerden herhangi birinin görüşünü benimsedik. Çünkü er-Râzî el-Levâih kitabında ya'melûne - ta'melûne misalinde gördüğümüz harflerin değişmesi vechine hiç dokunmamiştır. Oysa bu vechi, diğer vecihlerin hiçbirinin kapsamında mütalaa edemeyiz. Ayrıca fiillerin mazi, muzarî ve emir çekimlerini başlı başına özel bir vecih olarak ileri sürmüştür. Halbuki bu, irab farklılıklarını temsil eden vechin kapsamına girmektedir. Geri kalan üç kişiye gelince, içlerinde nazari olarak müdafaa eden bulunsa bile pratik olarak lehçe farklılıkları vechini hesaba katmamış olmaları, görüşlerini benimsemememiz için yeterlidir. Saydığımız yedi vecih, Kur'ân'ın edasında bütün farklılıkları içine aldıklarını söylerken bu yedi vechin tek kelimede bulunması gerektiğini kasdetmiyoruz. Her kelimede iki veya daha fazla vecih bulunabileceği gibi sadece tek vecih de bulunabilir. Dikkat çekmek istediğimiz husus, bu yedi vechin, sözkonusu olabilecek farklılıkların hepsini içine aldıklarıdır (el-Burhan, c. I, s. 223). Önceki âlimlerin görüşlerini bir araya getirip değerlendirerek, farklı yönleri yedi vecihte topladık. Yaşadıkları bir dönemde Kur'ân-ı Kerim'in yedi harf üzere aralarına indiği Sa-habe-i Kiramın çoğu o zaman okuma-yazma bilmezdi. Yedi harften maksadın sınırlarını çizme imkânları yoktu. Onlar biliyorlardı ki, Kur'ân'ın tüm kelimelerinde farklı vecihler yediden fazla değildir. Uygulamada ise, Rasûlullah @'in kendilerinden kabul ettiği farklı kıraatlerinde de bu yedi vecih mevcuttur. Bugün, ancak inceleme ve araştırma farklılıklarını ardarda sıralama neticesinde Kur'ân'ın yedi harfinin ne olduğu sonucuna varmaktayız (Dr. Subhi es-Salih, Kur'ân İlimleri, [Çev. M. Said Şimşek, Konya, ty.] ss. 16-94). Bir yönü özellikle belirtmek gerekir ki, lehçeler arasındaki bu fark ve ihtilâf bir çeşitlilikten ibarettir. Zıtlık ve çelişki değildir. Çünkü zıtlık ve çelişki Kur'ân hakkında muhaldir. Sonra Kur'ân'ın her kelimesi yedi lehçe ve yedi vecih ile nazil ve bu suretle okunmuş da değildir. Belki bazı kelimeleri Kureyş, bazı kelimeleri de diğer kabilelerin lehçeleriyie gönderilmiştir. Kur'ân'a ait ilimlerin üstadı Abdullah İbni Mes'ud, hadisteki seb'a-i ahruf ile ifade buyurulan lehçe farkına işaret ederek; "Ben muhtelif kabilelerden Kur'ân okuyanların kıraatlerini dinledim, işittim. Hepsini mana itibariyle birbirlerine yakın buldum. Sizin aranızda (geliniz!) manasına olan (helümme, akbîl) demeniz gibi -kî, hepsi bir kapıya çıkar- artık nasıl öğrendİyseniz öyle okuyunuz." demiştir (Sahih-i Buharı Muhtasarı ve Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, DİB yayınları, Ankara 1971, c. IX, ss. 28-29). |