Konu Başlığı: Tevhidin Manevî Safhası Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Ağustos 2012, 08:09:09 Tevhidin Manevî Safhası Allah'ın elçisi Hz. Muhammed mesajını Hz. Musa ve İsa gibi mucizeler vasıtasıyla değil, Allah'ın, dış dünyadaki tezahürleri ve iç dünyamızdaki (nefis)lerini düşünme ve anlama yoluyla iletmiştir. Yukarıda Allah'ın fizikî âlemde görülen tezahürlerinden kısmen bahsedilmiştir. Burada ise nefs üzerine ışık tutulacaktır. Nefs hakkında bilgi edinmek, Allah'ın bilinmeyen yanlarını açıklar ve O'nun sıfatları hakkında bir bilgi servetini bize ihsan eder. Gerçekten bu Allah'ın sıfatlarına ve O'nu tanımaya bir anahtardır; O'nun hükümranlığına birçok pencereler açar ve maneviyatın gelişmesine vesile olur. Burada şu da belirtilmelidir ki, maneviyat; Allah'a yakınlıktan, O'nu bilmekten dolayı yüksek seviyede bir haz yarattığından olağanüstü görünmesine rağmen, The Ascent of an atİ! eseri yazarının da belirttiği gibi; Hı-nstıyanhğın tersine, sade kandan ve şaraptan, :t ve ekmekten ibaret değildir. Gerçekte manevıyat pratik bir şey olup, dünya meşguliyetleri ve ticari işlerin kötü anında insanı muhafaza eder. Maneviyatın üzerinde durduğu nokta, insanın kendi çabasıyla Allah'a olan yakınlığım ve beşerî münasebetlerini geliştir-mesidir. Bu tutum, manevî hayatı yaşayan müslümanlarda eşsiz bir manevî güç meydana getirmiştir. Kur'ân, insanı içinde bulunduğu mütevazı ortamdan, manevî kemalâtın zirvelerine çıkarmıştır: "Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Canı sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ve ne batıya mensub olmayan bereketli bir zeytin ağacı(nm yağı)ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) ki, nerdeyse ateş değmese de yağı ışık verir! Işığı parıl parıldır. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi bilir." (24: 35). Allah "nûr" olarak vasıflandırılmıştır, çünkü O'nun mükemmelliği nûr olarak görülebilir. Nurunu ise ancak O'nun arzu ettikleri ve bu kuvveti verdikleri görebilir. Allah'ın yakınlığını arzu eden, Rasûlünün rehberliği altında, O'nun rızasını, dostluğunu ve nurunu arayan kullarına bu ancak O'nun bir lûtfu ve ihsanıdır. Gerçek müminin kalbi, ebedî olarak parlayan Allah'ın nuruyla daima aydınlatılır: "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (89: 27-30). Böyle insanların görüş ufku genişletilir ve onlar Allah'ın nurunu, O'nun bütün tezahürlerinde görürler. Tabiatın çeşitliliği gözlerinde kaybolur ve bu çokluğun altında yatan Tevhid bunun yerini alır. Onlar Tevhid ruhunu her şeyde görürler ve şöyle seslenirler "Rabbi-miz, senin hakkındaki İlmimizi artır ve bizi itaatkâr ve ihlaslı bir kul eyle!" Böyle insanlar için herşey yaratıcıyı hatırlatır. Onlar çiçeğin güzel kokusunda, sarp bir dağın yamacından çağlayarak akan ırmağın sesinde, sık bir ormanda sonbaharda uğuldayarak esen rüzgârda, fırtınayla yükselen dalgalarda, karanın ve denizin yüzeyinde veya derinliklerindeki her harekette O'nun Varlığı'm görürler. Bütün bunlar onlara Rabb'ferinden taze bir habercidir ve kendilerini Rabb'lerine daha çok yaklaştırır. Bu, insanı daima, her yerde Allah'ı aramaya sevk eden marifetullahiır. Böylece O daha yakından tanınır ve O'nun Varlığı elde edilir. Bu idrakin başka bir yönü de, Allah'ın rızasına bütünüyle teslim olma arzusudur.Allah'ı seven ve O'nun varlığını arayan kimse yalnız O'na itaat etmelidir. O'nu sevmenin gerektirdiği birinci ve en önemli şey budur. İslâm kelimesi "Allah'ın rızâsına teslim olma" manasına gelir. Bir insan eğer Allah'ın arzusuna kendisini tamamen teslim etmişse, bu insana maddî ve ruhî huzur garantisi verilmiştir. Gerçekten de tam bir huzur ancak Allah'ın emirlerine itaatte yatar. Thomas Cariyle, Hz. Muhammed'in tecrübesi ve tebliği hakkında şöyle konuşur: "Allah'ın anlatılamaz özel bir yardımıyla, o her-şeyi apaçık keşfetmişti, artık daha fazla karanlık ve şüphe içinde değildi. Her şeyi görmüştü; bütün putların zavallı birer odun parçası olduğunu, her yerde ve herşeyin üzerinde Tek Allah'ın olduğunu, putların bırakılıp kendisinden başka büyük olmayan Allah'a yönelmenin gerekliliğini görmüştü. O Hakk'tı. İlk olarak bizi yaratmış, şimdi de bize rızık vermekteydi. Biz ve her şey O'nun gölgesinden O'nun ebedî ihtişamını örten bir iğreti elbiseden başka bir şey değildik. 'Allahu Ekber, Allah en büyüktür!' Allah'a teslim olmak lâzımdır. Gerek bu dünyada, gerek ötekinde bize ne yaparsa hepsine razı olmak gerekir. Bizim bütün kuvvetimiz O'na teslim olmaktır. Bize gönderdiği şey ölüm de olsa, ölümden beter de olsa iyi, en iyi şey olarak karşılamamız lâzımdır. Hâsılı kendimizi Allah'a teslim ediyoruz. Goethe der ki: 'Eğer Müslümanlık bu ise, biz hepimiz Müslüman olarak yaşamıyor muyuz?' Evet, aramızdan her kimin hayatında bir parça ahlâk varsa müslüman olarak yaşıyor demektir..." (Thomas Cariyle, On Heroes, Hero-Worship and the Heroic in History, 1911, ss. 290-291). Cariyle şöyle vurgulamaya devam eder: "Büyük Hakikat karşıda duruyor ve ona gözlerini dikiyor. Ya ona cevap vermek yahut sefil bir surette ölmek lâzımdır. Şimdi, hem de şimdi-yoksa cevap mahşere kalır. Ona bir cevap bulman lâzımdır. İkbâl hırsı mı? Bütün Arabistan bu insana ne verebilir? Yunanlı Herak-lius'un tacı, İranlı Keyhüsrev'in tacı, dünyanın bütün taçları bu İnsan için ne ifade eder? Onun İşitmek ihtiyacında olduğu söz yeryüzüne değil, yukarıdaki Cennete ve aşağıdaki Cehenneme ait olan sözdür. Bütün dünya taçları ve saltanatları bir kaç kısa yıl sonra nerede olacaklardır?... İslâm bütün kavgacı boş grupların (Yunanlılar, Zerdüştler ve diğerleri) başını yemiştir ki, zannederim bunda haklı idi. O bir kere daha doğrudan doğruya tabiatın büyük kalbinden çıkmış bir Hakikatti. Arap putçuluklan, Suriye formülleri, hâsılı aynı derecede gerçek olmayan bütün şeyler bu ateş önünde yanmaya hazır kuru odun yığınları gibi tutuşmağa mahkûmdurlar." (a.g.e., ss. 290, 298). Böylece, Hz. Peygamber'in getirdiği Tek İlâh inancından çıkan asîl manevî güç, doğunun ve batının bütün dünyevî ideoloji ve felsefelerini yutmuş, gerçek ve pratik anlamda insanı Hakk ile tanıştırmıştır. Allah'ı bilme ve tanımanın ilmini elde etme yolundaki tehlikeleri kaldırmış ve bu uzun yolu kısaltmiştir. Dünyevî işlerle meşguliyet arasında insanı Allah'a götürecek sade reçeteleri bahsetmiştir. |