Konu Başlığı: Şahitlik Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 31 Temmuz 2012, 04:14:31 Şahitlik Her dava hâkimler tarafından delillere ve şahitlerin beyanlarına göre karara bağlanmalıdır. Kur'ân-ı Kerîm, insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda en az iki şahidin gerekli olduğunu belirtir. "...Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun; eğer iki erkek yoksa, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek iki kadın (şahitlik etsin). Ta ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." (2:282). Bir davada gerçeğin ortaya çıkması büyük Ölçüde şahitlerin güvenirliğine bağlı olduğundan, onlarda pekçok muteber vasıflar aranmaktadır. Yalnızca, İslâm Devletİ'nin hürmet edilen ve salih vatandaşı olarak bilinen, dürüstlüğüyle tanınan ve temiz bir ahlâkî karaktere sahip kişiler şahitlik yapabilirler. Kur'ân-ı Kerim, şahitlerin vasıflarım şu ifadelerle zikreder: "...İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şâhidliği Allah için yapın..." (65:2). Bu, insanlar arasındaki karşılıklı anlaşmazlıkların halli için verilmiş güzel ve makul bir öğüttür. Mahkemede görüşülen her davada hakikatin tesbiti gayesiyle iki dürüst ve âdil kimsenin çağrılması elzemdir. Abdullah b. Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah davacı ve davalının hâkimin huzurunda oturmaları (ve sonra delillerini ortaya koymaları) gerektiğini bildirmiştir (Ahmed ve Ebu Davud). İbni Abbas, Rasûlullah'ın, "İnsanlara istedikleri, mücerret dâvaları ile verilecek olsa, bazıları diğer insanların canlarını ve mallarını talep ederlerdi; lâkin dava edilenden yemin mutlaka alınmalıdır." buyurduğunu rivayet etmiştir (Müslim). Nevevî, bu hadisi yorumlarken, Beyhaki'nin rivayetinde, "Beyyine davacıya, yemin de davalıya aittir" şeklinde bir ilave olduğunu belirtir. Yine İbni Abbas, Rasûlullah'ın tek şahit ve yemini esas alarak karar verdiğini nakleder (Müslim). Davacı, iddiasını destekler mahiyette herhangi bir delil gösteremiyorsa davayı sonuca bağlamak için davalıdan kasem etmesi istenir. Ebû'l-Esved şöyle der: "Salgın bir hastalık patlak verdiği ve insanların çabukça öldüğü bir dönemde Medine'ye gittim. Ömer'le otururken bir cenaze geçti ve Ömer, 'Tasdik edildi dedi. Az sonra ikinci bir cenaze geçti ve insanlar merhumu Övdüler. Ömer yine, 'Tasdik edildi' dedi. Üçüncü cenaze geçerken insanlar vefat eden şahıs hakkında kötü şeyler söylediler. Ömer yine, 'Tasdik edildi' dedi. Dayanamayıp sordum: 'Ey mü'minlerin emİ-ri, tasdik edilen nedir?' Ömer cevapladı, 'Allah'ın Rasulü, iyiliğine dört kişice şehadet edilen her insanı Allah cennetine kabul edecektir, buyurdu. Biz, 'Sadece üç şahit varsa?' diye sorduk, 'üç bile olsa' buyurdu. Yine sorduk, 'Ya yalnızca iki tane varsa?' 'İki bile olsa' buyurdu. Bir şahit hakkında sormaktan korktuk.1' (Buhari). Şahitlerin iyi vasıflı olması şartıyla, gerçeğin ortaya çıkmasında iki kişinin şehadeti yeterlidir ve bu delil üzere hüküm verilir. Fakat bazı durumlarda, olayın niteliği dolayısıyla bir şahit tek başına kabul edilebilir ve dava bununla sonuca bağlanabilir. Ukbe b. Haris'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Üminü Yahya binti Ebu İhab ile evlenmiş. Müteakiben bir kadın gelmiş ve, "Ben sîzin ikinizi de em-zirdim" demiş, Ukbe ise "Senin beni emzirdiğini bilmiyorum, bana da daha önce söylemedin" cevabını vermiş ve olayı araştırmak için Ebu İhab'ın evine gitmiş, ancak ev halkı konu hakkında bir bilgilen olmadığını bildirmiş. Bunu üzerine Ukbe, Rasûl-ü Ekrem'e giderek ne yapması gerektiğini sormuş, Rasûlullah da cevaben, "Kadının söylediğini duyduktan sonra nasıl olur da hanımını akkorsun" buyurmuştur. Ukbe, kadından ayrılmış, kadın da başka birisi ile evlenmiştir. (Buhari). Bu tür ilişkilerde, şahidin güvenilir olmasına temel olarak hüküm verilir. Hz. Aişe'nin rivayetine göre, Ebu'l-Kuays'ın kardeşi Eflah, tesettür hükmü sübut bulduktan sonra kendisinin yanma girmek için izin istemeğe gelmiş, ancak Aişe izin vermemiş. Bunun üzerine Eflah, "Ben amcan olduğum halde benden kaçınıp örtünüyor musun?" demiş, Aişe, "Nasıl olur?" diye sormuş, Eflah da, "Seni kardeşimin karısı emzirdi" karşılığını vermiş. Rasûlullah geldiği zaman yaptığını ona haber vermiş, O da, "Eflah haklı, o senin amcandır" buyurmuştur (Buhari). El-Humeydî şöyle der: "Bu hüküm, el-Fazl tarafından aksi belirtilmesine rağmen Kabe'nin içinde Rasûlullah'ın namaz kıldığını Bilâl'in söylemesi ve insanların onun sözünü kabul etmeleri üzerine benimsendi. Benzer şekilde, bir şahsın bir diğerine bin dirhem daha borçlu olduğuna iki kişi şehadet etse, başka iki şahit de bu miktarın aslında binbeşyüz dirhem olduğunu belirtseler, hüküm büyük miktar üzerinde olacaktır." (Buhari). Zina ve Zina İftirasında Şahitlik: İslâm Hu~ kuku'na göre normal davalarda iki kişinin şehadeti istenirken namuslu ve iffetli kadınlara karşı zina isnadı, rezil dedikodu ve îmâların yapıldığı ciddî suçlamalarda, iki ferdin şahitliği yeterli görülmemektedir. Bu davalar normalde beklenenin iki katı güçlü delillerle desteklenmelidir. Diğer bir ifadeyle, iki yerine dört şahit gerekmektedir. Kur'ân-ı Kerim bunu şu ifadelerle zikreder: "Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlamalarını isbat için) dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar fâsık kimselerdir. Ancak bundan sonra tevbe edip uslananlar hâriç. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (24: 4-5). Bu âyet-i kerimelerde, suçlamalarını isbatla-mak için iddia sahiplerinden dört şahit getirmelerini istemek zina ile ilgilidir ve İslâm Hukuku'nda dört şahit gösterme kaydı yalnızca kazf dâvalarına mahsustur. (The Meaning ofthe Qur'an, c. V). Ancak evli kişi, hanımını bir başka şahısla birlikte iffetsiz davranmakla suçlar ve dört şahit getirmeye muktedir olamıyorsa, dört kez gerçeğe yemin edip sonra da, şayet yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını kabul etmelidir ki, ilk bakışta bu, hanımının suçluluğu için delil addedilir. Bununla birlikte, zevce de dört kez kasem eder ve beşinci yemininde laneti kendi üzerine kabullenirse hukukî açıdan temize çıkar. Nesil emniyetini ilgilendiren bazı hususî davalarda Rasûlullah'in uygulamaları ile gösterildiği üzere farklı hususlar esas alınarak karar verilir. Ebu Hureyre'den rivayet olunur ki, bedevinin biri Rasûl-ü Ekrem'e gelerek, "Zevcem siyah bir çocuk doğurdu" demiş; Rasûlullah da, "Senin develerin var mı?" diye sormuş. Bedevinin "Evet" cevabını vermesi üzerine, aralarında şu konuşmalar geçmiş: Rasûlullah, "Develerin ne renk?" sorusunu yöneltmiş, "Kızıl" cevabını almış, "Onlardan alaca renklisi var mı?" şeklindeki sualine, "Evet" cevabını aldıktan sonra "Onların alacalığı nereden geliyor?" diyerek bedevinin düşünmesini sağlamış, bedevi "Zannedersem ceddinden" karşılığını verince de, "İşte böyle, senin çocuğun de rengini büyük ihtimalle ceddinden aldı" buyurmuştur. (Buhari). Dâvâlının Yemini: Davacının iddiasını doğrulayacak delillere sahip olmadığı hâllerde hüküm, davalının yemini esas alınarak verilir. Nitekim, hâkim, davalıya yemin teklif etmeden önce davacıya delili olup olmadığını sorar. Bu nitelikteki birkaç olay, "İddiayı delil-lendirmek davacıya aittir" başlığa altında daha önce zikredilmişti. Rasûlullah dava sahibinin iki şahit getirmesinde ısrar etmiş, davacının delil göstermekte başarısız kaldığı durumlarda davalıların kendi görüşünü ispatlaması için yemin etmesini istemiştir (Buhari). Mülkiyet ve şer'î cezaları ilgilendiren hususlarda dava sahibinin iddiasını doğrulamakta yetersiz kaldığı her vak'ada davalıdan yemin talep edilmesi hukuken kabul gören bir usûldür. İbni Ebî Müleyke, İbni Abbas'tan Rasûlullah'in davalının yeminini dikkati nazara alarak hüküm verdiğini nakleder. Zeyd b. Sabit de, davacının beyyine sağlayamadığı benzer bir olayda Rasûlullah'in davalıya yemin teklif ettiğini rivayet eder (Buhari). Yalancı Şahitlik: Allah'ın indinde, sahte delil sunmak en büyük günahlardan birisidir. Kur'ân-ı Kerîm maddî çıkar elde etmek gayesiyle yalancı şahitlik yapan ve yalan yere yemin eden şahısları uyarmaktadır: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az (bir) pahaya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur..." (3:77). Diğer taraftan, müslümanlar güvenilir kimselerdir ve asla yanlış delil göstermezler. Gerçekte bu, iman edenlerin ortak vasfıdır. "Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş lâf (konuşanlara) rastladıklarında vekarla (oradan) geçip giderler." (25:72). Âyet-i kerimede zikredilen "yalan şahitlik etmezler" ifadesi iki anlama gelir: Birincisi, mahkeme veya benzeri yerde aslında gerçek dışı ya da en azından şüpheli olan şeyi doğru çıkartmak için yalancı şahitlikte bulunmazlar. İkincisi; yalan, sahtekârlık veya kötülüğe seyirci kalma niyeti taşımazlar. Bu anlamda her günah, her ayıp, her hile ve her aldatma bir yalan ve sahtekârlıktır. (The Meaning ofthe Qur'an, c. IV). Rasûlullah yalancı şahitlik kadar şahitliği gizlemeyi de kınayıp mahkûm etmiştir. Abdullah b. Mesud Rasûlullah'in, "Kıyamet günü Allah'ın azabı, bir müslümanın malına el koymak amacıyla yalan yere yemin eden kimsenin üzerine olacaktır" buyurduğunu nakleder (Buhari). Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah, "Üç kişi vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onları gözetmeyecek, onları paklamayacaktır: Fazla suyu bulup da onu yolcuya vermeyen adam; bir emîre ancak dünya malı için bağlanan ve kendisine dünyalık verirse sözünde duran, vermezse durmayan kişi; ikindiden sonra birine mal satarken, 'billahi bu malı şu fiata satın aldım' diye yalan yere yemin veren ve müşteriyi kandıran kimse." buyurmuştur (Buhari). Ebu Ümamete'l-Hârisî'den rivayet olunur ki Rasûlullah; "Bir kişi, yemini ile başka bir müslümanın hakkını yerse, Allah o kimseye muhakkak cehennemi vâcib, cenneti de haram kılar" buyurmuş, ashabdan bir zâtın; "Az birşey olsa da öyle mi, Ey Allah'ın Rasûlü?" sorusunu da, "isterse erak (deve dikeni) ağacından bir dal olsun" şeklinde cevaplamıştır (Müslim). Rasûlullah bir vesileyle de şöyle buyurmuştur: "Kendine ait olmayanı talep eden bizden değildir; bırakın cehennemdeki yerini alsın." (Müslim). Abdullah b. Enes, Rasûlullah'ın "Allah'a şirk koşmak, anneye babaya âsi olmak, müslümana iftira atmak, harpten kaçmak ve ye-min-i gamus (kasden yalan yere yemin etmek) büyük günahların en tehlikelileridir. Kim yemin vermeye zorlanır da sivrisineğin kanadı kadar ufak bir yanlış katarak yemin ederse, kalbine kıyamet gününe kadar leke yerleştirir" buyurduğunu rivayet eder (Tirmizi). "Kim benim şu minberimin yanında, yeşil bir misvak için bile olsa yalan yere yemin ederse cehennemdeki yerini boylar" ifadelerini Rasûlullah'den Câbir nakleder (Mâlik, Ebu Davud ve İbni Mâce). Hureym b. Fatik şöyle nakleder: Rasûlullah sabah namazını tamamladıktan sonra ayağa kalkmış ve üç kez, "Yalan yere şahitlik, Allah'a şirk koşmak gibidir" buyurmuş, ardından da "...Artık o pis putlardan ve yalan sözden kaçının." (22: 30) âyetini okumuştur (Ebu Davud, İbni Mâce ve Tirmizî). Hz. Aişe, Rasûlullah'den, "Yalancı erkek ve kadının; veya Allah'ın sınırlarını aştığı için kırbaçlanan kişinin; veya kardeşine karşı kin besleyen kimsenin; yahut iddia ettiği hami ve akrabalık hakkında kuşkulanılan şahsın; ya da bir aileye bağımlı olan ferdin şahitliği kabul olunmaz" ifadelerini nakleder (Tirmİzi). Rasûlullah başka bir hadîsinde ise şöyle buyurmuştur: "Yalancı erkek ve kadının, ahlâksız erkek ve kadının, kardeşine garaz besleyen erkek ve kadının şehadeti caiz değildir." (Ebu Davud). Müslümanlar, hilekâr davranışlarla diğer insanların mallarını almamak hususunda Allah tarafından ikaz edilirler: "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin; bile bile günah (olan) bir biçimde insanların mallarından bir kısmını yemek için onları hâkimlerdin önün)e atmayın (hâkimlere peşkeş çekmeyin)." (2: 188). Bu âyet iki yönüyle ele alınır: Hiç kimse hâkimlere rüşvet vererek başkalarının mallarını ele geçirmeye çalışmamah ve bunun için yalan iddialarla mahkemeye başvurmamalıdır. Varolan delillere göre hâkimin haksız kimse lehine hüküm vermesi mümkündür. Ancak bu, o malın haksız olan kimseye artık helâl olduğu anlamına gelmez. Rasûlullah bu kişileri sertçe uyarmıştır. Ümmü Sele-me'den rivayet olunmuştur ki Rasûlullah; "Herşeyden önce ben de bir insanım. Bana getirilen bir davada, karşısındakinden daha iyi konuşan kişi lehine hüküm vermem mümkündür. Fakat bilin ki, ben onun lehine karar vermiş olsam da bu yolla bir şeyler kazanan kimse, gerçekte kendisine cehennemden bir yer edinmektedir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim). Müslümanlar böylece, maddî kazanç düşüncesiyle akıllarının çelinip hâkim önünde şahitliklerini gizlemek, çarpıtmak veya yanlış şehadette bulunmak hakkında uyarılırlar. Kur'ân-ı Kerim şu ifadelerle ihtarda bulunur: "...Şahitliği (gördüğünüzü) gizlemeyin. Onu gizleyenin kalbi günahkârdır. Allah yaptıklarınızı bilir." (2:283). Ne zaman tanıklardan şahitlik yapmaları istense, asla reddetmemelidirler. Bu, yaratıcıları olan Allah'a karşı borçlu oldukları bir mükellefiyettir. Kur'ân-ı Kerim bunu şu ifadelerle hatırlatır: "...Şahitler çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar..." (2:282). Şehadetleri hakkında herhangi bir kuşku ya da şüphe ortaya çıkarsa şahitler yemine davet edilir: "...(Şayet) kuşkulanacak olursanız namazdan sonra onları tutar (yemin ettirir)siniz: 'Akraba da olsa yeminimizi hiçbir paraya satmayacağız; Allah'ın (üzerimizde bir borç olarak bulunan) şahitliğini gizlemeyeceğiz, yoksa biz muhakkak günahkârlardan oluruz' diye Allah'a yemin ederler." (5:106). "Eğer onların günah işledikleri (yalan söyleyip hakkı gizledikleri) anlaşılırsa; (bu iki şahidin), haklarına tecavüz etmek istediği kimselerden daha lâyık olan iki kişi, onların yerine geçer, Allah'a (şöyle) yemin ederler: 'Mutlaka bizim şehadetimiz onların şahitliğinden daha doğrudur. Biz (hakka) tecavüz etmedik, yoksa biz elbette zâlimlerden oluruz' derler. Şahitliği gereği gibi yapmalarına, yahut yeminlerinden sonra (yalancılıklarının ortaya çıkıp) yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına en uygun olan budur..." (5: 107-108). Bütün bunlar, Rasûlullah'in hukuk dâvalarının mahkemede çözülmesi için özel kural ve düzenlemeleri nasıl ortaya koyduğunu açıklıkla göstermektedir. O, gerçekte, yeryüzünde kanun hâkimiyetini güven altına almak için muhakeme usûlünü ortaya koyan ilk hukuk ıslâhatçısıdır. davalarını veya iddialarını doğrulamaları için delil getirmelerini taraflara (hem davacı, hem de davalıya) mecburi kılmış ve isbat yükümlülüğünün davacıya ait olduğunu beyan etmiştir. (Muhammed Hamidullah; Admİnistration ofJıtstice in Early islam). Şahitlerde aranacak vasıflan açıklamış ve güvenilmez, düşük ahlâklı kimselerin şahitlik yapamayacaklarını bildirmiştir. Sosyal hayatın temizliğini sürdürmek; salih ve iffetli kadınların şereflerini korumak gayesiyle kadınlara karşı yapılacak zina suçlamalarının dürüst ve âdil dört şahitle desteklenmesi gerektiğini beyan etmiş ve yalan yere yemin için sert cezalar vermiştir. |