๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Haziran 2012, 19:12:15



Konu Başlığı: Yasaklayıcı Tedbirler
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Haziran 2012, 19:12:15
YASAKLAYICI TEDBİRLER

Yapılması teşvik edilen ölçüleri görüştükten sonra şimdi de toplumda sosyal adalet hedefi­ne ulaşabilmek için devlet tarafından benim­senen yasaklayıcı tedbirleri mütalaa edelim.

Faiz (Riba)
 
İslam'da menedilmiş unsurlardan ilki faizdir. İslam, faizi ekonomik, sosyal ve ahlaki açıdan topluma zararlı iktisadi bir kötülük sayar. Bu' yüzden de Kur'an-ı Kerim müslümanlara faizi almalarım ve vermelerini yasaklar. Ancak bu kötülüğün toplumun ekonomik ve sosyal ha­yatına derince kök salması sebebiyle ortaya çıkabilecek gereksiz güçlük ve rahatsızlıktan kaçınmak için yasaklama hükmü tedrici ola­rak sunulmuştur. (Ebu'1-A'la Mevdudi; 'The Meaning of the Quran', c.IL sh. 62).

a- Kur'an-ı Kerim'in konuyla ilgili ilk ayeti insanlara sadece faizin ferdi veya toplumsal varlığa  hiçbir   şey  eklemeyeceğini,   aksine azaltacağını hatırlatır. "İnsanların malında art­sın diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz ze­kat, işte onu verenlerin serveti kat kat artar." (30: 39).

b- İkinci ayet müslümanlara eğer başarılı bir hayatı, huzuru, gerçek ve ebedf saadeti isti­yorlarsa birleşik faizi (murabaha) almamaları­nı emretmektedir. "Ey iman edenler, kat kat arttırılmış faizi yemeyin. Allah'tan korkup sa­kının, umulur ki kurtuluşa erersiniz." (3: 130). "Faizin ihdas edilmesi, alacaklı kişilerde aç­gözlülük, hırs, cimrilik ve bencillik; faizi öde­mek zorunda kalanlarda ise nefret, öfke, düş­manlık ve kıskançlık oluşturur. Bu nedenle Allah faizi kınayıp haram kıldı; onun panzehi­ri olarak infakı emretti." ('The Meaning of the Quran\ c.I, sh. 99).

c- Bazı insanların alışveriş ile faizi birbirine karıştırmaları ve aralarında pek bir fark bula­mamaları üzerine Kur'an-ı Kerim bu yaklaşı­mın kerih sonuçları hakkında onları uyarıp bu şeytani uygulamadan uzak durmalarını şu ifa­delerle tembih eder: "Fakat faiz (riba) yiyen­ler şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktı­ğı gibi kalkarlar. Bu, onların: 'Alışveriş de fa­iz gibidir' demelerinden dolayıdır. Oysa Al­lah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim Rabbinden öğüt geldikten sonra faizden vazgeçerse, artık geçmişi kendisine, işi de Al­lah'a aittir. Kim de faize geri dönerse, artık onlar ateş ashabıdır, orada ebedi kalacaklar­dır. Allah faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah günahkar kâfiri sevmez." (2:275-276).

Bu ayette, "faizle borç veren, deli bir adama benzetilir. Deli insan nasıl hastalıklı aklı yü­zünden anlayışını kaybederse, benzer şekilde faizle borç veren kişi de para kazanmakla o kadar meşgul olur ki artık sağduyusunu kay­beder. Duygusuz sersemliği ve arsızlığı o de­rece ileridir ki, kendi bencillik ve açgözlülü­ğünün insan sevgisine, insan kardeşliğine ve dostluk hissine nasıl köklü bir darbe vurduğu­na ve insanlığın genel maslahatını nasıl yoket-tiğine aldırmaz. Bir çok kimseye zarar vererek zengin olmasını umursamaz, bu dünyada işte bu şekilde deli gibi hareket eder. Kıyamet Gü-nü'nde de tıpkı deli gibi dirilir; zira kişi, Ahi-ret'te bu dünyada öldüğü hal üzere diriltile-cektir." (The Meaning of the Quran', c.II, sh. 201-205, Dipnot 316).

Aynı ayet-i kerime aşağıda sıralandığı üzre kâr ve faiz arasındaki temel farkları da aydın­latır:

1- Alıcı ile satıcı arasındaki kâr tesbiti eşit şartlarda yapılmaktadır. Alıcı ihtiyaç duyduğu maddeyi ücret karşılığı edinirken, satıcı da bu maddeyi alıcının hizmetine sunarken kullan­dığı zaman, iş ve beyin gücü karşılığında kâr elde eder. Faiz olayında, bunun aksine borçlu zayıf konumu sebebiyle krediyi verenle eşit şartlar altında muahede yapamaz. Tefeciye gelince, kâr olarak değerlendirdiği sabit mik­tardaki faizi elde eder. Şayet borçlu ödünç.aldığı parayı kişisel ihtiyaçlarını karşılamakta kullanırsa zaman faktörü ona kesinlikle hiç­bir fayda sağlamaz. Eğer bu parayı ticaret, en­düstri, tarım ve benzeri alanlara yatıracak olursa eşit oranda kâr ve zarar etme şansı var­dır. O halde faizle ödünç vermek bir tarafa sa­bit ve emin bir kazanç sağlarken diğer tarafa zarar getirmekte; yahut bir tarafa kesin ve gü­venilir bir kâr getirirken diğer tarafa şüpheli ve belirsiz bir kâr tedarik etmektedir.

2- Tacir, yüksek de olsa ancak bir kez kâr ta­lebinde bulunur, fakat tefeci zaman aşımı ile artacak şekilde tekrar tekrar defalarca faiz is­temeye devam eder. Borçlunun ödünç aldığı para üzerinden sağlayacağı kazanç ne kadar büyük olursa olsun, herşeyden önce kendi içinde sınırlıdır; ancak tefecinin kendi parası üzerinden talep edeceği faizin bir haddi yok­tur. Bazen tefeci borçlunun bütün kazancını alır, hatta geçim vasıtalarının veya kişisel varlığının hepsine el koyar da hâlâ borçluya karşı ödünç verilen zamanki borç miktarına malik olur.

3- Ticarette, satılan madde ve ücreti el de­ğiştirir değiştirmez alışveriş sona erer. Bun­dan sonra alıcının satıcıya tekrar bir şeyler vermesi gerekmez. Mobilya, ev, arazi vb. ki­ralarına gelince, ödünç alman eşyanın aslı sar-fedilip tüketilemez ve kararlaştırılan sürenin bitiminde sahibine geri verilir. Fakat alınan para borçlu önce bu ana parayı sarfetmek, sonra yeniden oluşturmak, kredi verene fai­ziyle birlikte iade etmek zorundadır. Böylece borçlu iki riskle karşı karşıyadır; hem borç al­dığı ana parayı yeniden üretmek, hem de faizi karşılayacak parayı kazanmak.

4- Ticaret, endüstri, tarım vb. ile uğraşanlar zaman, iş ve beyin gücü sarfederek kazanç sağlarlar. Oysa tefeci kendi payına hiçbir ris­ke atılmaksızın, iş gücü de harcamaksızm, sa­dece ihtiyacı dışındaki parasını vererek borç­lunun kazancının en büyük hissadarı olur. Bir dereceye kadar o, herhangi bir kazanç sağla­nıp sağlanmadığına, ne oranda kâr edildiğine ve hatta zarar edilip edilmediğine bile bakıl­maksızın sabit ve garantili bir kârı hakkeden ortak mesabesindedir.

Yukarıda anlatılanlardan, iktisadi yönden bile alışverişin toplumda yapıcı bir etkisinin oldu­ğu, ancak faizin toplumu yıkıma sürüklediği açıklıkla ortaya çıkmaktadır. Faiz, ahlâki yön­den ise, bizzat kendi niteliği yüzünden karlık, bencillik, gaddarlık, katı kalplilik, paraya ta­pınma gibi kötü özelliklere yol açar; dostluk ve yardımlaşma ruhunu öldürür. Bu yüzden faiz, gerek iktisadi gerekse ahlaki yönden top­lum için yıkıcıdır." (Mevdudi, a.g.e, c.I, sh. 99).

Diğer taraftan, infak iktisadi refaha yol açar. "Şayet toplumun zenginleri paralarını kendile­rinin ve bakmakla yükümlü oldukları kimse­lerin ihtiyaçlarını karşılamak için serbestçe harcasalar ve servetlerinin bir bölümünü ihti­yaçlarını gidermeye güçleri yetmeyen yoksul­lara dağıtsalar, faizsiz olarak işadamlarına ödünç verseler, ortaklık esaslarına göre bir işe yatırım yapsalar yahut sosyal hizmetlerin gö­rülmesi için hükümetlerine faizsiz borç verse­ler; ticaret, endüstri, ekonomi vb. elbette geli­şecek ve hayli yüksek bir düzeye erişecektir. Milli servet standardı daha da yükselecek ve faizin yasal olduğu ülkelerle mukayese edildi­ğinde üretim daha da fazla olacaktır. Bu yüz­den, bir toplumun gelişmesini faizin engelle­diği, infakın ise kalkınmayı hızlandırdığı açıktır. ('The Meaning of the Quran'. c.I, sh. 201-205, dipnot, 320).

d- Sonra, faizi yasaklayan ve İslam toplu­munda gayri meşru İlan eden nihai emir geldi:

"Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve gerçekte inanıyorsanız, faizden artakalan kıs­mı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Rasulü'ne karşı savaş açtığınızı bilin. Şayet tevbe ederseniz, ana sermayeniz sizindir. Haksızlık yapmayın, siz de haksızlığa uğratıl­mazsınız. Eğer borçlu darlık içerisinde ise, ona elverişli bir zamana kadar süre verin. Borcu sadaka olarak bağışlamanız ise, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır." (2: 278-280).

e- Müslümanlar  faizden   kaçınıp   Allah'ın hükmüne itaat etmekle emredilirler; aksi tak­dirde faizden men edilen fakat faiz almaya devam eden yahudilerle aynı akıbete katlanacak­ları hususunda uyarılırlar: "Bu, onların nehyedildikleri halde faiz almaları ve haksız yere

insanların mallarını yemeleri nedeniyledir. İç­lerinden inkar edenlere pek acıklı bir azab ha-zırlamışızdır." (4:161).

 

Hadisler
 

Kur'an-ı Kerim'in riba yasağıyla ilgili çeşitli ayetlerinin anlamlarını Rasulullah'ın asha­bına nasıl açıklandığını göstermek amacıyla hadis-i şeriflerinden bir kaçının burada akta­rılması uygundur:

1- Rasulullah'ın, kan ve köpeğin parasın­dan, döğme yapmak ve yaptırmaktan, faiz ye­mek ve yedirmekten nehyettiğini, resim yapa­nı da lanetlediğini Avn b. Ebi Cuhayfe baba­sından rivayet eder. (Buhari).

2- Abdullah b. Mes'ud Rasul-ü Ekrem'ın, ribayı alana da verene de, yazana da şahitlik edene de la'net ettiğini nakleder. (Müslim ve Tirmizi).

3- Cabir'in rivayetine göre Rasulullah, faiz yiyene, yedirene, yazana ve şahitlik yapana la'net etmiş ve  "Onlar müsavidir" buyurmuş­tur. (Müslim).

4- Rasulullah, Veda Hacc'mda irad buyur­duğu Veda Hutbesi'nde faizin yasaklandığını şu sözleri ile ilan etmiştir:

"Faizin her türü iptal edilmiştir, lakin borcu­nuzun aslını vermek vacibtir. Ne zulm ediniz, ne de mazlum ve mağdur olunuz. Allah'ın em­riyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyyetten kal­ma bu çirkin adetin her şeklini işte ayaklarım altında çiğniyorum. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalip oğlu Abbas'ın faizidir." Bu sözleriyle, örnek olması için amcası Abbas'a faiz borcu olan insanların faizlerini iptal etti­ğini ilan etmiştir. (İmam-ı Malik; Muvatta).

Yukarıda zikredilen Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Rasulullah'ınbu ayetlere yaptığı izahlar şüpheye mahal bırakmayacak şekilde faizin yasaklandığını ve İslam toplumunda gayri meşru ilan edildiğini gösterir.

Arapça "riba" kelimesinin lügat karşılığı (bir şeyi) 'arttırmak' veya (bir şeye) 'eklemektir. Kavram olarak ise borç verenin borçludan verdiği paraya karşılık sabit bir yüzde fazlalık alması (yani faiz)dır.

Kur'an'ın vahyedildiği dönemde faiz çok deği­şik şekillerde alınıyordu. Mesela, malı satan kişi bedelinin ödenmesi için sınırlı bir süre belirtiyor ve şayet alıcı bu süre içerisinde ma­lın ücretini ödeyemezse ek bir miktar ödemesi karşılığında ona belirli bir müddet daha tanı­nıyordu. Veya bir miktar parayı ödünç veriyor ve borçludan, ödünç aldığı parayı ilave bir miktarla birlikte sabit bir müddet içinde öden­mesini istiyordu. Yahut belirli bir süre için fa­iz oranı tayin ediliyor, eğer borçlu belirlenen zaman içinde ana parayı faiziyle birlikte öde­yemezse uzatılan vade karşılığında faiz oranı arttırılıyor, böylece sürüp gidiyordu. (Mevdudi, a.g.e, c.I, sh. 189, dipnot 315).

Kendisinde bulunan ticaret ve kredi işlemleri incelendikten sonra Rasulullah döneminde Arabistan'da gözde olan riba, kredi sahibine ana paranın dışında süreye bağlı olarak öde­nen Önceden belirlenmiş fazlalık veya ziyade-lik şeklinde tanımlanabilir. Riba şu üç unsuru ihtiva eder:

1- Ana paranın haricindeki fazlalık veya ziyadelik,

2- Bu ziyadeliğin zamana bağlı olarak belir­lenmesi,

3- Önceden belirlenen fazlalığın kredi sahibi­ne ödenmesini kayda bağlayan muamele.

Sayılan bu üç unsur birleşerek ribayı oluşturur ve bu unsurları ihtiva eden her anlaşma, her işlem, her kredi -ister parayla olsun, ister baş­ka bir değerle  müslüman hukukçular ve eko­nomistler tarafından riba muamelesi olarak mütalaa edilir.