๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Ağustos 2012, 08:11:32



Konu Başlığı: Tek Manevî Hakikat
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Ağustos 2012, 08:11:32
Tek Manevî Hakikat

Hz. Peygamber'in öğretilerini ve uygula­malarını dikkatlice incelediğimizde Yaratı-cı'nın birliğinin (tevhid) ve kâinatın bütünlü­ğünün en çok göze çarpan şey olduğunu anla­makta asla tereddüte düşmeyiz. Tek tanrı inancı ve imanın insanlık tarihi kadar eski ol­duğu bir hakikattir, ancak bu, insan hayatında uygulamada hiç bir önemi olmayan sadece dinî bir fikirden ibaret kalmıştır. Ahlâakın ve imanın gerçek değerini ortaya koyan, sıradan insanların hayatında onu görünür bir gerçek yapan ancak Hz. Muhammed olmuştur. Hz. Peygamber, kâinatta Tek Bir Hakikat olduğunu, geri kalan bütün yaratılmışların hem ruhen hem de fiziken O'na bağımlı oldu­ğunu göstermiştir. O yerde ve gökte diğer bü­tün güçlerin üstündedir: "O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabi­lir ki? Kendisinin bir eşi yoktur, herşeyi O yaratmıştır ve O her şeyi bilendir. Rabbiniz Allah işte budur. O'ndan başka tanrı yoktur. (O), herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin, O her şeye vekildir. Gözler O'nu görmez, O gözleri görür. O Lâtif, herşeyi haber alandır." (6: 101-103).

İbrahim suresinde şöyle buyurulmaktadır: "Bu, insanlara bir tebliğdir. (İnsanlar) bunun­la uyarilsınlar; O'nun yalnız tek Tanrı olduğu­nu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye (gönderilmiştir)." (14: 52).

Bu, tevhid hakikatinin başka bir yönüdür. Mutlak Manevî Gerçek birdir: akıl ve ilim sa­hipleri kendi nefislerini (enfüs) ve maddenin dış dünyasını (eflâk) inceleyip gözlemleme­leri sonucu bunu bilmelidirler. Eğer onlar ib­ret alıcı bir göze ve anlayışlı bir zihniyete sa­hipse bütün kâinata yayılmış olan Allah'ın alâmetlerini bulabilirler. Kur'ân birçok vesi­lelerle bunun önemine değinmiştir:

"İşte gerçek Rabbiniz Allah budur. Gerçeğten sonra sapıklıktan başka ne var?. Öyleyse nasıl (hak'tan sapıklığa) çevriliyorsunuz?" (10: 32).

"Sonra o (ca)nlar, gerçek mevlâları olan Al­lah'a döndü(rülüp götürülürler. Doğrusu hü­küm, yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur." (6: 62).

"işte böyle. Çünkü Allah Haktır. O'ndan baş­ka yalvardıkları ise bâtıldır (aslı olmayan şey­lerdir). Şüphesiz Allah herşeyden yüce ve her Şeyden büyüktür." (22: 62).

“Gercek hükümdar  olan  Allah  yücedir. ü ndan başka tanrı yoktur. O yüce arşın Rab-bıdir. Allah'la beraber, varlığına hiç bir delili "Sadığı halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir..." (23: 116-117).

Kur'ân ayetleri kâinatta tek bir Hakk'ın oldu­ğunda hiç bir şüphe bırakmaz. Bu Hak, hü­kümranlık sahibi Allah'tdır. Allah'tan başka hiçbir kuvvet yoktur,O son haktır ve gerisi bâtıldır, dalâlettir. İbret alıcı bir göz kendi nefsinde ve fizikî âlemde Tek Bir Gerçeğin (Hakk'ın) olduğuna dair birçok delil bulabilir. Dünya ve âhirette güzellikler ve hayırlar peşinde olan kimse kendine bu Hakk yolunu seçer. Hakk'tan ayrılmak ise insanı sadece helâka götürür.

Kâinatın düzeni, Yaratıcı, Hâkim, Mâlik ve Rab olan bir tek Allah'ın varlığına delildir. O'nun mülkünde ve hükmünde ortaklan oldu­ğu veya herşeyden üstün bir tanrının yamsıra O'nun mülkünü idare eden küçük tanrılar bulunduğu fikri bütünüyle bâtıldır. Aksi bir du­rumda kâinatın yönetiminde her an anlaşmaz­lık çıkacağı ve her birinin tek hâkim olmak için çalışacağı, bunun da daimi bir karışıklığa yol açacağı muhakkaktı: "Allah çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir tarirı yoktur. Öyle olsaydı her tanrı, kendi yarattığı ile be­raber gider, diğerinden üstün olmaya çalışır­dı. Allah onların vasıflandırdıklarından mü­nezzehtir. O, görünmeyeni ve görüneni bilir; onların ortak koştukları şeylerden yücedir." (23: 91-92).

Aynı sure bütün kâinatta ortaya çıkan birlik ile Yaratıcının birliğini vurgular. Çok büyük ve engin olan kâinat, bütün yıldız ve galaksi­leriyle insanın anlama ve kavrama kapasitesi­ni aşmaktadır. Bütün bunlar Yaratıcının birliğini açıkça ilan eder: "De ki: 'Biliyorsanız söyleyin, dünya ve içinde bulunanlar kimin­dir?' 'Allah'ındır' diyecekler. 'O hâlde düşün­mez misiniz?' de. 'Yedi göğün Rabbi ve yüce Arşın Rabbi kimdir?' de. 'Bunlar Allah'ındır' diyecekler! 'O hâlde (O'nun azabından) ko­runmuyor musunuz?' de. 'Biliyorsanız söyle­yin, her şeyin melekûtu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollan(maya muhtaç ol)mayan kim­dir?' de. '(Her şeyin yönetimi) Allah'a aittir' diyecekler. 'O hâlde nasıl büyüleniyorsu­nuz?' de." (23: 84-89).

Bu ayetlerdeki delillerin de ışığı altında, yara­tıcının birden fazla olması aklen savunula­maz. Kâinatın tümündeki zerafeti, göz ka­maştırıcı nizamı ve hedef birliğini tefekkür eden kimse; yaratıcının tek olduğunu anla­makla kalmaz, ayrıca bu harika ve güzel âlemin yapıcı ve düzenleyicisinin sahip oldu­ğu muazzam kuvveti, zerafeti ve şerefi idrak eder.

Şüphesiz açık ve hür görüşlü birin verdiği hü­küm şu olacaktır: "Gerçek Hükümdar olan Allah yücedir..." (20: 114). Allah herkesin kendisinde huzur ve sükûnet aradığı tartışma­sız ve muhâlifsİz tek Hakk'tır ve herkes O'na dönecektir. (2: 156).

Allah, arzulanılan ruhî mükemmelliğe ve ilmî gelişmelere ulaşmamız için ihtiyaç duyduğu­muz Tek Manevî Hakikat olmakla kalmayıp, aklın ve madde âleminin işleyişini, amacını açıklayabilecek tek prensibi bulabileceğiniz yegane kaynaktır da. Maddî âlem hakkındaki pek çok soruya tatmin edici cevap vermenin başka bir yolu yoktur. Bundan başka bütün cevap ve açıklamalar, soru soranı daha çok hataya ve Hakk'tan sapmaya yöneltecektir, Hz. Yusuf hapishanede arkadaşlarına haklı olarak şu soruyu sormuştur: "Birbirinden farklı birçok Rabb'ler mi yoksa, en üstün ve karşı konulamaz olan Allah mı iyidir?"

Allah kâinattaki bütün gücün ve hükümranlı­ğın sahibidir: "(Andolsun) ki Tanrınız Bir'dir; göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanla­rın Rabbi, doğuların da Rabbidir." (37: 4-5).

Bu ayetler kâinattaki birliğin ağır basan cep­hesini; yer, gök ve arasındaki yıldızlar, güneş, ay ve herşeyi kuşatan birliği vurgular. En uzaktan en yakına üzerine doğduğu her nokta güneş tarafından aydınlatılmaktadır. Bu Al­lah'ın birliğinin bir delilidir. Allah her şeyin merkezidir ve tekdir. Başka bir ifadeyle, kâinattaki herşey Allah'ın birliğinin bir teza­hürü olup Yaratıcının birliği gerçeğini teyid eder.

Tevhid inancının diğer bir yönü de, "Allah tek olması, dolayısıyla adaletin de tek ayardı olduğunu izhar eder. Çünkü Hakk Tek'dir. Ve gözlerimizden hâdiselere ait çeşitliliklerin mikyası düştüğünde biz onu Tek olarak görü­rüz. O zaman Tek Hakikat ortaya çıkar. Onlar ne mübarek kişiledir ki, bu Hakk'ı ruhlarında, hayatlarında ve fiiliyatlarında zaten değerlen­dirmiş olanlardır." (A. Yusuf Ali, The Holy Çur'an, s. 634, not. 1931).

Bunda düşünen kimseler için bir ibret ve ihtar vardır. Eğer onlar insanlığın iyiliğini gerçek­ten ve samimiyetle istiyorlarsa, fert ve toplum düzenlerinde evrensel adaletin bu prensibini benimsemelidirler. Dünyevi işlerini bile adalet temeli üzerine inşâ etmeyenler, bu maddî gayretlerinde başarıya ulaşamazlar. Hayatın her sahasında kesin bir denge olmalı ve insanlara adalet ile muamele edilmelidir. Aksi takdirde toplum çeşitli baskılar altında parçalanacak, birlik ve beraberliğini muhafa­za edilemeyecektir.

Bunun sebebi kâinatın bütün düzeninin adalet ve ahenk üzerine kurulu olmasındandır. Eğer insanoğlu bu evrensel modele uymazsa, ken­disi ve bozuk sistemi uzun süre yaşayamaya­caktır. Adalet temeli üzerine bina olunmayan sistemler er-geç zeval bulacaktır. Rahman su­resinde bu evrensel gerçek şöyle dile getirilir: "Güneş de, ay da bir hesap ile (cereyan et-mekte)dir. Necm (bitkiler, yıldızlar) ve ağaç­lar (Allah'a) secde etmektedirler. O, göğü yükseltmiştir, ölçüyü koymuştur. Artık tartıda tecâvüz etmeyin. Tartmayı adaletle yapın, te­razide eksiklik yapmayın." (55: 5-9). Bu gü­zel sözlerle açıklanan, insanlığın menfaatine olan yüce bir derstir. Vaaz edilen ders; "İn­sanların dünyevî işlerinin tümünde adaletten ayrılmamaları, kendi menfaatleri için adaletsizliğe ve tecavüze sapmamalarıdır. Dünya hayatının gerçek ve pratik bir açıkla­ması olan bu yegane prensip, mağara ve or­manlarda, Yunanlı filozofların, yolunda ha­yatlarını harcadıkları ve aradıkları prensibin aynısıdır. Birçok keşiş ve Hint fakiri de aynı prensibi aramıştır.

Dünyada, göklerde ve bütün kâinatta aynı ça­lışma ve düzenleme modeli görülür. Kâinatta tam bir birlik ve ahenk hâkim olup genel mo­delden en ufak bir sapmaya rastlanmaz. Kâinatta var olan herşey hayatta kalmak için maddî âlemin muhteşem üstyapısıyla birlikte bu evrensel uyum ve denge modelini benim­semek zorundadır.

Madem ki insan maddî âlemde yaşıyor, o hâlde ondaki evrensel modele uymalıdır. Beşerî sistem ve düzenler kâinatın evrensel sistemiyle ahenk içinde olmalıdır. İnsanoğlu adalet prensibine uyduğu müddetçe, düzen ve sistemleri güçlenir; ne zaman ki aşın gider ve adaletsizliğe saparsa üstünlüğünü ve etkisini kaybeder. Daha âdil ve kâinattaki genel mo­dele daha uygun olan kendi yerini alır. Bu Al­lah'ın yaratışının bazı kurallara göre olmasın­dan ve belli bir hedefe sahip olmasındandır. Sekülaristlerin ve materyalistlerin iddialarının aksine, yaratılış boş yere değildir: "Göğü, ye­ri ve ikisi arasındakiler! boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten vay hâllerine o nankörlerin!" (38: 27). Akıl sahibi kimseler bu gerçekten gafil değildirler: "On­lar ayakta iken, otururken, yanları üzerine ya­tarken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yara­tılışı üzerinde düşünürler: 'Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Sen yücesin. Bizi ateş azabından koru!' (derler)." (3: 193). Bu haki­kat Enbiya suresinde bir defa daha şöyle ifa­de edilir: "Biz göğü, yeri ve bunlar arsında bulunanları, eğlence için yaratmadık." (21: 16).

Allah'ın yaratışmdaki sırları ve harikaları dü­şünen bir kimse bunlar sayesinde Hakk'a ulaşmakta kesinlikle başarısız olmayacaktır. Bunları göremeyenler ancak Allah'ı ve onun alâmetlerini düşünmeyenlerdir. "Kâinatın ni­zamını yakından gözlemek, aklını kullanan Asanları, bu hayattan sonra cezaları ve mükâfatları ile âhiret hayatının varolduğu fikrine götürür. Sistemin kendisi, arka plânında varolan hikmeti açıkça ortaya koyar. Bundan da anlaşılacağı üzere Hakîm (hikmet sahibi) olan Yaratıcı'nın insanı yaratmasının belli bir amacı vardır. Herşeyin insanın kullanımına verilmesi ve Allah'ın, insanı, iyiyi kötüden ayırdedebilecek bir idrak merkezi ile donat­mış olması açıkça gösterir ki, Allah insanı bu yaratılış amacına uygun davranıp davranma­dığı konusunda hesaba çekecektir. Bunun so­nucu, dünyada yaptığı iyilikler nedeniyle mükâfat alacak, kötülükler nedeniyle de ceza­landırılacaktır." (The Meaning ofthe Qur'an, c.II.ss. 80-81).

Yukarıdaki ayetler; insanın istediği her şeyi yapmakta hür olduğu, kendi kaderinin efendi­si olup kimseye hesap vermiyeceği, kendisine kimsenin vazife veremeyeceği, dünyanın ras-lantı sonucu oluştuğu ve kendi kendine devam ettiği gibi, yeni hayat anlayışlarını yalan­lar. Kur'ân bu gibi bâtıl fikirleri yeniden red­deder ve Allah'ın otoritesini öne çıkarır: "Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O'dur. O, hâkimdir, herşeyi bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendi­sine ait olan Allah ne yücedir! (Kıyametin kopacağı) saati bilmek de O'na mahsustur. Siz O'na döndürüleceksiniz." (43: 84-85).

Yerlerde ve göklerde her ne vuku buluyorsa hepsi Allah'ın ilmi dahilindedir ve hiç bir şey O'ndan gizli kalmaz: "Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir? Bunla­rın hepsi, bir kitabtadır (katında yazılıdır). Bu, Allah için çok kolaydır." (22: 70). Nemi suresinde, "Elbette Rabbin onların göğüsleri­nin gizlediğini de, açığa vurduklarını da bilir. Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apa­çık bir Kitab'da olmasın." (27: 74-75) ve Sebe suresinde: "Yerin içine gireni ve ondan çı­kanı, gökten ineni ve oraya çıkanı bilir..." (34: 2) ifadeleri zikredilir.

Kâinatta vuku bulan her şeyden, herkesin yaptığı bütün işlerden ve fiillerden haberdar­dır: "Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne za­man Kur'ân'dan bir şey okusan ve siz ne za­man bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman sunda Tevhid inancının muhtelif yönlerini ga­yet güzel yerinde açıklamakta ve çeşitli şekil­lerde Allah'ın ihsan ve nimetlerini vurgula­maktadır. Rahman suresinde, insanın her an faydalandığı denizlerde ve karalarda Allah'ın ihsanı ve rahmetinin çok çeşitli yönleri sayı­larak, bunlar şu ifadelerle insana hatırlatılmaktatır: "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" (55: 13). A. Yusuf Ali, bu surenin baştan sona ima ettiği meselenin her-şeyin çiftler halinde yaratıldığı, renklerinin, yapılarının, kullanılışlarının farklı olduğu, Yaratıcının ihsanlarında ve bunların yaratılış amacında bir birlik olduğunu belirtmiştir. Fa­kat bütün bu ihsanları alan şeyler geçip gide­cek sadece Allah daima baki kalacaktır. A. Yusuf Ali, bu serinin incelik ve mükemmelli­ğini Rahman suresi'nîn ışığında şöyle özetle­mektedir: "Ey Allah'ın yaratıkları! O'nun han­gi nimetlerini inkâr edeceksiniz. Kur'ân'da, insanın zekâsında ve tabiatında kendini göste­ren Allah çok lütufkârdır. Muvâzene ve adalet, iyilik ve dikkat kâinatın kanunlarıdır. Balçıktan yaratılmış olan insan, hayatın zînetlerini ve imam bahşeden, bütün, mahluk­larına rızkını veren, doğunun ve batının Rabbini ancak kavrayabilmiştir. Her şey yok olurken O bakidir. O'nun daimi adaleti, ihsân-ı, şerefi ve ebediliği insan istikbalinin ümidi­dir. O zaman Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız." (A. Yusuf Ali, The Hoiy Qur'an,s. 1471).

Tevhid anlayışıyla gerçekleşen Tek Manevî Hakikat, insanın dünyasında fikrî bir inkılâb yapmış büyük ilim ve görüş sahibi dürüst ka­dın ve erkekleri meydana çıkarmıştır.

Ebu Yakub b. İshak el-Kindî, Ebû Nasr Fârabî, Ebu Ali Hüseyin İbn-i Sina, Ebu Bekr Muhammed b. Yahya İbn-i Bacce, Ebu Bekr Muhammed b. Abdülmelik İbn-i Tufeyi ve Ebu'l-Velid Muhammed İbn-i Rüşd gibi filo­zof ve âlimler, Ebu Bekr Muhammed İbn-i Zekeriyya er-Râzî, Abdullah Muhammed ibn-i Câbir el-Battâni, Muhammed ibn-i Musa el-Harizmî, Câbir ibn-i Hayyam, Yakut ibn-i Abdullah el-Hemevî, Ebu Kâmil ve İbrahim İbn-i Sînâ gibi ilim adamları; Muhammed ibn-i Ahmed el-Birûnî, Ebu-1 Hasan Mes'ûdî, İbnu'l-Esîr, Muhammed ibn-i Cerîr et-Taberî ve İbn-i Haldun gibi tarihçiler; Ebu Hanife, Mâlik, Ahmed İbn-i Hanbel ve Şafiî gibi fi-kıhçılar, Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî ve îbn-i Mâce gibi hadisçiler ve Hasan Basrî, Cüneyd Bağdadî, Beyazıd-i Bistâmî, Rabi'a Basrî, İbni'l-'Arabî, el-Gazzâlî, Şah Veliyyul-lah ve Müceddid-i Elf-i Sâni gibi mutasavvıf­ları bu inanç ortaya çıkarmıştır.

Bu asil insanlara, Allah'ın kâinattaki tezahürlerini müşahede ile Hakk'ı anlama ve kavrayabilme çabası ilham vermiştir. İnsanlı­ğın dikkatini bu tevhid gerçeğine çeken Kur'ân'da şu ifadeler yer almaktadır: "Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyecek­lerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü ziy­netini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sa­hipleri de onun üzerinde kurdet sahibi olduk­larım zannettikleri sırada, bi gece veya gün­düz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparıla­rak biçilmiş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için ayetlerimizi böyle geniş geniş açıklarız." (10: 24).

Mesele muhtelif durum ve şekillerde sunul­muştur ancak hepsi kâinatın heryerinde orta­ya çıkan Tevhid İlkesine işaret etmektedir: "Yeri düzleyen, orada dağlar nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. Doğrusu bunlarda düşünen kimseler için ibretler var­dır." {13: 3). Âl-i Imran suresinde ise şöyle zikredilmektedir: "Göklerin ve yerin hüküm­ranlığı Allah'ındır. Allah herşeye kaadirdir. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gün­düzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiple­rine şüphesiz deliller vardır." (3: 189-191).

Kur'ân'ın hedeflerinden biri de, gözlemleme ve tefekkür yoluyla asıl Hakk'ı bulabilmesi için, insanın dikkatini maddî âlemdeki sırlara ve harikalara sevketmektir: "(Ey Muham­medi) Sana bu mübarek Kitabı indirdik kî, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar." (38: 29). Müminün suresinde: "On­lar o sözü (Kur'ân'ı) iyice düşünmediler mı?.." (23: 68) ve Muhammed sûresinde: "Kur'ân'ı(n anlamını) düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri(nin) üzerinde kilitleri mi var?" (47: 24) ifadeleri yer almaktadır.

Zümer suresinde: "Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akıl sahipleridir." (39: 18) buyurulmak-tadır. Böyle insanlar için Kur'ân'ın mesajı ga­yet açıktır: "Bu, insanlara bir tebliğdir. (İn­sanlar), bununla uyarılsınlar; O'nun tek İlâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsın­lar diye (gönderilmiştir)?" (14: 52). (Ayrıntılı bilgi için bkz. Sîret Ansiklopedisi, c. 5, "Kur'ân ve Dünya" başlıklı beşinci bölüm).