๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Ağustos 2012, 11:56:28



Konu Başlığı: Vicdan Hürriyeti
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Ağustos 2012, 11:56:28
1- Vicdan Hürriyeti

İslâm müminlere zorlama korkusu olmaksı­zın inanabilmeleri ve fikirlerini serbestçe İfa­de edebilmeleri için mutlak ve tam bir vicdan hürriyeti sağlamıştır. Ve, bu gayeye yönelik olarak, insanın kendi iç dünyasını (enfüs) an­layabilmesi ve hissedebilmesini sağlayacak ortamı oluşturup beslemiş ve dış dünyasını da kendisine uygun şartlan sağlayacak hâle ge­tirmesi için gerekli adımları atmıştır. İnsanı baskı altında tutan pek çok sosyal ve iktisadî faktörlerin getirdiği taleplerin, bir ülkenin meclisinde hazırlanan hukukî tedbirlerle kar­şılanamayacağı açık bir gerçektir. İnsan zih­nini bu tarz sıradan baskı ve korkulardan kur­taracak yüksek bir ideal olmalıdır. İslâm in­sanoğlunun meseleleri için böyle bir çare su­nar.

islâm insan vicdanını Allah'tan başkasına itaat ve kulluk zincirlerinden kurtarır. Böylece onun fıtrat ve ideallerini diğer insanlarınkin-den daha yüksekte tutar: "De ki: ıO Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey Ona muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır- Hiçbir şey O'na denk değildir." (112: 1-4). Ve Âl-i îmrân sûresinde şu mealde bir ayet zikredilmektedir: "Söyle onlara: 'Ey ki­tap verilenler! Gelin, aramızda müşterek olan bir kelime etrafında toplanalım: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Allah'tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmeyelim!' Yine de yüz çe­virirlerse: 'Bizim müslüman olduğumuza şahit olun!' deyin." (3: 64).

İslâm bu anlayışa büyük önem verir ve bu il­ke İslâm nizamının her alanını kaplar. İnsan­ların başka insanları rab edinmeleri olayını, Allah'ın elçileri söz konusu olsa bile, sürekli olarak engellemek gayesiyle çok açık emirler verilmiştir: "Muhammed ancak bir peygam­berdir. Ondan Önce de nice peygamberler vardı. O, ölür veya öldürülürse, gerisin geri mi döndürüleceksiniz? Kim gerisin geri dö­necek olursa, elbette Allah'a bir zarar verme­yecektir. Allah muhakkak şükredenlerin mükâfatını verecektir." (3: 144). Yine aynı sûredeki şu ayette "Allah, kâfirlerden bir kıs­mının kökünü kessin veya onları perişan et­sin, böylece bozulmuş bir hâlde dönüp gitsin­ler -ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur-yahut (müslüman olsunlar da) tevbelerini ka­bul etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azâb etsin diye. Çünkü onlar gerçekten zâlimdir­ler." (3: 127-128) buyrulmuştur. Cinn sûre­sinde, şu âyetler zikredilmektedir: "De ki 'Ben sadece Rabbİme ibadet ediyorum ve hiçbir kimseyi O'na ortak koşmam!1 De ki: 'Size gelece hiçbir zararı Önleyemem, bir ya­rar da sağlamaya gücüm yetmez! Allah'a kar­şı beni kimse koruyamaz ve ben O'ndan baş­ka sığınacak bir kimse de bulamam. Sâdece Allah'tan olanı tebliğ eder ve O'nun gönder­diklerini anlatabilirim!' Kim Allah'a ve pey­gamberine karşı gelirse, ona içinde ebedî ka­lacakları cehennem ateşi vardır." (72: 20-23).

İtaat ve ibadet edilecek merci olarak Al­lah'tan başkası olmadığı meselesi ortaya kon­duğunda ve bu konuda Allah'ın Elçilerinin de sıradan bir insan konumunda bulunduğu an­latıldığında, İnsan vicdanı sadece diğer insanlara ibadet ve itaat zorunluluğundan kurtul­makla kalmaz, maddî korkulardan ve maddi zarar kaygularmdan da kurtulur. Allah'a iman ve güvenleri bu insanları dünyanın geçici ni­metlerine kayıtsız ve onlardan müstağni kı­lar: "De ki :'Allah'ın bize yazdığından başka­sı başımıza gelmez. O bizim Mevlâmızdır; müminler ancak Allah'a dayanıp güvensin­ler.'" (9: 51). Yunus sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Sor onlara: 'Gökten ve yerden si­ze rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sa­hibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim düzenliyor?' He­men, 'Allah!' diyecekler. 'Şu hâlde, artık Allah'a ortaklar koşmaktan korkup sakınmaz mısınız?'de." (10: 31).

Fatır sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rııklandıran Allah'tan başka bir yaratan var mıdır? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp ta döndürülürsünüz?" (35: 3) Bakara sûresinde, "Şeytan sizi fakir­likle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı em­reder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.'' (2: 268) buyrulmuştur. Âl-i İmrân sûresinde ise konuyla ilgili şu ayetler mev­cuttur: "De ki: 'Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar; dilediğini alçal-tırsm; iyilik elindedir. Doğrusu Sen herşeye kadirsin!" (3: 26) ve "Allah size yardım eder­se, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverîrse, O'ndan başka size yardım ede­cek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güven­sinler." (3: 160).

Allah'tan başkasına ibadet edilmeyeceği şek­lindeki öğreti ve anlayış, insanlar arasında yeni bir ruh hâli yaydı ve artık insanlar diğer insanların kayıt ve şartlarına hoş bakmıyor­lardı. Artık hiçbir şey bu insanları boşu boşu­na etkileyemîyordu ve onların maneviyatını azaltıp arzularının aksine bir şey yapma ya da kabul etme konusunda baskı altında tutamı­yordu. Fiillerinde kendilerini her türlü sosyal ve siyasi ve diğer baskı şekillerinden azade ve bağımsız hissediyorlardı. Allah'a tam bir güvenin sonucu olan bu düşünüş tarzı insan­lara bütün fiillerinde gerçek bağımsızlık ve özgürlük verir. Böyle insanlar dünyevi arzu­lardan etkilenmezler: "Kendilerini sınamak için, dünya haytının süsü olarak bol bol ge­çimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır." (20: 131). Kur'ân'm bu ve benzeri ayetleri insanî değerlere toplumda kaybettikleri konu­mu iade etmek ve fakir insanların akıl ve zi­hinlerini yalnızca maddî değerlerin haksız et­kisiyle İçine düştükleri korkaklık ve meske­net halinden sıyırmak gayesini gütmektedir­ler. Kur'ân bu gerçeğe şu ayette de değin­mektedir: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteye­rek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi an­masını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma." (18:28).

İslâm, vicdan hürriyetlerine engel olabilecek bu gizli ve büyük tehlikeden bihaber değildir ve ona yeterince dikkat çekmiştir. İslâm bu nedenle insanın "nefsini" mağlup etmesi için gerekli adımları atmaya büyük önem vermiş­tir. İslâm İnsanı "nefsi"nîn her yönüne yöne­lik tedbirleri almış; gözden uzak kalmış en ufak bir çatlağa bile dikkatleri çekmiştir ki, bu sayede insanın vicdan hürriyetini tehlike­ye sokabilecek olan bütün muhtemel etkiler, zayıflıklar ve bağlantılar ortadan kalksın. "De ki: 'babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eş­leriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, dur­gun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşu­nuza giden evler, sizce Allah'tan, peygambe­rinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili İse, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez." (9: 24).

Böylece İslâm, insanın karşı karşıya buluna­bileceği zaafları ve çekici arzuları tümüyle ortaya koyar. İnsanın tüm maddi faktörlerle, Allah ve O'nun elçisinin sevgisi arasında bir tercih yaparak nerede olduğunu belirlemesini ister. Allah'ın ve O'nun elçisinin rızası için bütün maddi menfaatlerini terk edebilecek mi? İslâm bütün yukarıdaki maddî cazibeler­den müstağni ve tüm varlığını Allah yoluna sarfetmeye hazır insanlara ihtiyaç duyar.

Bu ayetin insanları duyarsız veya durağan kı­lıp inziva hayatı yaşamaya teşvik eden bir yönü yoktur. Bilakis, onları insanî arzu, eği­lim ve cazibelerden ve onlara kölelikten kur­tarmak ister. İnsanlara vicdan hürriyetinin ve bağımsızlığının zevk ve kadını yaşatmak ga­yesiyle öz-terbiyesini, öz-disîplinini ve nefsi kontrol etmeyi Öğretir. Bu nedenle İslâm bu meselenin bütün yönlerini gözönünde bulun­durur, meselenin her parçasına önem verir. İnsanların hem teorik ve ideal değerlerden hem de ekonomik ve maddî düzenlemelerden müteşekkil her türlü duygu ve insiyakdan tam olarak hür olmasını sağlar; bunu da kendi öz maddi ve manevi değerlerini kurumlaştırarak yapar.

Hayatın günlük gerçeklerini ve İnsan 'nefsi­nin' direnme gücünü gözönünde tutar ve her ikisine de haklarını teslim eder, onları bulun­maları gereken konuma oturtur. Daha sonra insanda potansiyel olarak bulunan en saf ve dürüst eğilimleri harekete geçirir; insanın ka­pasite ve gücünü tamamıyla uyandırır; ve ni­hayet onun duygu ve İnsiyaklarının mükem­mel ve katışıksız hürriyete kavuşmasına yol açar. Tam hürriyet olmaksızın insanoğlu köle zihniyetinin ürettiği zaaf ve aşağılık duygula­rından kurtulamaz ve sosyal adaleti sağlama­da kendine düşen sorumlulukları yerine getir­mediği gibi sosyal adaletten payını da ala­maz. (Seyyid Kutub, SocialJustice). Bu hürriyet İslâm toplumunun üzerine bina edildiği temellerden birini teşkil eder. Gerçekte bu hürriyet diğer temellerin de üzerine inşa edil­diği asıl temeldir (Ayrıntılı bilgi için, bkz., bıret Ansiklopedisi, c. I, "İnsanlığın Eğitici-Sı" bölümü).