๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Haziran 2012, 19:16:26



Konu Başlığı: Sosyal Güvenlik
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Haziran 2012, 19:16:26
4- Sosyal Güvenlik

îslâmî sistem, kanunen ve ahlaken, üyeleri­nin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan sorum­ludur. Sosyal yardım servisleriyle birlikte, ka­munun idamesi sorumluluğunu da üstlenme­si, İslâmî sistemin kendine has özelliğidir. Her vatandaşın temel ihtiyaçları garanti al­tındadır. Kamu idamesi prensibi, müslüman toplumun bütün yapısında kendini gösterir. Birey, kendisi, ailesi, yakın akrabaları, için­de yaşadığı toplum ve son olarak, bütün in­sanlık için sorumlu tutulmuştur. İslâm, men­suplarına öyle bir ahlâkî eğitim ve öğretim verir ki, onlar zenginliği sadece kendileri için değil, aynı zamanda ailelerinin diğer fertle­rine ve toplumun fakir, kimsesiz üyelerine yardım etmek için de isterler, Peygamber, sosyal refahın muhafazasında kişisel sorum­luluğu, şu misalle anlatmıştır: "Allah'ın koy­duğu hudutlara uyan ve uymayan insanlar, birlikte bir gemi satın alan insanlara benzer­ler. Bunların bazıları geminin üst katında, bazıları da alt katında bulunurlar. Altta bu­lunanlar, su alıp getirmek için üst kata git­meye mecburdurlar. Bunlar, su almak için yukarı gitmektense, bulundukları yerden bir delik açmanın daha uygun olacağını, böyle­ce hem kendilerinin yukarı çıkıp inme sıkın­tısından kurtulacaklarını, hem de yukarda-kileri rahatsız etmeyeceklerini düşünürler. Eğer, yukarıdakiler bunların istediklerini yapmaya izin verirlerse, hepsi birlikte yok olurlar, fakat onların bu işi yapmalarına mâ­ni olurlarsa, sadece kendilerini değil, gemi­deki diğer bütün insanları da korumuş olur­lar'' (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, Economic Problem of Man, s. 25-26).

Peygamber, kişisel refah ile kamu refahı arasındaki ilişkiyi, bu veciz ifadesiyle anlat­mıştır; birkaç insanın hareketi, bazan bütün toplumu bozabilir. Eğer, toplumun zengin­liğinin büyük kısmının birkaç kişide toplanmasına müsaade edilir de, bunlar da o pa­rayla lüks içinde yaşar veya o paranın üstü­ne otururlarsa ve de böylece toplumun bü­yük bir çoğunluğu, kendi haklarından mah­rum kalırsa, bütün ekonominin eninde so­nunda, batması mukadderdir. Bu durumda, İslâm devletinin yapması gereken vazifesi vardır. Gerçekde, hiçbir kimse, topluma karşı olan sorumluluğundan kaçamaz; çünkü her kişi, İslâmî toplumda, aynı anda hem göze­ten, hem de gözetilen olarak telakki edilmiş­tir. Peygamber, insanın bu çift taraflı so­rumluluğunu şu sözlerle ifade etmiştir: "He­piniz çobansınız ve sürülerinizden (kıyamet gününde) sorumlusunuz." (Buharı ve Müs­lim).

Aynı şekilde, toplum da kendi katındaki za­yıf ve kötü hayattan, Allah'a karşı sorumlu­dur. O, zayıfları kuvvetlendirmekle ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için, fakirlere yeterli imkânları sağlamakla yükümlüdür. Aynı za­manda, zengin ve fakir arasındaki farkın do­ğal sınırların ötesine çıkmasını önlemek de toplumun vazifesidir; eğer bu durum ortaya çıkarsa, toplum, servetteki farklılıkları do­ğal ve âdil sınıflara çekmek için gerekli adım­ları atmakla mükelleftir. Ve yine toplum, za­yıf ve yetimlerin mal ve mülklerini sömürü­cülerden korumakla da yükümlüdür.

İslâm toplumu, cemiyetteki zayıf ve düşkün­lerin hayat gereksinimlerinin sağlanmasın­dan da mesuldür. Eğer hazinede yeterli fon yoksa, devlet, ihtiyaç sahiplerinin gereksi­nimlerini karşılayabilmek için zenginlere ver­gi koyabilir. Çünkü eğer bir kimse, bir gün aç, çıplak veya barınaksız bırakılırsa, bütün cemiyet, Kıyamet gününde Allah'a karşı so­rumlu olacaktır. Bunun için, fakirliğin kö­künü kurutmak gayesiyle, cemiyetin, men­supları arasında kardeşlik ruhu, doğal sevgi ve işbirliğini geliştirmeye çaba sarfetmesi ke­sinlikle gereklidir. Fakir ve düşkünleri acına­cak hallerinde yalnız bırakmak büyük bir suç ve günahtır. "Dini yalan sayanı gördün mü. Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmaya ya­naşmayan kimse işte odur?' (107: 1-3). Cehenneme atılacak olan günahkârın özelliklerin­den biri de şöyle anlatılmıştır: "Çünkü o, yü­ce Allah'a inanmazdı. Yoksulun yiyeceğiyle ilgilenmezdi. Bu sebeple bugün burada onun bir acıyanı yoktur." (69: 33-35).

Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri, fakir ve muh­taç insanlar açlıktan ölürken, zenginlerin lüks hayat içinde yaşadıkları bir cemiyetin vahim durumunu belirtirler. Böyle bir du­rum, eğer düzeltilmezse, sonunda tüm top­lumun mahvına sebep olur. Bunun için, İs­lâm toplumu böyle bir durumu hoşgörüyle karşılayamaz ve onu kökünden yok etmek için gerekli her adımı atar. Kur'an-ı Kerim, zenginin malında fakirin bîr hakkı olduğu­nu vurgular (51: 19). Peygamber da, zen­ginlerin ve onların lüks hayatlarının, fakir iş­çilerin emeğinin sonucu olduğunu söyleye­rek, fakirin bu hakkını belirtmiştir. Bundan dolayı, her kişinin, böyle bir yardıma ihtiyacı olan erkek ve kadına yardım etmesi istenir. Kişisel kaynaklar, fakir ve muhtaçların ge­reksinimlerini karşılamada yetersiz kalırsa, İslâm toplumu, onlara yardım etmek için, kendi kaynaklarını harekete geçirmelidir. Böylece İslâm, kişisel ve sosyal hedeflerin ay­nı olması prensibine dayanarak, mümkün olan bütün biçimlerde sosyal hayatı organi­ze etmeye çalışır. Bu şekilde, değişik hareket sahasındakiler, problemlerin çözümünde et­kinliklerini artıran işbirliği yönüne giderler.