Konu Başlığı: Suç Statü Ve Özgürlük Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Mayıs 2012, 23:07:27 Suç, Statü Ve Özgürlük Çeşitli suçlar için cezanın Kur'an ve Sünnet tarafından belirlendiğine burada işaret edilebilir. Bu nitelikteki herhangi bir suç işlendiğinde yargı her suç için gerekli görülen cezalardan oluşan kesin emire sahiptir. Rasul, şeriatın emirlerini yerine getirmek hususunda çok titiz idi; cezanın verilmesinde zengin ve yoksul, akraba ve yabancı, dost ve düşman arasında bir ayırım gözetmezdi. Kureyş kabilesinden bir kadının hırsızlık yaptığı anlaşılıp suçlu bulunduğunda Rasul onun elinin kesilmesini emretti. Bazı sahabeler cezanın hafifletilmesi için arabuluculuk yapmaya çalıştılar. Muhammed ashabını biraraya toplayarak onlara önceki kavimlerin yoksulları cezalandırmaları, zenginleri ise suçlarını görmemezlikten gelmeleri nedeniyle yok edildiklerini anlatarak şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki eğer kızım Fatıma hırsızlık yapsa, onun da ellerinin kesilmesini emrederdim." Burada hatırlanması gerekli diğer bir nokta, adaletin yerine getirilmesi ve kanun ile düzenin sağlanmasında İslâm'ın tam tarafsızlığı zorunlu kılmasıdır. Her olay mutlak adaletin temelleri üzerine kendi usûlüne göre karara bağlanmalı ve emîr ya da yöneticilerin kişisel kin vs. duygularının adaletin yönüne herhangi bir şekilde etkisi bulunmamalıdır. Rasul kendi örnek davranışlarıyla şüphe, herhangi birine karşı muhtemel suç işleme niyeti ya da geçerli temelleri olmayan sahte ithamlar üzerine hiç kimsenin kovuşturulamayacağım,ta-ciz edilemeyeceğini veya hapse atılmayacağını göstermiştir. Sadece şeriatın sınırlarını çiğneyecek somut suç işleyen kişiler kovuşturmaya uğrarlar; en ufak bir şüphe varsa hiçbir şahıs polis merkezine götürülemez. Kişisel özgürlük İslâm'da kutsal dokunulmazlıktır ve Allah tarafından sosyal statüleri, ırkları, inançları ve ulusları dikkate alınmadan tüm insanlara verilmiştir; hiç kimse âdil bir sebebe dayanmaksızın sırf şüpheyi esas alarak bunlara dokunamaz. İnsanların haklarını haksız yere ihlâl eden emîr ya da idareci Allah'ın kanunlarının kutsallığını ve dokunulmazlığını tanımamış demektir. İslâm Hukuku'nun bu yönü 4. halife Hz. Ali (r.a.) tarafından Hariciler için söylediği şu sözlerle açıklanmıştır: "Herhangi bir suç İşlemedikçe ya da kurulu yönetime karşı açık isyan çıkarmadıkça ülke içerisinde dolaşmakta serbestsiniz. Ancak bunlardan birini yapacak olursanız ülkede kanun hukuk ve nizamın korunması için size karşı gerekli tavrı alırım." Bu sözler devlete karşı bir suç işlememiş kişileri hiçbir yöneticinin, emîr ya da üst düzey idarecinin kilit altında tutma hakkına sahip olmadıkları gerçeğini açıkça ortaya kor. Zaten Rasul da kişinin farklı politik veya dini görüşler nedeniyle kovuşturmaya uğramaması veya hapsedilmemesi gerektiğini kesinlikle berrak kılmıştır. İnsanlar yöneticilerinden ya da üst düzey idarecilerinden farklı düşüncelere sahip olmakta özgürdürler ve şeriat kanunlarını çiğnemediği ve barış içerisinde yaşadığı müddetçe koğuşturamazlar, hapsedernezler. Ancak başkalarının malı, namusu ve canı için herhangi bir saygı duymayan onların mallarını yağmalayan, kadınlara tecavüz eden, ayrım yapmadan erkeklerini öldüren eşkiya ve korsanlar mümkün olan en ağır ceza ile muamele görürler, merhametlik gösterilmez. Yakalanana ya da çatışmada ölene kadar takip edilirler ve onlara çok ağır bir ceza da tayin edilmiştir. "Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası, ancak Öldürülmeleri, asılmaları ya da elleri ile ayaklarının çarpraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir." (5: 134). Rasulullah, bu tür suçlular için sert cezaları emretmiştir. Böyle bir olay Rasul'un Ureyne'ye el-Gabbah isimli otlak arazisinde yaşamalarına izin vermesi üzerine ortaya çıktı. Bu kişiler sürüyü yağmaladılar, uzaklara sürdüler ve Rasulullah'ın yardımcısı Yasir'i öldürdüler. Bunlar yakalanıp ibret olması için çok ağır cezaya çarptırılmışlar, asılmışlardır. Soyguncuların ve bozguncuların hareketlerini engellemek, civar bölgelerde kanun ve nizamın devamını sağlamak amacıyla çeşitli zamanlarda Rasulullah 13 sefer göndermiştir. Bu seferlerden ikisi, Benu Lihyân ve el-Gabbah kendi komutası altında yerine getirilmiş, diğer onbirine ise ashabı komuta etmiştir. Bunlar; el-Kuretâ, et-Taraf, Husmâ, Vadiu'1-Kurâ, Ummu Karfe, Urey-ne, Abdullah el-Leysî, Uyeyne b. Hisn, Kutbe b. Âmir b. Haddan, el-Mudlic ve el-Karşî. Rasulullah, isyanı bastırmak, âsilerin hareketlerini kontrol altına almak ve bölgede barışı oluşturmak için ülkenin farklı bölgelerine çeşitli büyüklükte 27 sefer düzenlemiştir. Bu tür seferlerin 6'sına katılmıştır ki isimleri el-Kudr, Zu'l-emer, Buhran, Zâtu'r-Rikâ, Dumatu'l-Cendel, ve Benî Muslik'tir. Diğer 21 sefere ashabı komuta etmiştir: Katan'a Abdullah b. Uneys, Ukkâşe b. Muhsan; Beni Salebe, el-Camum, Abdullah b. Atik; Fe-dek ve Turabe'e, Ömer b. Hattab; Beni Ki-lab'a Ebu Bekir, Sa'd b. Beşir el-Ensarî, Abdullah el-Leysî Uyeyne, el-Suleymî, Fedek'e karşı el-Kadid ve el-Leysî, el-Esadî, el-Gıfarî; Vadi'l-Kurâ'a Ebu Katade b. Rib'i ve Tayy'a Ali b. Talib. Ülkede soyguncular, âsiler ve her çeşit bozguncular kol gezmekteydi, bu yüzden başarılı olmak son derece güç bir işti, ancak Rasulullah bütün bu yıkıcı kuvvetleri bastırmayı ve kanun ile nizamı oluşturmayı başardı. Güçlük çıkaran bölgeler düzenli gözetim ve devriyesi ile üstesinden geldi. Adiy b. Hatem İslâm'ı benimsediğinde Rasul'ın şöyle dediği rivayet olunur: "Allah bu dini öyle bir şekilde tamamlayacaktır ki, Sana'-dan Hadramut'a seyahat eden bir deve sürücüsü sadece Allah'tan korkacak ya da kurtlardan ürkecektir." (Ebu Davud). Buharî'nin rivayetine göre: "Allah bu çalışmayı öyle bir şekilde tamamlayacaktır ki, Hira'dan gelen bir kadın Kabe'yi ziyaret edecek ve Allah'tan başkasından korkmayacaktır" Adiy, hiç kimseden korkmadan bir kadının Hira'dan hareketle Beytu'l-haram'ı ziyaret ettiğini bizzat kendi gözleriyle gördüğünü ifade etmiştir. Bu hadis, Arabistan Yarımada-sı'nda yalnız bir kadının bile ülkenin bir yerinden diğerine soyguncu ve hırsız korkusu olmadan rahatlıkla seyahat edebileceği düzeyde barış ve güvenliği Peygamber'ın hayatı boyunca kurduğu gerçeğini teyid eder. Bir oryantalistin sözleriyle: "Fetihlerin hızından daha fazla şaşırtıcı olan fetihlerin düzenli karakterleridir. Savaş yılları sırasında bazı yıkımların olması kaçınılmazdı; ancak Araplar, genellikle harabe izleri bırakmak yerine insanların ve kültürlerin yeniden bütünleşmesine öncülük etmişlerdi. Muhammed'in halefleri, raşîd halifeleri, miras olarak bıraktığı yönetim ve hukuk yapısı ve Bedevi kuvvetleri kontrol ederek değerini kanıtlamıştır, îslâm uygar dış dünyaya girmiştir. Ancak yağmacılar güruhunun kaba hurafeleri olarak değil, Doğu Roma'nın Hıristiyanlığı ve Fars'in Zerdüşt dinine onların kendi topraklarında meydan okuyabilecek saygın ve doktrin emreden manevî bir güç olarak. Kabİle-vî içgüdünün ve Bedevî geleneklerinin zaman zaman isyan ve iç savaş sekimde patlak verdiği doğrudur; ancak bunlar da sonunda sadece yeni emperyal iktidar düzenine olan ihtiyacın ve bu iktidar gücünün daha etkili bir şekilde artmasına yardım ediyordu." (H. AR. Gibb'Mohammedanism', sh: 3). |