Konu Başlığı: Ticaret Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Haziran 2012, 17:34:11 19- Ticaret Kur'an çalışmaları, teşebbüs ruhunu teşvik etmek suretiyle ticaret ve tüccarlığı da canlandırmıştır. İslâm'da, maddiyat ile maneviyat arasında hiçbir sınırlama yoktur; çünkü Allah'ın emrine itaat ederek yapılan bütün hareketler fazilet hareketleri ve ibadettir. Eğer, bütün faaliyetlerinizde Allah'ın yolunu takip ediyorsanız, camide namaz kılmanız, tarlada çalışmanız, her zamanki ticaret göreviniz için açık denizlerde seyahat etmeniz veya çocuklara ders vermekle meşgul olmanız arasında bir fark yoktur. Bütün bu faaliyetler, dininizin bir parçasıdır ve Allah katında ibadet olarak sayılır. "Sonra namaz bitince yeryüzüne dağıhn; Allah'ın fazlından rızık arayın. Allah'ı çok anın ki, kurtulabi-lesiniz." (62: 10). Yıllık Hacc farizesi süresince, müslümanların gelirlerini artırmak için ticaret ve diğer İşleri yapmalarına izin verilmiştir." (Hacc mevsiminde) Rabbinizin fazlından ticaret istemeniz size günah değildir." (2: 198). Bu ayet, Hacc mevsiminde, maddî bir şey olan ticaret veya iş yapmaya izin verilmediği şeklindeki yanlış kanıyı da ortadan kaldırır. Bu gösterir ki, insan İlâhî kurallara uyar ve sonra hayatını kazanmak için bir takım alışveriş veya girişimlerde bulunursa, gerçekte o, Allah'ın rahmetini dilemektedir. Allah'ın razısıyla birlikte, rahmetini dilemekte yanlış hiçbir şey yoktur. (The Meanİng.of the Qur'an, Cilt I, s. 152-153). Ticaret ve tüccarlığa, Kur'an tarafından büyük bir İtici güç verilmiştir ve ilk müslümanlar Allah'ın fazlını aramak için çok uzaklara gitmişlerdi. Bu, başka ülkelere ve insanlara, Allah'ın mesajını götürmek için çok uygun ve etkili bir yoldu. Müslümanlar, iş yapmak, kendileri için diğer insanları ve onların yaşayış tarzlarını görmek, insanlar arasında 'tebliğ' imkânları oluşturmak amacıyla, yeryüzünde seyahat etmeye teşvik edilmişlerdir. Eğer Araplar ticarî amaçlarla şehirlerini terkedip, Çin, Doğu Hint Adaları, Malaya ve Filipinler gibi ülkelere gitmeselerdi. İslâm, böyle çok kısa bir sürede, kuzey, güney, doğu ve batıdaki uzak ülkelere yayılamazdı. Bu uzak ülkelere giden Arap tüccarları, kendi şahıslarında gösterdikleri dürüstlük ve dindarlık örnekleriyle, Allah'ın mesajını, o insanlar arasında yaydılar. Bütün bu ticarî macera ve girişimlerin gerisinde Kur-an'ın teşviki vardı. Bu teşvik, deyim yerindeyse, müslümanları ülkelerinden çıkarıp, yabancı memleketlere itti. Burada, görünüşte amaç iş gezileriydi; halbuki gerçekte, insanlar arasında İslâm'ı tebliğ etmek gibi çok daha ulvî ve yüksek bir gaye vardı. Kur'an-ı Kerim, müslümanları, Allah'ın mülkünde dolaşıp, Yaratıcı'nın mucizelerini bulmak için gayrete getirdi: "Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse arzın sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin." (67: 15). Nuh Suresi'nde şunları okuruz: "Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için onu (arzı) size yayan O'dur." (71: 19-20). En'âm Suresi'nde de şöyle buyurulur: "Sizi arzın halifeleri yapan O'dur:' (6: 165 ve 35: 39). Allah'ın yeryüzündeki elçisi olarak, ilk müslü-manlar, onun her parçasını dolaşmanın ve orada neler olup bittiğini görmenin, dinî görevleri olduğunu düşündüler. Bu görev dürtüsü, onları, çok uzak yerlere götürdü ve iyi müslümanlar olarak, insanlar arasında ticarî ilişkileri geliştirmek maksadıyla oralara gittiler. Onların, gittikleri her yerde Allah'ın lüt-funu aramak için Kur'an'dan aldıkları teşvik, yabancı ülkeleri aramalarının doğal nedeni olmuştu. "Sonra bir delil olan geceyi giderip, yerine bir delil olan gündüzü gösterici kıldık ki, Rabbinizden bir lütuf arayası-nızr (17: 12). Kur'an-ı Kerim, onları, pek çok amaçla seyahate çıkmaları ve eğer yabancı ülkelerde yollarını bulmakta güçlük çekerlerse, yıldızların yol göstericiliğini aramaları konusunda uyarmıştır: "Karanın ve denizin karanlıklarında doğru yolu bulaşınız diye, sizin için yıldızları yaratan O'dur:' (6: 97). Bununla birlikte, onlar, deniz ve kara yolculukları yapmaya ve Allah'ın kendileri için tedarik ettiği şeyleri araştırıp bulmaya çağrılır: "Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?" (31: 20). Bunun için, uzaklara gitmek ve Allah'ın lütfunu aramak, insanın görevidir: "Görmedin mi ki, Allah, bütün yerdekileri ve emriyle denizde yürüyen gemileri hep sizin buyruğunuz altına verL miş olduğunu?" (22: 65). İnsan, deniz yolculukları yapmak ve okyanusun zenginliklerinden faydalanmak için teşvik edilir. Zira gemilerini yabancı ülkelere götürmede yardımcı olmak üzere rüzgârlar yaratılmıştır: "Sizi karada ve denizde gezdiren Allah'tır. Hatta siz gemide olduğunuz zaman, güzel bir rüzgârla, o gemi içindekilerle giderken, onlar ferahlanırlar." (10: 22). Sebe Suresi'nde şunları okuruz: "Süleyman-ın emrine de rüzgâr verdik; gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşamda bir aylık mesafeden gelirdi. " (34: 12). İlk müslümanlar, uygun alize rüzgârlarının tüm avantajlarından faydalanıp, yıl boyunca doğuya ve batıya seyahatler yaptılar ve hem deniz, hem de kara yoluyla, uluslararası Ölçüde geniş ticarî ilişkiler düzenlediler. Kur'an-ı Kerim, uygun (alize) rüzgârlarından şu şekilde bahsedip, inananları gayrete getirir. "Rüzgârları müjdeleyiciler olarak göndermesi, size nimetini tattırması buyruğuyla gemilerin yürümesi, lütfundan rızık istemeniz O'nun belgelerindendir. Olur ki şükredersiniz." (30: 46). Allah'ın fazlı geneldir ve bütün yaratıkları eşit olarak fayda sağlar; fakat inananların hali, diğerlerininkinden tümüyle farklıdır. Onlar, Yaratıcı'lanyla olan yakın temaslarını, bolluk ve refahta olduğu kadar, sıkıntıda da sürdürürler ve Allah'a nimetlerinden dolayı şükrederler. Denizde veya karada, ister ticaretle, ister başka bir meşgaleyle uğraşsınlar, onlar daima Rablerini hatırlarlar ve O'na şükrederler; çünkü bilirler ki, her şey doğrudan Allah'ın lütfuyla olur ve son dönüşleri O'nadır. Diğer bir ayet, insanlara Rablerinin Fazlını hatırlatır: "Rabbiniz bol nimetinden elde edesiniz diye sizin için denizde gemileri yüzdürür. O size merhamet eder." (17: 66). Nahl Suresi'nde de şöyle bu-yurulur: "Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun, hem Allah'ın fazlından nasip arayasımz diye, hem de olur ki şükredersiniz." (16: 14) .Bu ayetler, ilk müs-lümanlar için, ticarî ilişkilerini milletler arası düzeyde geliştirmek için yabancı ülkelere yaptıkları deniz maceralarında teşvik ve haz kaynağı olmuştur. Müslüman gemileri, 10. asırda Çin, Kore, Doğu Hint Adaları ve Filipinler sahillerine, ondan çok daha erken, muhtemelen 8. asırda da Afrika'nın doğu kıyıları, Madagaskar ve Hindistan'a ulaşmışlardı. Bütün bunlar, kısmen ticarî ilişkiler için, kısmen de o ülkeleri ve insanları tanımak üzere Kur'an çalışmalarının doğurduğu bir sonuçtu. Yukarıda sayılanların hepsi, insanın evrensel kardeşliğine katkıda bulunmuştu ve Allah'ın elçileri olarak müslümânların sorumluluğu dahilindeydi. Kur'an'da, insanı deniz yolculuklarına ve deniz ticaretine yönelten ve onu Allah'ın sağladığı imkânları kullanmaya teşvik eden pek çok ayet vardır: "Emri gereğince denizde yüzmek üzere ge~ ,mileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi buyruğunuz altına veren Allah'tır. Belki artık şükredersiniz." (45: 12). Aynı şekilde, Kur'an'ı Kerim kara yoluyla yapılan ticareti de önermiştir: "O ki, yeryüzünü sizin için bir döşek yaptı, orada sizin için yıllar açtı." (20: 53). Zuhruf Suresi'nde de şu sözler vardır: "O, size yeri bir döşek yaptı. Onda doğru gidesiniz diye de yollar açtı." (43: 10). Bu, müslümanlara, deniz ve kara yoluyla dünyanın diğer kısımlarına yayılmak, oradaki insanlarla ilişkilerini geliştirmek ve bu amaçla büyük ticarî şirketler kurmak için yeni bir itici güç verdi. Gemileri ve ticaret kervanları, yıl boyunca başka ülkelere hareket etti ve ticareti büyük çapta geliştirdiler. İlk müslümanlar, deniz ve kara yoluyla, dünyanın bütün bilinen kısımlarıyla bağlantı kurdular. Şu bir tarihî gerçektir ki, müslümanlar, 8. asrın başlarından, 14. asrın sonlarına kadar ticaret ve endüstri alanlarında üstündüler. Akdeniz dahil olmak üzere doğu ve batı okyanuslarına hükmediyorlardı. Philip K. Hitti şöyle der: "Ortaçağ'ın ilk dönemi boyunca, diğer milletlerin hiçbiri, insanların ilerlemesine, Arapların yaptığı kadar önemli bir katkıda bulunmamıştır... Arap gemileri pasifikte Doğu Hint Adaları, Filipinler ve Çin'in doğusuna ve batıda Atlantik'in ortasındaki adalara kadar gittiler." Ernest Renan'a göre: "Onların seyahat tutkusu, Arap karakterinin en çarpıcı Özelliklerinden biriydi ve onların 14. ve 15. asırlarda, büyük İspanyol ve Portekiz gemiciliği devirlerine kadar, medeniyet tarihinde derin bir iz bırakmalarına yardımcı olmuştu. Hiç kimse, insandaki evren idrakini genişletmede ve ona, tüm gerçek ilerleme için gerekli olan, yaşadığı gezegen hakkında tam bir fikir vermede, Araplar kadar çok katkıda bulunmamıştı." ('Cöntributions of Musfims to Science' adlı kitapta Haydar Bammat tarafından aktarılmıştır.) Müslümanların, 14. yüzyıldan çok önceleri gemicilik teknikleri geliştirdikleri bir gerçektir. Onlar, batı dünyasında bilinmezken çok önceleri pusulayı kullanmışlardı. "Araplar, gemici pusulasını icat ettiler ve bilim araştırmaları ya da ticaret amacıyla dünyanın her tarafına seyahat ettiler. Hint Denizi'nde, Hindistan kıyılarında ve Malaya yarımadasında sömürgeler kurdular. Çin bile kapılarını, müslüman sömürgecilere ve ticaret erbabına açtı. Onlar, Azor adalarını keşfettiler ve hatta Amerika'ya kadar uzandıkları tahmin edilmektedir. Eski kıtaların sınırları içinde, onlar, bu tür gayretlere her yönde eşsiz ve de emsalsiz bir hız verdi. Çünkü Peygamber @ ashabına çalışmayı bir görev olarak aşılamıştı. Endüstriyel uğraşlara, dindarlık izi bırakmış, ziraat ve ticaretin Allah katında değerli olduğunu bildirmişti. Bu kaidelerin doğal sonuçlan olarak, tüccarlar, genelde endüstriyel sınıflar saygı görürdü." Yazar yine devamla, "Refah günlerinde İspanyol Arapları, binden fazla gemiden oluşan bir ticaret filosuna sahipti. İstanbul'la, müs-lümanlar büyük bir ticareti ellerine geçirdiler; Karadeniz ve Akdeniz'in doğu kıyılarından Asya'nın içlerine kadar yayıldılar, Hindistan ve Çin limanlarına ulaştılar ve Afrika kıyıları boyunca Madagaskar'a kadar uzandılar!' 10. asrın ortalarında, Avrupa, bugün Caffrarİa olduğu durumdayken, Abdül Kasem gibi münevver Endülüslüler, ticaret ve pazarlama prensipleri hakkında ilmî eserler yazıyorlardı." (Emir Ali, The Spirit of islam, s. 391-392). Bütün bunlar, dışarı çıkmak, diğer ülkeler ve insanlar arasında Allah'ın fazlını aramak ve de onlara Allah'ın mesajını götürmek için yapılan İlâhî davete dikkatleri çeken, Kur'-an çalışmalarının direkt bir sonucuydu. Bu, müslümanları, ticaret amacıyla, deniz ve kara yoluyla dünyanın diğer kısımlarına sürdü ve böylelikle, dünyanın diğer insanlarıyla birlikte kendileri için, asırlardır zevk duydukları büyük ticarî başarıların temellerini oluşturdu. "Yeryüzünde gezip dolaşın; Allah mahlukatı nasıl yaratmıştır?" (29: 20). Kur-an'daki bu ve benzer pek çok ayet, insanları, dünyanın diğer bölgelerine seyahat etmeye, başka insanlarla karşılaşmaya, onlardan hikmet dersleri almaya ve bu seyahatlerle Allah'ın fazlını aramaya çağırır. Bununla beraber, bunların alelade yolculuklar olmadığı ve fakat kâinatın yaratıcısının davetiyle gerçekleştiği bilinmeli. Bundan dolayı, onlara özel önem verilmelidir. Daha Önce belirtildiği gibi, bu seyahatler, aslında, ticaret ve pazarlama vesilesiyle, Allah'ın fazlını aramak için yapılmıştı. İnsanların evlerini terk etmelerindeki görünen ve maddî sebep ise, daha iyi ve daha mamur bir hayat isteğiydi. Yabancılarla temas kurmak ve karada, denizde Allah'ın alâmetlerini gözlemekle hikmetleri ve başka dersleri Öğrenmek için, insanlara şiddetle tavsiye edilen bir gayesi de vardı. Fakat bunlardan en önemlisi, bu kara ve deniz yolculuklarından sağlanan ve sağlanması muhtemel olan faydalardı. Müslümanlar diğer ülke ve insanlarla temas ettikleri zaman, onlara ulvî üstün inanış, değer ve hayat tarzlarını götürdüler. Diğer insanlar, onların ahlâki ve manevî tarafları yanında üstün davranışlarını da görebildiler. Onları, hayatın her sahasında diğer insanlara karşı üstün kılan şeyin ne olduğunu, giderek anlayıp araştırdılar. Böylece, yavaş yavaş fakat emin bir şekilde,bu ulvî hayat tarzınasem-pati duydular ve bu da, İlâhî mesajın, diğer ülkelere yayılması için bir yol açtı. İşte İslâm, müslüman tüccarların ticarî menfaatleri için gittikleri Çin, Doğu Hint Adaları, Malaya ve Filipinler gibi uzak ülkelere bu şekilde yayıldı. Yirmi-otuz yıl içinde, müs-lümanların iyi hareketleri ve örnek hayat tarzları, gittikleri yerlerdeki insanları öylesine etkiledi ki, müslüman inancını kabul etmeye karar verdiler. Bizim bu fikrimiz, Rrown'un şu gözlemleriyle de doğrulanmıştır: "Biz, kendimizle, bugünkü hayatımızda mevcut olan haberleşme imkânlarımızdan dolayı Övünmekteyiz. Fakat bu, 14. yüzyılda İslâm'ın birleştirici etkisi ve onun evrensel ortamı olan Arap lisanının yardımıyla, bir fikir veya felsefî doktrinin, Tunus'tan Tebriz'e veya SeviPden' Semerkand'a bugünkü gibi çabuk iletilmesi yanında su götürür." (E.G. Brovvne, Arabian Medicine, s. 107-108). |