Konu Başlığı: Sadaka Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Haziran 2012, 13:32:58 EKONOMİK ADALET (I) Millî kaynakların âdil ve eşit dağıtımı amacına ulaşabilmek için İslam aşağıdaki tedbir ve usulleri önermektedir: Gönüllü sadakayı ve artan malın infak edilmesini (el-afv) de içine alan ihtiyarî yönlendirme ve hukukî tedbirlerdir. Sadaka (Gönüllü İnfak) Ahlakî Vazifeler: Ekonomik adalet idealine ulaşmak için, İslâm bütün mü'minlerden servetlerini toplumun ortak menfaati için harcamalarını istemektedir. İslam, Müslümanların servetleri üzerindeki bu hakkın sadece zekatı ödemekle kalkmadığını vurgulamaktadır. Hakiki infak, Müslüman toplumun zengin fertlerinin tabi olduğu çok kuvvetli bir yükümlülükten ve miktar olarak zekatın çok üzerindedir. Bir Müslüman, topluma karşı olan bu ahlaki mesuliyetini yerine getirmedikçe Allah'ın rızasını kazandığından emin olamaz. Peygamber bunu şu hadisiyle çok açık bir hale getirmiştir: "Kişinin malı üzerinde (Allah'ın ve kullarının) zekattan başka haklan da vardır." (Naim Sıddıkî, a.g.e., sh. 96). Dördüncü halife Hz. Ali'nin aşağıdaki açıklamasını okuyunca bu hadisin Önemi daha da açıklığa kavuşmaktadır: "Allah, zenginlere, mallarından, fakirlerin ihtiyaçlarına yetecek kadar, vermelerini emretti; eğer fakirler yiyecek veya giyecek bulamıyorlar ve (maişetleri için başarısız bir şekilde) uğraşıyorlarsa, bu, zenginler vazifelerini yapmadığmdandır ve Ahiret Gününde Allah onları azarlayacak ve cezalandıracaktır." (Muhalla, c. VI, sh. 158. Aktaran Şeyh Mahmud Ahmed, Economics of islam, 1964, sh 99). Yani, Hz. Ali'ye göre, zenginler istiflenmiş servetlerini, fakir, aç, çıplak ve sefalet içindeki insanlara rağmen saklıyorlarsa, bu halde Allah'ın gazabını haketmişlerdir. (A. Hakim, a.g.e, sh 193-195). İbni Ömer'e göre "Zekat, fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmezse o vakit fakirlerin durumunu iyileştirmek o kasabanın zenginlerinin vazifesi olur." Hz. Ömer'in halifeliğinin son günlerinde, İslam'ın eşitlikçi Özü hakkında şimdi bildiklerini evvelden bilmiş olsaydı, fakirlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için zenginlerin artan servetini zorla alacağını söylediği rivayet edilmiştir. Ebu Zer, şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber Kabe'nin duvarının gölgesinde otururken 'Onlar kaybedenlerdir" buyurdu. Ben 'Onlar kimlerdir ya Rasulullah?' diye sordum. Nebi 'Servet yığanlar ve eliyle her tarafa işaret ederek 'böyle böyle infak etmeyenlerdir' buyurdu." (Buhari ve Müslim). Bu hadis Peygamber'ın "zekattan başka haklar da vardır" sözünün gerçek önemini göstermektedir. Zenginler zekatlarını ödedikten sonra vazifelerinden kurtulmuş olmamaktadırlar. "Ebu Zer'e göre, toplum zengin ve fakir tabakalara ayırılmamahdır ve bütün insanların temel ihtiyaçları karşılanmadıkça zenginlerin istifledikleri serveti insanlardan sakınmaları bir çeşit hırsızlıktır." "Ashabın ilklerinden olan Ebu Zer'den asırlarca sonra İbni Hazm'm meseleyi tekrar gündeme getirdiğini ve Kur'an ve hadisten ve halifelerden iktibaslar yaparak, İslam'ın sefalet ve yokluğun ortadan kaldırılmasını istediği ve servetin yayılmasını taleb ettiği tezini ispatlamaya çalıştığını görmekteyiz, islam özel mülkiyete izin vermiştir. Fakat bu hak mutlak değildir. İbni Hazm'ın görüşleri, bir bakıma, bütün vatandaşların temel maddi güvenliği için hazırlanan Be-veridge Planı'mn benzeridir. Sabi, Mücahid ve Tavus'a dayanarak, toplumun, zenginlerin servetleri üzerinde, zenginler zekatlarını ödemiş olsalar bile hakkı olduğunu söylemektedir. (A. Hakim, a.g.e, sh. 193-195). "Kur'an; Hakk kelimesi yerine fakirlerin hakkı kelimesini kullanmaktadır; böylece zengin kişiden vermesi istenen sadaka değil, emekleriyle milli serveti oluşturmuş bulunan fakirlerin haklarının geri dönmesidir. İbni Hazm Kitab'dan sadaka için benzeri bir kelime kullanmak yerine "fakirlerin hakkı" kelimesinin kullanıldığı pek çok ayet aktarmıştır." "Diğer insanlar sıkı ihtiyaç içindeyken fazlalıkların muhafaza edilmesinin yasaklığı ile ilgili olarak İbni Hazm, Peygamber @ 'in Ebu Said el-Hudrî tarafından rivayet edilen bir başka hadisini almıştır: "Fazla devesi olanlar olmayanlara versin, fazla azığı olanlar da olmayanlara versin" buyurdu. Sonra kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığınım bize öğretilmekte olduğunu biz anlayana kadar her nevi malı zikretti." "İbni Hazm daha sonra millî servetin yayılmasında devletin uyguladığı güç konusu ile ilgilenmiştir. Öncelikle ihtiyacı olan bir ferdin fazlalık malı olan bir başkasına karşı haklarını ele almıştır. İbni Hazm'a göre eğer bir kişi açlıktan ve susuzluktan Ölmek üzereyse ve bunlara sahip olan kişi ona bunları vermiyorsa zaruret içinde bulunan kişinin bunları zorla almaya hakkı vardır. İbni Hazm'dan önceki fakihlerin çoğu sadece aşın susuzluğun şiddeti caiz kılacağı görüşünde idiler. İbni Hazm onları tenkid ederek, "susuzluk şiddeti caiz kılıyorsa açlık ve çıplaklık niye eşit derecede öldürücü kabul edilmemektedir" der." "ilk halife Hz. Ebu Bekr fakirler için olan zekatı ödemeyenleri ezmek için savaş açmıştır. İbn-i Hazm sefalet ve yoksulluk varken elinde fazla servet bulunduranlara karşı şiddet kullanmanın caiz olduğu görüşündedir." (Abdül Hakim, a.g.e., sh. 193-196). Burada şu hususu belirtmek gerekir: Bu durum bütün sermayenin ve özel mülkiyetteki bütün toprakların komünizmde olduğu gibi devlet tarafından zorla müsadere edilmesini hiçbir şekilde caiz kılmaz. "İslamî hayatı bütünüyle bilen ve ona temel ilkeleriyle aşina olan bir kişi komünist propaganda tarafından kolaylıkla tuzağa düşürülemez. İslâm özel mülkiyete ve şahsı teşebbüslere izin verir. Bütün hakları kendisinde toplayan ve ferdi soyut bir makinalar sisteminin merhametine ve hizmetine terkeden totaliter devleti öngörmez. Komünizm herkese aynı düşünceyi aşılamaya çalışır; İslam bunu yapmaz, islam, kurallara uyan veya çiğneyen insanlar arasında ortak bir esas oluşturmak için manevi hakikatleri ve sosyal adaleti yeterli görür. İnsanlar istedikleri gibi düşünebilirler ve işleri gayri-ahlaki ve topluma zararlı bir tabiatta olmamak şartıyla istedikleri işte çalışabilirler. İnsanlar namuslarıyla çalışarak servet kazanabilir ve bu servetin meyvelerinden faydalanabilirler. Fakat Kur'an'da da belirtildiği gibi İslam ekonomisinin temel ilkesi servetin, toplumun bütün sınıflarına dağılmasıdır." Ve bu amaca İslam, bu bölümde daha önce açıklandığı gibi, manevi ilkelerini ve kanuni tedbirlerim gündeme getirerek ulaşır. Fazlalığın İnfâki {el-afy Kur'an'ın millî servetin kitleler arasında yayılması İçin müslümanlara emir buyurduğu önemli ve etkili manevi yükümlülük infak esasıdır. Bu, insanların, Allah rızasını kazanmaları için servetlerinden artanı harcamalarını öngörmektedir. İnfak ilkesi Bakara suresinde şu ayetle ifadesini bulmuştur: "... Ne sarfedeceklerini sana sorarlar de ki 'Artanı' Böylece Allah, dünya ve ahiret hususunda düşünesiniz diye ayetlerini açıklar." (2: 219). el-Afv (artan) kelimesi bir kişinin gerekli masraflarının üzerinde ve fazla olan miktar; kişinin ihtiyaçlarını karşılamasından sonra kalan; bir kişinin ailesinin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra arttırabildiği anlamlarına gelir. Bu sebeple, bu ayet, insanların toplumun ortak menfaatleri için meşru ihtiyaçlarından arttırab ildiklerinin tamamını harcamalarını istemektedir. İnsanlar ihtiyaçlarının giderilebilmesi için çaba göstermeye ve dürüst bir şekilde çalışıp servet edinmeye, artanı toplumdaki fakir ve muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek İçin vermeye zorunludurlar. Diğer bir deyişle, Müslümanlardan bütün fakir ve muhtaçlarım ihtiyaçları tatmin edilinceye kadar cömertçe infak etmeleri istenmektedir.'Bu gayeyi sağlamak için devletin zenginlerden daha fazlasını da istemeye hakkı vardır. İnfak ilkesinin özel mülkiyet hakkını tanımak anlamına geldiğini ve kişiye artanı harcamasının tavsiye edildiğini belirtmek ilgi çekici olacaktır. Bu ilke, kişinin özel mülkiyet hakkından feragat etmesini istememekte, bilakis, kişinin bu maldan ihtiyaçları için harcamada bulunması hakkım tanımaktadır. Ondan hukuken ve ahlaken istenen, servetinin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan kısmını İlgilendirmektedir. Bu şekliyle İslamİ görüş ferde Özel mülkiyet hakkı tanımayan komünist görüşe zıttır. (Tarju-man al-Qur'an, Mayıs 1963, sh. 51). İnfak kelimesinin manası çok geniş olup zenginlerin fazla servetinden topluma yapılan bütün hizmet çeşitlerini kapsayıcıdır. Peygamber'in ashabına diğer tarlalardaki sebzelerin (ve diğer mahsulün) büyümesini engelleyeceği için fazla suyu tarlalarında tutmamaları gerektiğini emrederken, zenginlerin fazla serveti ellerinde tutup kullanmamalarına hoşgörüyle baktığı nasıl söylenebilir? Kur'an-ı Kerim İnsanların fazla servetini diğer insanların faydası için dağıtmasının önemini değişik yollarla vurgulamıştır. Bir kişinin serveti üzerinde, fakir ve muhtaçların hakkı şu sözlerle öne çıkarılmıştır: "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı." (51:19) ve yine Mearİc suresinde şu ayetler yer alır: "Mallarında belli bir hisse vardır. Saile ve mahruma (isteyene, iffetinden dolayı istemeyip mahrum kalana)." (70: 24-25). "Fakir ve muhtaçlardan" burada, zenginlerin servetinde bir pay sahibi oldukları şeklinde bahsedildiği belirtilmelidir. Devlet bu hakkı almak ve fakirlere vermekle yükümlüdür. Fakat bu sadece bir paydır, komünistlerin anladığı gibi malın tamamı değil. Zenginlerin fazla servetindeki pay Allah'a ve O'nun kullarına karşı zenginlerin bir yükümlülüğüdür ve bunu sadece bu payı fakirlere geri ödeyerek yerine getirebilirler. Peygamber'in meşhur bir hadisi zenginlerin bu yükümlülüğüne bir ışık tutmaktadır: "Allah Ahiret Gününde kullarına kendisi onlara geldiğinde O'na nasıl davrandıklarını soracaktır. 'Çıplaktım; giydirmediniz, açtım; doyurmadınız' vs. diyecektir. İnsanlar şaşırmış olarak (Allah'ın aç ve çıplak olmasının) nasıl mümkün olacağını sorduklarında Allah onlara şu ve şu adamın kendilerine çaresiz ve muhtaç vaziyette geldiğinde onların bu adama yaptığı muamelenin bir bakıma O'na yapılmış sayılacağı cevabını verecektir." Bu hadis, fakirlerin İhtiyaçlarının karşılanmasının toplumdaki zenginlerin yükümlülüğü olduğunu ve bu yükümlülüğü hiçbir şekilde dikkate almamazlık etmemeleri gerektiğini açıklığa kavuşturmaktadır. Ne zaman yükümlülüklerini yerine getirmeyecek olsalar, o vakit, devletin toplumun fakir kesimlerinin hisselerini zenginlerden zorla alma hakkı olacaktır. Ebu Zerr Gifârî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben bir seferinde Peygamber ile beraber bulundum. Dönüşte Rasulullah Uhud Da-ğı'nı görünce; 'Benim için Uhud'un altın olmasını, ondan (mesela) bir dinarın üç günden fazla yanımda beklemesini arzu etmem. O bir dinarı daben, yalnızborç Ödemek için hazırlamak is terim,'buyurdu. Sonra Rasulullah devamla:'Malca çok zenginler vardır ki, onlar sevabca çok azdırlar. Meğer ki, onlar mallarını şöyle böyle (insanlara ve iyilik yolunda) sarfetmiş olalar. Bu seciyede insanlarsa herhalde azdır.' buyurdu." (Buhari). Peygamber özel harcamanın bu şekline büyük Önem verdi. Toplumun yoksul üyelerine yardım etmeyenleri kınadı. Peygamber'ın bir hadislerinde şöyle buyurdukları rivayet edilmiştir: "Bir dilenciyi kapısından çeviren kişiye kıyamet Gününde Allah; 'Ey Ademoğlu, Ben senden yiyecek istedim, fakat sen vermedin' diyecektir." Ebu Hureyre'den rivayete göre Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allahu Teala buyurdu ki; 'Ey Ademoğlu! (Allah yolunda) infak et, sana da infak edilir." Abdullah b. Ömer'den yapılan rivayette bir adam Rasulullah'dan "Amellerin hangisi daha hayırlıdır?" diye sordu. Peygamber; 'Muhtaçlara ve fakirlere yemek yedirmendir" buyurdu. Fakir ve muhtaçları yedirmenin, giydirmenin toplumda dilenciliği ve aylaklığı teşvik etmek anlamına gelmediği burada belirtilmelidir. Bu sadece sakat ve muhtaçların tamamen korunacağı, iş yapma kabiliyeti olan işsiz ve fakirlere iş temin edilerek onların toplumun yararlı birer üyesi olmalarının sağlanacağı anlamına gelmektedir. İnsanlar arasında yüksek ahlakî değerleri geliştirmek ve korumak için İslam, diğer kurallar arasında fazla servetin harcanması şekliyle ilgili kaideler de getirmiştir. İslam artık servetin fazilet, doğruluk, kamunun refahı ve kendi maişetlerini temin edemeyen insanlara yardım sunmak gibi işlerde kullanılmasını önermektedir. Fazla servete sahip insanların izleyeceği en iyi yol bu serveti ihtiyaçlarını karşılamaları için diğer insanlara infak etmesidir. Bu nitelik İslam'da en yüksek manevi seviyelerden biri olarak kabul edilir. İslami toplumda kazançlarını infak edenlere, artı kazanç elde etmek için yatırım yapıp servet İstifleyenlerden dahafazla saygı duyulur. Kanun, zenginlerin servetinin sadece belli bir kısmını alır. Bunun belli bir sınırı vardır. Kanun kuvvetinin ötesinde müminlerin aldığı İslami eğitim ve terbiye, servetlerini daima muhtaç ve yoksulların hizmetine sunar. Kur'an'da, insanları servetlerini fakirler için sarfetmeye teşvik eden ve aralarında bu ruhun yayılmasına yardımcı olan pek çok ayet vardır. |