Konu Başlığı: Sınıflı Düzenin Sonu Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Temmuz 2012, 23:21:14 SINIFLI DÜZENİN SONU Hz. Peygamber, iktidarda olduğu her yerde bütün insanları aynı seviyeye getirmiş, sınıflı düzene ve sınıf mücadelelerine son vermiştir. Onun hayat telâkkisine göre aynı ana babadan zuhur etmiş, bir tek ve aynı Yaratıcı'ya sahip olan bütün insanlar, sonuçta birbirlerine eşittirler, eşit hak ve yükümlülüklerden faydalanmalıdırlar. İslâm'da, soyu, milliyeti veya renginden dolayı hiçbir kişinin veya ırkın ayrıcalığı yoktur. Böylece, tüm soy veya ırk üstünlüğü fikirlerine Öldürücü darbe vurulmuş, bütün insanlığa aynı şekilde davranılmıştır. Aynı zamanda bütün sınıf farklılıkları ve imtiyazları ortadan kaldırılmıştır. İslâm'ın geldiği devirde çeşitli ülkelerde varolan sınıflı düzenleri incelemek, İslâm'ın bu anlayışa yaptığı katkıları anlamamıza yardımcı olacaktır. Meselâ, ortaçağ Avrupa'sında üç ayrı sınıf vardı: Soylular, din adamları ve halk. Din adamlarının kendilerine mahsus ayırdedi-ci giysileri vardı. Bu çağlarda kilisenin gücü, kralların ve imparatorlannkine eşitti, zaman zaman da onların kaşısındaydı. Papa krallara iktidarı bahşedenin kendisi olduğunu, fakat onların yönetimde müstakil kalabilmek için, nüfuzunu etkisiz kılmaya çalıştıklarını iddia etmişti. Dindar insanların bağışladıkları ve halktan zorla alınan mallarla, kilise, zaman zaman kendi ordusuna sahip olabilecek kadar zenginleşmişti. Diğer taraftan soylular atalarından tevarüs ettikleri soyluluğu, kendi neslinden gelenlere geçirirlerdi. Doğumu itibarıyla soylulara mensup bir kimse, hayatı boyunca yapabileceği asilâne veya rezilâne işlerine bakılmaksızın ölümüne kadar soylu sayılırdı. Feodal dönemde, soylular kendi mülklerinde yaşayan halk üzerinde mutlak hâkimiyet sahibiydiler. Bütün yasama, yargı ve yürütme güçleri soyluların ellerindeydi. İnsanları yönetirken başvurdukları yasalar kendi saçma arzuları ve zevkleriydi. Çünkü temsilciler meclisi bu sınıfa mensup üyelerden oluşturulmuştu. Onların da yasa çıkarırken kendilerini düşünmeleri, çevrelerine dokunulmazlık havası veren ayrıcalık ve çıkarlarını korumaları çok tabiîydi. Halka gelince... Ne imtiyazları, ne de haklan vardı. Yoksulluk, kölelik ve acizliği tevarüs ederler ve aynı şekilde kendi çocuklarına bırakırlardı. Sonradan meydana gelen önemli iktisadî gelişmeler burjuvazinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yeni sınıf, soyluları ortadan kaldırmayı, onların imtiyaz ve nüfuzlarına sahip çıkmayı hedeflemişti. Ortaya çıkan bu sınıfın Önderliğinde halk, görünüşte, sınıflı düzeni yürürlükten kaldırıp teoride hürriyet, kardeşlik ve eşitlik prensiplerini ilân eden Fransız inkılâbım yaptı. Modern zamanlarda, kaptalist sınıflar, eski soyluların yerlerine geçtiler. Böyle bir değişimin gizli bir şekilde ve iktisadî gelişmenin mecburî kıldığı belirli değişikliklerin sonucunda olduğu farkedilecektir. Ancak temel prensip kesinlikle değişmemiştir. Gerçek şudur ki, kapitalist sınıf zenginliğin, gücün ve hükümet mekanizmasını istediği yöne şevket -me yeteneğinin halen sahibidir. Demokratik seçimlerde ispat edilen sözde hürriyetlere rağmen, kapitalizm, gizli hedeflerine ulaşabilmek için dalavereli yollarla ve çeşitli adlar altında parlamentoya ve hükümet dairelerine sinsice nasıl sızılacağım iyi bilir. Demokrasinin beşiği olmakla övünen İngiltere gibi bir ülkede dahi Lordlar kamarası ya da onların deyişiyle Upper House vardır. Üstelik, İngiltere ölü bir kişinin bütün zenginliğini sadece en yaşlı oğluna bırakmasını öngören eski bir feodal yasayı hâlâ uygulamaktadır. Böyle bir yasanın, mal-mülk ve zenginliğin sınırlı bir kaç kişinin kontrolünde kalmasını amaçladığı çok açıktır. Böylelikle ailelerin servetleri dağılmayacak ve tıpkı ortaçağlarda-ki feodal sınıflar gibi bu aileler de eski nüfuz ve şöhretlerini koruyabileceklerdir. Sınıflı düzen, mülkiyetin güç manasına geldiğini, mal sahibi sınıfın aynı zamanda iktidar sahibi olduğunu kabul eden yanlış bir faraziyeye dayanır. Böyle bir sınıf, yasama gücü üzerinde etkili olacaktır. Sonuçta, bu smıf dolaylı veya dolaysız yollarla kendisini koruyan, diğer insanları yasal haklarından mahrum bırakan ve onlan hâkimiyeti altına alan kanunlar yapacaktır. Yukanda zikredilen smıf tariflerinin ışığında, gerçekten şunu söyleyebiliriz: İslâm kesinlikle sınıflı bir düzen olmamıştır. Bu aşağıdaki gerçeklerden açıkça anlaşılabilir: İslâm'da servetin belirli kişilerin kontrolünde olmasını amaçlayan hükümler yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de sarih bir biçimde şöyle buyrulur: "...Ta ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın..." (59: 7). Bu sebeple İslâm sürekli dağılımı ve servetin yeniden paylaşılmasını sağlayan hükümler getirmiştir. İslâm hukukuna göre, miras bırakılan mal çok sayıda insan arasında paylaştınlmalıdır. Erkek kardeşleri, kız kardeşleri veya diğer akrabalan olmayan bir insanın örneğine benzer çok nâdir durumların dışında miras tek bir kişiye kalmaz. Böylesi nâdir durumlarda dahi İslâm, mirasın bir bölümünün ölüyle herhangi bir yakınlığı olmayan yoksul insanlara verilmesini emrederek gerekli tedbirleri almıştır. Bu hüküm, günümüz miras hukukunun öncüsü sayılabilir. Kur'ân'da şöyle buyururun "(Miras düşmeyen) akrabalar, öksüzler, yoksullar da (miras) taksim(in)de hazır bulunursa bir şeyler vererek onları da ondan nzıklandı-rın (gönüllerini hoş edin) ve onlara güzel söz söyleyin." (4: 8). İşte, İslâm servet yığılmasından doğan problemi bu şekilde çözmüştü. Servet, insanlar arasında bu şekilde dağılır, belirli bir sınıfın fertlerine kalmaz. Zira, öldüklerinde mülk yeni oranlarda tekrar paylaştırılacaktır. İslâm toplumunda servetin, ümmetin belirli bir kısmıyla sınırlandırılmaksızın daima el değiştirildiğine tarih şahittir. Bu önemli bir sonucu beraberinde getirir. İslâm'da yasama belirli bir sınıfın imtiyazı olamaz. İslâm devletinde hiç kimse istediği gibi kanunlar çıkaramaz. Buna izin verilmez, zira, bütün insanlar Allah'ın vahyettiği ve insanlar arasında ayırım yapmayan İslâmî hükümlere göre muamele görür. Bunu, İslâm toplumunun sınıfsız bir toplum olması gerçeği izler. Sınıfların varlığı, yasama imtiyazlarının varolmasıyla yakından alâkalıdır. Bu husus hemen anlaşılabilir. Çünkü, böyle bir ayrıcalığın olmadığı, İnsanların çıkarlarım korumak için başkalarının zararına kanunlar çıkarmadığı bir yerde, sınıflar da olmayacaktır. Şimdi konuyla ilgili iki âyetin dikkatle okunmadığı takdirde nasıl bazı karışıklıklara yol açabileceklerini açıklayalım: "Allah, nzıkta kiminizi kiminize üstün kıldı..." (16: 71). "...Kimini kimine derecelerle üstün kıldık..." (43: 32). Bu âyetler, İslâm'ın sınıflı düzeni kabul ettiğini mi gösterir? Bu iki âyet, yalnızca, İslâmî yönetim olsun veya olmasın gerçekte yeryüzünde vâki olan durumu gösterir. Onlar, insanların mevki ve rızıklan yönünden birbirlerinden farklı olduklarını bildirir. Meselâ, sosyalist sistemi tatbik eden bir ülkeyi ele alalım. Bütün halk eşit ücret mi alır, yoksa kimileri geçim yönünden diğerlerinden daha imtiyazlı mıdır? Askere alınan herkes subay veya er mi yapılır, yoksa bazıları diğerlerinden üstün mü olur? İnsanlar arasında farklılıkların varolması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu iki âyet, farklılıklar için belirli bir sebep belirtmez. Bu şekildeki bir tercihin kapitalistin, komünistin ve hatta bir müslümanın düşüncelerine dayanak oluşturabileceğini ifade etmezler? Böyle bir tercihin bizim değerlerimize göre adaletli veya adaletsiz sayılabileceğini de söylemezler. Bu iki âyet yalnızca bu tercihin yeryüzünün her tarafında varolduğunu söyler. Ancak yeryüzünde vukubulan her şey tabii ki Allah'ın iradesi dahilindedir. Şimdi, İslâm toplumunda sınıfların ve yasama imtiyazlarının bulunmadığını daha da belir-ginleştirmeliyiz. Şu noktaya dikkat edilmelidir ki, servet ve mal, sahiplerine yasama gücü ve özel imtiyazlar kazandırmadığı sürece zenginlik farklılıkları sınıf meselesiyle karıştırılmamalıdır. Bütün insanlar -teorik olarak değil, gerçekten- kanun önünde eşit oldukları müddetçe servet farklılıkları, sınıfların ortaya çıkmasına neden olmayacaktır. İslâm'da, toprak sahiplerine diğer insanları köleleştirmeye veya toprak mülkiyetini sömürmeye yol açan haklar tanınmamıştır. Eğer kapitalizm gerçek bir İslâm toplumunda faraza bulunmuş olsaydı, onun mülkiyetinde de hâl böyle olacaktı. Özellikle yöneticilerin nüfuzunu, sermayedar sınıfın desteğinden almamış olması, ümmetin seçimiyle gelmeleri ve Allah'ın şeriatını tatbik ile mükellef olması, zenginlerin idareciler üzerindeki tesirini yok eder. Yukarıda zikredilenlere şunları da eklemeliyiz: Yeryüzünde, bütün fertlerin arasında servet eşitliğini sağlayan, refahın bütün insanlar arasında eşit olarak dağıtıldığı hiçbir toplum yoktur. Hatta, sınıflı toplum düzenini ortadan kaldıracağını ileri süren sosyalist toplumlarda da durum aynıdır. Gerçekte bu toplumlarda, diğer bütün sınıflara zulmeden bir tek yönetici smıf kalmıştır. (M. Qutb, a.g.e., sh. 81-4). |