๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 19:58:47



Konu Başlığı: Riba Ve Ticaret
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 19:58:47
3- Riba Ve Ticaret

Müşrik Araplar, ticaretle ribayı birbirinden ayırmazlar ve ribayı gerçekten ticaret olarak farzederlerdi. Onların iddia ettikleri bir kimse iki dinara bir şey aldığında (mesela bir elbise) ve onu 2,5 dinara sattığında, normal ve tama­men meşru bir alışveriştir. Aynen bir kimse 2 dinarını borca yatırır ve borçlu olan 2,5 dinar geriye alırsa, bu normal ve meşru sayılmalıdır, çünkü her iki muamele de karşılıklı anlaşmay­la yapılmıştır.

Kur'an-ı Kerim, Bakara suresinde bu hususa işaret ederek ticareti ve ribayı ayınr: "...Alım-satım da ancak riba gibidir, derler. Halbuki Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır..." (2: 275).

Kur'an-ı Kerim'in bu ayeti ticaret ve ribanın aynı şey olmadığını tamamen açıklığa kavuş­turur. Alışveriş, ticaret ve sanayie yatırılan sermaye helâl ve meşru olan kârla sonuçlanır, fakat modern bankalara borç veya depozit olarak yatınlırsa, faiz kılıfı içinde meşru ol­mayan bir fazlalık verir. Allah sonrakini ya­sakladı da öncekine niçin müsade etti? Bu, iki fazlalık arasında Önemli bir farkın olmasından dolayıdır. Sonuncusu emeğin meyvalanyla bağlantısız kazanılmamış bir gelir olduğu hal­de önceki emek için bir mükâfattır. Bütün bunların yamsıra, sonuncusu ticareti, alışveri­şi, sanayiyi yakıp yıkarken, teşvikten hali bı­rakırken, ilki teşvik edicidir. Mevlana Ebu'l-Ala, alışverişle (bey'), faiz (riba) arasındaki farkı şu kelimelerle açıklıyor: "Bey' Öyle bîr işlemdir ki, satıcı malım alıcıya fiat olarak belli bir para karşılığında malın satışa sunui-masi, alıcının ödeme karşılığında o malin mülkiyetini almasıdır. Bir şeyin üretim veya imali için yatırım yapan kişinin, yatırım yaptı­ğının üzeri ve fevkinde ek bir tahsilat yapma­sı, kârını teşkil eden kendi emeğinin bir karşı­lığıdır."

"Şimdi hep beraber ribanın ne olduğuna baka­lım. Belli bir vakitten sonra tesbit edilmiş bir miktarın sermayeye ek olarak tahsil edilmesi şartına bağlı olarak bir kişinin diğerine serma­yeyi borca vermesidir. Faiz ve riba olan bu ek miktar hiçbir emek ve mal karşılığı olma­yıp, ancak ana sermayenin borca alındığı za­man içindir. Bey'de dahi eğer bir malın fiatı tespit edilmiş bir günde ödenmeme durumun­da artabileceği şartına bağlıysa ve değişiyor­sa, bu faiz veya riba olur." Böylece riba, özünde, ana sermayenin kullanıldığı süre kar­şılığı olarak sermaye üzerinden tahsil edilen bir miktardır ve üç unsuru ihtiva eder: Kısaca, sermayeye ek, zamana göre ekin oranı, ek miktarının ödenmesinin pazarlığa tabi olması. Bu Üç unsuru içeren bütün İşlemler riba kate­gorisine girer.

Ticaretle riba arasındaki temel farklılık nokta­lan kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir:

a- Ticarette, sermayedar kazanma ümidiyle beraber kaybetme riskini de taşır, fakat asıl anlamıyla kaybetme durumunda dahi serma­yedar kârını (yani faizini) hesab ederken, borç alınan parada kendi emeğini kullanan kişi ta­rafından bütün kayıplar göğüslenir. Bu neden­le, ticaret aşın faizden tamamen farklı bir ko­numda bulunur."

b- Ticarette kârlar şahsî gayret, sıkı çalışma ve teşebbüsle elde edilir ve tamamen, kesin bir değer -oluşum işlemi sonucudur.- İlerde diğer bölümde açıklanacağı gibi "değer oluşumunu ve üretken işlemi geciktiren ribada du­rum böyle değildir.

c- Daha önce de açıkladığımız gibi riba ile ti­caretteki temel fark,  ticarette  ve  sanayide kârlann dalgalanmasına ve önceden belirlen­mesine karşın ribada tespit edilmiş bir zamana bağlı olarak borç paranın üzerinden veya fev­kinden, önceden belirlenmiş bir fazlalıktır. Bu demektir ki, Önceden belirlenmiş faiz açık ve kesindir, fakat diğer taraftan ticaret kârları ne açıktır ne de seçik. Evvelkinde (faizde) fazla­lık ve onu kazanma çabası arasında ilişki yok­tur; fakat sonrakinde girişimle fazlalık arasın­da direkt bir bağlantı vardır." (Economics of islam, sh. 25).

d- Meşhur bilgin Kiffal faiz ve riba oranında­ki farkı açıklarken şöyle der: Bir kimse, 10 di­nara aldığı bir kumaşı 20 dinara karşılıklı an­laşma ile bir başkasına satarsa değişim değeri eşit olur ve muameledeki her iki taraf da ger­çekten istifade eder. Satıcı 10 dinarlık bir kâr elde ediyor ve alıcı da gerçek değerinde oldu­ğunu düşündüğü elbiseyi alıyor. Böylece satı­cının kârı değişimdeki malın alıcıya olan ger­çek değeridir. Fakat bir kimse belirli bir za­man için borca verilmiş yalnızca 10 dinara 20 dinar alırsa, böylece hiçbir şey karşılığında 10 dinar kazanmış olur. 10 dinar verir ve belirli bir zaman sonra görünümde hiçbir şeyin mu­kabili olmayan 10 dinar fazlalıkla birlikte kendi 10 dinarını alır. Bu fazlalığın zaman için bir karşılık olduğunu öne süremezler, çünkü zaman ne bir alıp satılabilen mübadele malıdır, ne de belirtilmiş aşağı yukarı herhan­gi bir refah gibi değişen şeydir. (A. İkbal Ku-reyşi, a.g.e., sh. 57).

Kısaca denilebilir ki, bütün sınaî ve ticarî iş­lemlerde, her İkİ tarafta mübadele de maddi bir şey veriyor, mesela satıcı elbise, alıcı ise para veriyor, veya kira pazarlıklarında diğeri para öderken ev sahibi evini kiraya verir. Ki­racı, evi ev sahibine teslim ettiğinde, ev yıp­ranarak asli değerinden birazını kaybetmiş ol­duğundan aynı ev değildir. Evi hiç dokunul­mamış halde kıracı teslim etse bile, ev asli eş­yalarından bazılarını yitirecek ve asla yeni ev kadar mükemmel düşünülmeyecektir. Böyle­ce muamelenin, bu durumlarda her iki taraf da diğer tarafa bazı fedekarhklar yapar veya maddi bir şey öder. Fakat faizdeki para duru­munda sermayedar tarafından böyle bir fede-karlık yoktur. Kendi malında hiçbir eksilme olmaksızın borç anlaşmasının bitiminden son­ra paralarını alabilirler. Bunun sebebi, geri Ödenen miktarın bir zaman önce faize yatırılmış paranın gerçek karşılığı olmasıdır. Böyle­ce sermayedar ne sermayesini, ne de herhangi bir malı kaybeder. Şayet 5 veya 10 yıllık bor­ca yatırılmış sermayesinden yıllık veya aylık faiz alırsa, borçluya karşılık olarak vermekte olduğu nedir? Veya onun için ne fedakârlıkta bulunabilir? Değerinden veya miktarından ka­yıp olmayan faiz parasını almaktadır. Bütün ticarî veya sınaî muamelelerde her iki taraf bazı fedakârlıklara katlanır, fakat sermayedar böyle bir fedakârlığa veya riske girmez. Belir­li bir zaman diliminde düzenli olarak faizini tahsil eder; fakat ticarî ve sınaî diğer bütün iş­lerde verildiği halde borçluya mübadele esna­sında maddî bir şey vermez.

Böylece riba, bir tarafın faiz ödediği, diğer ta­rafın hiçbir şey ödemediği tek taraflı bir mü­badeledir. Ancak borç sözleşmesinin başlan­gıcında ne vermişse onu geri alır. Bu muame­lede borç alınan sermaye,sermayedara geri döner ve böylelikle herhangi bir mal ve ürüne değil, sadece zamana karşılık bir faiz ödenir. Diğer taraftan ticarette alıcı ve satıcı gerçek olan şeyleri mübadele ederler. Alıcı malı ahr, satıcı emeği karşılığı kârıyla beraber parayı, bedelini alır.

Günümüzde para değerindeki yeni eğilimler, kredi verenin, verdiği miktarı hakiki değerin­de alamayacağı etkisini meydana getirmekte­dir. Alınan borç para miktarının gerçek değe­rinde bir müddet sonra azalma meydana gelir ve bu yüzden satın alma gücüyle ilgili aslî de­ğerinden birazı kaybolur. Ödünç alman para­nın satın alma gücü kısa bir süre sonra ödene­cek borcun ifasından alınan paradan daha yüksektir Enflasyon ekonomide geçici bir saf­hadır, daimi değildir. Bu yüzden faiz lehine bir görüş ileri sürülemez. Hepsinden ziyade kendi yaptıklarımızın meyvesidir. Ektiğimizin hasadını topluyoruz. Bunlar yaşadığımız gayri tabii sistemin kötü etkilerinden bir kaçıdır.

Ekonomi biliminde uzman olanların da çok iyi bildiği gibi bütün yukarıdaki ribanın etki­leri tabiidir. İslam'ın ortaya koyduğu iktisadi, sosyal ve ahlaki sistemde bu sistemin bütün prensipleriyle çatışan ribaya yer yoktur. Riba-nın şekli en az ve en zararsız olsa dahî, siste­min işleyişine zararlıdır.