Konu Başlığı: Rubûbiyetin Delilleri Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 20 Ağustos 2012, 19:23:23 Rubûbiyetin Delilleri Kâinata yön veren ilâhî sıfatlar arasında, Kur'ân'ın Allah'ın birliğini göstermek için delil olarak en çok kullandığı rubûbiyettir. Kâinatın işleyişi kendini öyle bir şekilde düzenlemelidir ki, ondaki her unsur her durum ve şart altında hayata katkıda bulunur. Kur'ân, bu gerçek karşısında insanda insiyakı olarak şu düşüncenin hasıl olması gerektiğini belirtmektedir: Bütün kâinata hayat bahşeden, onu sürekli gözeten bir varlık vardır. Bu varlık kaçınılmaz olarak bazı özel sıfatlara sahiptir. Bu sıfatları sayesinde, mükemmel varlık makinesi sürekli olarak işlemektedir. Kur'ân şöyle sormaktadır: İnsanın içgüdüsü onu, bütün bu varlık mekanizmasının kendi kendine meydana geldiğine ve bir amacının olmadığına inanmaya sevkedebilir mi? Başlı başına Allah'ın elinin delili olan bu varlık makinesinin, O'na yönelik bir gayesinin olmaması mümkün müdür? Kendi iradesi ve zekâsı olmayan bu hayat düzeneği varlığını kör ve sağır bir tabiata, cansız bir maddeye veya küçücük bir elektrona borçlu olabilir mi? Öyle inanılırsa sonuç bu olur. Her yerde Allah'ın fiili varken, bu fiilin arkasında bir âmilin olmadığına; her yerde lütuf olduğu halde, bu lütfü tevzi eden bir varlığın olmadığına. Kısacası, herşey olduğu halde hiçbir şeyin olmadığına... İnsanın tabiatı, bir fail olmadan bir fiilin asla olamayacağına, bir idareci olmadan bir düzenin, bir planlayıcı olmadan bir planın, bir inşaatçı olmadan bir ya-binanin ve bir çizimci olmadan bir motifin olamayacağına inanmaya yatkındır. İçindeki ses ona bütün bunların gerçekleşemeyeceğini söyler. İnsanın fıtratı bu gerçeği doğrulayacak şekilde yaratılmıştır. Onda inkâra veya şüpheye yer yoktur. Kur'ân, kâinatın işleyişi üzerinde düşündüğü halde, kaadir olan Allah'ın varlığını inkâr etmesinin insanın tabiatına aykırı olduğuna İşaret etmektedir. Kur'ân, insanın umusamazlığın ve haddini bilmezliğin etkisi altında her-şeyi inkâr edebileceğini, ancak kendi fıtratını inkâr etmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir. İnsan, çevresine bakıp, rubûbiyetin her tarafta işleyiş hâlinde olduğunu gördüğünde, onun fıtratı, gözlemlediği şeyin rububiyet olmadan var olamayacağını haykırır. Kur'ân'ın kullandığı anlatış üslubu ön kabul. ler veya zihnî tavırlar sunmaz ve delilini bunlara dayandırmaz. Diğer yandan insanın fıtri yapısına ve istidatlarına başvurur. Kur'ân Allah'ın varlığının insanın fıtratı tarafından hissedildiğine işaret etmektedir. Bir insan kayıtsızlık sonucu bu hislerini inkâr ederse, bu kayıtsızlığına karşı uyarılmalıdır. Fakat bu ikâz üslubu tamamen zihnî nitelikte olmamalıdır. İnsanın kalbine dokunulmak ve öylelikle vicdanı uyarılmalıdır. Bu yapıldı mı, artık onu ikna edecek delile gerek yoktur. Bu ona tabiî gelecektir. İşte bu yüzden Kur'ân insanın kendi nefsini ona bir delil olarak göstermektedir: "Doğrusu insan kendi nefsini görür." (75: 14). Bu yüzden Kur'ân sık sık insanın fıtratına seslenmekte ve onun derinliklerinden bir cevap beklemektedir: "De ki: 'Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o ku-lak(lar)ın ve gözlerin sahibi kimdir? (Onları yaratıp yöneten kimdir?) Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor (kâinatı yönetiyor)?' 'Allah!' diyecekler. De ki: 'O halde (O'nun azabından) korunmuyor musunuz? İşte gerçek Rabbiniz Allah budur. Gerçeğin Ötesinde sapıklıktan başka ne var? Öyleyse nasıl (hak'tan sapıklığa) döndürülüyorsunuz?" (10: 31-32). Daha sonra Kur'ân şöyle sormaktadır: "De ki: 'Hamd olsun Allah'a, selâm O'nun seçtiği kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları şeyler mi? Yahut gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten su indirdi de onunla sizin bir ağacını dahi bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdik? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (haktan) sapan bir kavimdir. Yahut şu dünyâyı durulacak yer yapan, arasından ırmaklar çıkaran, üstünde sağlam dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır çokları bilmiyorlar. Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden) kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen kim? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hâşâ, Allah onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir, münezzehtir. (O, eksikliklerden uzaktır). Yahut yaratmaya kim başlıyor, sonra onu (kim) iade ediyor (Ölüp ortadan kalkan şeyleri yeniden yaratıyor)? Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? De ki: 'Eğer doğru iseniz delilinizi getirin." (27: 59-64). Buradaki soruların herbiri başlıbaşına kesin birer delildir; her birinin tek bir cevabı olup bunu da insanın fıtratı verir. Geçmişte âlimlerimiz bu hususu gözden kaçırmışlardır. Kur'ân'ın sunuş üslubunu anlamada hataya düşmüşler ve sonuç olarak zorlama kavramların arasında kaybolmuşlardır. Kur'ân, deliline temel olarak birçok kez, tabiatta her nesneye sağlanan hayat vasıtalarına, hayat sisteminin değişik veçhelerine ve gelişme şekline değinmektedir: "İnsan (şu) yiyeceğine bir baksın. (Nasıl) biz suyu döktükçe döktük. Sonra toprağı güzelce yardık. Orada bitirdik dâne(ler), üzüm(ler), yonca(lar), zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyva(lar) ve çayır(lar). Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için." (80: 24-32). Buradaki "insan bir baksın" ifadesi tefekkürün ana noktasını oluşturmaktadır. Umursamaz bir kimse hayatın gerçekleriyle yüzyüze gelmekten kaçabilir, fakat bu gerçekler kuşa-tıcılıklan ve evrensellikleri ile her köşe ba-Şinda karşısına çıkacaktır. İnsan gözlerini dünyadaki herşeye kapatabilir; fakat geçimi !çin kullandıklarına kapatamaz. Önünde duran yiyeceğe baksın. Meselâ bir buğday dânesine. Onu elinin içine alsın ve bu hale gelinceye kadar geçirdiği aşamaları düşünsün. Şimdiki biçimini kazanan bu zayıf dânenin, büyürken tabiattaki bu hayat teşkilatından etkilenmemiş olması mümkün müdür? Böyle bir düzenli işbirliği sistemi faaliyetteyken, onun işleyişini yönlendiren bir düzen koyucunun olmadığı söylenebilir mi? Nahl sûresinde delil bir başka biçimde sunulmaktadır: "Hayvanlarda da sizin için ibret (alınacak dersler) vardır. Onların karınlarından, fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (çıkardığımız) hâlis, içenlere (içimi) kolay süt içiriyoruz. Hurma ağaçlarının meyvalarından ve üzümlerinden de içki ve güzel rızık elde edersiniz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için (Allah'ın büyüklüğüne) işaret vardır. Rabb'in bal arısına şöylle vahyetti: 'Dağlardan, ağaçlardan ve kurdukları çardaklardan evler edin! Sonra her çeşit meyvalardan ye de Rabb'inİn yollarında boyun eğerek yürü!' Onun karınlarından, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlara şifâ vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir millet için (Allah'ın büyüklüğüne) işaret vardır." (16: 66-69). Kur'ân, yaratıcının varlığına delil olarak yaratılış dünyasından bahsederken, aynı zamanda kâinatta mevcut hayat ve gelişme düzenine de dikkat çeker. Bunu yapmaktaki amaç, hâkim ve üstün bir irade sahibi olanın varlığına sâdece delil olsun diye olmayıp, O'nun koyduğu nizamın kusursuz ve eksiksiz olduğunu ifade etmek içindir. Daha açık deliller sunulabilir. Dünyada her şeyin geçime ihtiyacı olduğunu ve bu geçimin karşılandığını görüyoruz. Şüphesiz bunu sağlayabilecek biri olmalıdır. Fakat bu kim olabilir? Şüphesiz kendisi geçime ihtiyacı olan biri değil. Bu delillendirine metodunun kullanıldığı aşağıdaki ayetleri okuyalım: "Ektiğinizi gördünüz mü? Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz? Dileseydik, onu çer-çöp hâline getirirdik de, şaşar kalırdınız. 'Doğrusu çok zarara uğradık, hatta büsbütün mahrum olduk!1 derdiniz. İçtiğiniz suya baktınız mı? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indirenler biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? Şu tutuşturduğunuz ateşi, onun ağacım siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan Biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık." (56: 63-73). |