Konu Başlığı: Ruhbanlık Cahiliyyesi Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 28 Ağustos 2012, 10:46:24 3- Ruhbanlık Cahiliyyesi Metafizik ile ilgili üçüncü teori münzevî hafat anlayışı olup fikirleri şöyledir: "Bu dünya /e bedenî varlık insan için cezalandırma vasıtalarıdır. İnsan ruhu, bedeninde bir mahkûm gibidir. Vücudun bütün arzu, istek ve şehvetleri bu hapishanenin pranga ve zincirleridir. İnsan dünyaya ne kadar yaklaşırsa o kadar kir ve pisliğe bulaşır ve cezayı hak eder. Tek kurtuluş yolu, dünya işleri ve hayat problemleri ile bütün alâkayı kesmektir. Arzu, istek, ihtiras, zevk ve ihtiyaçlar mümkün olduğu kadar bastırılmak, bedeni ve nefsî ihtiyaçlar sıkı kontrol altında tutulmalı, dünyevî güzellik ve zevkler unutulmalıdır. Ayrıca et ve kemikten doğan bütün kan bağlan, sevgi, nefret ve korku gibi duygular reddedilmelidir. İnsanın düşmanı olan nefis ve beden, kontrol, eziyet, zorluklar ve işkence ile öylesine ezilmeli ve etkisiz hâle getirilmeli ki, ruha hâkimiyet ve üstünlük kuramasınlar. Böylece ruh her türlü pislik ve kötülükten arınarak temizlenecek ve melek özelliği kazanacak, insanı ruha niyete ve yüksek yerlere götürebilecektir." Bu anlayış, temelde toplumun aleyhtari olmasına rağmen toplumu ve medeniyeti önemli ölçüde etkilemiştir. Bu hayat anlayışının sonucunda meşhurları Vedantizm, Platoniznı, Yeni Platonizm, Yoga, Mistisizm, Budizm, ve Hristiyan Ruhbaniliği vb. olan yeni felsefe sistemleri ortaya çıkmıştır. Bu felsefeye bağlı olarak, olumsuz yönleri olumlu yönlerinden-çok bir ahlâk düzeni ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar toplumun inanç, kültür, eğitim, öğretim, sanat, edebiyat ve ahlâkına, insanların günlük yaşantılarına nüfuz etmiş, etkilerinin ulaştığı her yerde afyon, esrar ve zehir gibi hayatın bu alanlarını felce uğratmıştır. Bu cahili sistem ile daha önce bahsedilen iki cahilî anlayış arasında yakın bağlar vardır. Bunlar üç şekilde yardımlaşmaktadır: Birinci olarak, ruhbanlık cahiliyyesi, toplumun temiz, dürüst ve iyi karakterli fertlerini dünya işlerinden ayırarak onları uzlete çeker. Böylece meydanın en şerli insanlara kalmasına yol açar. Kötü niyetli ve ahlâksız kişi ve gruplar yeryüzünün rakipsiz sahipleri olup dünyada fitne ve fesadı yaygınlaştırırlar. Çünkü dürüst, iffetli ve takva sahibi kimseler dünyayı terkedip âhirette kendi kurtuluşlarını düşünürlerken, bunlara engel olacak kimse kalmamıştır. İkinci olarak, bu anlayış halk arasında yanlış sabır ve hoşgörü tutumunu oluşturarak, aralarında bozgunculuk, bedbinlik ve ümitsizlik gibi onları zâlimler için kolay bir hedef yapan tutumları çoğaltır. Kralların, hâkim sınıfın, dinî liderlerin bizzat himayeleri altında niye mistik felsefe ve ahlâkı yaymaya çabaladıklarının sebebi budur. Bu yüzden, tarihin hiçbir döneminde, sömürgecilik, kapitalizm ve Papalığın, bu ruhbanlık ahlâk ve felsefesiyle çatıştığı vâki değildir. Üçüncü olarak, bu ruhbanlık felsefe insan tabiatına yenik düşünce ya da onun yanında çaresiz kalınca hile ve bahaneler aramaya başlar. Günah çıkarma ve kefaret inancı, insanların bir taraftan serbestçe günah işlerken bir taraftan da cenneti elden bırakmamak için icat edilmiştir. Aynı zamanda cinsî ve şehvanî ihtiyaçları tatmin etmek için aşk-ı mecazî gibi kavramlar ile gayrimeşrû toplu ilişkileri andıran âyinler ihdas edilmiştir. Bazen de dünya işlerinden feragat ve riyazet gibi perdeler altında krallar, hâkimler ve saray mensuplarıyla bağ kurularak işbirliğine gidilmiş; bu manevî hakimiyet Roma Papalığı ve Doğunun kilise ve mabetlerinde rahipler ve rahibeler arasında görüldüğü gibi en kötü şekilde yayılmıştır. Yukarıda ifade edildiği gibi, bu cahili sistemin diğer iki sisteme etkileridir. Fakat bu sistem peygamberlerin ümmetleri arasına girdiğinde daha farklı neticeler verir. İlk darbesi, bu dünyayı hareket alanı, imtihan yeri ve âhirete hazırlık yeri olmaktan çıkarıp, bir azap yeri ve tuzak yeri sıfatını alır. Görüş açısındaki bu temel değişiklikten dolayı insan dünyada ALLAH'ın elçisi olarak görevlendiril-diğini,buraya üzerine düşen görevleri yapmak ve dünya meseleleriyle ilgilenmek için geldiğini unutur. Kendisinin bir batağa, bir pisliğe, kötülükler dünyasına atıldığını, bu yüzden dünyanm arzu ve isteklerinden uzak kalıp hayatın itip kakışmasından kaçması gerektiğini düşünmeye başlar. Bu tutumuyla halifelik yükünü omuzlamak bir tarafa, insan, dünya ve olaylara endişe ve-korku ile bakar, küçük olaylardan bile çekinir hale gelir. Şeriat nizamı, ibadetlerin manası, insanları hayr'a davet edip serden nehyetmek, ki bunlar insanı halifeliğe hazırlayan yükümlülüklerdir, ona manasız gelmeye başlar. Böyle düşünenlerden bazıları kendilerini biraz olsun hayata bağlı hissederlerse de dinî faaliyetlerini kefaret gibi konulara kadar sınırlı tutarlar. Bazı ibadet ve merasimleri yapmak suretiyle bunların dünyadaki günah dolu yaşantısına kefaret olacağını, âheritteki kurtuluşun ancak bunlara dayandığına inanmaya başlarlar. Bu düşünce yapısı bütün peygamberlerin tesisi için gönderildiği Hilafet-i İlâhiyye'yi ve farzları yapmaktan ziyade, bir grubun Murakabe (kendi iç âlemine bakma, dalıp kendinden geçme), mükâşefe (İlâhî Nûr'u görme), evrâd (okunması âdet olunan dua-lar), vezâif, nafile ibadetler, müstehabât (farz ve vâcibden başka olarak sevap kazanılan işler) ile uğraşmaya başlamalarına sebep olmuştur. Başka bir grupta ise dinin en sıradan meselelerinde bile sınırları aşarak kılı kırk yaran ve ALLAH'ın dinine dokunulduğunda hemen kınlıverecek duruma sokan taassup hastalığı yayılmıştır. Böylece bütün vaktini dokunulduğunda hemen kırılacağı sanılan Din fincanını korumak için, basit meseleler üzerinde israf etmişlerdir. Bu da müslümanlarda bıkkınlığa, atâlete, dargörüşlülüğe ve çekingenliğe yol açmış; insanlığın asıl problemlerini, dinin evrensel kural ve kaidelerini kavrayamaz, her değişimden sonra kendilerini dünyayı yönetmeye hazırlayamaz hâle gelmişlerdir. |