Konu Başlığı: Sünnetin Statüsü Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 19:05:36 RASULULLAH'IN SÜNNETİNİN HUKUKÎ STATÜSÜ Rasulullah'ın kanun koyucu olarak statüsünü müzakere ederken O'nun sünnetinin İslam Şeriatindeki hukukî konumunu bilmek öncelikle gereklidir. Sünnet nedir? Sünnet hangi formuyla bizimle ilgilidir? Sünnetin niteliği nedir? Rasulullah hangi oranda, -eğer yapabiliyorsa- kanun yaprraştır?İslam Hukuk sisteminde O'nun kararlarının yeri nedir? Bunlar ve benzeri birçok sorular, Rasul'ün kanun yapıcı olarak rolünü inceleyen her kişinin zihninde canlanacaktır. Rasul'ün kanun koyucu olarak pozisyonu ve O'nun kararlarının hukuki statüsünü aydınlatmak için bu sorular teker teker cevaplandırılmaya çalışılacaktır. (Ebu'l A'la Mevdudi, "Sunnat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-i Rasul and its Tashri'i Muqam"). Sünnet Nedir? Muhammed vasıtasıyla bize ulaşan ilahî öğreti iki şekildedir: İlki, tamamıyla Rasulullah'a vahyedüen kelimelerle Allah'ın emir ve hükümlerini ihtiva eden Kur'an'dır. İkincisi, Kur'an'm gayesini aydınlatıp açıklayan Rasul'ün sünneti ve siretidir. Peygamber, Allah'ın mesajını ilettikten sonra artık başka bir fonksiyonu kalmayan bir elçi değildir. O, aynı zamanda rehber, yönetici ve öğreticidir. Gerçek gaye ve hedefinin insanlarca anlaşılması için Allah'ın kanununu sözleri ve hareketleri ile açıklamak; sonra da mükemmel kültür ve medeniyet sisteminin İslam prensipleri üzerine nasıl kurulabileceğini göstermek için bu hedeflere uygun şekilde fertleri eğitip fazilet ve adalet toplumu kurmak , O'nun görev ve fonksiyonları arasında idi. Rasulullah, bu fonksiyonlarını 23 yıllık peygamberlik döneminde tamamladı. İşte sünnet, gerçek Melik-Vâli'nin hükümlerini Kur'an'la birlikte şekillendirip bütünleştiren bu fonksiyonların ortak adıdır. İkisi birlikte İslam terminolojisinde şeriat diye isimlendirilen yüce hukuku oluşturur. Peygamber'ın çalışmalarını sadece Allah adına Kur'an'ı tevdi etmekle sınırlandırmadığı, yamsıra İslam toplumunun doğumuyla sonuçlanacak şümullü ve evrensel harekete rehberlik ettiği, inkârı gayri kabil tarihî bir gerçektir. Yeni bir kültür ve medeniyet sistemi varlık bulmuş; yeni bir devlet kurulmuştur. Burada temel sual ortaya çıkmaktadır: Kur'an'ı tevdi ettikten sonra diğer fonksiyonlarını Rasulullah hangi sıfatla yerine getiriyordu? O, Kur'an'ın tevdi edilmesinde olduğu gibi nebi sıfatıyla Allah'ın dilediğini temsil ederek mi bu fonksiyonlarım yerine getirdi? Yoksa O, nebi statüsü Kur'an'ı insanlara naklettikten sonra nihayete eren ve sözleri ile davranışları herhangi bir hukuki yetki ve öneme haiz olmayan, diğer müslümanlar gibi sadece bir müslüman olarak mı kalıyordu? İlk durumda, Kur'an'la birlikte sünneti hukuki otorite olarak tanımaktan başka seçenek yoktur. Fakat ikinci durumda sünnete hukuki bir statü vermenin de bir manası yoktur. (Ebul A'la Mevdudi, "Sunnat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-İ Rasul and its Tashri'i Muqam"). Kur'an'ın anlattığı kadarıyla, Muhammed yalnızca Allah'ın bir elçisi değildir, yamsıra Allah tarafından görevlendirilen ve müslümanlar için boyun eğme ve itaatin zorunlu olduğu rehber, yönetici ve öğretmendir. Yaşantısı bütün insanlar için örnek teşkil eder. Bir kişinin mesajının aktarılması hususunda Allah'ın elçisi olması, sonra da sıradan bir insan olarak kalması fazlasıyla saçmadır. İslam'ın ilk dönemlerinden günümüze kadar yeryüzünün her yöresinde İslam milletini ilgilendiren konularda Rasulullah 'ın sireti ve sünneti takip edilmesi zorunlu bir örnek olarak değerlendirilip emirleri itirazsız yerine getirilmiştir. Müslümanların O'nu daima bu vasıfla tanıdıklarını ve İslam Hukuk sisteminde Kur'an'ın yamsıra sünnetin de ikinci kaynak olarak kabul edildiğini müslüman olmayanlar bile inkar edemez. Bu yüzden Rasulullah'ın yahut sünnetinin hukuki yönünü inkâr etmek hem İslam tarihinin külli gerçeğine karşıttır, hem de mantıksızlıktır. (Ebul A'la Mevdudi, "Sunnat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-i Rasul and its Tashri'i Muqam"). Alimlerin ve fakihlerin büyük çoğunluğu "hikmet"in (3:164) Kur'an'dan farklı ve ayrı bir şey olduğu görüşündedirler. Hikmet, Allah tarafından Rasulullah'a tebliğ edilen, İslam'ın hüküm ve mektumları anlamına gelmekte olup dirayetli alimlerce sünnet olarak değerlendirilir. İmam-ı Şafii'ye göre; "Allah (Kitap)tan söz etmiştir ki, Kur'an'dır. (Hikmeti de anmıştır ki, kendisine ilim bakımından hürmet ettiğim bir zât 'Hikmet, Rasulullah'ın sünnetidir' demektedir. Bunun doğru olduğunu düşünüyorum, çünkü Allah, Kitap ve Hikmet'i birbiriyle uyumlu şekilde zikretmiştir. Kitap ve hikmeti insanlara öğreten Allah'tır ki, hikmet sünnetten başka hangi anlama alınabilir? Yine hikmet Kitap'tan hemen sonra ve ona paralel olarak zikredilmiştir ki, burada anılan hikmet sünnet anlamındadır. Allah, Rasulullah'a, sürekli ve mutlak itaat statüsü vermiştir. Allah, Rasulullah'a imanla kendisine imanı ayrılmaz bütün olarak değerlendirdiği için yalnızca Kitabullah'ta ve sünnette zikredilenlere itaat zaruridir," (Şafii'; el-Risale, sh. 78). Bu sözleri İmam Şafii'nin hikmeti sünnetle eş olarak değerlendirdiğini gösterir. Rasulullah'a Kur'an'ın yanısıra başka bir şey de verildiğini ve bu anlamda da Rasulullah'a itaatin gerekli olduğunu ifade eder. Kur'an'ın bu yaklaşımı Rasulullah'ı Öven şu sözlerle anlaşılır: "O (Rasul) ki, kendilerine iyiliği emreder, kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, zincirleri kaldırıp atar." (7:157) Bu ayetin hitabı umumidir ve Kur'an'ın helal ve haram ilan ettikleri kadar ikinci tür vahiyle tesbit edilenleri de kapsar. Mikdam 4». Ma'di-kerb Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder; "Biliniz ki, bana Kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi." (Ebu Davud). Allah, müminler üzerine Rasulullah'ın emir ve ne-hiylerine uymayı zorunlu kılar. (59: 7). Kur'an'da Rasul'a itaatin Allah'a itaatle birlikte ve hemen ondan sonra zikredildiği birçok ayet vardır (3:132, 8:24). Kur'an Rasul'a itaati Allah'a itaatle eş kabul edip (4:80) Rasulullah'a uymayı Allah'a olan sevginin bir belirtisi olarak değerlendirir. (3: 31). Müminler Rasulullah'a itaatsizlikten sakın-dınlmışlardır (24: 63), çünkü Allah, Rasulullah'a itaatten yüz çevirmeyi küfür olarak niteler (3: 32). Aralarındaki anlaşmazlıkları, -eğer Allah'a ve Kıyamet Gününe gerçekten iman ediyorlarsa- Rasulullah'a götürmekle emrolunmuşlardır (4: 59). Rasul'ün hükümlerinden yüz çevirenler inananlardan olmayıp münafıktırlar (24:47-51). Rasulullah ile birlikteyken, müminlerin O'ndan izin almaksızın ayrılmamaları imanın vazgeçilmez gereklerinden biri olarak addedilir. (24:62). İmam İbn-i Kayyım şöyle der; "Madem ki herhangi bir amaçla Rasulullah ile birlikteyken O'nun izni olmadan müminlerin ayni-mamaları imanın vazgeçilmez icaplarından bjri olarak belirlenmiştir; öyleyse herhangi bir düşünce tarzının veya metodun O'nun rızası olmadan kabul edilmemesi de imana taalluk etmelidir. O'nun rızası bunların uygulanabileceğine izin verdiği söz ve davranışlarıyla bilinir." (A'lam el-Muvakin, c.I, sh. 58). Bundan dolayı, ashab bütün meseleleri Rasulullah'a götürmeyi kesinlikle lüzumlu görmüştür. Çünkü Kur'an'ın her hükmünün anlamını ve önemini açıklayan, onların problemlerini çözen, aralarındaki ayrılıkları karara bağlayan ve gerek ibadet gerekse diğer dini meselelerle ilgili sorunları açıklayan Rasulullah 'dı. Rasul namazla ilgili olarak "Namazı nasıl kılıyorsam öylece kılınız" (Buhari) ve haccla ilgili olarak "Haccın menasıkini benden Öğreniniz" (Müslim) buyurmuştur. Rasulullah ne zaman kendi sünnetine bir sahabenin uymadığını görse hiddetini ifade ederdi. Ata b. Yasir rivayet eder ki, sahabelerden biri, oruçluyken hanımını Öpen kişiyle ilgili hükmü öğrenmek için hanımını Rasul'e gönderdi. Ümmü Seleme ona Rasulullah'ın aynı şeyi oruçluyken yaptığını anlattı. Kadın da geri dönüp kocasına durumu açıkladı. Bu sahabenin, "Ben Rasulullah gibi değilim, Allah, Rasulü'ne dilediğini helal kılar" dediğini Rasulullah haber alınca öfkelenerek, "Aranızda Allah'tan en çok korkup sakınanınız ve O'nun hudutlarını en iyi bileninizim" buyurdu. (Şafii'; el-Risale). Ashabın, Rasulullah'ın söz ve hareketini, izlenmesi zorunlu hukuki hüküm olarak değerlendirdikleri hususunda kesinlikle şüphe yoktur. Rasul'den farklı bir görüşü benimseyen hiçbir sahabe yoktu. Rasul onlara her ne zaman bîr şey yapmalarını emretse, itiraz etmeden itaat ederlerdi. Bununla birlikte, aşağıda belirtilen çerçevelerde O'nun emirlerindeki hikmet ve fazileti araştırırlardı. 1- Dünyevî olaylarda, Rasulullah'ın sözleri yahut hareketlerinin ilahî talimata değil yoruma dayandığı durumlarda; Bedir Savaşı'nda Rubab b. Münzir'in savaş stratejisi açısından daha iyi bir yer teklif etmesinde olduğu gibi. . 2- Dünyevî olaylarda, ilahî hüküm gelmeden önce Rasul'ın kendi kararını açıkladığı durumlarda; Bedir Savaşı esirleri hususunda Hz Ömer'in Rasul'dan farklı bir görüşe sahip olması gibi. 3- Ashabına yeni ve garip gözüken herhangi bir şey söylediği durumlarda. 4- Rasulullah'ın dünyevi bir olay hakkında tuhaf gözükmeyen sözünün önceleri emir sanılıp ashapça bu söze uygun hareket edildiği, ancak sonraları bu sözlerin yalnızca O'nun şahsi görüşü olduğu anlaşılan durumlarda; Rasul'ın Medine'deki ilk yıllarında ortaya Çıkan hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde olduğu gibi. 5- Özel bir hüküm ya da meselenin sadece Rasulullah'a özgü olduğunu anladıkları durumlarda; bu hususlarda ashab kendilerini bu hükme uymakla yükümlü addetmediler. 6- Rasulullah'ın bir kanunun meşruluğunu yahut helalliğini bildirdiği ve bu yeni hükmün eski hükümden daha iyi olduğu durumlarda; bu konularda ashab kendilerini yükümlü görmediler. Zikredilen bu nitelikteki emir ve talimatların dışında, sahabeler Rasul'ın bütün hüküm ve sözlerine itiraz etmeden titizlikle itaat etmişlerdir. Vefatından Sonra da Rasulullah'a Uymanın Gerekliliği: Rasulullah hayatta iken emirlerine boyun eğip uymaya çalışmak sahabeler için nasıl mecburi kılınmışsa, vefatından sonra O'nun sünnetine boyun eğip uymaları da müminler için öylece mecburi kılınmıştır. Çünkü Rasulullah'ın sünnetine itaati yükümlülük olarak belirleyen nasslar umumi olup ne O'nun hayatıyla ne de ashabla sınırlandırılmıştır. Rasulullah'a itaati barındıran nasslar gerek ashab, gerekse onları izleyenler için eşit bağlayıcılık taşırlar. İtaati gerektiren sebep, ashabdan sonra gelen müminlerin de aynı ashab gibi Rasulullah'ın izte' yicileri olmalarıdır ki bu yüzden O'ria itaat edip uymakla yükümlüdürler. Diğer bir delil de, Allah'ın hükmü ile kendisine itaat gerekli kılınmış Şeriat sahibi nebi olması yüzünden hayatta olup olmaması, sözlerinin, hareketlerinin ve ikrarlarının bağlayıcılığı açısından herhangi bir değişiklik yapmayacağıdır. Üstelik, Rasul yakınında bulunmayan insanlara da kendi sünnetine itaati emretmiştir. Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken Rasulullah, "Sana bir mesele getirildiğinde nasıl hükmedeceksin?" diye sordu. Muaz, "Allah'ın Kitabı İle hükmederim" cevabını verdi. Rasul'ın, "Allah'ın Kitabı'nda bir iz bulamazsan ne yaparsın?" sorusuna Muaz'm cevabı, "Rasulullah'ın sünnetiyle" oldu. O'nun, "Rasu-lullah'ın sünnetinde bir iz bulamazsan?" sorusuna da şöyle cevap verdi: "Ictihad ederim". Bunun üzerine, Rasulullah onun göğsüne hafifçe vurarak, "Rasulullah'm elçisini Rasu-lullahm hoşlanacağı şekilde donatan Allah'a hamdolsun" buyurdu. (Tirmizi, Ahmed, Ebu Davud ve Darimi) Rasulullah'ın vefatından sonra da sünnetini izlemenin gerekli olduğunu belirttiği çok sayıdaki sözlerinden birkaçı aşağıda sıralanmıştır. "Size iki şey bıraktım; Allah'ın Kitabı ve benim sünnetim. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız." (İbni İshak (Si-ret-i Rasulullah) ve Beyhaki). "Allah'ın Kitabında bulunanlar, herhangi bir özre yahut ricaya bağlı olarak önemsenmeyip bir tarafa bırakılamaz. Eğer Allah'ın Kitabı'nda bir hususu bulamazsanız o hususta Allah Rasulünün sünnetini izlemelisiniz." (Müslim). Rasulullah'ın; "Yalanlayanlar dışında herkes cennete girecektir" sözü üzerine ashabı sordu, "Ey Allah'ın Rasulü, yalanlayanlar kimlerdir?". Rasul, "Kim bana uyarsa cennete girecektir; kim bana itaat etmezse beni yalanlayandır" buyurdu. (Buharı ve Hakim). Veda Haccı'nda Rasulullah @'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Şeytan, topraklarımızda kendisine itaat edileceği ümidine kapıldı. Öyleyse bunlardan kaçının. Size, sımsıkı sarıldıkça asla sapıklığa düşmeyeceğiniz iki şey bıraktım; Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti." (Siret-i İbn-i İshak ve Hakim). Irbâz b. Sâriye'nin rivayetine eöre, Rasulullah sabah namazını kıldıktan sonra Öyle etkili bir nasihatta bulundu ki gözyaşı ırmakları akmaya, yürekler erimeye, dinleyenler titremeye başladı. Konuşmadan sonra ashabının "Konuşmanız sanki son nasihatiniz gibiydi. Bizlere birşeyler vasiyyet et" demeleri üzerine Rasul, "Habeşli bir köle bile amiriniz olsa dinleyin ve itaat edin. Benden sonra yaşaması dilenmiş olanlar büyük anlaşmazlıklar görecekler. Benim sünnetimi sakm terketmeyin, ne de raşid halifelerimin sünnetini. Sünnetime sımsıkı sarılın, bidatlardan sakının, çünkü her bidat bir dalalettir." (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Ebu Naim bu rivayetin sahih ve güvenilir olduğunu belirtmiştir. Rasulullah'ın sünneti, Rasul tarafından ashaba sonraki nesiller için bırakılan bir emanet olduğundan, ashab Rasul'in hadislerinin yayılması ve herkes tarafından bilinmesi için fevkalade özen göstermişlerdir. Rasulullah da hadislerinin öğretilmesi için insanları teşvik etmiştir: "Allah'ın rahmeti, bizden bir hadis işitipte işittiği şekliyle (başkalarına) duyuran kişiye olsun. Nice tebliğ olunan vardır ki, dinleyenden daha anlayışlıdır." (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace ve Beyhaki). İkinci raşid halife Hz. Ömer, Kadı Şüreyh'e gönderdiği mektupta, "Herhangi bir meseleyle karşılaştığında Allah'ın Kitabı'yla hükmet. Kufî tarzda hattın kabartma usulüyle yerleştirildiği bir tabak. Eğer Allah'ın Kitabı'nda bir çözüm bulamazsan Rasulullah'ın sünneti ile hükmet" demiştir. Diğer bir rivayet ise, "Allah'ın Kitabı'nda çözümü bulursan başkasına yönelme, başka birinden soruşturma. Kur'an'da bulamazsan o hususta Rasul'ın sünnetini izle. Ve eğer, Kur'an ve sünnette iz bulamadığın bir olayla karşılaşırsan ya kendi muhakemeni kullan, yahut bana havale et" şeklindedir. ( Beyhaki, Sünen-i Kübra,Şa'bi, A'lam el-Muvakin, İbn-i Kayyım, Kenzu'l-A'mal). Abdullah b. Mesud konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir; "Yeni bir meseleyle karşılaştığınızda Allah'ın Kitabı'yla karara bağlayın. Allah'ın Kitabı'nda yoksa ve Rasulullah'a bu hususta bir şey söylemişse onunla hareket edin." Peygamberlik Görevi ve Sorumlulukları: Yukarıda da açıklandığı gibi Rasulullah aynı anda gerek yönetici, hakim, öğretmen ve rehber gerekse diğer sıfatlarla hareket ediyordu. Bütün bu vasıflarıyla O yeryüzünde Allah'ı temsil edip her meseleyi O'nun dilek, emir ve rehberliğine uygun şekilde çözüme bağlamıştır. O, bu mevkiye Mekke'de yahut Medine'de herhangi bir mümin veya müminler grubunca getirilmedi. Şüphesiz, Rasulullah'ın varlığında bu görevlerden hiçbirini hiç kimse üzerine almadı; Rasulullah hayatta iken hiç kimse bu fonksiyonlardan birine seçilmedi. Bu tür bir fikir yahut teklif sıradan bir müslümana bile nefret uyandırıcı ve çirkin görünür. Gerçek odur ki Muhammed bütün bu fonksiyonları yapmak üzere Allah tarafından görevlendirilmiştir. Öğretici ve Rehber: Kur'an, Peygamberlik görevinin detaylarım şu ifadelerle belirtir: "İbrahim ile İsmail, Beyt'in duvarlarını yükselttiklerinde 'Rabbimiz, (O müslüman ümmete) aralarından bir peygamber gönder ki, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve hikmeti okusun, onları arındırsın...' diye dua ettiler." (2: 129). İbrahim ve İsmail'ın duaları insanlara; Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir peygamber içindi. Dua kabul edildi ve Allah aralarından bir Rasul çıkarttı, "Aranızdan size bir Rasul gönderdik ki; size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıp tertemiz yapıyor, size Kitab ve hikmeti öğretiyor, bilmediklerinizi belletiyor." (2: 151). Allah, büyük lütfunu şu ifadelerle inananlara tekrar hatırlatır: "Andolsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden ve küfürden temizleyip arındıran, onlara Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah müminlere büyük lütuf ve keremde bulunmuştur. Onlar bundan önce apaçık bir sapıklıkta idiler." (3: 164). "Ümmiler içinden, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Oysa onlar bundan önce apaçık bir sapıklıkta idiler." (62: 2). Bu ayetlerde önemle belirtilip tekrarlanan, Allah'ın, Rasulü'nü sadece vahyi ve Kur'an ayetlerini okumak için göndermediği ancak onun yeryüzüne gelişinin bunun yanısıra üç ayrı hedefi de kapsadığıdır. Bunlardan ilki, Kitapta bulunan emirleri açıklamak; ikincisi, Kitabın gayesine uygun hareket edebilmeleri için insanlara hikmeti öğretmek; üçüncüsü, insanlan gerek ferden gerekse toplum planında temizleyip arındırmak, diğer bir ifadeyle, eğitimle kişisel ve kollektif kötülükleri kaldırıp fıtratlarında bulunan güzel nitelikleri geliştirmek, sağlıklı ve adil bir sosyal sistem kurmaktır. Şüphesiz, Kur'an'ın ve hikmetin öğretimi Kur'an kelimelerini okuyup aktarmaktan farklı bir olaydır; aksi takdirde bunların ayrı ayrı zikredilmesi anlamsız olurdu. Benzer şekilde kişiler ve toplumun eğitimi için Rasulullah'ın kullandığı metod da Kur'an'ın kelimelerinden farklıdır; yoksa bunlar da ayrı ayrı anılmazdı. Bu noktada bu fonksiyonları Rasulullah'ın kendi kendine mi benimsediği, yoksa bunları yapmak için Allah tarafından mı görevlendirildiği sorusu akla gelmektedir. Yukarıda aktarılan vazıh Kur'an ayetlerinden sonra, bu iki fonksiyonun Muhammed'ın peygamberliğinin bir parçasını oluşturmadığını ve onun bunları bir peygamber olarak değil sadece sıradan bir müslüman vasfıyla yaptığını söylemeye Allah'a ve O'nun Kitabına inanan hiç kimse cesaret edemez. Kitabullah'ın Açıklayıcısı: Rasulullah, sözkonusu ayetin devamında gösterildiği üzere, Allah tarafından Kur'an'ın emir ve hükümlerini beyan etmek ve açıklamakla görevlendirilmiştir: "Sana da (ey Muhammed) zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirilenleri açıklayasm. Olur ki iyice düşünürler." (16: 44). Ayet göstermektedir ki, Kur'an'ın talimat ve tebligatlarını açıklama ve vazıh kılma görevi Rasul tarafından sadece dil ile değil, aynı zamanda uygulamayla da yerine getirilmeliydi. Rasûlullah'in rehberliği altında, Kitab'ın esaslarını uygun şekilde İslam toplumunun kurulup organize edilmesi gerekli idi. Rasûlullah'ın görevi, özellikle elçi olarak bir insan gönderilmesinin hikmetini göstermek üzere burada anılmıştır. Yoksa, Kitab, melekler aracılığıyla gönderilebilir, yahut yayınlanıp her insana direkt olarak verilebilirdi. Ancak bu yolla, Allah'ın insanlara Kitab göndermekteki hikmeti, lütfü ve rahmeti yerine gelmezdi. Çünkü bunlar Kitab'ın, Kitab'ı parça parça sunacak, anlamını açıklayacak, şüphe ve güçlükleri giderecek, yapılan İtirazlara cevap verecek ve hepsinden önemlisi onu reddedene ve karşı koyanlara Kitab'ın taşıyıcısı olma vasfına uygun tavır takınacak mükemmel bir insana gönderilmesini gerektirir. Diğer taraftan Kitab'a inananlara bu insan, hayatın her yönünde rehberlik etmeli ve kendi mükemmel hayat tarzını onların gözü önüne sermeli; sonra da onları diğer insanlar nezdinde örnek toplum kılmak için gerek fert fert, gerekse topluca Kitab'ın esasları ve öğretileri hususunda eğitmelidir. "Yukarıda meali verilen ayet, hem Peygamber olarak bir insanın gönderilmesi inancını reddedenlerin itirazlarını, hem de Rasûlullah'ın açıklamasına gerek kalmaksızın sadece Kitab'ın kabul edilmesi gerektiğini iddia edenlerin görüşlerini kökünden çürütür. Bu ikinci görüş taraftarları her neyi öne sürerlerse sürsünler, zikredilen ayete aykırıdır. Sadece Kitab'ın kabul edilmesi gerektiğini iddia edenler şu görüşleri öne sürebilirler: a- Rasul, tebliğ ettiği Kitab ile ilgili hiçbir açıklama yapmamıştır. b- Kabul edilebilir olan yalnızca Kitab'tır, Rasul'ın "açıklama"sı değil. c- Artık bizim için Kitap tek başına yeterlidir, çünkü Rasul'ın "açıklama"sı yararlılığını kaybetmiştir. d- Bugün sahih ve güvenilir olan yalnızca Kitab'tır, çünkü ya Rasul'ın "açıklama"sı günümüze ulaşmamıştır, yahut ulaşsa bile güvenilir değildir. a- Görüşünü kabul etmeleri, seçiliş nedeni olan Kitab'ın tebliği görevini Rasul'ın yerine getirmediği anlamına gelir; aksi takdirde Allah, Kitab'ı bir melek aracılığıyla veya doğrudan her insana gönderebilirdi, b- Veya c- Görüşlerini kabul edecek olurlarsa, Kur'an nüshalarını doğrudan insanlara gönderebileceği halde, Kitab'ı bir peygamber aracılığıyla gönderdiği için Allah'ı lüzumsuz bir şey yapmakla suçlamış olurlar, d- Görüşünü kabul etmeleri halinde ise, gerçekte hem Kur'an'ı hem de Rasul'un "açıklama"sini inkar etmiş olurlar. Ki bu durumda onlara kalan tek akıllıca yol, yeni bir peygamber ile yeni bir vahyin gerekliliğine inananların görüşünü kabul etmek olacaktır. Oysa Allah, Rasul'un Kitab'ı "açıklama"sim peygamberin lüzumu için temel bir delil olarak ortaya koymaktadır. Hadisi reddedenlerin öne sürdükleri, Rasulullah'ın açıklamalarının yok olduğu görüşüne katılacak olursak iki sonuç kaçınılmaz hale gelir: İlki, Muhammed'un peygamberliğinin bizim için bir yol olarak sona erdiği ve artık O'nunla aramızdaki yegane ilişkinin daha önceki peygamberlerle, mesela Hud, Salih, Şuayb'la olan ilişkimizle aynı olduğu sonucudur. Yani, onların peygamber olduklarına şehadet etmemiz gerekli ve yeterli olup sünnetlerine uymak gibi bir yükümlülüğümüz olmayacaktır. Haîemun-Nebiyyin ilkesini doğrudan doğruya reddetmesi sebebiyle bu görüş hemen bizi yeni bir peygamberin gerekliliği fikrine götürecektir, ikinci kaçınılmaz sonuç ise yeni bir Kitab'a ihtiyaç olduğudur; çünkü vahiy sahibinin belirttiği üzere Kur'an yalnız başına yeterli değildir. "Bu ayetin ışığında, yeni bir Kitab'ın muhakkak gönderilmesi gereklidir sonucuna kaçınılmaz olarak yol açan Kur'an'ın tek başına yeterli olduğu, kendi kendisini açıkladığı ve açıklamak İçin Rasul'a ihtiyaç duymadığı görüşünü isbatlayacak tek bir delil bile kalmamaktadır. Hadisi inkar etme hevesinde bulunanlar gerçekte İslam'ın temeline darbe vurmaktadır." (The Meaning of the Quran; c. II). Lider ve Örnek: Kur'an, Rasulullah'ı bütün insanlık için izlenmesi gerekli bir lider ve mükemmel bir örnek olarak sunar. "De ki, 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.'... De ki: 'Allah'a ve Rasulü'ne itaat ediniz.' Eğer yüz çevirirlerse (kafir olurlar), şüphesiz Allah kafirleri sevmez." (3: 31 -32). "Andolsun, Allah'ı ve ahiret gününü uman ve Allah'ı çokça zikreden sizler için Allah'ın Ra-sulü'nde güzel bir örnek vardır." (33: 21). Aktarılan bu Kur'an ayetlerinde, Rasul lider olarak tayin edilmekte insanlar ona itaatle, onu izlemekle emrolunmakta ve eğer Rasul'dan yüz çevirirlerse Allah'tan birşey ummamaları gerektiği şeklinde uyarılmaktalar. Allah'ın sevgisi ancak Rasul'a itaat edip onun yolunu izlemekle kazanı labilir. Bundan her kim kaçınırsa, gerçekten o kâfirdir. Rasulullah'ı önder olarak seçip, ona itaati bütün insanlar için zorunlu kılan bizzat Allah'tır. İnanan kişi nasıl Rasulullah'ın bu statüsünü inkâr edip ona uymayı reddedebilir? Reddinden sonra da nasıl hala müslüman olduğunu iddia edebilir? Müslüman olmanın sadece Kur'an'a uymak anlamına geldiğini söylemek, yukarıdaki ayetlerin çok açık olması ve Rasul'ın statüsü hakkında şüphe bırakmaması sebebiyle kesinlikle anlamsız ve saçmadır. Sâri' (Kanun Koyucu): Rasulullah, aşağıdaki ayetle açıklandığı üzere Allah tarafından kanun yapma yetkisiyle de donatılmıştır. "O (Rasul) ki, kendilerine iyiliği emreder, kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, zincirleri kaldırıp atar." (7:157). Ayet, emir-nehiy (gerekli kılıcı-yasaklayıcı) ve tah-lil-tahrim (helaller-haramlar)le ilgili direktiflerin yalnızca Kur'an'ın ihtiva ettikleriyle kalmadığını, Rasul'ın Allah'ın kendisine verdiği yetkiyle helal yahut haram ettiklerinin, yapılması yahut sakmılmasmı gerekli kıldıklarının da bu ilâhı hukukun bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu nokta şu ifadelerle iyice aydınlatılır: "Artık Rasul size ne verdiyse alın, sizi neden sakındmrsa ondan da sakının. Allah'tan korkup sakının, çünkü Allah azapla sonuçlandırması pek şiddetli olandır." (59: T). İnsanların, ister emredici ister nehyedici olsun Rasulullah'ın emirlerine itaat etme yükümlülükleri genel bir prensiptir. Rasul'a itaati sınırlı bir çerçevede ele alıp yalnızca özel bazı durumlara uygulamak için bir sebep yoktur; çünkü Kur'an'm emreden ifadeleri genel olup, itaatin sadece ganimetlerin yahut mal varlıklarının dağıtımı gibi olaylara hasredileceği şeklinde bir işaret ve ima bulundurmamaktadır. Üstelik, müslüman hukuk ve tefsir âlimleri bu ayetteki emrin umumî ve uygulamada genel-geçer olduğu hususunda ittifak halindedirler. Bizzat Rasulullah'ın sözleri de bu meyan-dadır. Ebu Hureyre, Rasulun, "Size birşey yapmanızı emrettiğimde ona mümkün olduğunca itaat edin; size birşeyi yapmanızı yasakladığımda ondan sakının" buyurduğunu rivayet eder (Buhari ve Müslim). Abdullah b. Mesud'un bir konuşmasında, "Allah şöyle şöyle davranan kadınlara lanet etmiştir" dediğini duyan bir kadın ona gelerek, "Allah'ın Kitab'ında bu hususa rastlamadım, bu hükmü nereden aldın?" şeklinde soru yöneltti. Abdullah b. Mesud cevaben "Allah'ın Kitab'ım okumuş olsaydın söylediklerimi bulurdun." "Rasulullah size ne verdiyse alın..." (59: 7) ayetini okumadın mı?" dedi. Kadın, okuduğunu belirtince sözlerine şöyle devam etti: "Rasulullah bu hareketi yasakladı ve yapan kadınlara Allah'ın lanet ettiğini haber verdi." Kadın, Abdullah b. Mesud'un sözlerini dinledikten sonra meseleyi artık anladığını ifade etti. (Buhari, Müslim ve Müsned-i Ahmed). Yukarıda anlatılan iki ayet, sadece Kur'an'ın neyin helâl neyin haram olduğunu belirleyen (gerekli kılıcı) emir ve (yasaklayıcı) nehiyleri şeklinde tefsir edilemez. Bu tür bir yorum, tefsir değil değiştirme ve sınırlandırmadır. Ayetlerde, emir-nehiy ve tahlil-tahrim ikilileri yalnızca Kur'an'ın ihtiva ettiği sözler olarak değil, Rasul'ın hareketlerini de ihtiva edecek şekilde kabul edilmektedir. Hâkim: Rasulullah'ın Allah tarafından hâkim (yargılayıcı) olarak görevlendirildiği gerçeği Kur'an'ın değişik kısımlarında bütün açıklığı ile ortaya konur; "Şüphesiz biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin." (4:105). "Ve de ki: 'Allah'ın indirdiği her Ki-tab'a inandım. Aranızda adalet yapmakla em-rolundum!" (42:15). "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulü'ne çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü ancak 'İşittik ve itaat ettik' demeleridir." (24:51). İlâhî rehberliğe inanmayan münafık ve kâfirlerin tavırları bütünüyle bunun zıddıdır. "Onlara; 'Allah'ın indirdiğine ve Rasul'e gelin' denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçıp yüz çevirdiklerini görürsün." (4: 61). Bu tür davranış içindeki insanlara şu ifadelerle şiddetli bir uyanda bulunulur: "Hayır öyle değil; Rab-bine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde bir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar." (4: 65). Bu ayetin mesajı umumidir ve Rasulullah'ın ömrü süresi ile sınırlandırılmış değildir; kıyamet gününe kadar geçerlidir. Allah'ın rehberliği altında Rasul'ın öğrettiği hayat tarzı, onun uyguladığı ve öğrettiği hüküm ve düzenlemeler kıyamete değin tek nihai otorite olarak kalacaktır. Bir kimsenin gerçek müslüman olup olmadığı yalnız bu otoriteyi kabul etmesiyle belirlenir. Bir hadisinde Rasulullah şöyle buyurmuştur; "Sizden biriniz arzularını benim getirdiğim Hak dine tabi kılmadıkça mümin olduğunu iddia edemez." (The Meaning of the Quran, c. I). Yukarıda zikredilen ayetler Rasulullah'ın bizzat Allah tarafından tayin edilmiş bir hakim olduğunu net bir şekilde ifade eder. Üçüncü ayet (24: 51), O'nun hakimlik vasfının Rasul vasfından ayrı olmadığını ve Allah'ın Rasulü olması hasebiyle hakimlik görevini yerine getirdiğini belirtir. Hakimlik statüsü de dahil Rasul'e tamamıyla itaat etmedikçe kişinin imanı gerçek olamaz. Dördüncü ayet (4: 61), Allah'ın indirdiği (ki Kur'an'dır) ile Rasulü'nü ayrı ayrı zikrederek bu ikisinin sürekli hüküm kaynaklan olduğuna işaret eder: Kur'an ahkâm, Rasulullah da hâkim statüsündedir. Yalnızca münafıklar bu iki kaynaktan yüz çevirir, kaçınırlar, Son ayet (4:65), Rasulullah'ı hâkim olarak tanımayanın mümin olmadığını sarahatle beyan eder; o kadar ki, Rasulullah'ın hükmü hakkında kalbinde en ufak bir rahatsızlık duyan kişinin imanı gerçek değildir. Bütün bu açıklamalardan sonra, kişinin Hz. Muhâmmed'ın Rasul vasfıyla hâkim olmadığını, diğer hâkimlerle bir olduğunu; bu yüzden de hükümlerinin İslâm Hukuku'nun kaynağı olamayacağını iddia edebilmesi için artık direteceği bir zemin kalıyor mu? Hükümleri reddedilen veya eleştirilen ve hatta yanlış olduğuna dair kalplerde en ufak bir burukluk duyulan ve inanılırlığını kaybetmiş bir hâkimin konumunu muhafaza etmesi mümkün müdür? Yönetici: Rasulullah aynı zamanda Allah tarafından görevlendirilen bir yönetici idi ve bu fonksiyonunu Allah'ın Rasulü sıfatıyla yerine getirdi. "(Onlara de ki): Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik." (4: 64). Bu ayet Rasul'ın konumunu açıklıkla ortaya koyar: Allah, insanlar yalnızca peygamberliklerini kabul etsinler, sonra da diğer insanlara tabi olsunlar diye elçilerini göndermemiştir. Elçi gönderilmesinin yegane amacı, onun getirdiği hayat tarzına uyulup diğerlerinin reddedilmesi ve yalnızca O'nun Allah'tan getirdiği emirlere uyulup diğerlerinin bir kenara itilmesidir. Rasul 'i bu çerçevede kabul etmiyorsa, kişinin onu peygamber olarak tanımasının hiçbir anlamı yoktur." (The Meaning of the Quran, c.I). "Kim Rasul'e itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiştir." (4: 80). "Hiç şüphesiz, sana biat edenler Allah'a biat etmişlerdir." (48: 10). "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve amellerinizi (isyanla) geçersiz kılmayın." (47: 33). "Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman artık inanmış bir erkek ve kadın için o işte kendi isteklerine göre seçim hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelirse gerçekten o apaçık bir sapıklığa düşmüştür." (33: 36). "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve Ahiret Günü'ne gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha hayırlıdır ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (4: 59) Bu ayetin, kendinden önce gelen diğer Nisa suresi ayetleriyle birlikte değerlendirilmesi gösterecektir ki, "yahudilerin ahlaki ve dini durumlarım gözden geçirip eleştiren pasajdan sonra bu öğüt yer alır ve acınacak durumlardan ders almaları için edebi ve mahirane bir tarzda müslümanlan uyarır. Uyan şudur: Ne zaman bir toplum Allah'ın Kitabı'nı ve Rasu-lü'nün rehberliğini arka tarafına fırlatıp atar, Allah ve Rasulü'ne isyan eden liderlere uyar ve Kitap-Sünnet ikilisinin hükümranlığını dinlemeden körü körüne yönetici ve dini liderlerine itaat eder ise, o toplum artık İsrailo-ğullarının kötü akıbetine uğramaktan kurtulamaz." (The Meaning of the Quran, c. I). Kur'an'ın bu ayetleri Rasulun Allah tarafından tayin edilmiş bir yönetici olduğu ve yöneticiliğinin peygamberlik görevinden ayrı düşünülemeyeceği hususunda şüphe bırakmaz. Kendisine itaatin Allah'a itaat etmekle, kendisine biatin da Allah'a biat etmekle eş ve kendisine itaatin zorunlu olduğu bir yönetici addedilmesi için O'nun Allah'ın Rasulü olması yeterlidir. O'na isyan gerçekte Allah'a isyandır. Allah Rasulü her neye karar vermişse tüm müslümanlar için bağlayıcıdır ve hiç kimse, bütün İslam milleti bile, bu kararı değiştirme yahut düzeltme hak ve gücüne sahip değildir. Sünnetin Hukuk Kaynağı Olduğu Üzerinde İttifak: Yukarıda zikredilen görevler Rasul'e Allah tarafından verilmiştir ve onun peygamberliğinin ayrılmaz parçalarını oluştururlar. Yukarıda açıklandığı üzere, açık ve vazıh Kur'an ayetleri ile ifade edilen bu husus ashab döneminden beri bütün İslam ümmetince kabul edilmiştir. Zikredilen konumlan ile Rasulullah'ın yaptıkları ve söyledikleri, bütün İslam alimlerince Kur'an'dan sonra ikinci hukuk kaynağı olarak tanınır. Rasulullah'ın Teşri' (Yasama) Yetkisi: Rasulullah'ın yasama gücünün Önemini anlamak için öncelikle Hukuk'un temel prensibinin bilinmesi gereklidir. Bu prensibe göre, "Yasa koyucu, hukuk prensiplerini ortaya koyup yahut kısa fakat şumüllti tıukuk manzumesi hazırlayıp bu prensipler çerçevesinde yasa ve yönetmelikler formüle etme ve ayrıntıları belirleme yetkisini yasama organına bırakırsa, artık bu düzenlemeler ne temel hukuktan farklı, ne de temel hukuka zarar verici addedilir; aksine, hukuku tekâmül ettirici olarak de-ğerledirilir." Rasulullah'ın Yasama Yetkisinin Niteliellerin temizlenmesi gerektiğini; hangi tür suyun temiz, hangisinin kirli olduğunu açıklamıştır. Ramazan'da Sahur (Vakti): Kur'an, oruç ayında, "Fecir vakti, beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edinceye kadar.." (2: 187) yenilmesine ve içilmesine İzin verir. Beyaz ve siyah ipliğin, fecrin beyazlığının gecenin siyahlığından ayırt edilmesi anlamına geldiğini açıklayan Rasulullah'dır. Helâl Olanlar: Kur'an birkaç şeyin helâl, birkaçının da haram olduğunu belirttikten sonra tüm temiz olanların helal, bütün pislerin haram kılındığı (5: 3-5) şeklindeki genel kaideyi ortaya koyar. Rasul da davranış ve sözleriyle nelerin temiz (ki yiyebiliriz) ve nelerin pis (ki yiyemiyeceğimiz) olduğunu gösterdi. Miras: Kur'an'da açıklandığı kadarıyla miras hukuku, eğer bir merhum ardında erkek evlad bırakmaksızın yalnız bir tek kız çocuk bırak-mışsa kız çocuğu mirasın yarısını, ikiden fazla kız çocuğu bırakmışsa bunların mirasın üçte ikisini alacağım bildirir (4:11). Ancak iki kız evladın mirası nasıl paylaşacakları Kur'an'da açıklanmamıştır. Bunların ikiden fazla kız çocuklarına benzer şekilde hisse sahibi oldukları Rasulullah tarafından açıklanmıştır. Yasaklanan Evlilikler: Kur'an, iki kız kardeşin bir erkekle aynı anda evli olmasını yasaklar (4: 23). Rasulullah da hala ve yeğenin, yahut teyze ve yeğenin aynı anda bir nikah altında tutulmalarının da yasaklanmış olduğunu beyan etmiştir. Birden Fazla, Evlilik: Kur'an bir erkeğin iki, üç yahut dört hanımla evlenmesine izin verir (4: 3), ancak müminlerin aynı anda dört hanımdan fazlasını banndıramayacağmı özel olarak zikretmez. Ayetin bu yönü Rasulul-lah'ın dörtten fazla hanımı bulunanlardan dördü dışındaki hanımlarını boşamalarını istemesi ile açıklığa kavuşmuştur. Hacc: Kur'an Hacc farizasını genel ifadelerle anlatır, fakat bu yükümlülükten kurtulmaları için müminlerin her yıl mı yoksa Ömürlerinde bir kez mi hacc yapacaklarını açıklamaz (3:97). Rasulullah, bu farzıyetin güç yetirerı-ler için hayat boyunca bir kez olduğunu beyan etmiştir. İstifçilik: Kur'an altın ve gümüşün iktisab edilip biriktirilmesini katiyetle yasaklar ve bu tür davranış sahiplerini Kıyamet Günü'nde acıklı bir sonla uyanr (9: 34). Hüküm, gerek kadınların normal kullanımı için mücevherat gerekse kişinin tüm yıl boyunca kendi ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için nakit bulundurmasına izin vermemektedir. Ayetin nüzulü üzerine müminler korktular, fakat Rasul herhangi bir suç yahut günah işlemeden kişinin bulundurabileceği altın ve gümüş miktar larmı (nisab) açıkladı. Nitekim, belirlenmiş bu miktardan fazlasına sahip olanlar %2,5 ora nında zekat ödeyecekler ve diğer sorumuluk larmdan kurtulacaklardı. Hırsızlık: Kur'an, hırsızların cezasını zikredip, ellerinin kesilmesini emreder (5: 38), ancak ellerin kesilmesi İçin çalınmış olması gereken minimum miktarı veya değeri belirt" mez. Belirli bir değerden az hırsızlık; yahut çocuklar, açlar veya fakir kimseler tarafmd;'11 yiyecek çalınması vb. durumlarda ellerin k1'" silmeyeceğini Rasulullah açıklamıştır. Namaz: Kur'an müminlere namazın şekli'1"' zamanım, namazda ne okunacağı gibi deta1 bilgileri zikretmeden namazı ikame etmeli'1' ni, zekatı vermelerini ve haccı yerine getirr>lC~ lerini emreder. Namazın niteliği, şekli, zarıia" nı, namazda ne okunacağı ve zekatla ilgili c ufak ayrıntıları müminlere açıklayan Ri»'*u @'dir. Hacc esnasında giyilecek elbiseler v. haccı oluşturacak diğer gerekli unsurlar ayrıca beyan edilmiştir. Rasulun açıklamaları olmaksızın müminler bu İbadetlerin genel niteliğini anlayamıyacaklardı. Bu birkaç örnek, Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde emirlerinin ve hükümlerinin formlarını,niteliklerini ve amaçlarını izah etmek için kendi yasama yetkisini nasıl kullandığını ortaya koymaktadır. Bu açıklamalar olnv1 'i zın müminler, bugün de câri olduğu üzere İslam şeriatinin umumî şeklini bilemeyecek ..,, di. O'nun bu gücü Kur'an tarafından ÖT..-; edilen yetkiye dayandığından hüküm Kur'an'dan ayrı, bağımsız bir hukuk yapısı oluşturmaz, aksine Kur'an hukukunun bir parçasıdır. aunnetın Mahiyeti ve Çerçevesi: Gerçek bir Kur'ân çalışması, Rasûlullah'in Kur'ân-ı Kerîm'den başka emirler aldığını ortaya koyar ki, Rasûlullah her iki tür İlâhî Emri de izlemekle görevlendirilmiştir. Daha Önce de açıklandığı üzre, Kur'an Rasul 'a uymayı müminlerin zorunlu görevi kılmıştır: "(Ey Mu-hammed) De ki; 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın'" (3: 31). "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır; onu ayetlerimize iman eder oldukları halde ittİka edip zekatlarını verenlere has kılacağım. Onlar ki yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceğim) yazılı buldukları Ümmi Nebi olan Rasul'e tabi olurlar" (7: 156-157). "Senin üzerinde bulunduğun yönü (Kabe'yi), Rasul 'e tabi olanlar ile iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenleri bilelim diye Kıble yaptık" (2: 143). Zikredilen ayetler Rasul 'a itaati açıklıkla emredip Kur'an'a uymak kasdıyla Rasûlullah'a sırt çevirilemeyeceğinİ belirtir. İlk ayetlerle Rasûlullah, gerçekten Allah'ı seviyor-larsa kendisine tabi olmaları gerektiğini müminlere söylemekle emrolunmaktadır. İkinci ayetle Allah'ın Rahmeti hem Allah'tan korkup sakınan, hem de Rasul'a uyanlara vaadedil-mektedir. Allah'ın Rahmeti iki şarta bağlanmıştır: Allah'tan korkup sakınma ve Rasul'e itaat. Bu iki şart yerine getirilmedikçe Allah'ın Rahmeti umulamaz. Üçüncü ayet ise, ilk kıblenin Rasul'e gerçekten tabi olanlar ile sırt çevirenlerin ortaya çıkması için Allah tarafından belirlendiğini sarahatle beyan eder. Üstelik, bu ayet Rasul'a Kur'an'dan başka bir vahyin de ulaştığını gösterir. İlk kıblenin tayin edilişi Kur'an'da zikredilmemi ştir. Oysa biz ilk kıblenin Allah tarafından belirlendiğini (2: 143) ayetinden bilmekteyiz. Şüphesiz ilk kıblenin tayini Rasul'a ulaşan diğer bir vahiyle olmuştur. Müminler ondört yıl boyunca bu kıbleye doğru namazlarını ikame ettiler ve sonra kıblenin Allah tarafından belirlendiğini öğrendiler. Bu belirleme Rasûlullah vasıtasıyla yapıldı ki; kimin Rasûlullah'a gerçekten itaatkar kimin isyankâr olduğu anlaşılsın. Yukarıdaki ayet bir taraftan Rasûlullah'ın Kur'an dışında vahiyle emirler aldığını, diğer taraftan müminlerin Rasul'ın hükümlerine Kur'an'da zikredilmese de boyun eğmekle emrolunduklannı gösterir. Şüphesiz, Rasul'e iman ancak bu yolla sınanır; onların Allah tarafından Rasul'a doğrudan gönderilen hükümlere inanmaları ve bağlı kalmaları. Gerçekte, Allah'ın kullarına beyanda kullandığı üç yolu bizzat Kur'an zikreder. "Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi (peygamber) gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır; hüküm ve hikmet sahibidir." (42: 51). Allah bu ayette, kullarına haber vermede kullandığı üç yolu beyan eder; birincisi doğrudan vahiy, ikincisi perde arkası ve üçüncüsü elçi aracılığıyla. Bu ilâhî beyan yolları Kur'an'da çeşitli vesilelerle zikredilir. "De ki: 'Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten o Kitab'ı, Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde olarak senin kalbine indiren O'dur. Her kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır" (2: 97-98). "Gerçekten O (Kur'an), alemlerin Rabbinden nazil olmuştur. O'nu Ru-hu'1-emin (olan Cibril) indirdi. Uyarıcı-korku-tuculardan olasın diye senin kalbine (indirdi)" (26: 192-194). Rasulullah'a Cibril vasıtasıyla vahyin gelmesi, tarihin iyi bilinen gerçekleri ndendir. Ra-sul'e doğrudan doğruya Allah'tan emir ulaştığı da aşağıdaki örneklerde gösterildiği üzre, diğer bir hakikattir: a- Rasul Medine'de iken rüyasında kendisinin Mekke'ye girip tavaf ettiğini gördü. Ashabına bunu haber verip Umre yapmak amacıyla bin dörtyüz sahabesi ile birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Ancak Hudeybiye mevkiinde Mekke'lilerce durdurularak Um-re'yi gelecek yıl yapacaklarını karara bağlayan Hudeybiye anlaşmasını imzaladı. As-habdan bazıları Kabe'nin ziyaretindeki bu gereksiz gecikmeden açıkça kaygılı idiler. And-laşmanm hükümleri hakkında pek de lehte düşünmüyorlardı. Bu kişileri temsilen Ömer b. Hattab Rasulullah'a gelerek, "Ey Allah'ın Ra-sulü, bize Mekke'ye girip Kabe'yi tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?" dedi. Rasulullah, "Ben size bu yıl, bu yolculukta tavaf edeceğimizi söyledim mi?" diyerek cevap verdi. Sonra vahiy geldi: "Andolsun ki Allah, Rasu-lü'nün gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz, Mescid-i Haram'a saçlarınızı tıraş ettirmiş (kiminiz de) kısaltmış olarak güven içinde ve korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de bundan (Mekke'nin fethinden) önce size yakın bir fetih nasib kıldı." (48: 27). Ayet; Rasul'ın ashabıyla birlikte Mekke'ye gidip umre yapacağı şeklinde bir rüya gördüğünü teyid etmektedir. Bu husus, Rasulullah'a Kur'an'ın yanısıra diğer direktif ve talimlerin de ulaştığı gerçeğinin kesin bir delilidir. b- Rasulullah hanımlarından birine gizli bir söz söylemiş, zevcesi bunu diğerlerine aktarmıştı. Rasulullah bu konuyu araştırdığında zevcesi O'na, bu sırrı başkalarına aktardığını nasıl bildiğini sordu. O vakit vahiy geldi: "Hani Rasul, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti, derken o zevce de diğerine bunu haber vermişti. Allah da O'na (Rasul'e) bunu bildirince, Rasul de bir kısmını açıklamış, bir kısmım (söylemekten) vazgeçmişti. Artık bunu kendisine haber verince o (zevci) demişti kî, 'Bunu sana kim haber verdi?' O da, 'Bana her şeyi bilen ve herşeyden haberdar olan (Allah) haber verdi' demişti." (66: 3). Allah'ın Rasul'ın söylediği gizli sözün zevcesince diğerlerine açıkladığını Rasulü'ne haber verdiği bir ayet Kur'an'da yoktur. Böyle bir ayet yoksa, -ki yoktur- bu, Allah'ın, Rasulü'ne Kur'an'ın yanısıra mesaj ve direktifler gönderdiğini ispatlar. c- Rasulullah'ın evlatlığı Zeyd b. Harise zevcini boşadı ve Rasulullah bu hanımla evlendi. Münafıklar ve İslam'ın düşmanları bunu fırsat bilip O'na karşı tenkit ve itiraz fırtınası kopardılar. Bu kişilerin yaptığı tüm tenkitleri Allah, sure-i Ahzab'daki şu ifadelerle cevaplandırdı: "Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki evlatlarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler Üzerine bir güçlük olmasın." (33:37). Ayet, Rasulullah'ın Zeyd'İn boşanmış hanımı ile evleneceğinin Allah'ın hükmü olduğunu belirtmektedir. Oysa Kur'an'da bu hükmü zikreden bir bölüm yoktur. Bu yüzden, bu hüküm Allah'ın Rasulü'ne Kur'an'dan başka bir yolla verdiği bir hükümdür. d- Ahitlerini ve andlaşmanm maddelerini müteakip defalar ve ısrarlı şekilde bozmalan üzerine Rasulullah, Beni Nadir üzerine bir sefer düzenledi. Beni Nadir kalesinin kuşatılması esnasında Rasulullah'ın emriyle İslam ordusu hem düşmanı teslime zorlamak ve hem. de hücuma geçtiklerinde kolaylık temin etmek maksadıyla düşmana ait bazı hurma ağaçlarını kestiler ve yaktılar. Bunun üzerine karşı taraf, müslümanları meyve ağaçlarım ve ekinlerini yok ederek yeryüzünde fitne yaymakla suçladı. Halbuki Rasulullah savaş esnasında neyin mubah olup olmadığını elbette biliyordu ve burada ağaçların tahribatını kendi kararıyla değil, bizzat Allahu Tealâ'nın izniyle yapmıştır. Bu iznin mahiyeti ve sebebi ayette şöyle açıklanmaktadır: "Herhangi bir hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üstünde dikili bıraktmızsa (hep) Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) fâsıkları rüsvây edeceği için (verilmiştir." (59: 5). e- Bedir Savaşı'ndan sonra savaş ganimetlerinin dağıtılma anı geldiğinde savaşı yorumlayan Enfal Suresi nazil oldu. Rasulullah bu sefer için yurdundan ayrıldığında Kur'an müslümanlara şu şekilde hitap etmekteydi: "Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını size va'detmişti; siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve küfre sapanların arkasını kesmek (köklerini kesmek) istiyordu" (8: 7). Ancak Kur'an'da Allah'ın müminlere düşmanlardan bir fırkayı vereceği va'dini zikreden başka bir ayet yoktur. Açıktır ki bu vaa'd Rasulullah'a Kur'an'da bulunmayan doğrudan bir vahiyle verilmiştir. f- Yine Bedir Savaşı'yla ilgili olarak Allah buyurur ki; "Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da 'Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim diye cevap vermişti" (8: 9). Düşmanlanna karşı bin melekle yardım edileceklerine dair Rasulü'ne Allah'ın bu cevabı Kur'an'da başka bir yerde zikredilmemektedir. Bütün bu örnekler, değişik zamanlarda değişik problemler üzerine Rasul'a Kur'an'da vahyedilen hükümler gibi müminlerin itaat etmesi zaruri olan hükümleri ihtiva eden, ancak Kur'an'da bulunmayan vahyin ulaştığını herhangi bir şüphenin ötesinde ortaya koymaktadır. Rasulullah'ın Sorumluluğu: Kur'an'da "sana vahyedilen" sözü birçok kez zikredilir. Bu sözler ne zaman "kitap", "zikir" ya da "furkan" kelimelerince takip edilse Kur'an anlamına gelir. Fakat Kur'an olarak anlamlandırılması için bir delil yoksa 'sana vahyedilen' sözü, ister Kur'an ayetleri şeklînde olsun isterse başka bir şekilde, Rasulullah'dan bize ulaşan tüm emir ve talimatları ihtiva eder. Rasul'e Allah'tan yalnızca Kur'an'ın değil,beraberinde başka vahiylerin de ulaştığını -yukarıda açıklandığı üzre- Kur'an bize bildirmektedir. "Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir" (4: 113). Ve aynı husus Bakara Suresinde şu sözlerle ifade edilir; "Allah'ın size olan nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın. Allah'tan da korkup-sakının ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir" (2: 231). Rasul'ün hanımlarına da aynı husus hatırlatılır: "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın." (33: 34). Bütün bu ayetler göstermektedir ki, Rasulullah'a, Kitab'ın yamsıra, insanlara öğrettiği hikmet de verilmiştir. Diğer bir ifadeyle; Kur'an öğretisine, uygulamaya yönelik bir şekil vermek ve kendisine vahyedildiği gibi hak, adalet ve İyilik üzerine kurulu bir sistem oluşturmak için Rasulullah'ın yaptığı bütün çalışmalar, O'nun özel muhakemesine değil, kendisine Allah tarafından verilen bilgi ve hikmete dayalı idi. O, hikmeti yalnızca kullanmakla kalmadı; onu diğer insanlara da öğretti (2: 151), ki öğretme İşlemi hem sözle hem de tatbikatıyla yapıldı. Böylece ümmete Rasulullah'dan iki tür vahiy ulaştı: İlki Ki-tab diğeri ise -ister sözlü, isterse amelî (pratik) olsun- hikmet Ayrıca Kur'an, Allah'ın, Rasulüne verdiği 'mi-zan'dan da bahseder. Mizan, Şûra Suresinde şu ifadelerle anlatılır; "O Allah'tır ki, Kitab'ı ve mizanı hak olarak indirdi" (42: 17). Sure-i Hadid'de şunları okuruz: "Andolsun ki biz, peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab'ı ve mizanı da indirdik" (57: 25). Kitab'la birlikte gönderilen mizan, Allah'ın emir ve öğütleriyle insanoğlunun hayatında dengeyi sağlar; hastalık ve fesadı ıslah edip düzeltir; insan karakter ve tavandaki ifrat ve anormallikleri ortadan kaldırır. Mizanın gönderilmesi, Allah'ın Rasullerine, Kitab'ın gayesiyle ahenk halinde fert, toplum ve devlet planında adaleti oluşturma kudretini verdiğini açıkça beyan eder. Din onların şahsi yorumları ve görüşlerine tabi değildir. Hakikatte adalet, takva ve iyilik üzerine kurulu mizan binasında hangi unsurların gerekli olduğuna hükmetmek için onların aldığı her karara, attıkları her adım vahyedilen 'ölçü' ve 'mi-zan'm ışığında belirlenmiştir. Kur'an'da Kitab ve mizanla birlikte Rasul'a verildiği zikredilen üçüncü bir husus "nur"dur. "O'na inananlar, destek olup saygı gösterenler, yardım edenler ve O'nunla birlikte gönderilen nura uyanlar yok mu; işte kurtuluşa erenler bunlardır" (7: 157). "Şu halde Allah'a, O'nun Rasu-lü'ne ve indirdiğimiz nura iman edin" (64: 8). "Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap da geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle nura çıkarır" (5: 15-16). Kur'an'ın bu ayetlerinde "nur", Kur'an'dan ayrı ve farklı bir şey olarak zikredilmektedir. Açıktır ki bu nur, Rasulullah'a Allah tarafından ihsan edilen müstakil ilim, hikmet, feraset ve anlayış anlamına gelmektedir. Bu nurlardır ki Rasul hak ve batıl arasındaki farkları açıkça gördü; ekonomik, sosyolojik, hukuki ve devletle ilgili diğer alanlarda da karmaşık ve çapraşık problemleri ahfcıki ve ruhî' planda mucizevi sonuçlar elde ederek çözdü. Bu, sıradan bir insanın kendi kendine yaptığı değil, aksine kendisine Allah'tan Ki-tab'ın yanısıra doğrudan ilim ve basiret ulaşan Allah'ın elçisince yapılan bir çalışmadır. Bu açıklamalar şüpheye hiç yer bırakmayacak şekilde ifade etmektedir ki Kur'an, bize her-şeyi bir tarafa bırakmamız ve yalnızca "Rasul'e vahyolunana" uymamızı emrettiği her yerde yalnızca Kur'an'a değil, Kur'an'ın beraberinde Rasul'e verilen "hikmet", "nur", "mizan"a da uymamızı ister. Bunlarsa yalnızca Rasul'ın karakter ve davranışları, sözler ve amelleriyle açıklanmıştır. Bu sebeple bazen Kur'an, "Size indirilene uyun" (7: 3), bazen de "Rasul'e itaat edin" (4: 59, 3: 31, 33: 21 ve 7: 157) der. Şüphesiz Kur'an'ın bu emir ve talimatları, hiçbir zaman birbiriyle çelişmez. Kur'an, sünnet ve sahabelerin uygulamaları; Rasul'ın sünnetine itaat etme ve gereklerini yerine getirmenin yalnızca görünüşte ve keyfiyette benzerlik anlamına gelmediği, genel olarak düşünme tarzında, değerler sisteminde, prensiplerde, ideolojide, ahlakta -ve hakikatte- bütün nitelik ve uygulamalarında O'nu izlemenin gerekli olduğu gerçeğinin inkar edilmez şahitleridir. Ve her şeyden önemlisi, dini hükümlerin herhangi birisi hakkında eğitici ve öğretici vasıflarıyla Rasulullah her ne göstermişse, tıpkı bir öğrenci gibi bu hareketleri izlemek biz müminler için kaçınılmazdır. Ancak bu, O'nun giydiği ile aynı tür elbiseler giymemiz, O'nun yediği yiyeceklerin aynısını yememiz, O'nun bindiğiyle aynı tür binekleri kullanmamız, O'nun kuşandığı silahların aynını kuşanmamız gerektiği anlamına gelmez. Hiç kimse sünnete uymayı bu manada anlamamış, başlangıçtan bu yana bütün müslü-manlar bu İtaati Kur'an'ın hüküm ve kurallarını tefsir etme ve İslamî düşünme tarzı hususunda Rasulullah'ın verdiği izahatlar şeklinde kavramışlardır. Sünnet, Yasama (Teşri'î) Açısından Müstakil Bir Kaynak mıdır? Sünnetin Teşri'î yönünü tesbit amacıyla hadislerin sınıflandırılıp üç kategoriye ayrılması hususunda âlimler arasında tam bir ittifak vardır: a- Kur'an ahkâmını teyid eden ve hem icmal hem de tafsil bakımından bunlara uygunluk gösteren hadisler. Namaz, oruç, hacc ve zekatın vucubiyetini belirten ancak bunların şart ve temel cüzlerini ifade etmeyen hadisler bu gruba misal olarak gösterilebilirler. Bu hadisler İslamm temel esaslarının yerine getirilmesini emreden ayetlerle uyum içindedir. Mesela "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Al-lah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'ın Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek; namazı ikame etmek; zekatı vermek; Ramazan ayında oruç tutmak; haccetmek" hadisi Kur'an'ın şu ayetleri ile paralellik gösterir: "Namazı dosdoğru kılın ve zekatınızı verin" (2: 83). "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılındı)" (2:183). "Ona bir yol bulup güç yetirenle-rin beyti haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır" (3: 97). Benzer şekilde "Müslümanların malı ancak sahibinin gönül rızasıyla vermesi ile diğerlerine helal olur" hadisi, izleyen ayetlerle uyum İçindedir. "Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız size helal değildir" (4: 19). "Ey iman edenler, aranızda karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaret olmaksızın mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyiniz" (4: 29). b- Bu kategori; mutlak hükümleri tatbik, mücmel-i tafsil, amm'ı tahsis edip Kur'an ahkamını beyan ve izah eden hadislerden, diğer bir İfadeyle; namaz, zekat, oruç, hacc, alırn-satım ve genel muamelatla İlgili kısa ve mücmel ifadeleri açıklayan hadislerden oluşur ki hadislerin ekseriyeti bu kategoridendir. c- Bu kategoride Kur'an'ın belirtmediği hususlarda hükümler ortaya koyan hadisler bulunur. Yeğen ve halanın, yeğen ve teyzenin aynı anda bir nikah altında bulunmayacağını ifade eden; şufa' hakkıyla ilgili kuralları düzenleyen; evli zaninİn recm, bekar zaninin sürgün edilmesini zikreden; ninenin miras hakkını ve benzeri kuralları belirten hadislerde olduğu gibi. İlk iki kategoriyle ilgili olarak alimler arasında kesinlikle bîr anlaşmazlık bulunmamaktadır. Kuşkusuz, bu ayetler hem Kur'an'in hükümlerini teyid ederler, hem de diğer kategoriyle kıyaslandığında sayıca çoğunluğu oluştururlar. Ne var ki, üçüncü kategorideki hadisler Kur'an'da olumlu yahut olumsuz yönde zikredilmeyen hususlarla ilgilidirler. Bu kategorideki hadisler İçin âlimler arasında farklı görüşler vardır. Burada, bu hadislerin, kendi başlarına yeni hükümler beyan edip etmedikleri sorusu ortaya çıkmaktadır. Başlı başına tefsir yoluyla bile olsalar bu hadisler Kur'an metninin anlamı içerisinde addedilebilinir mi? ("Sunnat ki Aini Hathiyat" ve "Hadith-i Rasul and İts Tashri'i Muqam"). Alimler ve fakihlerin cumhuru bu görüşü savunurlar. İmam-ı Safi' der ki: "Rasulullah'ın hadislerini üç kategoriye ayırmakta alimler arasında bir ihtilaf yoktur. İlk iki kategori üzerinde tam bir ittifak halindedirler, ancak üçüncü kategori açısından ayrılığa düşmüşlerdir. a- Kur'an'da verilen bir hükmü ayrıca Rasululllah da teyid eder. b- Kur'an'da mücmel olarak kısaca belirlenen hükmü Rasulullah ayrıntıları ile açıklar. Zikredilen bu iki tip hadisler üzerinde anlaşmazlık yahut münakaşa yoktur, c- Üçüncü kategoridekiler Kur'an'da ifade edilmeyen hükümleri beyan eden hadislerdir. Bunlar hususunda alimlerden aktarılan fikirler şu şekildedir: 1- Âlimlerin bir kısmı Allah'ın, Rasulü'ne itaati farz kılması sebebiyle Kur'an'da zikredilen hususlar da Rasulullah'ın emir verebileceği görüşündedirler. 2- Alimlerden diğer bir grup Rasul'ün ancak ve ancak esası Kitabullah'ta bulunan hususlarda hüküm verebileceğini söylerler. Mesela Kur'an namazın ikame edilmesini emreder, Rasulullah da nasıl yapılacağına dair tafsilâtı anlatır. Benzer şekilde Kur'ân-ı Kerîm, ticareti (alış verişi) helâl kılarken, meşru ticaretin biçimlerini izah eden Rasulullah'dir. 3- Bir kısım âlim Rasulullah'ın Allah'tan aldığı özel talimlere uygun düşecek şekilde emirler verdiğim' söylerler. 4- Bazı âlimler Rasulullah'ın sahip olduğu vahiy nedeniyle bu tür emirler verdiğini düşünürler. Hadislerin üçüncü kategorisi üzerindeki aktarılan farklılıklar bu hadislerin varlığı veya yokluğu üzerinde olmayıp bu hadislerin müstakil yasama (teşri') kaynağı mı olduğu -ki birinci, üçüncü ve dördüncü gruptaki alimlerin görüşleri bu yöndedir- yoksa Kur'an metninin anlamı içindeki emirleri mi teyid ettiği üzerinedir. İkinci gruptaki âlimler bu son görüşü paylaşırlar. |