Konu Başlığı: Seba Halkı Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 03 Ağustos 2012, 11:22:23 SEBA HALKI (SEB'ELİLER) Sebe halkı, M.Ö. birinci bin yılın başlangıcında güç ve kuvvet kazanarak belli bir refah seviyesine ulaştılar. Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın hükümdarlıklarında güçlerini artırdılar. Ziraat ve ticarette ileri gittiler, bilgilerini çevrelerinde kendi faydalan için uygulamak suretiyle kültür ve medeniyetlerini büyük ölçüde zenginleştirdiler. Sulama kanalları açtılar. Bu kanalları düzenli beslemek için dağlar arasında barajlar inşa ettiler. Memleketleri boydan boya sonsuz bir bahçe görüntüsü içindeydi. Meskenleri birbirinden çok uzak olmazdı; orada bir yerleşim mahallinin sınırı, diğer mahallin görünmeye başladığı yerdi. Fakat onlar bunca nîmet karşısında ''itaat ve şükran yerine, itaatsizliğe ve nankörlüğe saptıklarından" tamamen sel afetiyle helak edildiler. Kur'ân, Sebe halkının refahını ve helak edilişini şu ifadelerle tasvir etmektedir: "Andol-sun Sebe' (oğulların)ın oturdukları yerlerde de bir ibret vardır: (O meskenler), sağdan soldan iki bahçe (ile çevrili idi. Onlara): 'Rabbi-nizin nimetinde yiyin de O'na şükredin! Hoş (bir) memleket ve çok bağışlayan Rab! (denilmişti). Ama (şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arım selini gönderdik; onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük ettiklerinden ötürü onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız!? Onlarla, içinde bereketler yarattığımız memleketler arasında, (birinden diğeri) görünen şehirler varettik ve bunlar arasında yürümeyi takdir ettik: 'Oralarda geceleri, gündüzleri (ne zaman isterseniz) korkusuzca gezin, (dolaşın)' (dedik). 'Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır (şehirlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat da daha uzun mesafelere gidelim).' dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları, (insanlar arasında söylenen) efsanelere çevirdik. Ve onları darmadağın ettik. Şüphesiz bunda, sabreden ve şükreden kimseler için ibretler vardır. Andolsun ki İblis, onlar hakkındaki zannım doğru çıkardı; inananlardan bir topluluk dışında (hepsi) ona uydular. Oysa onun (İblis'in) Onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inanan kimseleri, şüphe içinde kalandan (ayırdedip) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabb'in, herşeyi korumaktadır." (34: 15-21). Kur'ân'ın bu âyetleri, Sebe' halkının hayat tarzı ve geleneklerine geniş ölçüde ışık tutmaktadır. Sözkonusu âyetlerden çıkarılacak sonuçlar şöyle sıralanabilir: 1- Sebe' halkı, ziraatini geliştirmek için sulamadan azamî derecede faydalanmıştır. O kadar ki, bütün Sebe' yurdu bir gibi idi. Halk nerede dursa, sağırJa ve solunda bahçeleri ve fidanlıkları edebilirdi. 2- Refah seviyeleri çok yüksekti. Yemen ile Suriye arasındaki bütün bölge yun edinilmişti ve bu iki mesafe arasında^ yolculuk, yerleşim alanlarının içinden geçerdi. 3- Fakat onların üzerine azâb geldiğince her yönden o kadar darmadağın olduUtf ki, artık onların bu dağınıklığı herkes tarafından bilinir oldu. "Bugün bile bir topluluğun tamamen bahsetmek isteseler Sebe halkını misal gösterirler. Allah nimetlerini çektiği zaman, muhtelif Sebe yurtlarından ayrılıp Arabistan'ın başka bölgelerine göç etmeye başladılar- °enı Gassân Ürdün ve Suriye'ye, Evs ve Hazrec Yesrib'e (Medine'ye) ve Huzaa da Cidde yakınlarındaki Tihame'ye yerleşti. Ezd kabilesi Uman'a, Benî Lahm, Cüzam ve Kinde kabileleri de başka yerlere göç ettmek üzere yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Böylece Sebe' halkı bir millet olmaktan çıktı ve sadece bir efsane oldu." 4- "Setin (barajın) yıkılmasından sonra meydana gelen sel sonucu bütün ülke harap oldu. Sebelilerin dağların arasına setler inşa ederek kazdıkları kanallar yıkıldı ve bütün sulama sistemi bozuldu- Bunun sonucu, daha önceden bir bahçe gibi olan ülke yabanî bitkilerin ormanı hâline geldi. Orada sedir çalılarının küçük erik şeklindeki meyvesinden başka yenilir" bitki kalmadı." (The Meaning of the Qur'an, c. X, sh. 220-221). 5- Tarihî kayıtlar, Seba (Sebe) güneybatı Arabistan'da yer aldığın' seviyesinin en üst seviyeye ulaştığı devirde (yani M.Ö. birinci bin yılda) sadece Yemen'i değil, aynı zamanda Hadramut ve Mahran bölgesinin büyük bir kısmım, ve muhtemelen şimdiki Habeşistan'ın ekseriyetini sınırlarına dahil ettiğini göstermektedir. Sebe'liler, başşehirleri Ma'rib in civarında, asırlar boyunca fevkalâde baraj, bent ve kanal sistemi kurmuşlardır ki, sistem bugüne kadar gelen kalıntılarıyla tarihte meşhur olmuştur. Arabistan'da dillere destan olan Sebe' ülkesinin refahı, bu büyük barajlar ve sulama sistemlerinden ileri geliyordu. Coğrafyacı el-Hemdanî'ye göre (öl. 334/H) bölge, doğuya doğru Rubülhâli sınırlarındaki Sayhad Çölüne kadar yayılmış olan bu barajlar sistemiyle sulanırdı. Memleketin faal gelişme durumu, halkının yoğun ticarî faaliyetine ve onların "baharat yo-lu"nu kontrol etmelerine de yansımıştı ki, bu yol Ma'rib'ten kuzeye doğru Mekke, Medine ve Suriye'ye ve doğuya doğru Arap Denizi kıyısındaki Zafar'a uzanırdı. Böylece Hindistan ve Çin'den gelen deniz yollarıyla birleşirdi. Baraj Seli (Seyl el-arim)'nin tarihi kesin olarak tesit edilememiştir. Fakat Ma'rib barajının ilk yanlışının en çok muhtemel olan döneminin, Hıristiyanlık devrinin ikinci asrı olduğu görülmektedir. Sebe' Krallığı geniş ölçüde tahrip oldu ve halkı bütün Arap yanmadasına dağıldı. Bunun sonucu olarak, meydana çıkmaktadır ki, baraj ve bent sistemi bir ölçüde tamir edildi, fakat ülke Önceki refahına bir daha kavuşamadı. İslâm'ın zuhurundan yaklaşık otuz yıl Önce büyük baraj tamamen ve nihaî olarak çöktü. 6- Kur'ân'da ya da sahih hadislerde, Ma'rib Barajı'nın nihaî çöküşünden hemen önce (yani Hristiyanlık çağının altıncı asrında) Sebe halkının ne tarzda bir günah işlediği konusunda bize belirli bir şey söylenmemektedir. Sebe'nin ve onun bir âfet sonucu inkırazının kıssası eski Arabistan'da bir mesel haline geldiği hakikati gözönüne alındığında, onun Kur'ân'da ifade edilmesi büyük bir ihtimalle, daha önce Hz. Süleyman'ın ölümü kıssasında olduğu gibi manevî bir desteği haizdir. Çünkü her iki kıssa, Kur'ân diliyle takdim ediliş şekliyle, insanın bütün kudret ve başarısının mahiyet itibariyle kısa ömürlü olduğunu mecaz yoluyla ifade etmektedir." (Muhammed Esed, The Message ofthe Qur'an, sh. 658). Sebe (Seba) halkı üzerinde yorumda bulunurken Mevlana Ebu'l-A'la Mevdudi şöyle demektedir: "Tarih, antik devirde Sebe'liler arasında sadece bir tek Allah'a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Yemen harabelerinde modern arkeolojik araştırmalar neticesinde meydana çıkarılan kitabeler, bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Takriben M.Ö. 650 dönemine ait bazı kitabeler, Sebe' krallığı içinde zu-semevi veya zû-semâvi'ye (yani Rabb es-Sema': Göklerin Rabbi) dua için ayrılmış mabetler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu İlâh, Meliken zu-semavi (Göklerin mâliki olan kral) şeklinde ifade edilmiştir. Sebe'lilerin bu kalıntıları Yemen'de asırlarca varolmaya devam etmiştir. Nitekim milâdi 378 yılına ait bir kitabede de, İlâh zu-semavi (bu mabet, ilah zu semavi'ye aittir) ifadesi bulunmuştur. Milâdi 465 tarihli bir kitabede şöyle bir ifade yer alır: Bi-nasr ve rıza iîah-in be'i semin ve ardin (yani, göklerin ve yerin sahibi olan ilahın yardım ve rızasıyla). Milâdi 458 tarihli döneme ait başka bir kitabede de Rahman kelimesi, bi-nza Rahmanen (yani, Rahman'ın rızasıyla) şeklinde kullanılmaktadır. İnsanlar Allah'a itaat etmek istediklerinde, İblisin onları Allah'a isyan yoluna zorla sevk etme gücü yoktur. Allah sadece ona, kendileri Allah'a isyan yolunu seçmek isteyen kimseleri saptırma, kandırma ve aldatma yetkisi vermiştir. Ahirette inananlar, onunla ilgili şüphe duyanlardan ayrılsın diye İblise bu iğfal etme fırsatı verilmiştir. Başka bir ifadeyle bu İlâhî beyan, bu dünyada âhirete imandan başka hiçbir şeyin, insanın Doğru Yol'a bağlılığım temin edemeyeceğini kesin olarak ortaya koymaktadır. Bir insan eğer ölümünden sonra tekrar dirileceğine ve Allah huzurunda amellerinin hesabım vereceğine inanmazsa, tabiî ki o doğru yoldan sapacaktır. Çünkü o hiçbir zaman kendisinde, Doğru Yol'a bağlanmasını sağlayacak sorumluluk duygusunu geli süremeyecektir. İşte bu yüzden şeytanın insanı saptırmak için kullandığı en önemli araç, onu âhiretten gafil yapmaktır. Bu şeytanî hileden kendisini kurtaran bir kimse, asla bu geçici dünyanın çıkarları için gerçek ve ebedî dünyanın nimetlerini feda etmez. Aksine, her kim şeytanın kötü tesiri altında kalarak âhireti inkâr ederse, ya da en azından onun hakkında şüphe taşırsa o, bu dünyada yapılmakta olan peşin alışverişten, bunun daha sonraki bir hayatta kayba sebep olacağını anlamış ve kavramış olsa bile, vaz-geçirilmez. Bu dünyada kim doğru yoldan sapmışsa, ya ahireti inkâr ettiği için, ya da ondan şüphe içinde olduğu için sapmıştır. Kim de doğru yola tâbi olmuşsa, doğru ve salih amelleri âhirete olan imanından kaynaklandığı için böyle davranmıştır. Kur'ân'da Sebe'lilerin tarihine yapılan telmihleri tam olarak anlamak için, bu halk hakkında diğer tarihî kaynaklar yoluyla elde edilen bilgileri de gözönünde bulundurmak lâzımdır. Tarihte Sebe, büyük kabileleri de içine alan büyük bir Güney Arabistan kavmiydi. İmam Ahmed, İbni Ebi Hatem, îbni Abdülberr ve Tirmizî'nin Hz. Peygamber'den rivayetlerine göre, Sebe' (Seba') bir Arabın ismi olup, onun neslindep Arabistan'ın şu kabileleri çıkmıştır: Kinde, Hhnyer, Ezd, Eşariyyin, Mez-hic, Enmar (iki kolu ile birlikte Kes'am ve Becile), 'Amile, Cüzam, Lahm ve Gassan. Eski çağlardan beri bu Arap kavmi bütün dünyaca bilinirdi. MÖ. 2500 yılma ait Ur kitabelerinde bu kavimden Sebum diye bahsedilmektedir. Bundan başka Babil ve Asur kitabelerinde ve aynı zamanda Kitab-ı Mukaddes'te de Sebelilerin birçok kez adı geçmektedir. (Bkz: Mezmurlar, 72: 15, Yeremya, 6: 20; Hezekiel, 27: 22, 38: 13; ve Eyub, 6: 19). Yunan ve Roma tarihçileri ile coğrafya bilgini Theophrastus (M.Ö. 288), Hz. İsa'dan bir kaç asır öncesi onlardan devamlı olarak bahsetmişlerdir. Bu kavmin yurdu bugün Yemen denilen Arabistan Yarımadası'nm güneybatı köşesiydi. Yükselişi M.Ö. 1100 yıllarında başlamıştır, Davud ve Süleyman Peygamberler zamanında Sebe'liler müreffeh bir halk olarak dünyaca meşhur olmuşlardı. Daha sonra, kraliçelerinin Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926) sonra muhtemelen çoğu müslüman olmuşlardı. Fakat zamanı tam tesbit edilemeyen daha sonraki bir dönemde tekrar Elmaka (ay tanrısı), Ester (Venüs), Zat Hamim, Zat Bed'an (güneş tanrısı), Her-metem veya Herimet gibi bir çok ilâh ve ilaheye tapmaya başladılar. Elmaka onların baş ilahı idi. Krallar bu ilahın temsilcileri olarak, halkın itaatim talep ederlerdi. Yemen'de toprak altından çıkarılan bir çok kitabe, her tarafta bu ilâhlar bilhassa Elmaka için mabetler yapıldığını ve her önemli olayda bu ilâhlara kurbanlar sunulduğunu göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar neticesinde, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Bunlann yanı sıra Arap ravileri ile Roma ve Yunan tarihçilerinin ortaya koydukları bilgiler bir araya getirilirse, bu kavmin ayrıntılı bir tarihi hazırlanabilir. Bu bilgilere dayanarak onların tarihlerinin önemli dönemleri şu şekilde özetlenebilir: 1- Yedinci yüzyılın yarısından önceki dönem: Bu dönemde Sebe'li kralların unvanı Mukarrib idi. Bu, muhtemelen mukarreb (tanrıya yakın) kelimesinin eşanlamlısı olup, kralların kendilerini tanrılar ile insanlar arasında bir bağ olarak gördüklerine delâlet etmekte idî. Başka bir İfadeyle onlar rahip-kral idiler. Başşehirleri bugün Heribe denilen ve Ma'rib'in batısında bir günlük yol mesafesinde harabeleri bulunan Sirve idi. Büyük Ma'rib barajının temelleri bu dönemde atılmıştı. Sonradan muhtelif krallar onu zaman zaman genişletmişlerdir. 2- M.Ö. 650 - 115 arası dönem: Bu dönemde Sebe kıralları Mukarrib sıfatını atıp Melik (kıral) unvanım benimsediler ki bu, dinî hükümdarlığın yerini, laik krallığın aldığını göstermektedir. Sirve'yi bırakıp Ma'rib'i başkent yaptılar ve onu her bakımdan geliştirdiler. Bu yer, denizden 3900 fit yükseklikte ve San'a'mn 60 mil kadar doğusundadır. Bugün bulunan harabeleri bile, bir zamanlar çok gelişmiş bir kavmin merkezi olduğuna şahitlik etmektedir. 3- M.Ö. 115 - 300 arası dönem: Bu dönemde Sebe krallığı, Sebe kavminin ileri gelen kabilelerinden biri olan Himyerî-lerin yönetimi altına girdi. Onlar Ma'rib'i bırakıp, daha sonra Zafar diye bilinen Reydan'ı başkent yaptılar. Bu yerin harabeleri bugünkü Yerim şehri yakınlarındaki bir tepe üzerinde görülebilir. Civarında Himyer isminde küçük bir kabile yaşamaktadır. Bu belki de bir zamanlar bütün dünyada ihtişam ve azameti ile tanınmış olan büyük kavmin kalıntisıdır. Aynı dönemde Yemenet ve Yemenat kelimeleri krallığın bir bölümü için kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelime daha sonraları Yemen'e dönüşmüş ve Asir'den Aden'e ve Babülmendep'ten Hadramut'a kadar uzanan bütün toprakların adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. M.S. 300'den İslâm'ın doğuşuna kadar olan dönem: Bu, Sebe'lİlerin yıkılış dönemidir. Bu dönemde Sebeliler dış müdahalelere meydan bırakan iç savaşlara daldılar. Bu onların ticaret ve tarımda gerilemelerine ve hatta siyasî hürriyetlerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Himyerîler ve diğer kabileler arasındaki karışıklıklardan yararlanan Habeşîler, Yemen'i işgal ettiler ve M.S. 340'tan 378'e kadar kısa bir süre yönettiler. Sonra, her ne kadar siyasî bağımsızlıklarına yeniden kavuştuysalar da, Ma'rib'in büyük barajında çatlamalar belirmeye başladı ki bu, yukarıda (Sebe sûresinin 16. âyetinde) atıf yapıldığı gibi, M.S. 450 veya 451'de "barajın patlaması" ile felâkete sebep oldu. Bundan sonra Ebrehe devrine kadar baraj geniş ölçüde tamir edildiyse de, ne dağılan nüfusu geri getirmek mümkün olabildi, ne de harap olan sulama ve tarım sistemi eski haline getirilebildi. M.S. 523'de Yemen'in Yahudi kralı Zu-Nuvas, Necran Hristiyanlarını katletti. Kur'ân-ı Kerîm'de bu hâdiseye ashab-ı uhdud ifadesiyle değinilmektedir (Burûç sûresi [85]: 4-8). Mukabilinde Habeşistan Hrİstiyan Kıratlığı, Yemen'i istilâ etti ve bütün toprakları ele geçirdi. Daha sonra Yemen'in Habeş valisi Ebrehe, Kabe'nin merkezî durumuna son vermek ve bütün batı Arabistan'ı Bizans-Habeş nüfuz sahası içine almak için Hz. Muhammed'in doğumundan bir kaç gün önce, M.S. 570 veya 571'de Mekke üzerine yürüdü. Kur'ânda (F/7 sûresinde) ashab ül-fil adı altında anlatıldığı şekliyle Habeş ordusu tamamen imha edildi. En sonunda M.S. 575'de Yemen, İranlıların eline geçti. M.S. 628'de onların valisi Bazan, İslâmiyeti kabul edince, İran idaresi son buldu. Sebe halkı zenginliğini iki ana faktörü borçluydu: Tarım ve ticaret. Tarımlarını, daha önceden Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi İle geliştirmişlerdi. Ülkelerinde tabiî akarsular yoktu. Yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasına inşa ettikleri setler sayesinde küçük göllerde su toplarlar, oradan açtıkları kanallarla suyu tarlalarına akıtırlardı. Kur'ân'da ifade edildiği gibi bu sisteme, bütün ülkeyi verimli bir bahçe hâline getirmişti. En büyük su deposu, Ma'rib yakınında Belek Dağı girişinde kurulan bent (baraj) sayesinde meydana getirilen göl idi. Fakat Allah lütfunu onlardan uzaklaştınnca, büyük baraj Milâdî beşinci asır ortasında yıkıldı ve neticede meydana gelen seller, yoluna çıkan barajları birbiri ardına yıkarak, bütün sulama sistemini de tekrar asla eski haline getirilemeyecek şekilde tahrip ederek akıp gittiler. Ticarete gelince; Allah Sebelileri faydalanabilecekleri çok elverişli coğrafî mevki ile nimetlendirmİşti.Bin yıldan fazla, Doğu ile Batı arasındaki ticarî faaliyet vasıtalarını tekellerinde bulundurdular. Bir yandan kendi limanlarında; Çin'den ipek, Endonezya ve Mala-bar'dan baharat, Hindistan'dan kumaş ve kılıçlar, Doğu Afrika'dan zenci köleler, maymunlar, devekuşu tüyleri ve fildişi aldılar ve diğer yandan bu mallan daha ileride Roma ve Yunanistan'a göndermek üzere Mısır ve Suriye pazarlarına naklettiler. Bunun yanısıra kendileri de, Mısır ve Suriye ile Roma ve Yunanistan'da büyük talep bulunan günlük tütsüsü ve mür (lavanta imalinde kullanılan sarı sakız) ve diğer parfümlerin büyük imalatçıları idiler. Uluslararası ticaretin iki büyük yolu vardı: Deniz yolu ve kara yolu. Deniz ticareti bin yıldan fazla Seben'lerin kontrolünda kaldı. Zira Kızıl Deniz musonlannm esrarını, kayaları ve çarpan dalgaları ve demir atma yerlerini sadece onlar bilirlerdi. Başka hiçbir millet bu tehlikeli sularda seyrüsefer riskini göze alamazdı. Bu deniz yoluyla onlar ticarî mallarını Ürdün ve Mısır limanlarına taşırlardı. Aden ve Hadramut'dan gelen kara yollan Ma'rib'te birleşir, oradan bir kara yolu Mekke, Cidde, Medine, el-'Ula, Tebük ve Eyle yoluyla Pet-ra'ya ulaşır, kuzey ucunda Mısır ve Suriye'ye ayrılırdı. Bu kara yolu boyunca tam Ye-men'den Suriye hududuna kadar, Kur'ân'da ifade edildiği şekilde bir çok Sebe yerleşim bölgesi kurulmuştu. Kervanlar gece gündüz buralardan geçerlerdi. Sebe ve Himyerî kitabelerinin ortaya çıkarılmakta olduğu bu yol üzerinde bu kolonilerin izleri halen mevcuttur. Hz. İsa'dan sonraki birinci yüzyıldan sonra Sebe ticareti kötüye gitmeye başladı. Ortado-ğuda Roma ve Grek (Yunan) krallıkları kurulunca halk Arap tacirlerinin kurdukları tekel yüzünden doğu malları için çok yüksek fiyatlar talep etmelerinden şikâyetçi olmaya ve yöneticilerini, onların deniz ticaretindeki üstünlüklerini kırmak için teşvik etmeye başladılar. Böylece, başlangıçta Mısır'ın Yunanlı hükümdarı II. Batlamyus (M.Ö. 285-246), aslında yedi yüzyıl kadar önce Sesostris tarafında kazılmış olan Nil-Kızıldeniz kanalını tekrar açtı. Neticede, bu kanal sayesinde Mısır filosu ilk defa Kızıl Denize girdi, fakat Sebe-liler karşısında başarılı olamadı. Mısır Romalıların eline geçince, onlar Kızıl Deniz'e daha kuvvetli bir ticaret donanması getirdiler ve onun desteğinde bir deniz harp filosu koydular. Sebeliler bu güce karşı koyamadılar. Sonuçta Romalılar her deniz limanında kendi ticaret kolonilerim kurdular, gemiler için ikmal işlerini tanzim ettiler ve mümkün olan her yere askeri kıt'alarını yerleştirdiler. Nihayet, Aden Romalılar tarafından işgal edilince, vakit geldi. Bu hususta Roma ve Habeşistan krallıkları da Sebeliler aleyhine, sonunda bu kavmi siyasî hürriyetinden de mahrum bırakan gizli anlaşmalar yaptılar. Deniz ticareti yolundaki kontrollerini kaybeden Sebelilere sadece karayolu ticareti kaldı. Fakat bu üstünlükleri de tedricen kayboldu. Önce, Nebatîler Petra'dan el-Ula'ya kadar bütün Hicaz ve Ürdün'deki kolonilerini Sebeli-lerin elinden aldı. Daha sonra, M.S. 106'da Romalılar Nebatî Krallığına son verdiler ve Hicaz'a kadar bütün Suriye ve Ürdün topraklarını zaptettiler. Bundan sonra Roma ve Habeşistan müştereken, Sebelilerin ticaretini, onların iç mücadelelerinden istifade ederek tamamen bozmak için çalıştılar. Habeşlilerin, sonunda bütün bölgeyi ele geçirene kadar defalarca Yemen'e saldırmasının sebebi bu idi. Böylece, Allanın gazabı, bu kavmin haşmet ve refahın zirvesinden, bir daha asla çıkamayacakları bir unutulnıuşluğun içine yuvarlanmalarına sebep oldu. Bir zamanlar Yunanlılar ve Romalılar bu kavmin efsanevî zenginliğini duyup kıskanırlardı. Strabe şöyle demektedir: "Sebeliler altın ve gümüş kaplar kullanıyorlardı, evlerinin tavanları, duvarları ve kapıları bile fildişi, altın, gümüş ve elmaslarla süslüydü." Pliny şöyle anlatmaktadır: "Roma'nın ve İran'ın zenginlikleri Sebelilerin ellerine akıyor. Onlar bugün dünyanın en zengin halkıdır. Bereketli topraklarında bahçeler, mahsûl ve sığırlar boldur." Artemidorus ise şöyle der: "Bu insanlar lüks içinde yüzüyorlar. Yakacak olarak tarçın, sandal odunu ve diğer hoş kokan odunlar yakarlar." Aynı şekilde diğer Yunan tarihçileri de Sebelilerin sahip olduğu sahillerden geçerken gemilerin içinden bile bu toprakların güzel kokusunu duyan yolculardan bahsederler. Tarihte ilk defa Sebeliler bir gökdelen inşa etmişlerdir. San'a'da bir tepenin üzerine inşa edilen Gumdan kalesi denilen bu gökdelenin, Arap tarihçilerine göre yirmi katı vardı ve her kat 36 fit yüksekliğe sahipti. Sebeliler Allah kendilerine nimetlerini bol bol ihsan ettiği sürece böyle bolluk ve eğlence içinde yaşadılar. En sonunda nankörlükte bütün sınırlan aştıklarında, her şeye kadir olan Allah da teveccühünü çekti, ve onlar sanki daha önceden hiç varolmamış gibi, tamamen helak oldular (The Meaning of the Qur'an, c. X, sh. 221-229). |