Konu Başlığı: Sûfîler Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Ağustos 2012, 19:18:55 Sûfîler {Mutasavvıflar) İrfan ehlinin Önde gelenlerinden Molla Cami Akaidnâme'sinde şöyle demektedir: O sonuncusudur nebi ve rasûllerin diğerleri her bir cüz iken, o bütünüdür rasûllerin Ondan sonra yoktur başka gelecek rasûl Kimse yükselemez ondan sonra makam-ı rasûle Hadis-i Rasûl'e göre kıyamete yakın Arz'a gelecek Mesih-i İsa; ona bakın O da tâbi olacak Muhammed'İn şeriatına Takip edecek kökü, çünkü Mesih aittir nübüvvet ağacına, Muhammed'İn şeriatının hak olduğunu söyleyecek ve herkese aynı hak inancı vazedecek. Şerhü't-Tearufda hâtmü'n-nübüvvet çok berrak bir şekilde açıklanmıştır. Şerhü't-Tearuf tasavvuf ile ilgili en iyi kitaplardan biridir ve Keşfü'z-Zünun'ua müellifi Hacı Halife "et~ Tearruf adlı kitap olmasaydı, insanlar tasavvufu anlayamazlardı" demektedir. "Yüce Allah nebiler silsilesini Muhammed ile sona erdirmiştir. Bundan dolayı Allah Teâlâ: 'O Rasûlullah ve hâteme'n-nebiyyîn'dir.' (33: 40) buyurmuştur. Bu kelime nasb (fetha) ile okunursa 'rasûl ve nebilerin mührüdür' yani sonuncusudur anlamına gelir. Kesre ile okunursa 'mührü basan ve (bîr işi) kapatan' yani sonlandıran anlamına gelir. Hz. Muhammed bir keresinde Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştur: 'Senin bana nisbetin Harun'un Musa'ya nis'oetİ gibidir; şurası müstesna ki benden sonra peygamber gelmeyecektir!' Bir diğer zamanda ise Rasûlullah 'Ben Âkib'im (benden sonra peygamber gelmeyecek)' buyurmuştur." (Şerhü't-Tearuf, s. 14). Mevlana Nizamî Gencevî, Mahzenü'l-Esrar'ında şöyle demektedir: Sen ilmi ileriye taşıyacak nebi, Muhammedi'sin Sen nübüvvet mührü eline verilmiş Muhammed'sin Abdülkadir Geylânî Gunyetu't-Tâlibîn adlı eserinde şöyle buyurmaktadır: "(Gulat) Şİa Hz. Ali'nin de peygamber olduğunu iddia ediyor... Allah'ın, meleklerin ve bütün mahlu-katın lâneü kıyamet gününde bu şiilerin üstüne olsun ve toprak ve bahçeleri talan olsun, çöle dönsün, arzda yaşayacakları bir yer bu-lamasınlar! Çünkü aşırı fikirlerini abartarak ve küfürlerinde İnat ederek İslâm'a karşı çıkmışlar ve iman yolundan sapmışlardır. Allah'ı, Rasûlünü ve vahyi reddetmişlerdir. Bu fikre sahip olan kimselerin şerrinden Allah'a sığınırım!" (İkfarü'l-Mülhidîn, s. 42). Şeyh Abdülgani Nablûsî Şerhü'l-Fera'id adlı eserinde gulat Şia'nın kâfir olduğunu beyan ederek şöyle demektedir: "Onların mezheplerini tahrif ettikleri ve imanlarını bozdukları çok açıktır. Onların mezhebi, Hz. Muhammed'den sonra yeni bir peygamber geleceği gibi yanlış ve sapık bir fikri benimsemektedir. Bu Kur'ânî hakikatleri inkâra kadar varmaktadır. Kur'ân nassı açıktır, o nebilerin ve rasûllerin sonuncusudur (33: 40). Ayrıca şu hadis de göz önünde bulundurulmalıdır: 'Ben Âkib'im ve benden sonra peygamber olmayacaktır!' Yine bütün İslâm ümmeti bu âyet ve hadisin zahirî anlamıyla anlaşılması gerektiği konusunda icma halindedir. Bu fikre karşı çıkan her kimseyi bu delillere dayanarak M/zr sayabiliriz." (a.g.e., s. 42). Büyük tasavvuf ve sülük âlimleri gulat Şia'yı kâfir saymaktadırlar. Çünkü bu Şiiler teşriî olmasa da Hz. Ali'yi peygamber saymaktadırlar. Bu da bir kimsenin her hangi bir çeşit nübüvvet iddiasını kabul etmenin Kur'ân ve hadis hakikatlerini İnkâr etmeye eşdeğer olduğunu göstermektedir. Şeyh İmadüddin el-Umevî, Hayatü'l-kulûb fi Keyfiyet-i vusul ilel-mahbub adlı eserinde sufilerin genel inançlarını özetlemeye çalışmıştır: "İcma ettikleri inanç esaslarını ve uymaları gereken kural ve düzenlemeler konusunda benimsedikleri mezhebi bildirir dördüncü bölümdür. Ebu'l-Hasan Eş'ari ve tale-belerince savunulan (ana) fikir Hz. Muhammed'in, mahlukatın ilki ve peygamberlerin sonuncusu olduğudur." (Hayatü'l-kulûb, c. II, s. 2 derkenar). Bunu kısaca tanımladıktan sonra, yazar konuyu ayrıntısıyla ele alarak şöyle demiştir: "Hz. Muhammed peygamberlerin en kâmil olanıdır ve onunla birlikte Allah Teâlâ nübüvveti ebediyyen sona erdirmiştir, (a.g.e., c. II, s. 4). Takiyüddin Abdülmâlik Nüzhetü'n-Nâzirın adlı eserinde Hz. Muhammed'in fazilet ve kemalâtından bahsederken hâtmü'n-nübüvveti onun en kâmil özelliklerinden biri olarak nitelemektedir. Bu görüşünü desteklemek için de çok sayıda hadis nakletmİştir. Bu hadislerin tamamı bir önceki kısımda aktarılmıştı. (Nüzhetü'n-Nâzirîn, c. I, s. 15).söylemiştir: "Hz. Rasûl bize rüyaların peygamberlik cüzlerinden bir cüz olduğunu bildirmiştir- Nübüvvetten insanlara bu cüzden başka bir şey kalmamıştır. Bu nedenle nübüvvet kelimesi artık hiçbir şeye atfedilemez; şeriat getirmemiş kimselerden başkasına da atfedilemez. Bundan dolayı nübüvvet kelimesinin Hz. Muhammed'den sonra gelen İnsanlara izafe edilmesi yasaklanmıştır." (el-Fütuhatü'l-Mekkîyye, c. II, s. 495). Fütuhatü'l-Mekkîyye'mn başka bir yerinde şunu görmekteyiz: "Bir insan nübüvvetten bir cüz olan mübeşşimt'& (rüyayı sadıka) nail olsa, bu kimseye hakikatte peygamberlik izafe edilemez; nübüvvet ancak nübüvvetin bütün cüzlerini haiz kimselere izafe edilebilir ve ancak o kimseye nebi denebilir. Bize yasaklanan ve ebediyete kadar sona ermiş olan nübüvvetin bu özellikleri vardır. Bunlardan birisi de Cebrail vasıtasıyla gelen vahiy yoluyla ikame edilen şeriat'tır. Bu özellik yalnızca peygamberlere hastır." (a.g.e,, c. II, s. 568). Arabî, bu kavram hakkındaki görüşlerini İslâm ümmetinin tamamının ve bütün sofilerin ifade ettiğine yakın sözlerle beyan etmiş ve peygamberlik makamının Hz. Muhammed'den sonra hiç kimseye izafe edilemeyeceğini; şeriat ıstılahı olan peygamberliğin kıyamet gününe kadar mutlak olarak ve tamamen ortadan kalktığını söylemiştir. Ancak peygamberliğin kemâlatı bu ümmet içinde, önceki ümmetlere nazaran çok daha sık ve güzel şekilde zuhur edecektir. Bu gerçek zahir ve batın âlimlerince inkâr edilemez. Bu husus önceki kısımda, Hz. Peygamber'in hadislerinden ve ashab ve tâbiûnun kavillerinden alıntılar yapılarak açıklığa kavuşturulmuştu. Yukarıda nakledilen metinlerden ve Arabi'nin eserinden çıkardığımız sonuç şudur: "Şeyh, gayritesriî peygamberlik devam edecektir anlamında bir şey söylememiştir, bilakis o kemalât, mübesşirât ve velayet halen devam etmektedir ve bunlar gayritesriî nübüvvetin cüzleridir, demek istemektedir. Bu satırlarda şeyh gayritesriî olan nebilerin rasûl olmadığını açıklamaktadır. Risalet ancak nebilere şeriat geldiği zaman kemalâtma kavuşmuş olmaktadır. Bu satırlar hadiste tanımlanan şeyin aynısını tekrarlamış olmaktadır: Sâdık rüya nübüvvetin bir parçasıdır. Ancak hiç kimse sâdık rüyanın nübüvvet olduğunu iddia edemez. Arabî, tesrî'm nübüvvet'in bir cüzü olduğunu söylemekte ve gayritesriî nübüvvetin de mümkün olduğunu bildirmektedir. Bu nübüvvetin sona erdiği anlamına gelir: Sadece bazı cüzleri mevcut olacaktır ve böyle bir şey İslâm hukukuna ve akaidine göre ya da genel anlamda nübüvvet olarak kabul edilemez. Arabî, nübüvvetin aslî cüzlerinden olan teşri olmadığı müddetçe kimseye nübüvvet affedilemeyeceğini açıkça söylemiştir, Böylece, Müslümanları, Muhiddin-i Arabî'-nin peygamberliğin devam ettiğine inandığına ikna etmeye çalışan Mirzâîlerin oyun ve aldatmacaları da açığa çıkarılmış olmaktadır. Buradan Muhiddİn-i Arabi'nin gayritesriî peygamberliği peygamberlik saymadığı, onun yalnızca nübüvvetin bir cüzü olduğunu ifade ettiği kolayca anlaşılacaktır. Kısaca, Şeyh'in devam ettiğine inandığı şey nübüvvet değildir ve Şeyh nübüvvetin devam ettiğine inanmamaktadır. Bu, ümmetin icmaı ile oluşturulan bir inançtır ve buna sahip çıkmak farzdır. Şeyh'in gerçek niyeti anlaşılamasa dahi, Kur'ân ve hadis gibi açık nasslar ve İslâm ümmetinin icmaı Muhiddin-i Arabi'nin muğlak bîr ifadesi uğruna silinip atılamaz. Şeyh Abdülgani en-Nablûsî, Muhiddin-i Arabî'nin Fusûsü'l-Hİkemlnden bir pasajı şöyle açıklamaktadır: Risalet ve nübüvvet Hz. Muhammed'in nübüvvete nail oluşundan sonra sona ermiştir, çünkü kıyamet gününe kadar nübüvvet niteliklerine sahip hiç kimse kalmamıştır." (Şerh-ü Fusûsü'i-Hikem, s. 81). Müceddid-i Elf-i Sâni İmam Rabbani Mektu-bat'mda şöyle demektedir: "Bu bidat fırka (gulat Şia) ehl-i Kıble olduklarını iddia ettiklerinden, onların dinin aslî akidelerini ve yaygın şekilde bilinen ve uyulan şeriat kural ve kavramlarını inkâr ettiklerini anlayana kadar bunları kâfir ilân etmekten sakınırız." (Mek-tubat, c. III, s. 38; c. VIII, s. 90). Böylece açığa çıkmaktadır ki, her kim müte-vatir olan İslâmî amel ve inanç esaslarını inkâr ederse kendini küfür bataklığına atmış olur. Hâtmü'n-nübüvvet de mütevatir bir fikirdir ve Ümmetin her devrinde ve herkes tarafından kabul görmüştür. Bundan dolayı Müceddid'in gözünde bu gerçeği inkâr eden bir kimse kâfirdir. Bu konu Fütuhatla. Muhiddin-i Arabî tarafından da ele alınmıştır: "Dinin esaslarında tevil'e kaçmak küfürdür" (Fütuhat't&(c. II, s. 257). Bunlar sufilerin görüşleridir. Böylece, ümmet bütün ilim dallarındaki âlimler ve bütün muttaki ileri gelenlerin nübüvvetin Hz. Muhammed ile sona erdiğini düşündüğü ve bunu imanlarının bir parçası olarak telakki ettiği müşahade edilmiş olmaktadır. Ümmetin bütün âlimlerinin görüşleri burada ele alınmış; tevile, tahsise ve sınıflandırmada ayrıntılara girilmeksizin şeriata göre nübüvvetin Hz. Muhammed ile birlikte sona erdiği ve devam etmediği sarahaten ispatlanmış oldu. Şimdi ise önceki nebilerin ve ümmetlerin görüşleri ele alınacaktır. Gören gözlere ve işiten kulaklara hitapla: "...Allah'ın nûr vermediği kimsenin nuru olmaz." (24: 40). |