Konu Başlığı: Uygulamalı İlimler Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Ağustos 2012, 14:39:39 UYGULAMALI İLİMLER Tıp, Farmakoloji, Botanik Müslüman tıp alimleri hem uygulamalı he kimlik yaparlardı hem de felsefeci ve fen bi limci idiler. Kindî, İbni Sînâ, İbni Rüşd ve Râzî gibi ilim adamları ünlü hekim ve ayn zamanda ünlü fen bilimci idiler. Tıp, farma koloji ve cerrahînin öğretildiği hastahanele: ve tıp müesseseleri kurdular. "İslâm tıbbimi uygulandığı yerler, gerek hastahaneye bitişü olan gerekse ayrı olarak faaliyet gösteren dispanser ve kimyevî ecza dükkânlarıyla dairm İlişkili olmuştur." (S. H. Nasr, Islamic Science, sh. 156). "Râzî (Latince'de Rhazes, M.S. 930 civarında Öldü) ortaçağ hekimlerinin en büyüğü idi. fifinorativlerin kullanımım bulmuştu ve ayrıca larinx sinirini keşfettiği de söylenmektedir. İlmî keşifleri ikiyüzün üstünde esere ulaşmıştır ki, bunların yansı tıp ile ilgilidir. Çiçek hastalığı ve kızamığın tedavisi ile ilgili olarak yazmış olduğu eseri bu hastalıklar hakkında net olarak ortaya konan ilk eserdir. Bu eser M.S. 1498 ve 1866 yılları arasında Latince, İngilizce ve pek çok değişik dile çevrilerek yaklaşık 40 kez basımı yapılmıştır. (Arnold, a. g. e.). İslâm dünyasının en büyük âlimlerinden birisi Batı'da Avicenna olarak bilinen Ebu Ali el-Hüseyin İbni Sînâ (M.S. 980-1037)'dir. Arapça sistemizasyonunun en üst noktası ve şaheseri olan el-Kanun fi't-Tıb adlı âbidevi eserinde Yunan tıp mirası üzerine yoğunlaşarak yeniden ortaya koymuş ve Arapların katkılarını da Yunan tıbbına ilave etmiştir. Bu kitap Cremona'lı Gerard tarafından onikinci yüzyılda Latince'ye çevrilmiş ve onbeş kez tıpkı basımı yapılmıştır. Onbeşinci yüzyılın son çeyreğinde ilk defa İbranice'ye çevrilmiştir. Gerard tarafından tercüme edildiği vakitten onyedinci yüzyıla kadar Avrupa üniversitelerindeki tıp öğreniminde rehber olarak görülmekte idi ve Montpellier ve Louvain'de 1650'ye kadar ders kitabı olarak kullanılmakta idi (Muhammad the Educaîor, sh. 99). Ebu Reyhan Muhammed el-Bîrûnî (M.S. 973-1048) onsekiz kıymetli taş ve metalin özgül ağırlığını tam olarak tesbit etmiştir. Pek Çok madeni yapısı, ticarî değeri ve tıbbî yönleriyle tanımlamış ve farmakolojik terkipler hazırlamıştır. Bağdat'lı Ali İbni İsa ve Musul'lu Ammâr'ın tedavi kitapları Fransa'da oftalmoloji konusunda rönesansm ortaya çıkağı 18. yüzyılın ilk yansına kadar göz hastalıkları hakkında en iyi ders kitapları olarak kabul edilmekte idiler. Mağripli hekim İbni Hatim (öl. M. S. 1369) 1348-49 yıllarında İspanya'da Almeria'yı kasıp kavuran veba hakkında bir kitap yazdı. Bu kitap ondördüncü yüzyıldan onaltıncı yüzyıla kadar Avrupa'da veba salgmlan hakkında yazılan bütün risalelerden daha üstündü." (Arnold'dan iktibasla R. L. Gullick, a.g.e., sh. 100). Muhamad the Educator adlı eserin yazarına göre; Draper, Baas ve diğer pekçok müellifin kesin bir dille üzerinde durdukları gibi, (Avrupa'lı) Hıristiyanlar şifa bulmak ümidi İle ikonlar ve temsilî resimler önünde diz çökerlerken, Müslümanların diplomalı (icazetli) hekimleri, meşhur ve güvenilir hastaneleri vardı. İslâm dünyasında hekimlik uygulaması onuncu yüzyıldan itibaren belirli kurallar dahilinde yapılmaktaydı. Meselâ kayıtlarda Sînân İbnİ Sâbit adlı bir kişi 'Bağdat İmtihan Komisyonu Başkanı1 sıfatı ile anılmaktadır. Eczacılar da kurallara bağlı olarak çalışmakta İdiler. İlk reçeteli eczaneleri de Araplar kurmuşlardır. Berber dükkânları da gözetime tâbiydiler. Onbirinci yüzyılda seyyar hastahanelerin varlığı bilinmektedir... el-Mansur'un M.S. 1284 yılları civarında Şam'da kurdurduğu büyük hastahanesi zengin-fakir, erkek-kadın ayrımı yapmaksızın bütün hastalara açıktı. Burada kadın ve erkekler için ayrı koğuşlar vardı. Bir koğuş ateşli hastalara ayrılmış iken bir diğeri göz hastalığı vakalarına, yine bir başkası cerrahi vakalara ve yine bir başkası da dizanteri ve benzeri sindirim sistemi hastalıklarına tahsis edilmiştir. Ayrıca mutfağı, ilmî toplantı odalan, polikliniği gibi bölümleri mevcuttu. Râşidüddîn adlı bir âlim (doğ. M.S. 1247) Tebriz'deki imar hareketlerinden bahisle 24 kervansarayın, 1500 dükkânın ve 30.000 güzel evin tarifini vermektedir. Tebriz'deki 'Dârü'l-İlm'de tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm sahalarından 400 âlim münasip maaşlar alarak ikamet etmekte ve burada tahsisatlı ve kabiliyetlerine göre yönlendirilen binlerce talebe mevcuttu (İngiltere'deki Cambrigde ve Oxford üniversitelerine yüzyıllarca sonra ithal edilen belletmen sistemine benzer gerçek uygulamalı yönlendirme...). Muhtelif ülkelerden 50 hekim kendilerine bağlı ofıar talebe ile belli hastahanelerde görev yapmak durumundaydılar (pratik çalışma ve erken dönem stajyerlik uygulaması); hastahanelerde dahilî hekimlere ek olarak cerrahlar, göz hekimleri ve kırık-çıkıkçılar da mevcuttu ve bu görevdekilerin hepsine bağlı beşer talebe vardı (E. G. Browne, Arabian Medicitıe'den iktibasla R. L. Gullick, a.g.e., sh. 101-2). Arnold, Meyerhof'un "Haçlı ordularının Hıristiyan Avrupa'ya İslâm tıbbini ithal etmekte aracı olmuş olabilecekleri" görüşüne de eserinde yer vermiştir. Onüçüncü yüzyılda Avrupa'da yaygın hale gelen hastaneler sadece kilise yöneticilerinin tekelinde değildiler. Bu hastahanelerden sorumlu Haçlı'lar da bulunmaktaydı. Bu hastanelerin o devirde yaşamış Şam'daki Selçuklu Sultanı Nureddîn ve Kahi-re'deki Memlûk Sultanı el-Mansur Kalâvun tarafından mükemmelen inşa ettirilmiş olan bîmaristanlsrm taklidi olmaları pekala mümkündür. "Tıbbî çalışmalar daha sonra Latince'ye ve Avrupa dillerine tercüme edildi. Müslüman hekimlerin kan dolaşımı ve insan vücudu hakkındaki gelişmiş bilgileri yaygın bir kitleye ulaştı. Ebûl-Kasım el-Zehravî'nin cerrahi konusundaki Kitab et-Tasrîf adlı eseri Cremona'lı Gerard tarafından Latince'ye ve bir yüzyıl sonra Shem-tob ben Isaac tarafından İbranice'ye tercüme edilmiştir. Bu sahada bir diğer önemli eser ise el-Mecûsî'nin (öl. MS 982) Kitab el Maliki' sidir; ve Browne'ye göre bu kitap Müslüman hekimlerin kapiller dolaşım hakkında temel bir fikir sahibi olduklarını göstermektedir. Max Meyerhof'un ifadesi ile, İbni Nefis (öl. M.S. 1288) Willİam Harvey'in buluşları konusunda mertebe ve zaman olarak ilk şahsiyettir. Gerçekte İbni Nefîs küçük kan dolaşımı bulma konusunda da Mic-hael Servetus'dan 3 asır önde gelmektedir: "Kan, temizlendikten sonra atardamarlarda yükselerek akciğerlere ulaşmakta ve onun hacmini çoğaltmaktadır, ve orada hava ile karışmakta ve en ufak kısımları orada temizlenerek toplardamara geçmekte ve oradan kalbin sol boşluğuna ulaşmaktadır." ("İbnü'n-Nefîs and His Theory of the Lesser," his, c. 23, Sayı. 116 [Haziran 1935]). Arnol'da göre, Mekke'ye yapılan Hacc ve Medine'ye yapılan ziyaretler biyoloji ilminin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur: "Hacc ve Medine'yi ziyaret her müslümana farzdır; bu durura ilmin yayılmasını kolaylaştırmıştır. Çünkü, bu farz, Hindistan ve İspanya'dan, Ön Asya ve Afrika'dan pek çok talebenin pek çok memleketten geçerek mescidleri ve medreseleri ziyaret etmesine ve tanınmış âlimlerden ders almalarına dolaylı yoldan yardımcı olmaktadır.'' (a.g.e.). Kadiz Valisinin, bir kısmı botanik bahçesi haline getirilmiş olan bahçesinde bir hekim bulunduğu ve bu hekimin uzak memleketlere yaptığı seyahatlerden getirdiği nâdir tıbbî bitki ve kökleri burada yetiştirdiği ifade edilmiştir. Sarton'a göre "Müslümanlar'm Arapça eser veren hikayecileri Hıristiyanlarınkine nazaran daha üstün ve ilmî değeri daha büyüktü. Meselâ, Latin hikâyeleri, M.S. 1183-1185 yıllan arasında Yakm Doğu'ya yaptığı ilk ziyareti yazıya döken Valensiya'h İbni Cübeyr'inki ile karşılaştınldığında çok çocuksu kalıyordu. Aynı dönemde İran'h Ali el-Haramî'nin güzel bir rehber kitabı da vardı. Daha sonra, yaklaşık yüzyıl sonraya ait olarak bir diğer Valensiya'h Muhammed el-Abdanî İle, Fas'lı Muhammed İbni Rüşeyd'in seyahatnameleri gelmektedir. Bu Müslüman seyyahlar muhtelif pek çok bilgi derlemek ve meşhur âlimlerle karşılaşmak için çile çeken çok yönlü insanlardı." (a. g. e.). İbnü'l-Baytar'ın yazdığı Kiîab el-Mugnîftl-Edviyet el-Müfrede (Basit İlaçlar Hakkında Müstakil Kitap) çağının Arapça olarak yazılan en büyük kitabı olarak kabul edilmiştir. İspanya'dan Suriye'ye pek çok yerde bitki, kök ve ilâç toplamış, 1400'den fazla tıbbî ilacı tarif ederek onları kendisinden önceki 150'den fazla müellifin kayıtları ile kıyasla-mıştır. Sarton'a göre 'Bitki Tıbbı' konusunda Müslümanların her yönden çok üstün ve önemli yeri vardır. Sarton şunu da ifade etmiştir: "Kurtuba'lı el-Gâfikî İspanya ve Afrika'da dolaşarak ilaç, bitki, ot ve kök numuneleri toplamış ve bunlan daha önce hiç yapılmadığı kadar tariflerle anlatmıştır." (a.g.e.). Yine buna benzer olarak İslâm dünyasının büyük coğrafyacısı İdrisî botanikle ilgili ayrıntılı bîr giriş yazısının bulunduğu eserinde 360 çeşit bitki ve ilaç numunesini tarif etmiştir (R. L. Gullick, a.g.e., sn. 104-5). İşbiliye (Sevilla)h İbnü'l-Avvâm'ın ziraat hakkındaki eseri (12. yüzyılın sonunda) sahasının en önemli kitabı olarak kabul edilmiştir. Kitapta 585. bitki çeşidinden bahsedilmekte, muhtelif meyve ağaçlarının yetiştirilme usûlleri açıklanmakta ve bitki hastalıkları hakkında temel bilgileri kapsayan müşahedeleri aktarılmaktadır. Sarton'a göre 'Bahçe bitkiciliği' konusundaki ilerlemeler İslâm'ın en güzel mirasını oluşturmaktadır ve İspanya bahçeleri günümüze kadarı Müslüman fatihlerinin en asil faziletlerinden biri olarak kalmıştır (a. g. e.). Müslümanlar "gıda ürünlerine önemli ilavelerde bulunmuşlar, tıbbî ve farmakolojik değerleri bulunan rovent (müshil olarak), Hint hurması, Çin tarçını, kâfur gibi bitkileri Avrupa'ya tanıtmışlardır." Pek çok tıbbî gelenek ve Batı'daki müesseseler ya İslâmi müesseselerin taklididirler ya da onları temel almışlardır. Bu durum aşağıdaki ifadede açıkça görülmektedir: "Daha iyi bilmeleri gereken âlimler bazen Salerno'daki tıp okulunun tamamıyla müslümanlann etkisinde kaldığı gibi temelsiz bir iddiada bulunmaktalar. Halbuki Salerno'daki yeni Avrupai eğitim merkezinin kuruluşu konusunda dehasına borçlu olunan keşiş Constantine'dir ve bu şahıs ilim yolunda Doğuya göç edip 39 yılını orada geçirdikten sonra Bağdat'tan Saler-no'ya dönmüştür." (S. H. Leader, Dept of Civilisation to Arabs, Islamic review, 4: 69, Şubat 1916). S. H. Leader ayrıca şu tesbitlerde bulunmuştur: "Avrupa'da akıl hastalarının insanlık dışı tedavileri ile ilgili olarak Ortaçağın akıl has-■-:-. îraaai^ hîr dönem olduğu yoru-;, ancak bir kaç tarupa'da benzeri bir İde bulunan kayıt-yû önce, Kahire'de şöyle tanımlamaktadır: "Geriye baktığımızda İslâm tıbbı ve ilminin sönmüş Helen güneşini bir ay gibi yansıttığını ve Avrupa ortaçağının en karanlık gecesini aydınlattığını; bazı parlak yıldızların kendi ışıklarını ödünç verdiklerini, ay ve yıldızların yeni bir günün -röne-sansın- şafağında battıklarını söyleyebiliriz. Bu büyük hareketi yönlendirmek ve başlatmakta hisse sahibi olduklarından dolayı onların halen bizimle birlikte olduğunu söyleyebiliriz." (Arnold, a.g.e.). R. L. Gulick son sözünde şöyle demektedir: "Muhammed gerçekte bir eğiticidir, insanlığı daha çok özgürlüğe ve mutluluğa doğru yönelten bir işaret levhasıdır." (a.g.e., sh. 107). Emir Ali'ye göre, "İskenderiye okulundan Dioscorides'i etkileyen tıbbî müstahzarları inceleme fikri, ilmî şekli ile bir Arap icadıdır. Araplar kimyasal farmakolojiyi icat ettiler ve şimdi dispanser olarak adlandırılan kurumlan kurdular. Her şehirde dar el-şifâ veya maristan (btmaristan'ın kısaltılmışı-hastalar yurdu) denen devlet hastahaneleri kurdular. Bunların harcamaları devletçe karşılandı. İbni Ebi Useybiye'nin biyografik sözlüğünde Arap hekimlerin isimleri bir cildi doldurur. Ebu Bekr Muhammed b. Zekeriya er-Râzî (onuncu yüzyılın yüzyılın başları), Ali b. Abbâs (onuncu yüzyılın sonları), Ebû'l-Kâsım Halef İbni Abbas ez-Zahrâvî (Latince'de Albucasu), Ebu Mervan b. Abdülmelik b. Zuhr (Aven-Zoar), Abdullah b. Ahmed b. Ali el-Baytar (Aben-Bethar), İbni Sînâ ve İbni Rüşd düşünce dünyasında kalıcı etkiler bırakmış en parlak ve dikkat çeken hekimlerden bir kaçıdır." "Albucasis (Abbas ez-Zahrâvî, M.S. 1013) sadece hekim değil aynı zamanda birinci sınıf bir cerrahtı. Kendi başına doğum servislerinde en güç ameliyatları gerçekleştirdi. Cerrahî aletler hakkında bıraktığı çok geniş tanımlamalar yaşadığı dönemde Araplar arasında cerrahinin gelişimi konusunda tatmin edici bilgiler verir. Litotomi (mesaneden taş çıkarma) konusunda modern çağların önde gelen cerrahlarına eş ehliyette idi. Eseri et-Tasrif u-men' Acez'en et-Ta'alifte (Büyük Kitaplara Ehil Olmayanlara Yardım) yeni fikirler ortaya atmakta ve bunların üzerinde durmaktadır. Cremona'lı Gerard tarafından Latince'ye çevrilerek değişik basımları Venedik'te 1497'de, Basel'de 1541'de ve Oxford'da 1778'de yayınlanmıştır. Bu kitap cerrahi el kitabı olarak Salerno, Montpellier ve diğer erken dönem tıp okullarında yerini yüzyıllarca korumuştur." (Hitti, a. g. e., sh. 576-577). "İbni Sînâ çağının şüphesiz en büyük dehası idi. Dehası evrenseldi ve eserleri ansiklopedikti. Bir felsefeci, matematikçi, astronom, şair ve hekim olarak iki kıtada kalıcı etkisini bırakırken haklı olarak Doğu'nun Aristo'su unvanını kazanmıştır. Bazı ekol kıskançlıklarına rağmeflt onun felsefî fikirleri Avrupa'da olduğu kadar Doğu'da da birkaç asır boyunca çeşitli ekoller üzerinde büyük tesir bırakmıştır. Eserleri el-Kânûn fi't-Tıbb (Tıp Kanunu) ve el-Urcüze fi' t-Tıbb (Tıp Konusunda Şiir) daha sonradan tüm tıp ilminin temeli haline geldi. Yunanlılar anatominin temel bilgilerine sahiptiler ve farmakoloji ile ilgili bilgileri de çok sınırlı çerçevede idi. Müslümanlar hem anatomiyi hem de farmakolojiyi pozitif ilim haline dönüştürdüler (The Spirit of islam, sh. 385-387). Hitti'nin ifadeleriyle: "Tıpkı astronomi ve matematikte olduğu gibi tabiat bilgisi sahasında Özellikle teorik ve uygulamalı botanikte Batı'daki Müslümanlar (Endülüs'tekiler) araştırmaları ile dünyayı zenginleştirdiler. Hurma ve kendir gibi bitkilerin aralarındaki cins farklılıkları konusunda kesin müşahedeler yaptılar (Kur'ân, Râd sûresi [13]: 3; Yasin sûresi [36]: 36). Bitkileri aşı ile, tohumdan ve kendiliğinden büyüyenler gibi tasnife tâbi tuttukları İbni Sab'in'in Kral Frederik'in sorularına verdiği cevaplardan anlaşılmaktadır. Daha önce bahsedildiği gibi, Kurtuba'lı hekim Ebû Cafer el-Gâfikî botanik ilmine değerli bilgiler kattı. Eseri Kitâb el-Edviyet el-Müfrede'(Basit İlâçlar Hakkında Kitap) kendisinden daha sonra yaşayan ve daha çok tanınan meslektaşı ve hemşehrisi İbn-el Baytar alıntılar yapmakla kalmamış neredeyse onu tamamen uyarlamıştır. İbnü'l-Baytâr'ın en büyük iki eseri Kitâb el-Muğni fi'l-Edviyet el-Müfrede ve el-Cami' fi l-Edviyet el-Müfrede hayvan, bitki ve maden âlemlerinden 'basit reçetelerin' bir kolleksiyonudur ve müellifin deney ve araştırmalarını Yunan ve Arapların önceki verilerine ilâvesi ile meydana getirilmiştir. Türünün ortaçağda en önde gelen eseri olarak bilinmektedir. Eserinin bazı kısımları Cremona'da M.S. 1758 gibi oldukça ileri tarihlerde bile Latince olarak (Simplicia) basılmıştır (Emir Ali, a. g. e.). Ebû Abdullah et-Temimî adlı Filistin'li Kitab el-Itimad fi' l-Edviyet el-Müfrede (Basit ilaçlarla ilgili Güvenilir Kitap) eserini yazmıştır. Saragosa'lı Stephanus tarafından Latinceye tercüme edilmiştir ve Batı'da etkili olmuştur (Islamic Science, sh. 187-188). İbn ün-Nefıs'in küçük kan dolaşımım gösteren bir şekil. Şerhu Tasrihi'l-Kânûn. Simya ile ilgili eserler doğuda ve Batı'da (İspanya'da) 12. yüzyıl ve sonrasına kadar yazıldı. Bunların en önemlileri Ebû'l-Kâsım el-Irâkî'nin Kitab el-İlm el-Mükteseb fi Ziraat ez-Zeheb'idir. (Bkz. E. J. Holmyard, The Book of Knowledge Acquİred Concernİng the Cultivation of Gold of Abu' l-Qasim Mu-hammad ibn Ahmad al- 'lraqi (hâki nin Altın Elde Edilmesi Hakkında Kazanılmış Bilgiler Kitabı), Paris, 1923). Bu tarz eserler 13. ve 15. asırlar boyunca da yazılmaya devam etti. Arapça ve Farsça'nın yanısıra Türkçe'de de eserler kaleme alındı. Bunlar arasında 'yeni yazar' (el-müellif el-cedid ) olarak anılan İz-nikli Ali Bey en önemlileridir. Bu müellif simya hakkında birçok eser verdi; bunlar arasında Kitab el-Esrar fî Hatk el-Estâr (Perdelerin Yırtılması Hakkında Sırlar Kitabı), kozmoloji konusundaki tartışmaları ihtiva eder (Islamic Science, sh. 200-1). 'Kara ölüm'ün Avrupayı kasıp kavurduğu ve Avrupalı Hıristiyanların bu durumu "Allah'ın Takdiri" olarak kabul edip çaresizce beklediği 14. yüzyılda Gırnata'lı Müslüman hekim İbnü'l-Hatim bu hastalığın bulaşmasından korunmanın yollarını teorize ettiği bir risale meydana getirdi. Bu teori aşağıdaki pasajda gösterilmiştir: "Dinî kanun enfeksiyon ihtimalini reddediyor iken bizler nasıl kabul edebiliriz?" diyenlere cevabımız bulaşıcılığın varlığını deneylerin, araştırmaların, duyuların ve güvenilir raporların sağladığı delillerin ispatladığını söylemek isteriz. Bu gerçekler güvenilir delillerdir. Bulaşıcılık gerçeği, hastayla temastaki şahısların hastalığı kaptığını ve 'emasta olmayanların ise sağlam kaldığını ve 'u;«eler, kap-kaçak ve küpelerle için çok sa-, a. g. e., sh. "Tıbbî çahşfV Avrupa dillerii Tedbîr (Tedavi ve Perhizle ilgili Araştırmaları Kolaylaştırıcı Kitaptı. İbni Zuhr Galen'den beri dünyaya gelmiş en büyük hekim olarak övülmüştür. En azından İslâm dünyasında Râzî'den sonra gelen en iyi hekimdir. İbn Zuhr Kitâb el-Agziyeh (Beslenme Rejimi-ne Dair Kitap) adlı bir diğer kitap daha yazmıştır ki bu kitap konusunda en iyiler arasındadır (Islamic Science, sh. 181). îbni Zuhr'un kemiklerin hassasiyetini keşfettiği ve kaşıntı verici (parazitleri) kurtçukları (su'ubet el-cereb) ilk olarak tarif ettiği de sıklıkla söylenmektedir. Fakat günümüzde kaşıntı verici kurtçukların keşfi konusunda Ahmed et-Tâberî'nin kendisinden daha önce geldiği (onuncu yüzyılın ikinci yansı) ispatlanmıştır. Tâberî bu konuyu el-Mualecet el-Bukratiye adlı eserinde incelemiştir. Müslüman hekimler tıbbın bir diğer dalı olan oftalmolojiye (göz hastalıkları) de değerli bilgiler eklediler. "Ali İbni İsâ Tezkiret el-Kehhâlîn (Oftalmologların Hazinesi) adlı eseri yazdı ve Zerrîndest (Altın el) lakabıyla bilinen Ebu Ruh Muhammed el-Cürcânî Nûr el-Ayn (Göz Nuru/nu yazdı. Bu kitap göz hastalıkları hekimlerinin uygulamalarında yüzyıllar boyunca faydalı olmuştur. Ali İbni İsa'nın eserleri her yerde okutulmuş, nitekim eseri Tractus de oculis Jesu ben Hali adıyla daha sonra Latince'ye çevrilmiştir. Latince ve bazı modern Avrupa dillerindeki oftalmoloji ile ilgili teknik terimlerin çoğu Arapça'dan gelmekte ve bunlar müslüman kaynaklarının bu sahadaki etkilerine işaret ekmektedir." Ali İbni îsâ cerrahide anestezi kullanılmasını öneren ilk kişidir. Aynı dönemde Tunus'un uzak batısından İshak İbni Süleyman el-İsrâîlî de Kayrevan'da oftalmolojiyle uğraştı ve çağdaşları gibi Latince ve İbranice'ye tercüme edildi {Islamic Science, sh. 166-7, 178). "İbni Nefîs'ten sonra öğrencisi İbnüT-Kuff bir cerrah olarak ün yaptı ve yirmi makale halindeki Kitab el-Umdeh fî Sınâat el-Cirâhah (Cerrahlık Sanatı Hakkında Temel Kitap) adlı eserini yazdı. Kendisi ilk kez 1661'de Malpighi tarafından mikroskop altında gözlenen kılcal damarların varlığından açık seçik olarak bahseden ilk şahıstır. Aynı dönemde, Mısır'da Şemseddîn el-Ekfânî yetişmiş, Kitab Gunyet el-Lebîb ind Gaybet et Tabîb (Hekimin Yokluğunda Akıllı Kişinin Sığınağı) başlığını taşıyan, ilkyardım üzerine görülmemiş bir eser yazdı. İbni Rüşd tıp üzerine Kitâb el-Külliyât (Genel Prensipler Kitabı- Latince'de Colliget) adında müstakil bir eser de yazdı ve bu kitap felsefî eserleriyle birlikte Batı'da tanındı. (Islamic Science, sh. 181). Bu birkaç örnek Batı'da tıp ilminin bütün dallan ile ortaya çıkışı ve ilerlemesinde İslâm tıbbının büyük etkilerini göstermektedir. Arap ilimlerinin Batı'ya İspanya yoluyla geçtiğinde hiç şüphe yoktur. Hitti'nin ifadesi ile, "İspanya'daki Müslüman hâkimiyetinin ilk yüzyıllarında Doğu kültürü Endülüs'e çok yüksek seviyede gelmiştir. Bu durumu el-Makkârî'nin 'ilim öğrenmek için' Mısır, Suriye, İran ve hatta Kafkasya ve Çin'e giden Endülüslü âlimlerin listesinden de anlayabiliriz. Fakat onbirinci ve sonraki yüzyıllarda bu seyrin İbni Zuhr ve Bahîlî'nin gösterdiği üzere tersine çevrildiği bilinmektedir. Gerçekte, bu akım onikinci. yüzyılda Avrupa'ya ulaşacak derecede kuvvetli olmuştur. Büyük öneme sahip bu, Batı'yı, Latince'ye yapılan çeviriler yoluyla Arapların ilmi ile tanıştırma akımının başlatıcısı Afrika'n Cons-tantine olmuştur (1087). Adı geçen şahıs Ali İbnü'l-Abbas'ın el-Kitâb eUMâlikî eserinin teorik kısımlarını Latinceye tercüme etmiştir. Ortaçağ Avrupası tıp konusundaki bilgilerini Constantine'e; Zahrâvî'nin Tasrifini, Râzî'nin el-Mansuri'sini ve İbni Sînâ'nın Kanun'una çeviren Cremona'h Gerard 1279'da Râzî'nin el-Hâvi'sıni ve îbni C le'rtin Takvim el- Abdan' mı tercüme cilyah Yahudi Ferec ben-Salim'e (bi Faragut) borçludur. Bu eserler ve basit tercümeler vasıtası ile, pek çok Arapça teknik terim Avrupa dillerine girmiştir. Julep (Arapça, culeb, Farsça'dan gulap, gül suyu), bir tür kokulu tıbbi içki; rob (Arapça rubb), balla koyultulmuş meyve suyu konservesi; ve 'syrup' (sarab), bir formüle göre hazırlanan ve içine özel tedavi edici maddeler eklenen şekerli su, 'şurup'. Ortaçağ Latincesinde başağnsı anlamına gelen 'Soda', ve "başağnsı ilacı" anlamına gelen sodanum şekli Arapça'da "şiddetli ağrı" anlamına gelen suda'Ğan neşet etmiştir. Belirli tıbbî matematik terimleri de tercüme edilmiştir. Beyin ve omirilik zarlarının adı dura mater ve pia mater Arapça'daki el-umm el-cafiye ve el-ümm el-rakika kelimelerinin Latince'ye çevrilmişidir. Avrupa dillerine Arapça'dan Latince vasıtası ile geçmiş bazı kimyasal terimlerin mucitleri olarak Câbir b. Hayyân ve diğer bazı müslüman simyacılar bilinmektedir. Bunlara misâl olarak da 'alkol' (ei-kuhl, kömür), 'alembic' (el-inbik), 'alkali' (el-kali), 'antimony' (iîhmid, rastık taşı), 'aludel' (el-usal, aletler), 'regular1 (rehc el-gar, şeker kamışı tozu) ve 'tutty' (tutiya) gibi kelimeleri verebiliriz (History of the Arabs, sh. 578-579). |