Konu Başlığı: Yahudi-Hıristiyan Geleneğinin İslâma Etkileri Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 02 Ağustos 2012, 16:23:00 Yahudi-Hıristiyan Geleneğinin İslâm'a Etkileri Yahudi-Hıristiyan geleneğinin İslâm'a etkisi, benzer dinî yapıların, olayların, fikirlerin ve prensiplerin her iki tarafta da var olmalarıyla ölçülebilir olsaydı bu müthiş bir şey olurdu. Fakat, bu aynı anda varoluş, etki anlamına gelmez. İslâm'ın tarihte Yahudilik ve Hıristiyanlıktan sonra gelmesi aynı iddiaya başka bir delil de oluşturmaz. Buna rağmen, Batılı ilim adamları bu etkinin varlığını sadece tasdik etmekle kalmazlar, "ödünç alma" olarak da adlandırırlar. Böylece, İslâm'ın batılı yorumlarında Müslüman hoşnutsuzluğunun giderek şiddetlenmesine yol açarlar. Daha sonraki kendisini Öncekilerin bir devamı ve bir reformu olarak görüyor diye, önceki ve sonraki iki hareket arasında bir "Ödünç alma"dan bahsetmek çirkin bir davranıştır. Aynı ilim adamları Hıristiyanlığın YahudiIİk'ten, ya Budizm'in Hinduizm'den, ya da Protestanlığın Katoliklikten "ödünç alma'ları konusunda herhangi bir şey söylemezler. Oysa İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlığa göre kendisini özde onlarla aynı kimlikte görür. Fakat liderlerinin ve bilginlerinin günden güne artan müdahalelerini ve yaptıkları değişiklikleri reformize etmiş ve temizlemiştir. İslâm kendisini yeni bir din olarak değil, en eski din olarak- görür. Gerçekten de bu din ALLAH'ın,, cennette ve yeryüzünde Adem'in, Nuh'un ve onun soyunun ezelî ve ebedî dinidir. O, İbrahim ve oğullarının, diğer insanlara olduğu gibi ALLAH'ın îbrânilere de gönderdiği tüm peygamberlerin ve Meryem'in oğlunun dinidir. İlâveten, Yanmada Arap göçmenleri Mezopotamya'da yerleştikleri ve çölden Bereketli Hilâl'e doğru olan sürekli insan akımları tarafından kuvvetlendirildikleri için, Mezopotamya Medeniyeti, Yarımada Arap göç. menlerinin mahsulü olması sebebiyle İslâm Mezopotamya dinî mirasının son derece haklı olarak kendisinin olduğunu kabul eder. Semitik dil, semitik din ve semitik medeniye, ti Yarımada'nın ilk güçleri, meydana getiricileri, uygulayıcıları ve görünen her şey Arapların mahsulüdür. Mezopotamya geleneği, İbrahim'in tevhidî geleneğiyle birlikte Bereketli Hilâl'dekiler kadar Yarımada Araplannın da geleneği olmaya başlamıştır. İbrâniler de bu büyük insan grubunu oluşturan kabilelerden birisidir. Mezopotamya ya da İbrahim geleneğinin; maddî ve manevî olarak her ikisinin de varisleri olan Arap bölgesinin bütün insanlarından daha çok, İbrahim'in oğullarından bir azınlığına aidiyetini iddia etmek çok çirkindir. İbrânilerin ve Arapların eşit ölçüde akıllıca miraslarının farkında oldukları, İbrahim'in ataları olduğunu ve onun soyundan ol-duklannı kabul ettikleri ve onun hakikatini ve geleneğini kendilerinin saydıkları İnkâr edilemez. İki geleneğe de bu mirası istedikleri gibi kullanmaları yetkisinin verilmesi aynı derecede kabul edilmelidir. İslâm'ın YahudiIİk'ten ödünç aldığı sürekli olarak gösterilen şey, tam olarak Yahudiliğin Semitik Arap Mezopotamya geleneğinden ödünç olarak alabileceği şeydir, James Pritchard'ın Eski Çağlardaki Yakın Doğu Metinleri ve Abraham Hei-del'in Bâbil'in Yaratılışı adlı kitapları, İbrani İncili'nin eski çağlardaki Mezopotamya edebiyatından "Ödünç aldığı" şeyleri ortaya çıkarmıştır. James A. Montgomery'nin Arabistan ve İncil adlı kitabı da İncil redaktörlerinin çağdaş Arap komşularının din edebiyatından "ödünç aldıkları" şeyi er i.göstermiştir. Önceden de gördüğümüz gibi Mezopotamya geleneği, akınları M.Ö. onüçüncü yüzyıldan üçüncü yüzyıla kadar süren Yarımada Arabistanın göçmenleri tarafından Mezopotamya'da kurulmuştur. Bununla birlikte, göçmenler tarafından Bereketli Hilf/e taşınan fikirler bilinmekteydi ve göç etrr. eyip geride kalan halk tarafından korundu. Mezopotamya geleneği gibi, Yanmada'nın dinî geleneği de İbrahim'in büyük oğlu İsmail'den gelen ve ıslâhat husule getiren fikirlerinin tesiri altında kaldı. Birçok büyük insanın atası olan (Tekvîn, 17:20; 21:20-21) İsmail, Yanmada'ya geri dönmeyi ve Mekke'de (Paran ya da Faran) yerleşmeyi tercih etmişti. Arap geleneğinden, İsmail'in -Arapça İsmael-Cürhüm kabilesinden evlendiğini ve "Arap" dili, fikirleri ve geleneğinin ilk taşıyıcıları olan Araplaşmış Araplar Arabu'l-Musta're-be)ın oniki kabilesinin kurucuları olan oğulları olduğunu öğreniyoruz. Ortaya çıkışını Arapların ve İbrânilerİn paylaştığı Yahudi geleneğinin tersine, Hıristiyanlık tam bir Yahudi ve Hıristiyan ilişkisi olarak gelişti. Hıristiyanlığın ortaya çıkışında hiçbir Arabın etkisi olduğu söylenemez. Bu ortaya çıkış tamamiyle Yahudilere ve onların geleneklerine bağlanabilir. Mezopotamya mirasını da Yahudi geleneğinden çıkmış olmasına borçludur. Bununla birlikte, çok sayıdaki ilk mensupları kısmen kendilerine manevi açıdan kazandırdıkları için, kısmen de Sâmilerin Helenistik kültüre karşı çıkışlarında olduğu gibi Romalıların zulmüne ve kaba materyalizmine bir reaksiyon olduğu için, bu inanca katılan Yahudi olmayan Bereketli Hilâl Araplarıydı. Araplar, miladi ilk iki yüzyılda Hıristiyanların büyük bir bölümünü meydana getirdilerr. Bunlar iki görevi olan evrensel misyonerlerdi: Arap mirasını korumak ve Yahudi ırkçılığına tamamen ters düşen yeni Hıristiyan inancını sürdürmek. Hıristiyanlığı doğuda İran ve Hindistan'a, batıda Mısır ve Habeşistan'a, kuzeyde ise Kafkasya içlerine ve atalarının ticaret yapmak ve yerleşmek için koloniler kurdukları Akdeniz kıyılarına taşıdılar. Daha önce gördüğümüz gibi, Bizans İmparatorluğu tarafından desteklenen Roma Kilisesi'nin hüküm sürmesi bu Sami asıllı Hıristiyanları uzaklaştırmış ve soğutmuştu. Roma Kilisesi tarafından kabul edilen doktrinlere ters düştükleri açıklanıp, Bizans İmparatorluğu veya onun kuklaları tarafından zulme uğradıkları zaman çölde sürüklenen mülteciler durumuna düştüler. Orada Yahudi mültecilerin saflarına katılarak onların sayılarını çoğalttılar ve Hıristiyanlığın monoteist ve ruhanî versiyonuyla İbrahim'in geleneğini güçlendirdiler. Hem Yahudi hem de Hıristiyanlar, çölde Mezopotamya-İbrahim geleneğini yaşatan Araplar arasında memnuniyetle karşılandılar. Hep birlikte Arabistan Yarımadası'nda haniflik diye bilinen geleneği ortaya çıkardılar. Mensupları olan hanifler, ALLAH'la diğer bütün tanrıların bir tutulmasına karşı çıktılar, putperest ibadetlerine katılmayı reddettiler. ALLAH'a yapılan iftiralardan uzak, temiz bir ahlâkî hayat sürdüler. Hanifler'in kabile dinlerine hiç önem vermeyen sıkı monoteistler oldukları, günah işlemeyen bir ahlâkî karaktere sahip oldukları ve kendilerini diğer Arapların gay-ri-ahlâkî davranışlarından uzak tuttukları bilinen gerçeklerdir. Hanifler daima kabile mücadelelerinin ve düşmanlıklarının dışında kaldılar. Hemen bütün kabilelere bağlı oldukları için herkes de onların varlıklarını tanırdı. Ayrıca, din hakkında en çok bilgi sahibi olmakla ün kazanmışlardı. Peygamber, hanifler'i "İslâm haniflik ile aynıdır" diyecek kadar iyi tanıyordu. Aynı zamanda da Kur'ân'da İbrahim'i bir hanif olarak tarif eden bir ayet de bunu kuvvetlendirmekteydi. Ârâmice'de hanifler "ayrılmış" anlamına gelen hanepai olarak adlandırılmışlardır. Bu ad, güçlü ya da çoğunlukta olan ve kendilerinden ayrılan bazı gruplara şahitlik etmiş bulunan düşmanları, yani muhalif dinî görüşlerin mensupları tarafından verilmiş olmalıydı. Bu olaylar Hicret'ten önce, İbrani ve Hıristiyan tarihi boyunca gerçekleşmiş olmalıdır. Dinî bir kurum oluşturarak hem Yahudi hem de Hıristiyanlar İbrahim'in gerçek inancından saptılar ve ayrılanlara da zulmettiler. Hıristiyanlar, çöle, onlara sığmak sağlayacak akrabalarının, kabile mensuplarının ya da arkadaşları olan kabile sakinlerinin yanına kaçmak için küçük bir şansa sahiptiler. Çöl insanlarının inancının daha saf kalma -ve böyIelikle İbrahim'in İnancına daha yakın olma-ihtimali, Kenanîleşmeye yol açan İbrânilerinkinden ve İsa'nın dinini John ve Pavlus'un teslisçi, kurtuluşçu dini hafine gelmesine izin veren Hıristiyanlarınkinden daha fazlaydı. İbrahimî Yahudilik ve İsa'nın Hıristiyanlığının takipçileri olarak ayrılanlar böylece Allah'ın üstün birliğine sadık kalanlar arasında görüşlerine ilgi ve yakınlık buldular. Tabii olarak kurumlaşmış Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından "ayrılmış" olarak nitelendirilen şey çöl insanları tarafından "saf olarak görüldü ve böylece birbirine zıt iki anlamı içinde bir araya getiren Ârâmice ve Arapça hanif kelimesi ortaya çıktı. Hz. Peygamber'in devrinden çok önce, Ad (Kuzey Hadramevt), Semud ve Şuayb (Hicaz) adlı Yanmada kabilelerinde Hud, Salih ve Şuayb peygamberler tarafından İbrahim'in tevhidi reform çağrısı tekrarlanmıştı. Çağrılarının akisleri kaldı. Fakat İbrahimî tek tanrı inancım yeniden kurma çabaları başarılı olamadı ve Arap şirki ve cemiyetçiliğî içinde bastırıldı. |