๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Temmuz 2012, 13:25:41



Konu Başlığı: Ümmeti Meydana Getiren Unsurlar
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Temmuz 2012, 13:25:41
Ümmeti Meydana Getiren Unsurlar

Şu söylenebilir ki: İnsanoğlunun birliği, Kur'ân'da anlatıldığı şekliyle, insana herşeyden daha değerli gelen ve onu korumak için fertlerin ve ulusların herşeyini feda edebileceği hatta gerekirse ölebileceği belli prensipler, inançlar ve temel değerlerden oluşur. Bu bir­lik, prensibler, inançlar ve değerlerle karşılaş­tırıldığında önemsiz olan zaman, mekân, ulus, soy, ırk ve renk farkına isnat etmez. Ve bu önemsiz olan farklılıklar genel inanç ve de­ğerlerin karşısında bir anlam ifade etmez.

insanlar genel inanç ve prensiplere sahip ol­duğunda, farklı renk, ulus, zaman ve mekânlara ayrılsalarda, tek ümmete ve düşün­ceye mensupturlar. Bu durumda aynı his ve düşünceleri paylaşırlar. Ayrıca düşünce ve davranışlarını muhafaza etmek için her şeyi göze almaya hazırdırlar. Kur'ân'da bu durum konu edilerek şöyle denilir: "Rabb'in, Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetleri-ni almış ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?' (demişti). 'Evet, (buna) şahidiz!' dediler. Kıyamet günü 'Biz bundan habersizdik!' demeyesiniz." (7:172).

Bu, bütün insanlığın tek ilâh olarak Rablerini tanıdığı ve aynı inançlarla tek bir ümmet ol­duğu başlangıç safhasıydı. Fakat, sonraları zaman geçtikçe insanlar inanç ve düşünceleri­ni değiştirmeye başladılar. Bu sebeple Allah, insanları doğru yola iletmek üzere peygam­berlerini gönderdi. Allah'ın nihai mesajı, en mükemmel şekliyle Peygamber Hz. Muhammed tarafından getirildi. Ve O, insanları aslî tek Allah inancına davet etti.

Kur'ân insanlara peygamberin dünya çapın­daki misyonunu şu sözlerle anlatır:

"(Ey Muhammedi) De ki: 'Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Al­lah'ın elçisiyim. O'ndan başka ilâh yoktur. O, diriltir, öldürür. Gelin Allah'a ve O'nun ümmî peygamberi olan Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır-, O'na uyun ki doğru yolu bula­şınız!" (7: 158).

A'râf sûresinin bundan önceki ayetinde ise peygamberin fonksiyonu anlatılır: "... O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar, üzer­lerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar..." (7:157).

Kur'ân'ın bu âyetleri peygamberin şerefli misyonunu vurgular. Peygamber, İnsanları anlamsız ve gereksiz âdet ve geleneklerin yüklerinden, bâtıl ilâhlardan ve beşerî kanun ve kuralların bunaltıcı külfetinden kurtardı. Onları Rableri ve Yaratıcıları olan Allah'ın şeriatı altında topladı. Kötü ve murdar bir ha­yatın İçinde boğulmuşlardı; Peygamber onla­ra faziletli ve dürüst bir hayatı, iyi şeylerin faydalarını ve cehaletlerinden dolayı yaptıkla­rı kötü şeylerin zararlarını öğretti. Peygambe­rin misyonu insanları Rablerine temiz, muttakî bir hayata, hayra ve kendi faydalan için adalete getirmekti. Bu misyon Kur'ân'da tekrar tekrar anlatılmaktadır.

Hac sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "(Ey Muhammed!) De ki: 'Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım. İman edip salih ameller işleyenlere mağfiret ve bol rızık vardır. Âyetlerimizfi red ve iptal etmek için, onları kabul edenlere karşı) yarışa girenlere gelince, onlar da cehennemin halkıdır." (22: 49-51).

Ve Sebe' sûresinde de şu ayeti görürüz: "(Ey Muhammed!) Biz, seni ancak bütün insanlara bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler." (34: 28).

Hiç şüphe yok ki Hz. Peygamber, vahyi öncelikle Araplara tebliğ etmişti. Onlar da bu mesajı dünyanın dört bir yanma ulaştırarak, insanlara Rabblerine olan görevlerini hatırlat­mışlar; onları iyi bir hayata, takvaya ve adale­te davet edip, kötülükten, günahtan ve doğru olmayan bir hayattan men etmişlerdi. Bu se­beple Peygamber Hz. Muhammed gerçek­te hayatın evrensel prensiplerini Öğreten ve bir dünya toplumunun temelini atan ilk insan­dı.

Bu prensiplerin ışığında, Hz. Peygamber başlangıçtan beri varolan aslî dini yenilemek ve tekrar gün ışığına çıkartmakla kalmayıp, Önceki peygamberlerin zamanında ümmet-i müslimin olarak bilinen bu topluluğu yeniden kurdu. Farklı kabilelerden, ailelerden ve din­lerden bu inancı kabul eden insanlar Hz. Pey­gamber'in vasıtasıyla genel bir kardeşlik bağlan altında toplandılar. Ve Hz. Peygamber onları birbirlerinin destekçisi, yardımcısı ve dostları yaptı. Her birinin canı, malı ve ırzı aynı şekilde mukaddes ve tecavüzden masun­du; eşit hak ve sorumluluklara sahiplerdi. Şe­riat önünde kimsenin ayrıcalığı yoktu. Bu se­beple bu evrensel kardeşliğin bütün üyeleri eşit konuma getirilmiş oldu, İbni Zeyd'in rivayetine göre Hz. Peygamber'in amcası Ebû Leheb bir gün kendisine; "Dinini kabul edersem kazancım ne olacak?" diye sordu. Hz. Peygamber; "Diğer bütün iman sahiplerinin kazandıklarını kazanacaksı­nız." buyurunca Ebû Leheb; "Benim için (Hz. Peygamber'in amcası olması hasebiyle) bir ayrıcalık yok mu?" diye sordu. "Daha ne isti­yorsunuz?" karşılığına Ebû Leheb; "Bu din, beni diğer insanlarla eşit mi tutuyor?" diye bağırdı. (İbni Cerîr).

Kur'ân şu sözlerle akraba kayırmaya açıkça karşı durmuştur: "Kıyamet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size fayda vermez. (Allah) aranızı ayırır..." (60: 3).

Yakınlarının bir kimse üzerinde hiç bir fayda­sı olmayacaktır. Kişiye fayda verecek şey sa­dece imandır. Bu sebeple makûl olanı, dünye­vi ilişkiler ve bağların bu temeller üzerine te­sis edilmesidir. "Sizin dostunuz, ancak Allah, O'nun Elçisi ve namazlarını kılan, zekâtlarını veren, rükû'a varan mü'minlerdir. Kim Al­lah'ı, O'nun Elçisini ve mü'minleri dost tutar­sa, (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Al­lah'ın taraftarlarıdır." (5: 55-56).

Ve Hucurât sûresinde şu ifadeleri görürüz: "Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşle­rinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin." (49: 10).

Kur'an'daki bu ve benzeri pek çok âyet, dünyadaki bütün müslümanları evrensel bir aile­nin fertleri olarak ilân etmektedir. Böylesine gerçek bir kardeşlik dünyada hiç bir ideoloji­de ve herhangi bir dinde görülemez.

Hz. Peygamber, İslâm kardeşliğinin bu meziyetlerini müteaddit defalar beyan etmiş­tir. Ebû Musa'nın rivayetine göre bazı kişiler Hz. Peygamber'e hangi tip insanın daha dindar olduğunu sordular. Hz. Peygamber: "Müslümanlara eliyle ve diliyle zarar ver­mekten kaçınan kişi" diyerek cevap verdi (Buhari).

Cerir b. Abdullah, Hz. Peygamber'in: "Bi­rincisi namaz kılmak, ikincisi zekat vermek ve üçüncüsü bütün müslümanlar hakkında ha­yır dilemek üzere üç hususta kendisinden biat aldığını" nakleder (Buhari).

Abdullah b. Mesud Hz. Peygamber'in şöy­le buyurduğunu rivayet eder: "Müslümana sövmek fısk (günah), ona karşı savaşmak ise küfürdür (imansızlıktır)." (Buhari).

Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber: "Bir müslümana başka bir müslümanm canı, malı ve ırzı haramdır." bu­yurmuştur (Müslim, Tirmizî).

Ebû Said el-Hudrî ve Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur: "Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, ona hakaret etmez. Bir kimse için bir müslüman kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yok­tur." (Müsned, Ahmed).

Sehi b. Sa'd es-Saidî'nin rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir mü'minin cemaat ile münasebeti baş ile bede­nin irtibatı gibidir. Öyle ki, mü'min, cemaati­nin çektiği eziyeti, bir başın vücudun herhan­gi bir kısmındaki acısı gibi duyar." (Müsned, Ahmet).

Nu'man b. Bişr de Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder: "Bütün mü'minleri bir­birlerine merhamette, muhabbette, lütuf ve atıfet hususlarında sanki bir vücut misali görürsün. O vücudun bir uzvu hastalanınca, vücûdun öbür azaları birbirlerini hasta âzânın elemine, uykusuzlukla, hararatle iştirake çağı­rırlar. Hasta uzvun elemini paylaşırlar." (Buhari ve Müslim).

Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Rasûlullah'in şöyle dediğini rivayet eder: "(İslâm camiasında) mü'minİn mü'mine bağlılığı, taşlan birbirine kenetli (yalçın) duvar gibi (metîn)dir." Rasûlullah bunu söylerken, parmaklarım bir­birine kenetledi. (Buhari ve Müslim).

Abdullah b. Ömer'den rivayetle, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Müslüman müslüma-nın kardeşidir; ne ona zulmeder, ne de onu terk eder. Kim bir müslümanın ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslümanı musibetten kurtarırsa, Allah da onu kıyamette musibetten kurtaracaktır. Kim bir müslümanm ayıbım örterse Allah da kıya­met gününde onun ayıbını örtecektir." (Buha­ri ve Müslim).

Câbir b. Abdullah'dan rivayetle, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Bir müslümana, ha­karete uğradığı ve namusuna dil uzatıldığı sı­rada yardım etmeyen kimse, ençok yardıma muhtaç olduğu sırada Allah'ın yardımını göremeyecektir. Yardımcı olana da, Allah en çok muhtaç olduğu anda yardım elini uzata­caktır." (Ebû Dâvud).

Ebû Bekre, Rasûlullah'in Veda Haccı sıra­sında Mina'da îrâd ettiği hutbede şöyle bu­yurduğunu rivayet eder: "Ey insanlar! Aklını­zı başınıza toplayınız da benden sonra birbiri­nizin boynunu vuracak surette dalâlete, vah­şete düşerek (cahiliyet devrine) dönmeyi­niz!..." (Buhari ve Müslim).

Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Bir kere Rasûlullah: '(Ey mü'min! Mü'min) kardeşine, ister zâlim olsun, İster mazlum olsun, yardım et!' buyurmuştu. Biri­si: 'Yâ Rasûlullah! Şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zâlime nasıl nusrat ederiz?' diye sordu. Rasûl-i Ekrem: 'Zâlimin iki elinin üstünü tutarsın!' diye cevap verdi."

Câbir'in rivayetinde; "yardım edilen kişi zâlim ise müslüman kardeş o zâlimi zulmetmekten men etsin! Bu da zâlim için nusrattir" buyurulmuştur. (Buhari ve Müs­lim.)

Abdullah b. Amr, Rasûlullah'in şöyle de­diğini rivayet etti: "Mü'minlerin kanı aynı de­ğerdedir. Mü'minler düşmanlanna karşı bir el (sıkılmış yumruk) gibidirler." (Ebû Dâvud).

Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'den şu söz­leri rivayet eder: "Ben insanlarla, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Al­lah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye kadar savaşmakla emrolundum. Şayet onlar bu şe-hadetten sonra bizim kıblemize dönerlerse ve bizim kestiğimiz hayvanları yerlerse (zebh) ve bizim gibi ibadet ederlerse, yalnızca bize vermekle yükümlü oldukları hâriç, onların kanı ve malı bize haramdır. Bu durumda on­lar müslümanlarla aynı hak ve sorumluluklara sahiptirler." (Müsned-i Ahmed ve Neseî).