๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ağustos 2012, 09:10:07



Konu Başlığı: Şeriat Anlamında Din
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ağustos 2012, 09:10:07
Şeriat Anlamında Din

Aynı sebepten dolayı Din kavramı şeriat, ka­nun ve hüküm anlamında kullanılmaktadır; çünkü dindeki temel inanış, insan davranışla­rı için karşılık veya hesap inancıdır. Bu, aynı zamanda şeriatın temelidir. Yusuf sûresinde. Yusuf Peygamber'in küçük kardeşini yanında alıkoymasına değinilmektedir. Bu konudaki ayetlerden biri şöyledir: "Yoksa kralın dini (kanunu)na göre (Yusuf) kaddeşini alamazdı. Meğer Allah dilemiş olsun." (12: 76). Burada "Mısır Krah'nın dini" ifadesinden Mısır'da yürürlükte olan kanun kastedilmektedir.

Dikkat edilmesi gereken bir husus, Allah'ın rububiyet ve rahmet sıfatlarına değinen Kur'ân'ın, bunların tam tersi sıfatlar olan ga­zap ve azamet sıfatlarından doğrudan doğru­ya bahsetmemesidir. Buna karşılık Din Gtinü'nün Sahibi ifadesi kullanılmakta ve böyle­likle rububiyet ve rahmet sıfatlarında mevcut olan adalet sıfatına dikkat çekilmektedir. İlâhî sıfatlar içinde zorbalığa yer yoktur, in­sanın kendi selâmeti için onu korkmaya ve haşyete zorlayan adalettir.

Bu izahlardan sonra, kâinatta işleyiş hâlinde olan Allah'ın rahmet ve rububiyet sıfatlarının belirli sonuçlar doğurduğu rahatlıkla anlaşıla-bilmelidir. Fakat bu sonuçlar gazabın gerili-miyle değil, adaletin gücüyle ve münasip bir şekilde gerçekleşmektedir. İnsan zihni bu ha­kikati kolay kolay yakalayamamakta ve so­nuç olarak gaflet içinde bulunmaktadır. İnsan zihni, gazap ve hükümranlık sıfatlarını Allah'ın atfederek, hayatta vuku bulan herşeyi Allah'ın hoşnutsuzluğuna bağlamaktadır. Oy­sa hakikati aramaya çalışsalardı, Allah'ın hoş­nutsuzluğuna atfedilenin Rahmetin isteğinin ta kendisi olduğunu göreceklerdir

Herşeyin bedelini veren kanun kâinat haya­tında faaliyette bulunmasaydı veya kemâl yo­lundaki bütün engelleri kaldıran mükemmel­lik süreci olmasaydı, hayatta iyilik için hiz­met edecek adalet ve mizan duygusu olmaya­caktı ve bu durumda netice büyük bir kaos olacaktı.

Bütün kâinat varlığını rubûbiyet ve rahmetten kaynaklanan güçlere borçlu olduğu gibi, ida­mesi de adalet ilkesine bağlıdır. Adalet ilkesi, her türlü çirkinliği yokederek güzelliği ve dengeyi ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden, İn­san hayatın bu veçhesi üzerinde derin düşü­nürse, hayatta mevcut her nizam ve güzellik­ten adaletin gücünün sorumlu olduğunu göre­cektir.

Arapça'da adi veya adalet, "tarafsız, eşit davranmak" anlamına gelmektedir. Bir Ada­let Mahkemesi, huzurunda çekişen iki tarafın zıtlıklarını azaltmaya çalışır. Adi, aynı za­manda ölçü manasında kullanılır ve tartının her iki tarafının aynı ağırlığı göstermesini ve­ya ölçünün adaletli yapılmasını ifade eder. Adalet hayatta dengeyi sağlar; birşeyi diğe­riyle uyumlu hale getirir ve birliği teşkil eder. Her türlü düşünce ve hayat tarzında güzellik ve orantıdan sorumlu olan bu ilkedir. Bu ilke, kâinat düzeninin üzerinde yattığı gerçek te­meldir. Her gezegen veya yıldız boşlukta ha­reket hâlinde, dengeli âdil veya birbirleriyle uyum halinde seyretmektedirler. Toplumu bi-rarada tutan bu ilkedir. Bu ilkeden en ufak sapma bile fizikî dünyada bir felâket İle so­nuçlanır.

"Göğü yükseltti ve mizanı koydu" (55: 7).

"Allah O'dur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti." (13: 2).

"(Allah), gökleri görebildiğiniz bir direk olmadan yarattı." (31: 10).

Bu, kâinata işleyen denge ilkesidir. Ai-i Im-ran süresindeki ka'imen bi'l-kıst, "Dengeyi sağlama" (3: 18) ifadesi bu kavramı iki keli­me ile perçinlemektedir.

Kur'ân bizden, madde dünyasında tezahürleri açıkça görülen bu denge ilkesinin işlediği sa­ha içersinde insan faaliyetlerinin gözardı edi­lip edilmeyeceği üzerinde düşünmemizi iste­mektedir. İşte bu yüzden hangi hayat sahasın­da olursa olsun dengeli olan her fiili Kur'ân amel-i sâlih olarak nitelendirmektedir. Bu adalet ilkesi hayatın her alanında orantı, den­ge ve güzellik için gerçekten faaliyet gösteri­yorsa niçin inkâr edilmektedir. "Allah'ın di­ninden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüle­ceklerdir." (3: 83).

Kur'ân, denge veya adalet ilkesini ihlâl eden her türlü fiili göstermek üzere çeşitli ifadeler kullanmaktadır. Bunlardan bazıları: Zulm, Tuğyan, israf, Tebzir, Ifsad, Iîİda ve Udvan'dır. Şimdi bu kelimelerin her birinin neyi ifade ettiğine bakalım. Arapça'da zulm ile ni­telendirilen şey, "uygun biçimde veya düzen içinde" olmayandır. Bu yüzden şirk veya Allah'a ortak koşmak, bundan daha uygunsuz bir şey tasavvur etmek imkân dahilinde olmadığından, en büyük zulm olarak tanımlan­maktadır. Düzen içinde olmayan herşeyİn denge ve adaletten yoksun olduğu açıktır. Aynı şekilde tuğyan ifadesi "aşırı veya asıl Ölçünün üstünde" anlamına gelmektedir. Bir nehrin taşmasını ifade etmek için tuğyan ke­limesi kullanılır. Böyle bir durum normale, dengeye ve adalete aykırıdır. Aynı şekilde İs­raf, Tebzir, İfsad ifadeleri îtida ve Udvan gibi ikisi de sınırı aşmak anlamına gelmekte olup, aynı kategoriye dahildir. (Ebû'l-Kelâm Azad, The Tarjuman al-Qur'an).