๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Temmuz 2012, 12:42:36



Konu Başlığı: Şeriat ve İslâmın Diğer Temel Esasları
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Temmuz 2012, 12:42:36
Şeriat ve İslâm'ın Diğer Temel Esasları

Dinî kurallar ve İslâm'ın bütün temel esasları gerçekte bir dünya toplumu oluşturmanın ge­reklerim ihtiva eder. İbadete dair bütün tslâmî esaslar öz itibariyle, Allah ile yakınlaşmayı amaçlar. Böylelikle Tek Bir Allah'a ibadet edenlerin birbirleriyle daha yakın olmasına çalışır. Bunlar, bir yandan Allah ile O'na iba­det eden fertler arasında yakın ve şahsî bir ilişkiyi geliştirirken, diğer yandan bir Allah'a kul olan insanlar arasında cemaat (topluluk) ruhunu aşılar ve bu ruhu güçlendirir. Sonuçta farklı ülke, ve ırklardan gelen, değişik dilleri konuşan, ayrı renk ve kültürlere sahip bütün mü'minler, günlük ibadetler ve uygulamalar ile insanî kardeşliği ve inançlarının evrensel­liğini gösterirler. Bu ilişkiler yavaş yavaş pe­kişerek insanları dünya toplumuna daha da yaklaştırır. İslâm'dan başka hiçbir din Al­lah'ın birliğini öne alarak, ülke, ırk, renk, kül­tür ve dil farklılıklarını gideren bir programa, bir ibadet ve hukuk düzenine sahip olamamış­tır. Müslümanlar Rab'leri önünde hiç bir ayı­rım olmaksızın saf olurlar, birlikte veya fert fert Kabe'ye yönelerek ibadetlerini eda eder­ler. Bütün zenginlik, makam ve mevki farklı­lıkları yasaklanmıştır; onlar tek bir topluluk, tek bir vücudmuşcasına ibadetlerini ifa eder­ler. Bu halleriyle onlar, bir olan ilâhın huzu­runda beraberce durup, vazifelerini yerine ge­tirirlerken insanî kardeşliğin şevk ve heyeca­nını hissederler.

Cemaatle namazın bir kardeşlik eğitimi oldu­ğu açık bir gerçektir. Bütün müslümanlar Al­lah'ın huzurunda eşit olarak namaza dururlar. Şayet bir çöpçü önce gelirse, ilk safta yer tu­tar, sonra gelen bir ağa da olsa, devlet başkanı ya da ülkenin en zengini de olsa son safta du­rur. Kimse camide namaz için yer ayıramaz, bir müslümandan namazmı caminin başka bir köşesinde kılmasını isteyemez veya birini ilk oturduğu yerden kaldıramaz. İlk safta otur­mak için diğer insanları ezerek veya safları yararak öne geçme hakkı ve ayrıcalığı kimse­ye verilmemiştir.

Bütün müslümanlar hiçbir özel ayırım veya imtiyaza yer vermeksizin namazlarım eda et­mek üzere saf tutarlar; âciz veya fakir bir mü'min ile aym safta durmakla bir müslüman ne dokunulmazlık kazanır ne de kendine say­gısını kaybeder. Yöneticiler, bakanlar, çöpçü­ler, işçiler de dahil olmak üzere bütün müslü­manlar bir Allah'ın huzurunda, omuz omuza, yek-vücut, tek toplum halinde sıralanırlar, insanî kardeşliğin ve İslâm inancının evren­selliğinin bu tezahürü günde beş kez tekrarla­nır.

Beşerî farklılıklar namazda silinir, zenginin gururu yokolur, yoksulun düşüklüğü yücelti­lir. Öyle ki, herkes Rabbinin huzurunda ken­dini eşit ve âciz hisseder. Namaz ve onun saf düzeni, toplumda var olan bütün sınıf ayrılık­larını, milliyet, kabile, renk, ırk gibi dar züm­re anlayışlarını ortadan kaldırır. O, ibadet edenlere sürekli olarak, onların Allah'ın ve din kardeşlerinin hizmetkârları olduklarını hatırlatır.

Şüphesiz cemaatle namaz müslümanlar ara­sında bir muhabbet bağı ve karşılıklı anlayış duygulan tesis eder. Onlar arasında kollektif birlik duygusu uyandırır ve- evrensel kardeşlik ruhunu güçlendirir. Müslümanlar kendilerini sevinçte ve kederde ortak, genel İslâm kar­deşliği ile birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, müs­lüman dünya toplumunun bir parçasını oluş­turan kardeşler ve dostlar olarak kabul eder­ler. Şu hususu da ifade etmek gerekir ki, na­maz evrensel ve uluslararası kardeşlik bağını geliştirip güçlendirir ve İslâm'ın en büyük sosyal ideali olan dünya toplumunun zemini­ni hazırlar. Bu konu, Hz. Peygamber'in son haccı esnasmda irad ettiği veda hutbesinde et­kili bir biçimde vurgulanmıştır. Bu ideale ulaşılmcaya kadar İslâm bütünüyle gerçekleşti­rilmiş olmaz. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, sh. 1405). İbni Hişam, Rasûlullah'in şu sözlerini rivayet eder: "Arab'ın Arap olmayana, Arab olmayanın da Arab'a hiçbir üstünlüğü yoktur. (Şunu bilmelisiniz ki) her bir müslüman diğer müslümanın kardeşidir." (es-Sîref ün-Nebeviyye). Dünyada, insanları eşit kılan bundan daha müessir bir hüküm olamazdı. Rütbe, zenginlik ve renk farklılık­ları camide ortadan kalkıyor, dış dünyadan tümüyle farklı bir ortamda kardeşlik, eşitlik ve sevgi havası o mekâna hâkim oluyor. Di­dişme ve mücadele dolu bir dünyada mükem­mel bir huzur, eşitsizliğin gündemde olduğu bir yerde eşitlik; günlük hayatın önemsiz kıs­kançlık ve düşmanlıkları arasında sevgi hava­sını günde beş kez soluyabilmek gerçekten bir nimettir. Ancak, nimetten de öte büyük bir hayat dersidir. İnsan eşitsizlikler, didişme ve mücadeleler, nefret ve düşmanlıklarla dolu şartlarda çalışmalı, ama, günde beş kez de bunlardan kurtularak, mutluluğun gerçek kay­nakları olan eşitlik, kardeşlik ve sevgiyi ger-çekleştirebilmelidir. Bu sebeple namaz için harcanan zaman aktif hayırseverlik bakış açı­sıyla dahi bir israf değil, aksine, hayatı yaşan­maya değer kılan bu büyük derslerin öğreni-lebüdiği en güzel ibadettir. Bu kardeşlik, eşit­lik ve sevgi dersleri günlük hayatta uygula­maya geçirildiği zaman insan ırkının birleş­mesi ve medeniyetin bekası için gerekli esas­ları oluşturacaktır. Gerçekten de, diğerleri arasında, günde beş vakit cemaatle kılınan namazın anlamı, İslâm'ın ortaya koyduğu eşitlik ve kardeşlik gibi teolojik derslerin pra­tiğe aktarımıdır. Yoksa sadece sözlerde kalan eşitlik ve İslâm toplumunda kardeşlik konu­sundaki vaazlar değildir. Öyle olsaydı bütün bunlar şimdi geçersiz birer söz olarak kain", günde beş vakit cemaatle namaz kurumuyla, insan hayatına geçirilemezdi. (Religion of is­lam). Sonuç olarak, İslâm'da namaz kurumu eşitlik ve evrensel kardeşliğin en güzel ve en pratik tezahürüdür.

Bunun gibi İslâm'ın diğer önemli bir kurumu olan zekât her ne kadar bir ibadet şekli olsa da, İslâm kardeşliğinde, zenginler arasında fakirlere yardım duygusunu izhar eden ve güçlendiren bir vasıtadır. Bütün zengin müs-lümanların, muhtaç müslümanlarm maddî ih­tiyaçlarını karşılamaları hukukî bir görevdir. Böylece müslüman kardeşler arasında varolan zayıf ve yoksullara zekat kurumuyla yeterli bir şekilde yardım yapılır. Zekatın şer'î bir vucubiyet kesbettiği bir gerçektir, ama o, her şeyini yalnızca Allah nzası için din kardeşleri uğrunda harcamaya hazır insanlar arasında manevî bir hava da oluşturur. Bir başka ifa­deyle zekat, müslümanlar arasında karşılıklı şefkat, yardımlaşma, fedakârlık ve dayanışma ruhunu tesis eder. Tıpkı "Muhakkak mü'min-ler kardeştirler..." (49: 10) ayetinde işaret olunduğu gibi.

Pek çok kimse genellikle, ihtiyaç sahibi müs­lüman kardeşine daha fazla yardım etmek için zekatın şer'î sınırlarını aşar, hatta bazen kendi maddî güçlerini dahi zorlarlar. Kur'ân böyle-lerine şu sözlerle işaret eder: "Ve onlardan önce o yurda (Medine'ye) yerleşen ve gönül­lerine imanı yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara veri­lenlerden ötürü içlerinde bir ihtiyaç (eğilimi) hissetmezler. Kendilerinin ihtiyaçları olsa da­hi, (hicret eden yoksul kardeşlerini) öz canla­rına tercih ederler..." (59: 9). Bu ruh ilk müs­lümanlar arasında kardeşlik bağını güçlendir­meye güçlü ve sağlıklı uluslararası İslâm top­lumunun oluşmasına yardımcı oldu. Onlar birbirlerinin faydasını ve ihtiyacmı gözettiler, herkesin huzur ve mutluluk içinde yaşadıkları sağlıklı bir toplumun kurulmasına yardım et­tiler. İnsanl Dehr sûresi bu ruhu şöyle anlatır: "(İyiler) Yoksula, yetime ve esire O'nun sev­gisi için yedirirler: 'Biz size sırf Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşek­kür beklemiyoruz.' (derler)" (76: 8-9).

Kur'ân bu davranıştaki insanları hayatlarında gerçek saadete erenler olarak vasıflar: "Felaha ulaştı o mü'minler ki, onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çe­virirler. Onlar zekâtı verirler." (23: 1-4). Keli­me olarak zekat, temizle(n)me ve gelişme (bir şeyin kusursuz büyümesi, engelsiz geliş­mesi) anlamına gelir. Yukarıdaki âyetler gös­teriyor ki, zekat yalnızca bir kişinin kendisini arındırması değil, toplumdaki diğer insanların hayatlarının da temizlenmesidir. Buradaki te­mizlenme çok geniş ve etraflı bir biçimde kullanılıyor. O, diğer insanların zaruri İhti­yaçlarını karşılamayı, onları açlık illetinden, yoksul ve meşakkatli bir hayattan kurtarmayı gösterir. Böylece, zekat aç ve sefil toplumu iyileştirir, insanların yalnızca Allah nzası için birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye çalıştık­ları dengeli ve ideal müslüman kardeşler top­lumunu kurar.

Oruç, İslâm'ın üçüncü direğidir. Oruç ayı, ay­nı zamanda karşılıklı yardım ve karşılıklı sev­gi ayı olarak adlandırılır. "O, birbirinizle pay­laşma ayıdır." (Beyhaki ve İbni Huzeyme).

Oruç, hiçbir şekilde aç kalmamış, açlık illeti­ni, yoksulluk ve sefaleti tatmamış bir kimse­nin, Ramazan ayında bunları tecrübe etmesi anlamına gelir. Bu tecrübe kişiyi, yoksulların ve yetimlerin ailelerini anlamada daha ger­çekçi kılacaktır. Sonuçta oruç, her müslüma-mn, toplumdaki refah düzeyi daha düşük fert­lerinin tecrübeleriyle eğitilmesidir. Öyle ki, problemin yoğunluğu herkes tarafından bilin­sin ve pratik bir şekilde halledebilmek için çaba sarfedilsin.

Orucun diğer bir boyutu, onunla "takvaya ulaşılabihnesidir." (2: 183). Açıktır ki, bir ki­şi muhtaç kardeşine yardımcı olup ona karşı sorumluluklarım (hukuk-i ibâd) yerine getir­meksizin gerçek takvaya ulaşamaz. İnsan, so­rumluluklarının farkına varıp, yerine getirdiği Ölçüde fazilet ve takva derecesini yükseltir. Kur'ân'ın şu ayeti takvanın gerçek mânasını tam olarak gösterir: "Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça asla iyiliğe (takva­ya) eremezsiniz. Ne harcarsanız mutlaka Al­lah onu bilir." (3: 92). Eğer bu iyilik ruhu (takva) toplumda yaygınlaştınlırsa, bütün kö­tülükler ve insanların ızdıraplan, iyilik ve mutlulukla yer değiştirir, ideal kardeşlik kurulabilir. Namaz ve zekatla beraber oruç, din kardeşliğine dayanan böyle sağlıklı ve mutlu bir dünya toplumunun oluşturulmasın­da fevkalâde bir fonksiyona sahiptir.

Hacc, İslâm'ın dördüncü kurumudur ve ger­çekte insanî eşitlik ve kardeşliğin uluslararası düzeyde tezahürüdür. O, sevgi eşitlik ve kar­deşlik konusunda insanlara yönelik çok daha geniş çaplı bir eğitim programıdır. Dünyadaki herhangi bir dinî sistemde benzeri yoktur. Yeryüzünün her köşesinden müslümanlar hacc görevini îfâ için Mekke'de toplanırlar. Hepsinin bir tek gayesi vardır: Allah'ın emri­ne itaat. Çeşitli uluslardan, ırklardan, statülerden insanlar dünyanın dört bir köşesinden bu­raya gelir, buluşurlar, beraberce yaşarlar. İki parça beyaz bezden oluşan giyimleri, yüksek konumdaki ile daha düşük seviyedeki, kral ile hizmetçi, işçi ile işveren, sermayedar ile ücretli, efendi ile köle arasında hiçbir ayırım ya­pılmaksızın oluşan evrensel İslâm kardeşliği­nin üyeleri yalnızca bir

Rab önünde boyun eğerler, Rab'lerinin âciz hizmetkârları olarak biraraya gelirler. Herkes tek tip elbiselerini giymiş, bir yerde toplanmış olarak sürekli ay­nı kelimeleri söylerler, bir yöne hareket eder­ler: Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk (Allahım, işte buradayım, burada Senin huzurundayım).

Bu olay, mevki, renk, ırk, zenginlik gibi tüm aynım çeşitlerini gidermeye, müsâvî kılmaya yardım eder. Her statüde ve her renkte olan bütün müslümanlar Allah'a itaat etmek ve O'nun rızasını kazanmak için tek tip elbise gi­yerler; aynı dilde ibadetlerini îfâ ederler, aynı yerde (Mekke) toplanırlar. Rab'leri önünde hepsi eşittir artık. Mevkilerini, zenginlikleri­ni, ayırım işaretlerinin hepsini geride bırak­mışlar, ömürlerinde bir kez de olsa bu insanî eşitlik gösterisine katılmaya gelmişlerdir. Bu­rada İslâm, insanlığa yılda bir defa eşitlik ve evrensel kardeşliğin pratik bir tezahürünü görme fırsatını sağlamaktadır.

Böylece her müslüman, hayatında bir defa çok daha geniş olan İnsanî kardeşliğe ulaşa­bilmek için dar eşitlik kapısından geçirilir. Bütün insanlar doğumda ve ölümde eşittirler; bir şekilde doğarlar ve hayatlarını belirli bir şekilde geçirirler. Ancak hacc, onlara nasıl tek bir biçimde yaşayıp, hareket edeceklerini ve nasıl aynı duyguları hissedebileceklerinin öğretildiği tek elverişli fırsattır. (Religion of islam).

Hac ibadeti, aynı zamanda dikkatleri, her şe­yin Yaratıcısı ve Rabbi olan Allah'a ibadetin evrensel merkezi Kabe'de toplar. Kur'ân, Kabe'nin bu özelliğim şöyle belirtir: "Doğru­su insanlara (ma'bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke'de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur." (3: 96). Ayrıca, Hz. Süleyman'm inşâ ettiği ve insan­lar için kıble yaptığı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan çok önce, Hz. İbrahim'in Kabe'yi inşa ettiği tarihî delillerle sabittir. (I. Krallar 6: 1 ve 8: 29-30). Aynı kıblenin işlevi, son Rasûl ve takipçileri tarafından şu âyet inzal olunca­ya kadar korundu: "(Ey Muhammed!) Biz se­nin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mes-cid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin..." (2: 144). Kıb-le'nin Kudüs'ten Kabe'ye değiştirilmesiyle il­gili bu tebliğ yalnızca yönün Süleyman Mabedinden Kabe'ye çevrilmesi değildi; fakat Kabe'nin gerçekten merkez olduğunun resmî açıklamasıydı. Bundan böyle Allah'a ibadetin dünyadaki merkezinin Mekke olduğu açıkça beyan ediliyordu. Bu şehir Allah yolunda in­sanlığa rehberlik yapacak ve insanlar buraya hacc için geleceklerdi: "...Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev'e (gidip) haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır..." (3: 97). Ön­ceki âyette (3: 96) geçen "vudi'tf (inşâ edil­miş) kelimesi bu evin şeref ve hürmetinin yalmzca bir kavmin veya taifenin tekelinde olmadığını, bilakis bütün insanlığa ait oldu­ğunu gösterir. Bütün insanlığın bu Ev üzerin­de haklan ve sorumlulukları vardır. İnsanlık bunu, Kabe'yi rehberliğinin merkezi ve ken­disine ibadet yeri yapan Yaratıcısına borçlu­dur.

Böylece, Allah'a itaat ve O'nun rızasını iste­menin bir işaret ve sembolü olan Kabe, haklı olarak, dünyanın her köşesinden insanların toplandığı, eşitlik ve birliklerini, yakın kar­deşlik bağlarını gösterdikleri bir merkez hâline gelmiştir. Şu noktayı da belirtmemiz gerekir: Hacc, insanların birliği ve kardeşliği fikrinin uygulandığı ve gerçekleştirildiği bir alandır. İnsanlar, Hac'da Kabe'nin tavafında, Safa ile Merve arasındaki sa'y'lannda insanî kardeşliğin işaretlerini gerçekten görürler, Rasûlullah'ın şu sözlerini âdeta gözlerinde canlandırırlar: "Allahım! Şahitlik ederim ki, bütün kulların kardeştirler." Burada renk, ırk ve zenginlik farklılıkları ortadan kalkar, bü­tün insanlar tıpkı denizle karışıp birleştikten sonra varlıklarını kaybeden su damlaları gibi tek millet (ümmet) olurlar. Tavaf eden İnsanlar merkezin etrafında dönen bir insan denizi­dir âdeta. Bunu daha güzel bir sözle ifade et­mek mümkün değildir.

Kısaca, Kabe cahiliyye ve küfrü ortadan kal­dıran, insanların gönüllerinde iman ışığım ya­kan ilâhî rehberliğin esas kaynağıdır. O, deği­şik insan ırklarını bir bütün ve tek bir ümmet hâlinde birbirine bağlayan, bütün ırk, ülke, renk, dil, zenginlik ve statü farklılıklarını gi­deren, bir dünya toplumunun esaslarını oluş­turan birlik ve kardeşlik bağıdır.




Konu Başlığı: Ynt: Şeriat ve İslâmın Diğer Temel Esasları
Gönderen: Kader 7/C üzerinde 09 Aralık 2014, 23:19:21
Rabbim her müslüman kardeşlerimizin yar ve yardımcıları olur İnşallah...Ahiret gününde hele hele yardımcımız olur demekle sadece olmuyor namazlarımızı kılmamız yaterli çünkü bizleri diğer dinlerden ayıran namazımızdır...
Rabbim razı olsun ödevimde çok yardımcı oldu...


Konu Başlığı: Ynt: Şeriat ve İslâmın Diğer Temel Esasları
Gönderen: Ceren üzerinde 10 Aralık 2014, 00:39:58
Aleykümselam.Rabbim razı olsun Saniye abla.Rabbimin istediği şekilde şeriat ve İslam kanunlarına göre yaşamayı nasip etsin Rabbim bizlere....