Konu Başlığı: Sadaka Ve Takva Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Ağustos 2012, 13:16:47 Sadaka Ve Takva Sadaka ve takva birbirleriyle çok yakın ilişkidedirler. Muhtaç olanlara yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek sadaka vermek kişinin Allah'a olan imanının zahiri bir göstergesidir. Bu, kişide fazilet ve takva duygularının gelişmesini sağlar. Hz. Peygamber, "Sadakanın kişinin Allah'a iman edip etmediğinin delili" olduğunu buyurmuştur. Yukarıda açıklandığı üzere (2: 261), rızası için infak eden kullarına Allah çok daha fazlasını bahşeder ve böyle insanlara nimet ve rahmetinden sınırsız bağışta bulunur. İnfak hayır sahibinin samimî niyeti ve Allah'ın sınırsız rahmet ve lutfuyla sürekli çoğalan bir iyiliktir. Bir kişi bu dünyada bir kardeşinin sıkıntısını giderİrse Allah da onun bu dünyadaki ve âhiretteki sıkıntılarını giderir. Diğer insanların yüklerini hafifletmek Allah katında çok yüce bir fazilettir. O, bu davranışı her iki dünyada da cömertçe mükafatlandırır. Hem bu dünyada maddî ve manevî mutluluğunu artırır ve hem de Hesap Gününde mükâfatların en iyisini verir. Bu Hz. Peygamber 'in bir hadis-i şerifi ile de tas-diklenmiştİr, "Kim bir müminin bu dünyadaki bir sıkıntısını giderirse Allah da Hesap gününde onun sıkıntılarını giderir. Her kim muhtaç bir kişinin yükünü azaltırsa, Allah da onun bu dünyadaki ve âhiretteki yükünü azaltır. Her kirn bir Müslümana kalkan olursa, Allah da ona bu dünyada ve âhirette kalkan olur. Bir kul kardeşine yardım ettikçe Allah da ona yardım eder." (Müslim). Hadis, maddî ve diğer tür sıkıntılar içinde olan kişilere ihtiyaçlan konusunda yardımcı olmanın Allah katında çok faziletli bir amel olduğu ve O'nun tarafından layıkıyla müka-fatlandırılacağı genel kuralını vurgulamaktadır. Zaviyat sûresi bu konuya açıklık getirmektedir: "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi." (51: 19). Mearic sûresinde ise "mallarında isteyen ve istemekten haya eden kimseler için" (70: 24-25) ifadeleri mevcuttur. Geniş anlamıyla sadaka zenginlerden fakirlere ulaşan her türlü yardım şeklini içermektedir. Muttakiler ve muhsin olanlar (Allah'tan sakınanlar ve İyilik yapanlar) Allah'ın haklarına riâyet ettikleri kadar kulların haklarına da riâyet edenlerdir. Onlar servetlerinde yalnızca kendi 'nefislerine' değil fakir ve muhtaçlara da hak tanırlar ve onu verirler. Sahip oldukları servetin tamamının mutlak olarak kendilerinin olduğunu hiçbir zaman düşünmezler ve Allah'ın kendilerine ihtiyaçlarının üzerinde bahşettiği şeylerin kendilerine başkaları adına emanet olarak verildiğinin idrakindedirler. Bu emanet muhakkak aslî sahiplerine döndürül-melidir. Ve eğer bu emanet sahibine döndü-rülmezse bu bir ihanet ve iman noksanlığıdır. Bütün ihanetler ise Hesap Gününde sorgulanacaktır. (Tedebbür-i Qur'an, c. VI, s. 594). Takva ve ihsan ehli, diğer insanlara sadaka niyetiyle değil, fakat haklan olan şeyleri vazife icabı onlara geri ödüyormuşcasına iyilik yaparlar. Ayrıca, onların maddî yardımları yalnızca kendilerine başvuranlarla sınırlı değil, evrenseldir. Bir kimsenin maişet temininden mahrum ve düşkün olup utancından yardım isteyemediğini anlayınca hemen ona yardım etmeye bizzat koşarlar; yetim, dul veya çaresiz kimseler onların taşkın cömertliğinden istifade ederler. Onlar bütün bunları ihtiyaç içindeki insanlara karşı Allah rızası için vazifelerini yerine getirmek olarak görürler. Şahsı ve malıyla bütün insanlara ve hayvanlara, bir sadaka olarak değil de bir vazife bilinciyle, hakkı olana hakkını teslim etmek düşüncesiyle yardım etmek gerçek takvanın özü ve esası, muttakiliğin ve muhsinliğin işaretidir. (Tefhim-ülKur'ân, c. 5, ss. 139-140). Yukarıdaki âyetler infakın bir diğer yönüne de işaret etmektedirler: zenginler yardım isteyip istememelerine bakmaksızın gerçek ihtiyaç sahiplerini arayıp bulmak zorundadır. İhtiyaç içinde olup da isteyemeyenleri bulmalıdır ki onlara ait bir emanet olarak elinde tuttuğu serveti ihtiyaç anında aslî sahiplerine verebilsin. Sadaka ve infak müessesesinin ardındaki ruh budur ve bu anlayış her sağlıklı, istikrarlı ve müreffeh toplumun, kültür ve medeniyetin temelleri üzerine oturabileceği gerçek iyilik ve takva anlayışıdır. İyi insanların bir diğer niteliği de şöyle tarif edilmektedir: "Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbİ-mizden korkarız' derler." (76: 8-10). Bu âyetler iyi ve muttaki kimseleri hayırlı ve faydalı amellere sevkeden gerçek nedenleri ifade etmektedir. Bu sözler onların infak etmelerinin içsel hareket noktasını açıklar. Muttakiler muhtaçlara onlardan mükafat ya da teşekkür beklediklerinden değil, Allah rızası için yardım ederler. Gerçek takva ihtiyaç ve zorluk İçindeki kişilere yardım etmektir. Ancak Kur'ân'ın bu âyetlerinde belli bir intak (ve fazilet) şeklinden bahsedilmektedir; o da fakır ve muhtaçları doyurmak. Bu âyet, tatmin edilmediğinde kişiler üzerinde büyük zarar ve ızdirap izleri bırakacak olan hakiki ve acil ihtiyaçlara dikkat çekmektedir. Bundan dolayı, giderilmesi Allah katında büyük bir fazilet olan, insanların âcil ihtiyaçlarının üzerinde özellikle durulmuştur. Beled sûresinde aynı tür infak fikrî şu sözlerle ifadesini bulmuştur: "Ona iki de yol gösterdik. Yine de o, sarp yokuşun üstesinden gelemedi. Bilir misin, o sarp yokuş nedir? Köleyi kölelikten kurtamak, veya açlık gününde akrabadan olan bir yetimi, ya da zavallı bir yoksulu doyurmaktır." (90: 10-16). Bu âyetlerde, "sarp yokuş, infak ve bencilce olmayan sevgi yolu olarak tanımlanmış, ve anlamamız için üç misâl verilmiştir: (1) Köleleri azad etmek; (2) Yetimi doyurmak; (3) Zavallı bir yoksulu doyurmak... Muttaki kimseler, kadm-erkek herkesi her türlü esaretten, kendini tehlikeye atmak pahasına da olsa kur-tanr. Akraba ya da yabancı, sefalet içinde yüzen ve hayatın güzel nimetlerinden mahrum kalan herkes, müminlerden yardım görür. Böyle infak içinde olmak imanın zor bir imtihanı olup her türlü fazilete götüren yoldur." (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, s. 1739). Bu âyetler "nefse" hiç de hoş gelmeyen, ancak insanları yücelten sadaka ve infakı göstermektedirler. Kişi bu tarz fedakârlıklar yapabilmek için "nefsiyle" çok sıkı bir mücadele içinde olmalıdır. Bu fedakârlıklar bir köleyi azad etmeyi ya da onu hürriyetine kavuşturmak için sahibine ücretini Ödemeyi, veya bir fakirin borçlarını ödemeyi veya muhtaç bir akrabayı ya da zavallı bir yoksulu doyurmayı ihtiva eder. Böylesi amellerin bu dünyada kişiye doğrudan kazandırdığı maddî bir karşılık yoksa da ahlâkî mükemmelliğe ve takvanın zirvelerine giden yol bu "sarp yokuştan" geçmektedir. Bu âyetlerde bahsi geçen iyi ameller Hz. Rasûlullah'a göre de büyük mükemmellik ve üstünlük işaretleridir. Ancak insanların, Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu anlama, algılama, konuşma ve hidâyet gibi büyük nimetlerine karşı nankörlük göstermeleri; onları, Allah rızasını kazanmak ve O'na ibadet eden sevgili kullan arasına girmek için gereken diğer insanlara iyilik ve hizmet etmek gibi, sarp yokuşlardan geçmeye gayret etme sorumluluğunu görmezden gelmeye ve inkâra sürükler. Mal sevgisi ve manevî zayıflıkları onların bu vazifeye atılmalarına engel teşkil eder, ve onlar mallarının kurmuş olduğu tuzaklara yakalanırlar. Bu vazife çok güçtür; insanlardan büyük fedakârlıklar ister. Bu nedenle de "sarp yokuş" olarak isimlendirilmiştir. Şurası muhakkak ki, bütün yüce vazifeler nefse ağır gelir; çünkü, onları yapmak nefs için hayatın hazır ve kolay nimetlerinden vazgeçmek anlamına gelir ki, o da bunu aşırı derecede zor bulur. Diğer yandan, şehevî ve bayağı zevkler peşin nimetler sunduğu için çekicidirler, ve "nefs" kendisi için bunları takip etmeyi daha kolay bulur. İnsan davranışı ile ilgili aynı hakikati Hz. İsa şu sözlerle ifade etmiştir: "Takva yolu dar, takipçileri azdır; şer yolu geniş, takipçileri ise çoktur." Hz. Muhammed bunları şu hadisiyle Özetlemiştir: "Cennet zorluklarla çevrelenmiştir." (Tedebbür-i Qur'an, c. VIII, ss. 375-376). |