Konu Başlığı: Toplumsal Ve Ferdî Refah Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 28 Temmuz 2012, 10:24:05 Toplumsal Ve Ferdî Refah İslâm toplumsal ve ferdî refahı bir birine rakip değil, daha ziyade birbirinin tamamlayıcısı olarak görür. Bundan dolayı, rekabet ve düşmanlık yerine, işbirliğini teşvik ederek fertler arasında çok yakın bir ilişki geliştirir, îslâmî bir sistemde ferdin menfaati, toplumun menfaati olarak telakki edilir. Bunun tersi de geçerlidir. Eğer toplum gelişirse fert mutlu olur; fert refaha kavuşursa, toplum da gelişir. Fakat bu sistem ferdî ve toplumsal refah arasında bir dengenin oluşması ile mümkündür. Fertler ihtiyaçlarını tedârik ederken başkalarının menfaatlerine doğrudan veya dolaylı olarak zarar vermezler. Eğer kendileri fayda elde ederlerse, başkalarının da bundan pay almalarına müsaade ederler. İktisadî kuruluşları fazla kâr etmiyorsa bile, ondan fayda görebilecek başkalarını yok saymazlar. Onların menfaatini de hesaba katarlar. Böylece İslâm'ın iktisadî sisteminde her fert başkalarının refahında hisse sahibi olur. Ferdî ve toplumsal refah birbirini tamamlar. (Muhammed Qutb, islam, The Misunderstood Relİgİon, sh. 154-155). Bu sebeple, İslâm'ın iktisadî sistemi, fert ve toplum menfaatinin ahengi anlayışına dayanmaktadır. İslâm ne ferdi toplumdan ayırır, ne de ferâin menfaatini toplumun menfaatiyle çatışma hâlinde gösterir. Prensipte, toprağın özel mülkiyetine ve diğer üretim araçlarına izin verir. Ancak bu hakkı topluma zarar vermesini engelleyecek şekilde sınırlandırır. İslâm devletinin gayesi insanlar arasında geçim vasıtalarını ihtiyaçlarına göre temin etmek ve dağıtmak olduğundan, bunun organize edilmesinde ve dağıtılmasında herhangi bir zorlukla karşılaşmaz. Üretim araçlarının ferde mi, topluma mı emanet edilmiş olduğu önem arzetmez. İslâm devleti, yukarıda anlatılan gayesine ulaşmada; işbirliği içinde ve sosyal refah ve gelişmeyi herkese garanti eden bu atmosferin doğmasına yardımcı olduğu sürece; -üretim aracı kime emanet edilirse edilsin- bir vekil gibi onu teftiş eder ve başkalarıyla beraber ondan faydalanma hakkını elinde bulundurur. Bu sistemde, üretim araçlarının ve zenginliğin diğer kaynaklarının fertler veya toplum tarafından sahiplenilmesi önemli değildir; aslolan gayedir. Eğer bundan, toprağın ve diğer mülkiyetin fertler arasında dağılımı vasıtasıyla basan temin edilebilirse, o zaman onların arasında dağıtılabilir; diğer yandan, eğer bu, toplumsal mülkiyet yoluyla daha iyi başarılırsa, bu takdirde topluma emanet edilirler. (Muhammed Qutb, a.g.e.). İslâm, insanın sosyal bir varlık olduğu ve şahsiyetini ancak toplum içinde geliştirebileceğini vurgular. Beş vakit namazın farz kılınması, haccın İslâm'ın temel esaslarından olması gibi ibadetlerin sosyal hayatla içice olduğunu biliyoruz. Müslümanlar günde beş vakit namaz kılmakla emrolunmakta ve namazdan sonra ticaret, iş ve alış-verişlerini devam ettirmeleri istenmektedir. Çünkü, ibadetini yapan ama geçimini sağlamak için hiç bir gayrette bulunmayan kimse, ne kendi şahsiyetinin gelişmesine ne de toplumsal menfaate bir katkıda bulunabilir. Kur'ân-ı Kerîm, mü'minlere şöyle seslenmektedir: "Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lûtfundan (nasibinizi) arayın." (62:10). Yukarıdaki âyet-i kerîmede kullanılan "Allah'ın lûtfundan (nasibinizi) arayın" ifadesi, insanların geçimlerini temin etmek için meşgul oldukları ticaret, endüstri ve alış-veriş gibi her çeşit meşru işlere delâlet etmektedir. Sonra, insanın refahı ve şahsiyetinin gelişmesi için hem namazın hem de iktisadî mücadelenin gerekli olduğunu gösteren hacc ibadeti süresince Müslümanların ticaret yapmalarına müsaade edilir: "(Hacc vazifesini îfadan sonra) Rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur." (2: 198). Bu âyet-i kerîme müslümanlara, dünyevî ihtiyaçlarını aramalanmn, ibadetin ruhuna hiçbir şekilde aykın olmadığı hususunda teminat vermekte ve hac ibadetini ifa ederken ticaret yapmalarının caiz olduğunu bildirmektedir. İslâm, müslümanlann hîle ve kumardan uzak meşru işlerle meşgul olmalarına izin vermektedir: "Ey iman edenler! Mallannızı aranızda bâtılla (doğru olmayan yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka.. ."(4: 29). İslâm'da meşru olan ticaret, hakkaniyet ve dürüstlük esaslarına dayalı olandır. Rasûlullah'in iş hayatının doğru ve âdil ticarî muameleleri konusunda temel ilkeler ihtiva ederken ilişkilerindeki dürüstlük, adalet ve doğruluk, bütün tüccar ve iş adamlan için takip edecekleri ebedî kurallar hâline gelmiştir. Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlısını yememiştir." (Buharî). "Doğru ve namuslu tacir peygamberler, sâdıklar ve şehitlerle beraberdir." (Tirmizî, Dârimî, Dârekutnî) Dolayısıyla İslâm'ın insanlara sadece "nefislerini âhiret için muhafaza etmelerini söyleyen, diğer inançlardan olmadığı" açıktır. İslâm, insanlara bu hayatı nasıl iyi bir şekilde yaşayacaklannı, bu dünyada huzur içinde olabilmenin de maneviyatın varlığıyla mümkün olabileceğini öğretir. însan maddî bir dünyada yaşadığı için, onun maddî ihtiyaçları vardır. Bütün tabiat insanın faaliyetleri için geniş bir alandır. Her salih amel ibadet yerine geçmesine rağmen, insan rızkı için çalıştığı gibi ibadetini de yerine getirmelidir. İnsanın aslî idealleri manevîdir. Onun fıtratında bulunan değerler insanın fevkindedir. Ruh, bir madde olan beden ile iç içedir. İnsan, bir şekle bürünmüş ruh değildir. Doğru fizikî ve zihnî gayretler, aklı ve vücûdu sağlıklı bir şekilde muhafaza etmenin yegane sebebidir. Bütün insanî fonksiyonların böyle ahenk içinde olmasını öğreten ve hayatın tüm unsurları arasında bütünlük telkin eden bir din, diyalektik materyalizmden ve herşeyi biyoloji ile izah eden bir düşünce biçiminden fevkalâde farklı kutuplardadır. İslâm, hayatın maddî ve ekonomik yönlerine bigane kalmamakla birlikte, -hayatın tamamen bu esaslara göre düzenlenmesini insanın varlığının mutlak amacı olarak görmez. Materyalizm, maddî ihtiyaçlara ve maddî sebeplere Önem verir; fakat maneviyat ve öngördüğü hayatın nazarında, maddiyatın önemi, daha yüksek gayeler için bir atlama taşı olmasındadır. İslâm, sisteminde ahenk sağlamak için mensuplarını eğitme ve terbiye etme konularında pratik usûller benimsemiştir. Aynı zamanda, insanların hayat standartlarını tam istihdama tekabül eden bir seviyede tutmak için bazı müessir kanunî tedbirleri de öngörmüştür. Bununla beraber, ferdî ve toplumsal refaha bağlı olan servetin gerçek fonksiyonunu anlamaları sağlanarak insanlar arasında işbirliği, yardımlaşma ve infakın ahlâk ve fazilet gereği olduğunu bildirerek ahlâkî eğitim ve terbiyeye daha fazla önem vermektedir. insanların bazen ahlâkî eğitime, toplumsal veya manevî baskıya rağmen, kazanç için tamahkâr olabilmeleri ve haksız yollara tevessül edebilmeleri mümkündür. Herhangi bir şekilde başkalarından daha çabuk zengin olmaya çalışan bir çok insan daima var olacaktır. Onun için, hedeflerine başarıyla ulaşması için İslâm, esas olarak manevî ıslaha dayanmakla beraber; sağlıklı güçleri teşvik etmek ve toplumda ortaya çıkacak şeytanî arzuları engellemek için bazı maddî düzenleme ve sınırlamalar getirmiştir. Kur'ân'da, peygamberlerin gönderiliş gayesiyle ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitab'ı ve adalet ölçü(sü)nü indirdik ki, İnsanlar adaleti yerine getirsinler..." (57: 25). Kur'ân-ı Kerim'in bu ayeti, adalet veya itidal prensibi ve onun İnsan hayatındaki etkisini açıklaması hasebiyle çok Önemlidir. Âyetin ilk kısmı, bu adalet yapısının bütün sistemin belkemiğini oluşturan manevî tâlim ve tebligat vasıtasıyla nasıl geliştirileceğini açıklamaktadır. İkinci kısım ise, toplum karşıtı güçlerin bu ilkeyi ekonomide istismar etmesini ve toplumun daha fakir kesimini sömürmesini önlemek için kanunî kısıtlamanın nasıl kullanılacağını göstermektedir. Böylece Kitab, iyi ile kötüyü birbirinden çok bariz bir şekilde ayıran doğru yolu göstermektedir. Mizan (adalet ölçüsü), itidal yolunu sadece mescidlerin dört duvarı arasında değil, günlük hayatın her safhasında korunması gereken ifrat ve tefrit arasındaki dengeyi ifade etmektedir. Eğer adaleti sadece bir sahada, meselâ ekonomik sahada tesis etmişsek, hayatın bütün diğer alanlarında da tesis etmeliyiz. Aksi takdirde bütün çabalarımız boşa çıkacaktır. |