๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 19:26:57



Konu Başlığı: Temsillerle Açıklaması
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 19:26:57
14- Temsillerle Açıklaması

Meseller Kur'ân-ı Kerîm'de önemli bîr yer iş­gal eder. Beyhakî'nin rivayet ettiği merfû bir hadiste mesellerin, Kur'ân'ın beş vechinden biri olduğu ve onlardan ibret alınmasının lü­zumu hatırlatılır (el-Itkan). Hatırlatma, teş­vik, zorlama, ibret, sağlamlaştırma, mânaları akla yaklaştırma, soyut mânaları hissedilir bir hale getirme, mesellerin faydaları arasında sayılabilir. Bu gibi hikmetlerden dolayı Cenâb-ı Hak Kitabında birçok mesel îrad et­miş, Rasûlullah'in beyanında da mesel önemli bir yer tutmuştur. Şimdi Hz. Peygam­ber'in temsil yolu ile bazı ayetleri açıkla­masına misaller vereceğiz.

Birinci misâl: Câbir b. Abdullah anlatıyor: Bîr gün Rasûlullah yanımıza gelip şöyle dedi: "Rüyamda gördüm ki Cebrail baş ucumda, Mikâil ayaklarımın yanında durup biri öbürü­ne diyor ki: "Şu zat hakkında bir mesel İrâd et". Bunun üzerine şöyle dedi: "Kulağın işit­sin kalbin de iyice anlasın ki, seninle ümme­tinin durumu şuna benzer" Bir hükümdar, bir mülk edinir, sonra da orada bir mesken bina ettirir, daha sonra da orada bir ziyafet tertip eder. Müteakiben bir elçi göndererek ahaliyi ziyafete davet eder. Onlardan bir kısmı elçi­nin davetine icabet, bir kısmı ise onu terke-der. İşte Allah Teâlâ: o hükümdar, mülk: İslâm, mesken: cennet ve sen de, ey Muham­medi elçisin. Senin tebliğine kulak veren, İslâm'a girer; İslâm'a giren de cennete girer; cennete giren de oradaki nimetlerden istifade der" (Tirmizî, Taberî, Dârimî).

Câbir b. Abdullah anlatıyor: Bir gün Rasûlullah yanımıza gelip şöyle dedi: "Rüyamda gördüm ki Cebrail baş ucumda, Mikâil ayaklarımın yanında durup biri öbü­rüne diyor ki: 'Şu zat hakkında bir mesel irâd et.1 Bunun üzerine şöyle dedi: 'Kulağın işit­sin, kalbin de iyice anlasın ki, seninle ümme­tinin durumu şuna benzer: Bir hükümdar, bir mülk edinir, sonra orada bir mesken bina etti­rir, daha sonra orada bir ziyafet tertip eder. Arkasından bir elçi göndererek ahaliyi ziya­fete davet eder. Onlardan bir kısmı elçinin davetine icabet, bir kısmı ise onu terkeder. İş­te Allah Teâlâ: o hükümdar, mülk: İslâm, mesken: cennet ve sen de, ey Muhammed: el­çisin. Senin tebliğine kulak veren, İslâm'a gi­rer; İslâm'a giren de cennete girer; cennete giren de oradaki nimetlerden istifade eder." (Tirmizî, Dârimî, Müstedrek).

Bu mesel ile "Allah selâm evine (cennete) çağırır ve O, kimi dilerse onu doğru yola ile­tir." (10: 25) ayetini açıklamış olmaktadır.

İkinci misâl: İbn Mes'ûd rivayetinde Rasûlul­lah'ın eliyle bir çizgi çizdiğini, sonra: "İşte bu Allah'ın dosdoğru yoludur." dediğini, ar­kasından o çizginin sağından ve solundan bir­takım çizgiler daha çizdiğini ve "Bunlar da dağınık ve aykırı yollardır. Bunlardan hiçbir yol yoktur ki, üzerinde oraya çağıran bir şey­tan bulunmasın." buyurarak sonra da şu ayeti okuduğunu bildirmiştir: "İşte benim dosdoğ­ru yolum budur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti." (6: 153).

Aynı mânayı anlatmak için Rasûlullah tarafından îrad olunan bir başka temsil de şöy­ledir: Nevvas b. Sem'ân naklediyor: Rasû-lullah buyurdu ki: "Allah, sırat-i müstakîm hakkında şöyle bir temsil îrad buyurdu: Dos­doğru bir yol ve bu yolun iki tarafında iki du­var, duvarlarda ise açık olan çeşitli kapılar var; kapılar, sarkıtılmış örtülerle örtülmüş. Bu yolun girişinde bir davetçi bulunup diyor ki: Ey ahali, geliniz ve hepiniz bu doğru yola giriniz, dağılmayınız. Aynı şekilde seslenen bir başka davetçi de yolun üstünde bulun­maktadır ki, insan o kapılardan herhangi biri­ni açmak ister istemez: 'Eyvah! Ne yapıyor­sun! Sakın açma, zira açarsan girersin!' der. İşte o doğru yol: İslâm'dır. (Yolun İki tarafın­daki) iki duvar: Allah'ın hududlandır. Yola bakan (açık ve fakat perdeli) kapılar: Allah'ın haramlarıdır. Yolun başındaki davetçi: Al­lah'ın Kitabı, yolun üstündeki davetçi ise: Her müslüman kişinin kalbindeki Allah'ın va­izidir." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî).

Üçüncü misâl: İbni Ömer, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Siz­den önceki ümmetlerin ömür müddetleri ile, sizin ömür müddetinizin durumu, ikindi na­mazı ile akşam namazı arasındaki süre gibi­dir. Sizinle Yahudi ve Hıristiyanların durumu da şuna benzer: Bir zat birtakım işçiler tutar ve onlara der ki: 'Kim benim işimde günün yansına kadar bir kırata çalışmak ister?' Ya­hudiler kabul edip çalıştılar. Sonra o zat der ki: 'Kim benim işimde günün ortasından İkindiye kadar çalışmak ister?' Hıristiyanlar kabul edip çalıştılar. İşte şimdi de siz, ikindi­den akşama kadar iki kırata çalışıyorsunuz. (Durum böyle olunca) onlar (itiraz edip) de­diler ki: 'Niçin biz daha çok çalıştığımız hal­de daha az ücret alıyoruz?' O zat cevaben de­di ki: 'Size zulmedip hakkınızdan noksan verdim mi?' Onlar: 'Hayır (noksan verme-din)' deyince o zat: 'İşte bu benim lütfumdur ki dilediğime veririm1 dedi (Buharî, Tirmizî, Taberî).

Ebû Musa el-Eş'arî'nin rivayet ettiği bir baş­ka temsil de şöyledir: Müslümanlarla, Yahudi ve Hıristiyanların mesli, şu adamın durumuna benzer ki, o kendisine belirli bir İş yapmaları için birtakım kimseleri geceye kadar, belli bir ücret karşılığında işçi olarak tutar. O adamlar gün ortasına kadar çalışırlar, sonra derler ki: "Bizim şart koştuğun ücretine ihtiyacımız yok, boşuna çalıştık." İş sahibi adam onlara: "Böyle yapmayın, işinizin kalan kısmını ta­mamlayın, ücretinizi tam olarak alın." dediy­se de, onlar kabul etmediler ve işi bıraktılar. Onlardan sonra başkalarını tuttu ve dedi ki: "Günün kalan kısmım tamamlayın, onlara (daha öncekilere) şart koytuğum ücreti size vereceğim." Onlar da çalıştılar, ikindi vakti girip de ikindi namazını kılınca dediler ki: Çalıştığımız boşuna, bu iş için bize vereceğin ücret de sana olsun." Bunun üzerine iş sahibi adam: "Kalan işinizi tamamlayın, günün bit­mesine çok az bir şey kaldı." dediyse de ka­çındılar. Daha sonra günün kalan kısmını tamalamak, güneş batıncaya kadar çalışmak üzere başkalarını tuttu. Onlar da her iki takı­mın yaptığı işi tamamladılar (ücretlerini aldı­lar). İşte Müslümanların kabul ettikleri (maz-har oldukları) nûr yüzünden durumları, bu temsildeki gibidir (Buharî).

Bu temsillerle Hz. Peygamber şu ayeti açıklamış olmaktadır: "Böylece Kitap ehli, kendilerinin Allah'ın lûtfundan hiçbir şeye mâlik olmadıklarını, bütün lûtfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine vereceğini bilmezlik etmesinler. Allah büyük lütuf sahi­bidir." (57: 29).

Bundan bir önceki ayet de, Ehl-İ Kitabı son peygambere îman etmeye çağırmakta, böyle yaptıkları takdirde, Allah'ın rahmetinden iki kat nasibe mazhar olacaklarını bildirmekte­dir. Rasûlullah verdiği temsil ile, onların bu kabîl davetlere kulak vermediklerini de anlatmak istemiştir. Keza bu ümmetin Al­lah'ın fazl ve keremiyle, kolay ve müsama­hakâr bir şeriata tâbi olmalarından dolayı, az amel ile çok mükâfata nail olacaklarını açık­lamıştır.