๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 19:05:36



Konu Başlığı: Sünnetin Statüsü
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 19:05:36
RASULULLAH'IN SÜNNETİNİN HUKUKÎ STATÜSÜ

Rasulullah'ın kanun koyucu olarak statüsü­nü müzakere ederken O'nun sünnetinin İslam Şeriatindeki hukukî konumunu bilmek öncelikle gereklidir. Sünnet nedir? Sünnet hangi formuyla bizimle ilgilidir? Sünnetin niteliği nedir? Rasulullah hangi oranda, -eğer ya­pabiliyorsa- kanun yaprraştır?İslam Hukuk sisteminde O'nun kararlarının yeri nedir? Bunlar ve benzeri birçok sorular, Rasul'ün kanun yapıcı olarak rolünü inceleyen her kişi­nin zihninde canlanacaktır. Rasul'ün kanun koyucu olarak pozisyonu ve O'nun kararları­nın hukuki statüsünü aydınlatmak için bu so­rular teker teker cevaplandırılmaya çalışıla­caktır. (Ebu'l A'la Mevdudi, "Sunnat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-i Ra­sul and its Tashri'i Muqam").

Sünnet Nedir?
 
Muhammed vasıtasıyla bize ulaşan ilahî öğreti iki şekildedir: İlki, tamamıyla Rasulullah'a vahyedüen kelimelerle Allah'ın emir ve hükümlerini ihtiva eden Kur'an'dır. İkinci­si, Kur'an'm gayesini aydınlatıp açıklayan Rasul'ün sünneti ve siretidir. Peygamber, Al­lah'ın mesajını ilettikten sonra artık başka bir fonksiyonu kalmayan bir elçi değildir. O, aynı zamanda rehber, yönetici ve öğreticidir. Ger­çek gaye ve hedefinin insanlarca anlaşılması için Allah'ın kanununu sözleri ve hareketleri ile açıklamak; sonra da mükemmel kültür ve medeniyet sisteminin İslam prensipleri üzeri­ne nasıl kurulabileceğini göstermek için bu hedeflere uygun şekilde fertleri eğitip fazilet ve adalet toplumu kurmak , O'nun görev ve fonksiyonları arasında idi. Rasulullah, bu fonksiyonlarını 23 yıllık peygamberlik döne­minde tamamladı. İşte sünnet, gerçek Melik-Vâli'nin hükümlerini Kur'an'la birlikte şekil­lendirip bütünleştiren bu fonksiyonların ortak adıdır. İkisi birlikte İslam terminolojisinde şe­riat diye isimlendirilen yüce hukuku oluştu­rur.

Peygamber'ın çalışmalarını sadece Allah adına Kur'an'ı tevdi etmekle sınırlandırmadı­ğı, yamsıra İslam toplumunun doğumuyla so­nuçlanacak şümullü ve evrensel harekete reh­berlik ettiği, inkârı gayri kabil tarihî bir ger­çektir. Yeni bir kültür ve medeniyet sistemi varlık bulmuş; yeni bir devlet kurulmuştur.

Burada temel sual ortaya çıkmaktadır: Kur'an'ı tevdi ettikten sonra diğer fonksiyon­larını Rasulullah hangi sıfatla yerine getiri­yordu? O, Kur'an'ın tevdi edilmesinde olduğu gibi nebi sıfatıyla Allah'ın dilediğini temsil ederek mi bu fonksiyonlarım yerine getirdi? Yoksa O, nebi statüsü Kur'an'ı insanlara nak­lettikten sonra nihayete eren ve sözleri ile davranışları herhangi bir hukuki yetki ve öne­me haiz olmayan, diğer müslümanlar gibi sa­dece bir müslüman olarak mı kalıyordu? İlk durumda, Kur'an'la birlikte sünneti hukuki otorite olarak tanımaktan başka seçenek yok­tur. Fakat ikinci durumda sünnete hukuki bir statü vermenin de bir manası yoktur. (Ebul A'la Mevdudi, "Sunnat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-İ Rasul and its Tashri'i Muqam").

Kur'an'ın anlattığı kadarıyla, Muhammed yalnızca Allah'ın bir elçisi değildir, yamsıra Allah tarafından görevlendirilen ve müslü­manlar için boyun eğme ve itaatin zorunlu ol­duğu rehber, yönetici ve öğretmendir. Yaşan­tısı bütün insanlar için örnek teşkil eder. Bir kişinin mesajının aktarılması hususunda Al­lah'ın elçisi olması, sonra da sıradan bir insan olarak kalması fazlasıyla saçmadır. İslam'ın ilk dönemlerinden günümüze kadar yeryüzü­nün her yöresinde İslam milletini ilgilendiren konularda Rasulullah 'ın sireti ve sünneti ta­kip edilmesi zorunlu bir örnek olarak değer­lendirilip emirleri itirazsız yerine getirilmiştir. Müslümanların O'nu daima bu vasıfla tanıdık­larını ve İslam Hukuk sisteminde Kur'an'ın yamsıra sünnetin de ikinci kaynak olarak ka­bul edildiğini müslüman olmayanlar bile in­kar edemez. Bu yüzden Rasulullah'ın yahut sünnetinin hukuki yönünü inkâr etmek hem İslam tarihinin külli gerçeğine karşıttır, hem de mantıksızlıktır. (Ebul A'la Mevdudi, "Sun­nat ki Aini Hathiyat" ve Dr. Mustafa Sıbai, "Hadith-i Rasul and its Tashri'i Muqam").

Alimlerin ve fakihlerin büyük çoğunluğu "hikmet"in (3:164) Kur'an'dan farklı ve ayrı bir şey olduğu görüşündedirler. Hikmet, Allah tarafından Rasulullah'a tebliğ edilen, İs­lam'ın hüküm ve mektumları anlamına gel­mekte olup dirayetli alimlerce sünnet olarak değerlendirilir. İmam-ı Şafii'ye göre; "Allah  (Kitap)tan söz etmiştir ki, Kur'an'dır. (Hikmeti de anmıştır ki, kendisine ilim bakımın­dan hürmet ettiğim bir zât 'Hikmet, Rasulullah'ın sünnetidir' demektedir. Bunun doğru olduğunu düşünüyorum, çünkü Allah, Kitap ve Hikmet'i birbiriyle uyumlu şekilde zikret­miştir. Kitap ve hikmeti insanlara öğreten Al­lah'tır ki, hikmet sünnetten başka hangi anla­ma alınabilir? Yine hikmet Kitap'tan hemen sonra ve ona paralel olarak zikredilmiştir ki, burada anılan hikmet sünnet anlamındadır. Allah, Rasulullah'a, sürekli ve mutlak itaat statüsü vermiştir. Allah, Rasulullah'a iman­la kendisine imanı ayrılmaz bütün olarak de­ğerlendirdiği için yalnızca Kitabullah'ta ve sünnette zikredilenlere itaat zaruridir," (Şafii'; el-Risale, sh. 78).

Bu sözleri İmam Şafii'nin hikmeti sünnetle eş olarak değerlendirdiğini gösterir. Rasulullah'a Kur'an'ın yanısıra başka bir şey de veril­diğini ve bu anlamda da Rasulullah'a itaa­tin gerekli olduğunu ifade eder. Kur'an'ın bu yaklaşımı Rasulullah'ı Öven şu sözlerle an­laşılır: "O (Rasul) ki, kendilerine iyiliği emre­der, kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, zincirleri kaldırıp atar." (7:157) Bu ayetin hitabı umumidir ve Kur'an'ın helal ve haram ilan ettikleri kadar ikinci tür vahiyle tesbit edilenleri de kapsar. Mikdam 4». Ma'di-kerb Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nak­leder; "Biliniz ki, bana Kitap ve onunla birlik­te bir benzeri verildi." (Ebu Davud). Allah, müminler üzerine Rasulullah'ın emir ve ne-hiylerine uymayı zorunlu kılar. (59: 7). Kur'an'da Rasul'a itaatin Allah'a itaatle bir­likte ve hemen ondan sonra zikredildiği bir­çok ayet vardır (3:132, 8:24). Kur'an Rasul'a itaati Allah'a itaatle eş kabul edip (4:80) Rasulullah'a uymayı Allah'a olan sevginin bir belirtisi olarak değerlendirir. (3: 31).

Müminler Rasulullah'a itaatsizlikten sakın-dınlmışlardır (24: 63), çünkü Allah, Rasulul­lah'a itaatten yüz çevirmeyi küfür olarak niteler (3: 32). Aralarındaki anlaşmazlıkları, -eğer Allah'a ve Kıyamet Gününe gerçekten iman ediyorlarsa- Rasulullah'a götürmekle emrolunmuşlardır (4: 59). Rasul'ün hükümle­rinden yüz çevirenler inananlardan olmayıp

münafıktırlar (24:47-51). Rasulullah ile birlik­teyken, müminlerin O'ndan izin almaksızın ayrılmamaları imanın vazgeçilmez gereklerin­den biri olarak addedilir. (24:62).

İmam İbn-i Kayyım şöyle der; "Madem ki herhangi bir amaçla Rasulullah ile birlik­teyken O'nun izni olmadan müminlerin ayni-mamaları imanın vazgeçilmez icaplarından bjri olarak belirlenmiştir; öyleyse herhangi bir düşünce tarzının veya metodun O'nun rızası olmadan kabul edilmemesi de imana taalluk etmelidir. O'nun rızası bunların uygulanabile­ceğine izin verdiği söz ve davranışlarıyla bili­nir." (A'lam el-Muvakin, c.I, sh. 58).

Bundan dolayı, ashab bütün meseleleri Rasulullah'a götürmeyi kesinlikle lüzumlu gör­müştür. Çünkü Kur'an'ın her hükmünün anla­mını ve önemini açıklayan, onların problem­lerini çözen, aralarındaki ayrılıkları karara bağlayan ve gerek ibadet gerekse diğer dini meselelerle ilgili sorunları açıklayan Rasulullah 'dı. Rasul namazla ilgili olarak "Na­mazı nasıl kılıyorsam öylece kılınız" (Buhari) ve haccla ilgili olarak "Haccın menasıkini benden Öğreniniz" (Müslim) buyurmuştur.

Rasulullah ne zaman kendi sünnetine bir sahabenin uymadığını görse hiddetini ifade ederdi. Ata b. Yasir rivayet eder ki, sahabeler­den biri, oruçluyken hanımını Öpen kişiyle il­gili hükmü öğrenmek için hanımını Rasul'e gönderdi. Ümmü Seleme ona Rasulullah'ın aynı şeyi oruçluyken yaptığını anlattı. Kadın da geri dönüp kocasına durumu açıkladı. Bu sahabenin, "Ben Rasulullah gibi değilim, Al­lah, Rasulü'ne dilediğini helal kılar" dediğini Rasulullah haber alınca öfkelenerek, "Ara­nızda Allah'tan en çok korkup sakınanınız ve O'nun hudutlarını en iyi bileninizim" buyur­du. (Şafii'; el-Risale).

Ashabın, Rasulullah'ın söz ve hareketini, izlenmesi zorunlu hukuki hüküm olarak de­ğerlendirdikleri hususunda kesinlikle şüphe yoktur. Rasul'den farklı bir görüşü benim­seyen hiçbir sahabe yoktu. Rasul onlara her ne zaman bîr şey yapmalarını emretse, iti­raz etmeden itaat ederlerdi. Bununla birlikte, aşağıda belirtilen çerçevelerde O'nun emirle­rindeki hikmet ve fazileti araştırırlardı.

1- Dünyevî olaylarda, Rasulullah'ın sözle­ri yahut hareketlerinin ilahî talimata değil yo­ruma dayandığı durumlarda; Bedir Savaşı'nda Rubab b. Münzir'in savaş stratejisi açısından daha iyi bir yer teklif etmesinde olduğu gibi. .

2- Dünyevî olaylarda, ilahî hüküm gelmeden önce Rasul'ın kendi kararını açıkladığı du­rumlarda; Bedir Savaşı esirleri hususunda Hz Ömer'in Rasul'dan farklı bir görüşe sahip olması gibi.

3- Ashabına yeni ve garip gözüken herhangi bir şey söylediği durumlarda.

4- Rasulullah'ın dünyevi bir olay hakkında tuhaf gözükmeyen sözünün önceleri emir sa­nılıp ashapça bu söze uygun hareket edildiği, ancak sonraları bu sözlerin yalnızca O'nun şahsi görüşü olduğu anlaşılan durumlarda; Rasul'ın Medine'deki ilk yıllarında ortaya Çıkan hurma ağaçlarının aşılanması mesele­sinde olduğu gibi.

5- Özel bir hüküm ya da meselenin sadece Rasulullah'a özgü olduğunu anladıkları du­rumlarda; bu hususlarda ashab kendilerini bu hükme uymakla yükümlü addetmediler.

6- Rasulullah'ın bir kanunun meşruluğunu yahut helalliğini bildirdiği ve bu yeni hükmün eski hükümden daha iyi olduğu durumlarda; bu konularda ashab kendilerini yükümlü gör­mediler.

Zikredilen bu nitelikteki emir ve talimatların dışında, sahabeler Rasul'ın bütün hüküm ve sözlerine itiraz etmeden titizlikle itaat etmiş­lerdir.

Vefatından Sonra da Rasulullah'a Uy­manın Gerekliliği: Rasulullah hayatta iken emirlerine boyun eğip uymaya çalışmak sahabeler için nasıl mecburi kılınmışsa, vefa­tından sonra O'nun sünnetine boyun eğip uy­maları da müminler için öylece mecburi kılın­mıştır. Çünkü Rasulullah'ın sünnetine itaa­ti yükümlülük olarak belirleyen nasslar umu­mi olup ne O'nun hayatıyla ne de ashabla sı­nırlandırılmıştır. Rasulullah'a itaati barındı­ran nasslar gerek ashab, gerekse onları izle­yenler için eşit bağlayıcılık taşırlar. İtaati ge­rektiren sebep, ashabdan sonra gelen mümin­lerin de aynı ashab gibi Rasulullah'ın izte' yicileri olmalarıdır ki bu yüzden O'ria itaat edip uymakla yükümlüdürler. Diğer bir delil de, Allah'ın hükmü ile kendisine itaat gerekli kılınmış Şeriat sahibi nebi olması yüzünden hayatta olup olmaması, sözlerinin, hareketle­rinin ve ikrarlarının bağlayıcılığı açısından herhangi bir değişiklik yapmayacağıdır. Üste­lik, Rasul yakınında bulunmayan insanlara da kendi sünnetine itaati emretmiştir.

Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken Rasulullah, "Sana bir mesele getirildiğinde nasıl hükmedeceksin?" diye sordu. Muaz, "Allah'ın Kitabı İle hükmederim" cevabını verdi. Rasul'ın, "Allah'ın Kitabı'nda bir iz bulamazsan ne yaparsın?" sorusuna Muaz'm cevabı, "Rasulullah'ın sünnetiyle" oldu. O'nun, "Rasu-lullah'ın sünnetinde bir iz bulamazsan?" soru­suna da şöyle cevap verdi: "Ictihad ederim". Bunun üzerine, Rasulullah onun göğsüne hafifçe vurarak, "Rasulullah'm elçisini Rasu-lullahm hoşlanacağı şekilde donatan Allah'a hamdolsun" buyurdu. (Tirmizi, Ahmed, Ebu Davud ve Darimi)

Rasulullah'ın vefatından sonra da sünnetini izlemenin gerekli olduğunu belirttiği çok sa­yıdaki sözlerinden birkaçı aşağıda sıralanmış­tır. "Size iki şey bıraktım; Allah'ın Kitabı ve benim sünnetim. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız." (İbni İshak (Si-ret-i Rasulullah) ve Beyhaki). "Allah'ın Kita­bında bulunanlar, herhangi bir özre yahut ri­caya bağlı olarak önemsenmeyip bir tarafa bı­rakılamaz. Eğer Allah'ın Kitabı'nda bir hususu bulamazsanız o hususta Allah Rasulünün sünnetini izlemelisiniz." (Müslim).

Rasulullah'ın; "Yalanlayanlar dışında her­kes cennete girecektir" sözü üzerine ashabı sordu, "Ey Allah'ın Rasulü, yalanlayanlar kimlerdir?". Rasul, "Kim bana uyarsa cen­nete girecektir; kim bana itaat etmezse beni yalanlayandır" buyurdu. (Buharı ve Hakim).

Veda Haccı'nda Rasulullah @'ın şöyle buyur­duğu rivayet edilir: "Şeytan, topraklarımızda kendisine itaat edileceği ümidine kapıldı. Öy­leyse bunlardan kaçının. Size, sımsıkı sarıl­dıkça asla sapıklığa düşmeyeceğiniz iki şey bıraktım; Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sün­neti." (Siret-i İbn-i İshak ve Hakim).

Irbâz b. Sâriye'nin rivayetine eöre, Rasulullah sabah namazını kıldıktan sonra Öyle etkili bir nasihatta bulundu ki gözyaşı ırmakları ak­maya, yürekler erimeye, dinleyenler titremeye başladı. Konuşmadan sonra ashabının "Ko­nuşmanız sanki son nasihatiniz gibiydi. Bizle­re birşeyler vasiyyet et" demeleri üzerine Ra­sul, "Habeşli bir köle bile amiriniz olsa dinleyin ve itaat edin. Benden sonra yaşaması dilenmiş olanlar büyük anlaşmazlıklar göre­cekler. Benim sünnetimi sakm terketmeyin, ne de raşid halifelerimin sünnetini. Sünnetime sımsıkı sarılın, bidatlardan sakının, çünkü her bidat bir dalalettir." (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Ebu Naim bu rivayetin sahih ve güvenilir olduğunu belirtmiştir.

Rasulullah'ın sünneti, Rasul tarafından ashaba sonraki nesiller için bırakılan bir ema­net olduğundan, ashab Rasul'in hadisleri­nin yayılması ve herkes tarafından bilinmesi için fevkalade özen göstermişlerdir. Rasulul­lah da hadislerinin öğretilmesi için insanla­rı teşvik etmiştir: "Allah'ın rahmeti, bizden bir hadis işitipte işittiği şekliyle (başkalarına) du­yuran kişiye olsun. Nice tebliğ olunan vardır ki, dinleyenden daha anlayışlıdır." (Ebu Da­vud, Tirmizi, İbni Mace ve Beyhaki).

İkinci raşid halife Hz. Ömer, Kadı Şüreyh'e gönderdiği mektupta, "Herhangi bir meseleyle karşılaştığında   Allah'ın   Kitabı'yla   hükmet.

Kufî tarzda hattın kabartma usulüyle yerleştirildiği bir tabak.

Eğer Allah'ın Kitabı'nda bir çözüm bulamazsan Rasulullah'ın sünneti ile hükmet" demiştir. Diğer bir rivayet ise, "Allah'ın Kitabı'nda çö­zümü bulursan başkasına yönelme, başka bi­rinden soruşturma. Kur'an'da bulamazsan o hususta Rasul'ın sünnetini izle. Ve eğer, Kur'an ve sünnette iz bulamadığın bir olayla karşılaşırsan ya kendi muhakemeni kullan, yahut bana havale et" şeklindedir. ( Beyhaki, Sünen-i Kübra,Şa'bi, A'lam el-Muvakin, İbn-i Kayyım, Kenzu'l-A'mal).

Abdullah b. Mesud konuyla ilgili olarak şun­ları söylemiştir; "Yeni bir meseleyle karşılaş­tığınızda Allah'ın Kitabı'yla karara bağlayın. Allah'ın Kitabı'nda yoksa ve Rasulullah'a bu hususta bir şey söylemişse onunla hareket edin."

Peygamberlik  Görevi  ve Sorumlulukları: Yukarıda da açıklandığı gibi Rasulullah aynı anda gerek yönetici, hakim, öğretmen ve rehber gerekse diğer sıfatlarla hareket ediyor­du. Bütün bu vasıflarıyla O yeryüzünde Al­lah'ı temsil edip her meseleyi O'nun dilek, emir ve rehberliğine uygun şekilde çözüme bağlamıştır. O, bu mevkiye Mekke'de yahut Medine'de herhangi bir mümin veya mümin­ler grubunca getirilmedi. Şüphesiz, Rasulullah'ın varlığında bu görevlerden hiçbirini hiç kimse üzerine almadı; Rasulullah  hayatta iken hiç kimse bu fonksiyonlardan birine se­çilmedi. Bu tür bir fikir yahut teklif sıradan bir müslümana bile nefret uyandırıcı ve çirkin görünür. Gerçek odur ki Muhammed  bütün bu fonksiyonları yapmak üzere Allah tarafın­dan görevlendirilmiştir.

Öğretici ve Rehber: Kur'an, Peygamberlik görevinin detaylarım şu ifadelerle belirtir: "İbrahim ile İsmail, Beyt'in duvarlarını yük­selttiklerinde 'Rabbimiz, (O müslüman üm­mete) aralarından bir peygamber gönder ki, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve hikmeti okusun, onları arındırsın...' diye dua ettiler." (2: 129). İbrahim ve İsmail'ın duaları in­sanlara; Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir peygamber içindi. Dua kabul edildi ve Allah aralarından bir Rasul çı­karttı, "Aranızdan size bir Rasul gönderdik ki; size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıp tertemiz yapıyor, size Kitab ve hikmeti öğretiyor, bilmediklerinizi belletiyor." (2: 151).

Allah, büyük lütfunu şu ifadelerle inananlara tekrar hatırlatır: "Andolsun ki içlerinden ken­dilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları kö­tülüklerden ve küfürden temizleyip arındıran, onlara Kitab ve hikmeti öğreten bir peygam­ber göndermekle Allah müminlere büyük lü­tuf ve keremde bulunmuştur. Onlar bundan önce apaçık bir sapıklıkta idiler." (3: 164). "Ümmiler içinden, kendilerinden olan ve on­lara ayetlerini okuyan, onları arındırıp temiz­leyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Oysa onlar bun­dan önce apaçık bir sapıklıkta idiler." (62: 2).

Bu ayetlerde önemle belirtilip tekrarlanan, Al­lah'ın, Rasulü'nü sadece vahyi ve Kur'an ayet­lerini okumak için göndermediği ancak onun yeryüzüne gelişinin bunun yanısıra üç ayrı he­defi de kapsadığıdır. Bunlardan ilki, Kitapta bulunan emirleri açıklamak; ikincisi, Kitabın gayesine uygun hareket edebilmeleri için in­sanlara hikmeti öğretmek; üçüncüsü, insanlan gerek ferden gerekse toplum planında temiz­leyip arındırmak, diğer bir ifadeyle, eğitimle kişisel ve kollektif kötülükleri kaldırıp fıtrat­larında bulunan güzel nitelikleri geliştirmek, sağlıklı ve adil bir sosyal sistem kurmaktır.

Şüphesiz, Kur'an'ın ve hikmetin öğretimi Kur'an kelimelerini okuyup aktarmaktan fark­lı bir olaydır; aksi takdirde bunların ayrı ayrı zikredilmesi anlamsız olurdu. Benzer şekilde kişiler ve toplumun eğitimi için Rasulullah'ın kullandığı metod da Kur'an'ın kelimele­rinden farklıdır; yoksa bunlar da ayrı ayrı anılmazdı. Bu noktada bu fonksiyonları Rasu­lullah'ın kendi kendine mi benimsediği, yoksa bunları yapmak için Allah tarafından mı görevlendirildiği sorusu akla gelmektedir. Yukarıda aktarılan vazıh Kur'an ayetlerinden sonra, bu iki fonksiyonun Muhammed'ın peygamberliğinin bir parçasını oluşturmadığı­nı ve onun bunları bir peygamber olarak değil sadece sıradan bir müslüman vasfıyla yaptığı­nı söylemeye Allah'a ve O'nun Kitabına ina­nan hiç kimse cesaret edemez.

Kitabullah'ın Açıklayıcısı: Rasulullah,  sözkonusu ayetin devamında gösterildiği üze­re, Allah tarafından Kur'an'ın emir ve hüküm­lerini beyan etmek ve açıklamakla görevlendi­rilmiştir: "Sana da (ey Muhammed) zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirilenleri açıklayasm. Olur ki iyice düşü­nürler." (16: 44). Ayet göstermektedir ki, Kur'an'ın talimat ve tebligatlarını açıklama ve vazıh kılma görevi Rasul tarafından sadece dil ile değil, aynı zamanda uygulamayla da yerine getirilmeliydi. Rasûlullah'in rehber­liği altında, Kitab'ın esaslarını uygun şekilde İslam toplumunun kurulup organize edilmesi gerekli idi. Rasûlullah'ın görevi, özellikle elçi olarak bir insan gönderilmesinin hikmeti­ni göstermek üzere burada anılmıştır. Yoksa, Kitab, melekler aracılığıyla gönderilebilir, ya­hut yayınlanıp her insana direkt olarak verile­bilirdi. Ancak bu yolla, Allah'ın insanlara Ki­tab göndermekteki hikmeti, lütfü ve rahmeti yerine gelmezdi. Çünkü bunlar Kitab'ın, Kitab'ı parça parça sunacak, anlamını açıklaya­cak, şüphe ve güçlükleri giderecek, yapılan İtirazlara cevap verecek ve hepsinden önemli­si onu reddedene ve karşı koyanlara Kitab'ın taşıyıcısı olma vasfına uygun tavır takınacak mükemmel bir insana gönderilmesini gerekti­rir. Diğer taraftan Kitab'a inananlara bu insan, hayatın her yönünde rehberlik etmeli ve kendi mükemmel hayat tarzını onların gözü önüne sermeli; sonra da onları diğer insanlar nezdinde örnek toplum kılmak için gerek fert fert, gerekse topluca Kitab'ın esasları ve öğretileri hususunda eğitmelidir.

"Yukarıda meali verilen ayet, hem Peygamber olarak bir insanın gönderilmesi inancını red­dedenlerin itirazlarını, hem de Rasûlullah'ın açıklamasına gerek kalmaksızın sadece Kitab'ın kabul edilmesi gerektiğini iddia edenlerin görüşlerini kökünden çürütür. Bu ikinci görüş taraftarları her neyi öne sürerlerse sürsünler, zikredilen ayete aykırıdır. Sadece Kitab'ın kabul edilmesi gerektiğini iddia edenler şu görüşleri öne sürebilirler:

a- Rasul, tebliğ ettiği Kitab ile ilgili hiçbir açıklama yapmamıştır.

b- Kabul edilebilir olan yalnızca Kitab'tır, Rasul'ın "açıklama"sı değil.

c- Artık bizim için Kitap tek başına yeterli­dir, çünkü Rasul'ın "açıklama"sı yararlılığı­nı kaybetmiştir.

d- Bugün sahih ve güvenilir olan yalnızca Kitab'tır, çünkü ya Rasul'ın "açıklama"sı günümüze ulaşmamıştır, yahut ulaşsa bile gü­venilir değildir.

a- Görüşünü kabul etmeleri, seçiliş nedeni olan Kitab'ın tebliği görevini Rasul'ın yeri­ne getirmediği anlamına gelir; aksi takdirde Allah, Kitab'ı bir melek aracılığıyla veya doğ­rudan her insana gönderebilirdi,

b- Veya

c- Görüşlerini kabul edecek olurlarsa, Kur'an nüshalarını doğrudan insanlara gönderebilece­ği halde, Kitab'ı bir peygamber aracılığıyla gönderdiği için Allah'ı lüzumsuz bir şey yap­makla suçlamış olurlar,

d- Görüşünü kabul et­meleri halinde ise, gerçekte hem Kur'an'ı hem de Rasul'un "açıklama"sini inkar etmiş olurlar. Ki bu durumda onlara kalan tek akıllı­ca yol, yeni bir peygamber ile yeni bir vahyin gerekliliğine inananların görüşünü kabul et­mek olacaktır. Oysa Allah, Rasul'un Kitab'ı "açıklama"sim peygamberin lüzumu için te­mel bir delil olarak ortaya koymaktadır. Hadi­si reddedenlerin öne sürdükleri, Rasulullah'ın açıklamalarının yok olduğu görüşüne ka­tılacak olursak iki sonuç kaçınılmaz hale ge­lir: İlki, Muhammed'un peygamberliğinin bizim için bir yol olarak sona erdiği ve artık O'nunla aramızdaki yegane ilişkinin daha ön­ceki peygamberlerle, mesela Hud, Salih, Şuayb'la olan ilişkimizle aynı olduğu sonucudur. Yani, onların peygamber olduklarına şehadet etmemiz gerekli ve yeterli olup sünnetlerine uymak gibi bir yükümlülüğümüz olmayacak­tır. Haîemun-Nebiyyin ilkesini doğrudan doğ­ruya reddetmesi sebebiyle bu görüş hemen bi­zi yeni bir peygamberin gerekliliği fikrine gö­türecektir, ikinci kaçınılmaz sonuç ise yeni bir Kitab'a ihtiyaç olduğudur; çünkü vahiy sahi­binin belirttiği üzere Kur'an yalnız başına ye­terli değildir.

"Bu ayetin ışığında, yeni bir Kitab'ın muhak­kak gönderilmesi gereklidir sonucuna kaçınıl­maz olarak yol açan Kur'an'ın tek başına ye­terli olduğu, kendi kendisini açıkladığı ve açıklamak İçin Rasul'a ihtiyaç duymadığı görüşünü isbatlayacak tek bir delil bile kalma­maktadır. Hadisi inkar etme hevesinde bulu­nanlar gerçekte İslam'ın temeline darbe vur­maktadır." (The Meaning of the Quran; c. II).

Lider ve Örnek: Kur'an, Rasulullah'ı bü­tün insanlık için izlenmesi gerekli bir lider ve mükemmel bir örnek olarak sunar. "De ki, 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Al­lah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışla­sın.'... De ki: 'Allah'a ve Rasulü'ne itaat edi­niz.' Eğer yüz çevirirlerse (kafir olurlar), şüp­hesiz Allah kafirleri sevmez." (3: 31 -32). "Andolsun, Allah'ı ve ahiret gününü uman ve Allah'ı çokça zikreden sizler için Allah'ın Ra-sulü'nde güzel bir örnek vardır." (33: 21).

Aktarılan bu Kur'an ayetlerinde, Rasul li­der olarak tayin edilmekte insanlar ona itaatle, onu izlemekle emrolunmakta ve eğer Rasul'dan yüz çevirirlerse Allah'tan birşey um­mamaları gerektiği şeklinde uyarılmaktalar. Allah'ın sevgisi ancak Rasul'a itaat edip onun yolunu izlemekle kazanı labilir. Bundan her kim kaçınırsa, gerçekten o kâfirdir. Rasulullah'ı önder olarak seçip, ona itaati bütün insanlar için zorunlu kılan bizzat Allah'tır. İnanan kişi nasıl Rasulullah'ın bu statüsünü inkâr edip ona uymayı reddedebilir? Reddin­den sonra da nasıl hala müslüman olduğunu iddia edebilir? Müslüman olmanın sadece Kur'an'a uymak anlamına geldiğini söylemek, yukarıdaki ayetlerin çok açık olması ve Rasul'ın statüsü hakkında şüphe bırakmaması se­bebiyle kesinlikle anlamsız ve saçmadır.

Sâri' (Kanun Koyucu): Rasulullah, aşağı­daki ayetle açıklandığı üzere Allah tarafından kanun yapma yetkisiyle de donatılmıştır. "O (Rasul) ki, kendilerine iyiliği emreder, kötü­lükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağır­lıkları, zincirleri kaldırıp atar." (7:157). Ayet, emir-nehiy (gerekli kılıcı-yasaklayıcı) ve tah-lil-tahrim (helaller-haramlar)le ilgili direktif­lerin yalnızca Kur'an'ın ihtiva ettikleriyle kal­madığını, Rasul'ın Allah'ın kendisine ver­diği yetkiyle helal yahut haram ettiklerinin, yapılması yahut sakmılmasmı gerekli kıldık­larının da bu ilâhı hukukun bir parçası oldu­ğunu göstermektedir. Bu nokta şu ifadelerle iyice aydınlatılır: "Artık Rasul size ne verdiy­se alın, sizi neden sakındmrsa ondan da sakı­nın. Allah'tan korkup sakının, çünkü Allah azapla sonuçlandırması pek şiddetli olandır." (59: T).

İnsanların, ister emredici ister nehyedici olsun Rasulullah'ın emirlerine itaat etme yüküm­lülükleri genel bir prensiptir. Rasul'a itaati sınırlı bir çerçevede ele alıp yalnızca özel bazı durumlara uygulamak için bir sebep yoktur; çünkü Kur'an'm emreden ifadeleri genel olup, itaatin sadece ganimetlerin yahut mal varlıkla­rının dağıtımı gibi olaylara hasredileceği şek­linde bir işaret ve ima bulundurmamaktadır. Üstelik, müslüman hukuk ve tefsir âlimleri bu ayetteki emrin umumî ve uygulamada genel-geçer olduğu hususunda ittifak halindedirler. Bizzat Rasulullah'ın sözleri de bu meyan-dadır. Ebu Hureyre, Rasulun, "Size birşey yapmanızı emrettiğimde ona mümkün oldu­ğunca itaat edin; size birşeyi yapmanızı ya­sakladığımda ondan sakının" buyurduğunu ri­vayet eder (Buhari ve Müslim). Abdullah b. Mesud'un  bir  konuşmasında,   "Allah  şöyle şöyle davranan kadınlara lanet etmiştir" dedi­ğini duyan bir kadın ona gelerek, "Allah'ın Kitab'ında bu hususa rastlamadım, bu hükmü nereden aldın?" şeklinde soru yöneltti. Abdul­lah b. Mesud cevaben "Allah'ın Kitab'ım oku­muş olsaydın söylediklerimi bulurdun." "Ra­sulullah size ne verdiyse alın..." (59: 7) ayetini okumadın mı?" dedi. Kadın, okuduğu­nu belirtince sözlerine şöyle devam etti: "Ra­sulullah bu hareketi yasakladı ve yapan ka­dınlara Allah'ın lanet ettiğini haber verdi." Kadın, Abdullah b. Mesud'un sözlerini dinle­dikten sonra meseleyi artık anladığını ifade etti. (Buhari, Müslim ve Müsned-i Ahmed).

Yukarıda anlatılan iki ayet, sadece Kur'an'ın neyin helâl neyin haram olduğunu belirleyen (gerekli kılıcı) emir ve (yasaklayıcı) nehiyleri şeklinde tefsir edilemez. Bu tür bir yorum, tefsir değil değiştirme ve sınırlandırmadır. Ayetlerde, emir-nehiy ve tahlil-tahrim ikilileri yalnızca Kur'an'ın ihtiva ettiği sözler olarak değil, Rasul'ın hareketlerini de ihtiva ede­cek şekilde kabul edilmektedir.

Hâkim: Rasulullah'ın Allah tarafından hâ­kim (yargılayıcı) olarak görevlendirildiği ger­çeği Kur'an'ın değişik kısımlarında bütün açıklığı ile ortaya konur; "Şüphesiz biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin." (4:105). "Ve de ki: 'Allah'ın indirdiği her Ki-tab'a inandım. Aranızda adalet yapmakla em-rolundum!" (42:15). "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulü'ne çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü ancak 'İşittik ve itaat et­tik' demeleridir." (24:51). İlâhî rehberliğe inanmayan münafık ve kâfirlerin tavırları bü­tünüyle bunun zıddıdır. "Onlara; 'Allah'ın in­dirdiğine ve Rasul'e gelin' denildiğinde, o mü­nafıkların senden kaçabildiklerince kaçıp yüz çevirdiklerini görürsün." (4: 61). Bu tür dav­ranış içindeki insanlara şu ifadelerle şiddetli bir uyanda bulunulur: "Hayır öyle değil; Rab-bine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde bir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş ol­mazlar." (4: 65).

Bu  ayetin  mesajı  umumidir  ve  Rasulullah'ın ömrü süresi ile sınırlandırılmış değildir; kıyamet gününe kadar geçerlidir. Allah'ın reh­berliği altında Rasul'ın öğrettiği hayat tarzı, onun uyguladığı ve öğrettiği hüküm ve düzen­lemeler kıyamete değin tek nihai otorite ola­rak kalacaktır. Bir kimsenin gerçek müslüman olup olmadığı yalnız bu otoriteyi kabul etme­siyle belirlenir. Bir hadisinde Rasulullah şöyle buyurmuştur; "Sizden biriniz arzularını benim getirdiğim Hak dine tabi kılmadıkça mümin olduğunu iddia edemez." (The Meaning of the Quran, c. I).

Yukarıda zikredilen ayetler Rasulullah'ın bizzat Allah tarafından tayin edilmiş bir ha­kim olduğunu net bir şekilde ifade eder. Üçüncü ayet (24: 51), O'nun hakimlik vasfı­nın Rasul vasfından ayrı olmadığını ve Al­lah'ın Rasulü olması hasebiyle hakimlik göre­vini yerine getirdiğini belirtir. Hakimlik statü­sü de dahil Rasul'e tamamıyla itaat etmedikçe kişinin imanı gerçek olamaz.

Dördüncü ayet (4: 61), Allah'ın indirdiği (ki Kur'an'dır) ile Rasulü'nü ayrı ayrı zikrederek bu ikisinin sürekli hüküm kaynaklan olduğu­na işaret eder: Kur'an ahkâm, Rasulullah da hâkim statüsündedir. Yalnızca münafıklar bu iki kaynaktan yüz çevirir, kaçınırlar, Son ayet (4:65), Rasulullah'ı hâkim olarak tanı­mayanın mümin olmadığını sarahatle beyan eder; o kadar ki, Rasulullah'ın hükmü hak­kında kalbinde en ufak bir rahatsızlık duyan kişinin imanı gerçek değildir.

Bütün bu açıklamalardan sonra, kişinin Hz. Muhâmmed'ın Rasul vasfıyla hâkim olmadığını, diğer hâkimlerle bir olduğunu; bu yüz­den de hükümlerinin İslâm Hukuku'nun kay­nağı olamayacağını iddia edebilmesi için artık direteceği bir zemin kalıyor mu? Hükümleri reddedilen veya eleştirilen ve hatta yanlış ol­duğuna dair kalplerde en ufak bir burukluk duyulan ve inanılırlığını kaybetmiş bir hâki­min konumunu muhafaza etmesi mümkün müdür?

Yönetici: Rasulullah aynı zamanda Allah tarafından görevlendirilen bir yönetici idi ve bu fonksiyonunu Allah'ın Rasulü sıfatıyla ye­rine getirdi. "(Onlara de ki): Biz hiçbir pey­gamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik." (4: 64). Bu ayet Rasul'ın konumunu açıklıkla ortaya koyar: Allah, insanlar yalnızca pey­gamberliklerini kabul etsinler, sonra da diğer insanlara tabi olsunlar diye elçilerini göndermemiştir. Elçi gönderilmesinin yegane amacı, onun getirdiği hayat tarzına uyulup diğerleri­nin reddedilmesi ve yalnızca O'nun Allah'tan getirdiği emirlere uyulup diğerlerinin bir ke­nara itilmesidir. Rasul 'i bu çerçevede kabul etmiyorsa, kişinin onu peygamber olarak tanı­masının hiçbir anlamı yoktur." (The Meaning of the Quran, c.I). "Kim Rasul'e itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiştir." (4: 80). "Hiç şüphesiz, sana biat edenler Allah'a biat etmiş­lerdir." (48: 10). "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve amellerinizi (isyanla) geçersiz kılmayın." (47: 33). "Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman artık inanmış bir erkek ve kadın için o işte kendi is­teklerine göre seçim hakkı yoktur. Kim Al­lah'a ve Rasulü'ne karşı gelirse gerçekten o apaçık bir sapıklığa düşmüştür." (33: 36). "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve Ahiret Günü'ne gerçekten inanıyor­sanız- onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha hayırlıdır ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (4: 59)

Bu ayetin, kendinden önce gelen diğer Nisa suresi ayetleriyle birlikte değerlendirilmesi gösterecektir ki, "yahudilerin ahlaki ve dini durumlarım gözden geçirip eleştiren pasajdan sonra bu öğüt yer alır ve acınacak durumlardan ders almaları için edebi ve mahirane bir tarzda müslümanlan uyarır. Uyan şudur: Ne zaman bir toplum Allah'ın Kitabı'nı ve Rasu-lü'nün rehberliğini arka tarafına fırlatıp atar, Allah ve Rasulü'ne isyan eden liderlere uyar ve Kitap-Sünnet ikilisinin hükümranlığını dinlemeden körü körüne yönetici ve dini li­derlerine itaat eder ise, o toplum artık İsrailo-ğullarının kötü akıbetine uğramaktan kurtula­maz." (The Meaning of the Quran, c. I).

Kur'an'ın bu ayetleri Rasulun Allah tarafın­dan tayin edilmiş bir yönetici olduğu ve yöne­ticiliğinin peygamberlik görevinden ayrı dü­şünülemeyeceği hususunda şüphe bırakmaz. Kendisine itaatin Allah'a itaat etmekle, kendi­sine biatin da Allah'a biat etmekle eş ve ken­disine itaatin zorunlu olduğu bir yönetici ad­dedilmesi için O'nun Allah'ın Rasulü olması yeterlidir. O'na isyan gerçekte Allah'a isyan­dır. Allah Rasulü her neye karar vermişse tüm müslümanlar için bağlayıcıdır ve hiç kimse, bütün İslam milleti bile, bu kararı değiştirme yahut düzeltme hak ve gücüne sahip değildir.

Sünnetin Hukuk Kaynağı Olduğu Üzerinde İttifak: Yukarıda zikredilen görevler Rasul'e Allah tarafından verilmiştir ve onun peygam­berliğinin ayrılmaz parçalarını oluştururlar. Yukarıda açıklandığı üzere, açık ve vazıh Kur'an ayetleri ile ifade edilen bu husus ashab döneminden beri bütün İslam ümmetince ka­bul edilmiştir. Zikredilen konumlan ile Rasu­lullah'ın yaptıkları ve söyledikleri, bütün İslam alimlerince Kur'an'dan sonra ikinci hu­kuk kaynağı olarak tanınır.

Rasulullah'ın Teşri' (Yasama) Yetkisi: Ra­sulullah'ın  yasama gücünün Önemini anla­mak için öncelikle Hukuk'un temel prensibi­nin bilinmesi gereklidir. Bu prensibe göre, "Yasa koyucu, hukuk prensiplerini ortaya ko­yup yahut kısa fakat şumüllti tıukuk manzu­mesi hazırlayıp bu prensipler çerçevesinde ya­sa ve yönetmelikler formüle etme ve ayrıntıla­rı belirleme yetkisini yasama organına bırakır­sa, artık bu düzenlemeler ne temel hukuktan farklı, ne de temel hukuka zarar verici addedi­lir; aksine, hukuku tekâmül ettirici olarak de-ğerledirilir." Rasulullah'ın Yasama Yetkisinin Niteliellerin temizlenmesi gerektiğini; hangi tür su­yun temiz, hangisinin kirli olduğunu açıkla­mıştır.

Ramazan'da Sahur (Vakti): Kur'an, oruç ayında, "Fecir vakti, beyaz ipliği siyah iplik­ten ayırt edinceye kadar.." (2: 187) yenilmesi­ne ve içilmesine İzin verir. Beyaz ve siyah ip­liğin, fecrin beyazlığının gecenin siyahlığın­dan ayırt edilmesi anlamına geldiğini açıkla­yan Rasulullah'dır.

Helâl Olanlar: Kur'an birkaç şeyin helâl, bir­kaçının da haram olduğunu belirttikten sonra tüm temiz olanların helal, bütün pislerin ha­ram kılındığı (5: 3-5) şeklindeki genel kaideyi ortaya koyar. Rasul da davranış ve sözle­riyle nelerin temiz (ki yiyebiliriz) ve nelerin pis (ki yiyemiyeceğimiz) olduğunu gösterdi.

Miras: Kur'an'da açıklandığı kadarıyla miras hukuku, eğer bir merhum ardında erkek evlad bırakmaksızın yalnız bir tek kız çocuk bırak-mışsa kız çocuğu mirasın yarısını, ikiden fazla kız çocuğu bırakmışsa bunların mirasın üçte ikisini alacağım bildirir (4:11). Ancak iki kız evladın mirası nasıl paylaşacakları Kur'an'da açıklanmamıştır. Bunların ikiden fazla kız ço­cuklarına benzer şekilde hisse sahibi oldukları Rasulullah tarafından açıklanmıştır.

Yasaklanan Evlilikler: Kur'an, iki kız kar­deşin bir erkekle aynı anda evli olmasını ya­saklar (4: 23). Rasulullah da hala ve yeğe­nin, yahut teyze ve yeğenin aynı anda bir ni­kah altında tutulmalarının da yasaklanmış ol­duğunu beyan etmiştir.

Birden Fazla, Evlilik: Kur'an bir erkeğin iki, üç yahut dört hanımla evlenmesine izin verir (4: 3), ancak müminlerin aynı anda dört ha­nımdan fazlasını banndıramayacağmı özel olarak zikretmez. Ayetin bu yönü Rasulul-lah'ın dörtten fazla hanımı bulunanlardan dör­dü dışındaki hanımlarını boşamalarını isteme­si ile açıklığa kavuşmuştur.

Hacc: Kur'an Hacc farizasını genel ifadelerle anlatır, fakat bu yükümlülükten kurtulmaları için müminlerin her yıl mı yoksa Ömürlerinde bir kez mi hacc yapacaklarını açıklamaz (3:97). Rasulullah, bu farzıyetin güç yetirerı-ler için hayat boyunca bir kez olduğunu beyan etmiştir.

İstifçilik:  Kur'an altın ve gümüşün iktisab edilip biriktirilmesini katiyetle yasaklar ve bu tür davranış  sahiplerini Kıyamet Günü'nde acıklı bir sonla uyanr (9: 34). Hüküm, gerek kadınların normal kullanımı için mücevherat gerekse kişinin tüm yıl boyunca kendi ailesi­nin ihtiyaçlarını karşılamak için nakit bulun­durmasına izin vermemektedir. Ayetin nüzulü üzerine müminler korktular, fakat Rasul herhangi bir suç yahut günah işlemeden kişi­nin bulundurabileceği altın ve gümüş miktar larmı (nisab) açıkladı. Nitekim, belirlenmiş bu miktardan fazlasına sahip olanlar %2,5 ora nında zekat ödeyecekler ve diğer sorumuluk larmdan kurtulacaklardı.

Hırsızlık: Kur'an, hırsızların cezasını zikredip, ellerinin kesilmesini emreder (5: 38), ancak ellerin kesilmesi İçin çalınmış olması gereken minimum miktarı veya değeri belirt" mez. Belirli bir değerden az hırsızlık; yahut çocuklar, açlar veya fakir kimseler tarafmd;'11 yiyecek çalınması vb. durumlarda ellerin k1'" silmeyeceğini Rasulullah açıklamıştır.

Namaz: Kur'an müminlere namazın şekli'1"' zamanım, namazda ne okunacağı gibi deta1 bilgileri zikretmeden namazı ikame etmeli'1' ni, zekatı vermelerini ve haccı yerine getirr>lC~ lerini emreder. Namazın niteliği, şekli, zarıia" nı, namazda ne okunacağı ve zekatla ilgili c ufak ayrıntıları müminlere açıklayan Ri»'*u @'dir. Hacc esnasında giyilecek elbiseler v. haccı oluşturacak diğer gerekli unsurlar ayrıca beyan edilmiştir. Rasulun açıklamaları olmaksızın müminler bu İbadetlerin genel niteliğini anlayamıyacaklardı.

Bu birkaç örnek, Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde emirlerinin ve hükümlerinin formlarını,niteliklerini ve amaçlarını izah etmek için kendi yasama yetkisini nasıl kullandığını ortaya koymaktadır. Bu açıklamalar olnv1 'i zın müminler, bugün de câri olduğu üzere İslam şeriatinin umumî şeklini bilemeyecek ..,, di. O'nun bu gücü Kur'an tarafından ÖT..-; edilen   yetkiye   dayandığından   hüküm Kur'an'dan ayrı, bağımsız bir hukuk yapısı oluşturmaz, aksine Kur'an hukukunun bir par­çasıdır.

aunnetın Mahiyeti ve Çerçevesi: Gerçek bir Kur'ân çalışması, Rasûlullah'in Kur'ân-ı Kerîm'den başka emirler aldığını ortaya koyar ki, Rasûlullah her iki tür İlâhî Emri de izle­mekle görevlendirilmiştir. Daha Önce de açık­landığı üzre, Kur'an Rasul 'a uymayı mü­minlerin zorunlu görevi kılmıştır: "(Ey Mu-hammed) De ki; 'Eğer Allah'ı seviyorsanız ba­na uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahla­rınızı bağışlasın'" (3: 31). "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır; onu ayetlerimize iman eder ol­dukları halde ittİka edip zekatlarını verenlere has kılacağım. Onlar ki yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceğim) yazılı buldukları Ümmi Nebi olan Rasul'e tabi olurlar" (7: 156-157). "Senin üzerinde bulunduğun yönü (Ka­be'yi), Rasul 'e tabi olanlar ile iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenleri bilelim diye Kıble yaptık" (2: 143).

Zikredilen ayetler Rasul 'a itaati açıklıkla emredip Kur'an'a uymak kasdıyla Rasûlullah'a sırt çevirilemeyeceğinİ belirtir. İlk ayet­lerle Rasûlullah, gerçekten Allah'ı seviyor-larsa kendisine tabi olmaları gerektiğini mü­minlere söylemekle emrolunmaktadır. İkinci ayetle Allah'ın Rahmeti hem Allah'tan korkup sakınan, hem de Rasul'a uyanlara vaadedil-mektedir. Allah'ın Rahmeti iki şarta bağlan­mıştır: Allah'tan korkup sakınma ve Rasul'e itaat. Bu iki şart yerine getirilmedikçe Al­lah'ın Rahmeti umulamaz. Üçüncü ayet ise, ilk kıblenin Rasul'e gerçekten tabi olanlar ile sırt çevirenlerin ortaya çıkması için Allah ta­rafından belirlendiğini sarahatle beyan eder. Üstelik, bu ayet Rasul'a Kur'an'dan başka bir vahyin de ulaştığını gösterir. İlk kıblenin tayin edilişi Kur'an'da zikredilmemi ştir. Oysa biz ilk kıblenin Allah tarafından belirlendiğini (2: 143) ayetinden bilmekteyiz. Şüphesiz ilk kıblenin tayini Rasul'a ulaşan diğer bir va­hiyle olmuştur. Müminler ondört yıl boyunca bu kıbleye doğru namazlarını ikame ettiler ve sonra kıblenin Allah tarafından belirlendiğini öğrendiler. Bu belirleme Rasûlullah vasıta­sıyla yapıldı ki; kimin Rasûlullah'a gerçekten itaatkar kimin isyankâr olduğu anlaşılsın.

Yukarıdaki ayet bir taraftan Rasûlullah'ın Kur'an dışında vahiyle emirler aldığını, diğer taraftan müminlerin Rasul'ın hükümlerine Kur'an'da zikredilmese de boyun eğmekle emrolunduklannı gösterir. Şüphesiz, Rasul'e iman ancak bu yolla sınanır; onların Allah ta­rafından Rasul'a doğrudan gönderilen hü­kümlere inanmaları ve bağlı kalmaları. Ger­çekte, Allah'ın kullarına beyanda kullandığı üç yolu bizzat Kur'an zikreder. "Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arka­sından veya bir elçi (peygamber) gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır; hüküm ve hikmet sahibidir." (42: 51). Allah bu ayette, kullarına haber vermede kullandığı üç yolu beyan eder; birincisi doğrudan vahiy, ikincisi perde arkası ve üçüncüsü elçi aracılığıyla. Bu ilâhî beyan yolları Kur'an'da çeşitli vesilelerle zikredilir. "De ki: 'Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten o Kitab'ı, Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde olarak senin kalbine in­diren O'dur. Her kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşma­nıdır" (2: 97-98). "Gerçekten O (Kur'an), alemlerin Rabbinden nazil olmuştur. O'nu Ru-hu'1-emin (olan Cibril) indirdi. Uyarıcı-korku-tuculardan olasın diye senin kalbine (indirdi)" (26: 192-194).

Rasulullah'a Cibril vasıtasıyla vahyin gel­mesi, tarihin iyi bilinen gerçekleri ndendir. Ra-sul'e doğrudan doğruya Allah'tan emir ulaştığı da aşağıdaki örneklerde gösterildiği üzre, di­ğer bir hakikattir:

a- Rasul Medine'de iken rüyasında kendi­sinin Mekke'ye girip tavaf ettiğini gördü. As­habına bunu haber verip Umre yapmak ama­cıyla bin dörtyüz sahabesi ile birlikte Mek­ke'ye doğru hareket etti. Ancak Hudeybiye mevkiinde Mekke'lilerce durdurularak Um-re'yi gelecek yıl yapacaklarını karara bağla­yan Hudeybiye    anlaşmasını imzaladı. As-habdan bazıları Kabe'nin ziyaretindeki bu ge­reksiz gecikmeden açıkça kaygılı idiler. And-laşmanm hükümleri hakkında pek de lehte dü­şünmüyorlardı. Bu kişileri temsilen Ömer b. Hattab Rasulullah'a gelerek, "Ey Allah'ın Ra-sulü, bize Mekke'ye girip Kabe'yi tavaf edece­ğimizi söylememiş miydin?" dedi. Rasulullah, "Ben size bu yıl, bu yolculukta tavaf ede­ceğimizi söyledim mi?" diyerek cevap verdi. Sonra vahiy geldi: "Andolsun ki Allah, Rasu-lü'nün gördüğü rüyanın hak olduğunu doğru­ladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz, Mescid-i Haram'a saçlarınızı tıraş ettirmiş (kiminiz de) kısaltmış olarak güven içinde ve korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de bundan (Mekke'nin fethinden) önce size yakın bir fetih nasib kıldı." (48: 27). Ayet; Rasul'ın ashabıyla birlikte Mekke'ye gidip umre yapacağı şeklinde bir rüya gördü­ğünü teyid etmektedir. Bu husus, Rasulullah'a Kur'an'ın yanısıra diğer direktif ve talim­lerin de ulaştığı gerçeğinin kesin bir delilidir.

b- Rasulullah hanımlarından birine gizli bir söz söylemiş, zevcesi bunu diğerlerine ak­tarmıştı. Rasulullah bu konuyu araştırdı­ğında zevcesi O'na, bu sırrı başkalarına aktardığını nasıl bildiğini sordu. O vakit vahiy gel­di: "Hani Rasul, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti, derken o zevce de diğerine bu­nu haber vermişti. Allah da O'na (Rasul'e) bu­nu bildirince, Rasul de bir kısmını açıklamış, bir kısmım (söylemekten) vazgeçmişti. Artık bunu kendisine haber verince o (zevci) demiş­ti kî, 'Bunu sana kim haber verdi?' O da, 'Bana her şeyi bilen ve herşeyden haberdar olan (Allah) haber verdi' demişti." (66: 3). Allah'ın Rasul'ın söylediği gizli sözün zevcesince diğerlerine açıkladığını Rasulü'ne haber verdi­ği bir ayet Kur'an'da yoktur. Böyle bir ayet yoksa, -ki yoktur- bu, Allah'ın, Rasulü'ne Kur'an'ın yanısıra mesaj ve direktifler gönder­diğini ispatlar.

c- Rasulullah'ın evlatlığı Zeyd b. Harise zevcini boşadı ve Rasulullah bu hanımla evlendi. Münafıklar ve İslam'ın düşmanları bunu fırsat bilip O'na karşı tenkit ve itiraz fır­tınası kopardılar. Bu kişilerin yaptığı tüm ten­kitleri Allah, sure-i Ahzab'daki  şu ifadelerle cevaplandırdı: "Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki ev­latlarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler Üzerine bir güçlük olmasın." (33:37). Ayet, Rasulullah'ın Zeyd'İn boşanmış hanımı ile evleneceği­nin Allah'ın hükmü olduğunu belirtmektedir. Oysa Kur'an'da bu hükmü zikreden bir bölüm yoktur. Bu yüzden, bu hüküm Allah'ın Rasu­lü'ne Kur'an'dan başka bir yolla verdiği bir hükümdür.

d- Ahitlerini   ve  andlaşmanm  maddelerini müteakip defalar ve ısrarlı şekilde bozmalan üzerine Rasulullah, Beni Nadir üzerine bir sefer düzenledi. Beni Nadir kalesinin kuşatıl­ması esnasında Rasulullah'ın emriyle İslam ordusu hem düşmanı teslime zorlamak ve hem. de hücuma geçtiklerinde kolaylık temin etmek maksadıyla düşmana ait bazı hurma ağaçlarını kestiler ve yaktılar. Bunun üzerine karşı taraf, müslümanları meyve ağaçlarım ve ekinlerini yok ederek yeryüzünde fitne yay­makla suçladı. Halbuki Rasulullah savaş esnasında neyin mubah olup olmadığını elbet­te biliyordu ve burada ağaçların tahribatını kendi kararıyla değil, bizzat Allahu Tealâ'nın izniyle yapmıştır. Bu iznin mahiyeti ve sebebi ayette şöyle açıklanmaktadır: "Herhangi bir hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üstünde dikili bıraktmızsa (hep) Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) fâsıkları rüsvây edeceği için (ve­rilmiştir." (59: 5).

e- Bedir Savaşı'ndan sonra savaş ganimetleri­nin dağıtılma anı geldiğinde savaşı yorumla­yan Enfal Suresi nazil oldu. Rasulullah bu sefer için yurdundan ayrıldığında Kur'an müslümanlara şu şekilde hitap etmekteydi: "Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını size va'detmişti; siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Al­lah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve küfre sapanların  arkasını kesmek  (köklerini kes­mek) istiyordu" (8: 7). Ancak Kur'an'da Al­lah'ın müminlere düşmanlardan bir fırkayı ve­receği va'dini zikreden başka bir ayet yoktur. Açıktır ki bu vaa'd Rasulullah'a Kur'an'da bulunmayan doğrudan bir vahiyle verilmiştir.

f- Yine Bedir Savaşı'yla ilgili olarak Allah buyurur ki; "Siz Rabbinizden yardım istiyor­dunuz. O da 'Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim diye cevap vermişti" (8: 9). Düşmanlanna karşı bin me­lekle yardım edileceklerine dair Rasulü'ne Al­lah'ın bu cevabı Kur'an'da başka bir yerde zik­redilmemektedir.

Bütün bu örnekler, değişik zamanlarda deği­şik problemler üzerine Rasul'a Kur'an'da vahyedilen hükümler gibi müminlerin itaat et­mesi zaruri olan hükümleri ihtiva eden, ancak Kur'an'da bulunmayan vahyin ulaştığını her­hangi bir şüphenin ötesinde ortaya koymakta­dır.

Rasulullah'ın Sorumluluğu: Kur'an'da "sana vahyedilen" sözü birçok kez zikredilir. Bu sözler ne zaman "kitap", "zikir" ya da "furkan" kelimelerince takip edilse Kur'an anla­mına gelir. Fakat Kur'an olarak anlamlandırıl­ması için bir delil yoksa 'sana vahyedilen' sö­zü, ister Kur'an ayetleri şeklînde olsun isterse başka bir şekilde, Rasulullah'dan bize ula­şan tüm emir ve talimatları ihtiva eder. Rasul'e Allah'tan yalnızca Kur'an'ın değil,beraberinde başka vahiylerin de ulaştığını -yukarıda açıklandığı üzre- Kur'an bize bildirmektedir.

"Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve sa­na bilmediklerini öğretmiştir" (4: 113). Ve ay­nı husus Bakara Suresinde şu sözlerle ifade edilir; "Allah'ın size olan nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın. Allah'tan da korkup-sakının ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir" (2: 231). Rasul'ün ha­nımlarına da aynı husus hatırlatılır: "Evleri­nizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın." (33: 34).

Bütün bu ayetler göstermektedir ki, Rasulul­lah'a, Kitab'ın yamsıra, insanlara öğrettiği hikmet de verilmiştir. Diğer bir ifadeyle; Kur'an öğretisine, uygulamaya yönelik bir şe­kil vermek ve kendisine vahyedildiği gibi hak, adalet ve İyilik üzerine kurulu bir sistem oluşturmak için Rasulullah'ın yaptığı bütün çalışmalar, O'nun özel muhakemesine değil, kendisine Allah tarafından verilen bilgi ve hikmete dayalı idi. O, hikmeti yalnızca kullanmakla kalmadı; onu diğer insanlara da öğ­retti (2: 151), ki öğretme İşlemi hem sözle hem de tatbikatıyla yapıldı. Böylece ümmete Rasulullah'dan iki tür vahiy ulaştı: İlki Ki-tab diğeri ise -ister sözlü, isterse amelî (pratik) olsun- hikmet Ayrıca Kur'an, Allah'ın, Rasulüne verdiği 'mi-zan'dan da bahseder. Mizan, Şûra Suresinde şu ifadelerle anlatılır; "O Allah'tır ki, Kitab'ı ve mizanı hak olarak indirdi" (42: 17). Sure-i Hadid'de şunları okuruz: "Andolsun ki biz, peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönder­dik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab'ı ve mizanı da indirdik" (57: 25). Kitab'la birlikte gönderilen mizan, Allah'ın emir ve öğütleriyle insanoğlunun ha­yatında dengeyi sağlar; hastalık ve fesadı ıs­lah edip düzeltir; insan karakter ve tavandaki ifrat ve anormallikleri ortadan kaldırır. Miza­nın gönderilmesi, Allah'ın Rasullerine, Kitab'ın gayesiyle ahenk halinde fert, toplum ve devlet planında adaleti oluşturma kudretini verdiğini açıkça beyan eder. Din onların şahsi yorumları ve görüşlerine tabi değildir. Haki­katte adalet, takva ve iyilik üzerine kurulu mi­zan binasında hangi unsurların gerekli oldu­ğuna hükmetmek için onların aldığı her kara­ra, attıkları her adım vahyedilen 'ölçü' ve 'mi-zan'm ışığında belirlenmiştir. Kur'an'da Kitab ve mizanla birlikte Rasul'a verildiği zikre­dilen üçüncü bir husus "nur"dur. "O'na ina­nanlar, destek olup saygı gösterenler, yardım edenler ve O'nunla birlikte gönderilen nura uyanlar yok mu; işte kurtuluşa erenler bunlar­dır" (7: 157). "Şu halde Allah'a, O'nun Rasu-lü'ne ve indirdiğimiz nura iman edin" (64: 8). "Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap da geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtu­luş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle nura çıkarır" (5: 15-16).

Kur'an'ın bu ayetlerinde "nur", Kur'an'dan ay­rı ve farklı bir şey olarak zikredilmektedir. Açıktır ki bu nur, Rasulullah'a Allah tara­fından ihsan edilen müstakil ilim, hikmet, fe­raset ve anlayış anlamına gelmektedir. Bu nurlardır ki Rasul hak ve batıl arasındaki farkları açıkça gördü; ekonomik, sosyolojik, hukuki ve devletle ilgili diğer alanlarda da karmaşık ve çapraşık problemleri ahfcıki ve ruhî' planda mucizevi sonuçlar elde ederek çözdü. Bu, sıradan bir insanın kendi kendine yaptığı değil, aksine kendisine Allah'tan Ki-tab'ın yanısıra doğrudan ilim ve basiret ulaşan Allah'ın elçisince yapılan bir çalışmadır.

Bu açıklamalar şüpheye hiç yer bırakmayacak şekilde ifade etmektedir ki Kur'an, bize her-şeyi bir tarafa bırakmamız ve yalnızca "Rasul'e vahyolunana" uymamızı emrettiği her yerde yalnızca Kur'an'a değil, Kur'an'ın bera­berinde Rasul'e verilen "hikmet", "nur", "mizan"a da uymamızı ister. Bunlarsa yalnızca Rasul'ın karakter ve davranışları, sözler ve amelleriyle açıklanmıştır. Bu sebeple bazen Kur'an, "Size indirilene uyun" (7: 3), bazen de "Rasul'e itaat edin" (4: 59, 3: 31, 33: 21 ve 7: 157) der. Şüphesiz Kur'an'ın bu emir ve tali­matları, hiçbir zaman birbiriyle çelişmez. Kur'an, sünnet ve sahabelerin uygulamaları; Rasul'ın sünnetine itaat etme ve gereklerini yerine getirmenin yalnızca görünüşte ve key­fiyette benzerlik anlamına gelmediği, genel olarak düşünme tarzında, değerler sisteminde, prensiplerde, ideolojide, ahlakta -ve hakikat­te- bütün nitelik ve uygulamalarında O'nu iz­lemenin gerekli olduğu gerçeğinin inkar edilmez şahitleridir. Ve her şeyden önemlisi, dini hükümlerin herhangi birisi hakkında eğitici ve öğretici vasıflarıyla Rasulullah her ne gös­termişse, tıpkı bir öğrenci gibi bu hareketleri izlemek biz müminler için kaçınılmazdır. An­cak bu, O'nun giydiği ile aynı tür elbiseler giymemiz, O'nun yediği yiyeceklerin aynısını yememiz, O'nun bindiğiyle aynı tür binekleri kullanmamız, O'nun kuşandığı silahların aynı­nı kuşanmamız gerektiği anlamına gelmez. Hiç kimse sünnete uymayı bu manada anla­mamış, başlangıçtan bu yana bütün müslü-manlar bu İtaati Kur'an'ın hüküm ve kuralları­nı tefsir etme ve İslamî düşünme tarzı husu­sunda Rasulullah'ın verdiği izahatlar şek­linde kavramışlardır.

Sünnet, Yasama (Teşri'î) Açısından Müstakil Bir Kaynak mıdır?

Sünnetin Teşri'î yönünü tesbit amacıyla hadis­lerin sınıflandırılıp üç kategoriye ayrılması hususunda âlimler arasında tam bir ittifak var­dır:

a- Kur'an ahkâmını teyid eden ve hem icmal hem de tafsil bakımından bunlara uygunluk gösteren hadisler. Namaz, oruç, hacc ve   ze­katın vucubiyetini belirten ancak bunların şart ve temel cüzlerini ifade etmeyen hadisler bu gruba misal olarak gösterilebilirler. Bu hadis­ler İslamm temel esaslarının yerine getirilme­sini emreden ayetlerle uyum içindedir. Mesela "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Al-lah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'ın Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek; namazı ikame etmek; zekatı vermek; Rama­zan ayında oruç tutmak; haccetmek" hadisi Kur'an'ın şu ayetleri ile paralellik gösterir: "Namazı dosdoğru kılın ve zekatınızı verin" (2: 83). "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılın­dı)" (2:183). "Ona bir yol bulup güç yetirenle-rin beyti haccetmesi Allah'ın insanlar üzerin­deki hakkıdır" (3: 97). Benzer şekilde "Müs­lümanların malı ancak sahibinin gönül rıza­sıyla vermesi ile diğerlerine helal olur" hadisi, izleyen ayetlerle uyum İçindedir. "Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kal­kışmanız size helal değildir"  (4:   19).  "Ey iman edenler, aranızda karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaret olmaksızın mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyiniz" (4: 29).

b- Bu kategori;  mutlak hükümleri  tatbik, mücmel-i tafsil, amm'ı tahsis edip Kur'an ah­kamını beyan ve izah eden hadislerden, diğer bir İfadeyle; namaz, zekat, oruç, hacc, alırn-satım ve genel muamelatla İlgili kısa ve müc­mel ifadeleri açıklayan hadislerden oluşur ki hadislerin ekseriyeti bu kategoridendir.

c- Bu kategoride Kur'an'ın belirtmediği hu­suslarda hükümler ortaya koyan hadisler bu­lunur. Yeğen ve halanın, yeğen ve teyzenin aynı anda bir nikah altında bulunmayacağını ifade eden; şufa' hakkıyla ilgili kuralları dü­zenleyen; evli zaninİn recm, bekar zaninin sürgün  edilmesini  zikreden;  ninenin miras hakkını ve benzeri kuralları belirten hadisler­de olduğu gibi.

İlk iki kategoriyle ilgili olarak alimler arasın­da kesinlikle bîr anlaşmazlık bulunmamakta­dır. Kuşkusuz, bu ayetler hem Kur'an'in hü­kümlerini teyid ederler, hem de diğer katego­riyle kıyaslandığında sayıca çoğunluğu oluş­tururlar. Ne var ki, üçüncü kategorideki hadis­ler Kur'an'da olumlu yahut olumsuz yönde zikredilmeyen hususlarla ilgilidirler. Bu kate­gorideki hadisler İçin âlimler arasında farklı görüşler vardır. Burada, bu hadislerin, kendi başlarına yeni hükümler beyan edip etmedik­leri sorusu ortaya çıkmaktadır. Başlı başına tefsir yoluyla bile olsalar bu hadisler Kur'an metninin anlamı içerisinde addedilebilinir mi? ("Sunnat ki Aini Hathiyat" ve "Hadith-i Rasul and İts Tashri'i Muqam").

Alimler ve fakihlerin cumhuru bu görüşü sa­vunurlar. İmam-ı Safi' der ki: "Rasulullah'ın hadislerini üç kategoriye ayırmakta alimler arasında bir ihtilaf yoktur. İlk iki kate­gori üzerinde tam bir ittifak halindedirler, an­cak   üçüncü kategori açısından ayrılığa düşmüşlerdir.

a- Kur'an'da verilen bir hükmü ay­rıca Rasululllah da teyid eder.

b- Kur'­an'da mücmel olarak kısaca belirlenen hükmü Rasulullah ayrıntıları ile açıklar. Zikredilen bu iki tip hadisler üzerinde anlaşmazlık yahut münakaşa yoktur,

c- Üçüncü kategoridekiler Kur'an'da ifade edilmeyen hükümleri beyan eden hadislerdir. Bunlar hususunda alimler­den aktarılan fikirler şu şekildedir:

1- Âlimlerin bir kısmı Allah'ın, Rasulü'ne itaa­ti farz kılması sebebiyle Kur'an'da zikredilen hususlar da Rasulullah'ın emir verebileceği görüşündedirler.

2- Alimlerden diğer bir grup Rasul'ün an­cak ve ancak esası Kitabullah'ta bulunan hu­suslarda hüküm verebileceğini söylerler. Me­sela Kur'an namazın ikame edilmesini emre­der, Rasulullah da nasıl yapılacağına dair tafsilâtı anlatır.  Benzer şekilde Kur'ân-ı Kerîm, ticareti (alış verişi) helâl kılarken, meşru   ticaretin   biçimlerini izah eden Rasulullah'dir.

3- Bir kısım âlim Rasulullah'ın Allah'tan aldığı özel talimlere uygun düşecek şekilde emirler verdiğim' söylerler.

4- Bazı âlimler Rasulullah'ın sahip olduğu vahiy nedeniyle bu tür emirler verdiğini düşü­nürler.

Hadislerin üçüncü kategorisi üzerindeki akta­rılan farklılıklar bu hadislerin varlığı veya yokluğu üzerinde olmayıp bu hadislerin müs­takil yasama (teşri') kaynağı mı olduğu -ki bi­rinci, üçüncü ve dördüncü gruptaki alimlerin görüşleri bu yöndedir- yoksa Kur'an metninin anlamı içindeki emirleri mi teyid ettiği üzeri­nedir. İkinci gruptaki âlimler bu son görüşü paylaşırlar.