Konu Başlığı: Rasulullahın Rolü Ve Statüsü Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 03 Haziran 2012, 16:41:55 RASULULLAH'IN ROLÜ VE STATÜSÜ Anayasa ile ilgili kısımda (Kısım 1) tartışıldığı üzere, Rasulullah'a itaat İslâm'ın ikinci temel prensibidir. Rasul'a itaat eden Allah'a itaat eder, bunun tersi de doğrudur. Hakikaten pratikte Allah'a itaat sadece Allah'ın yeryüzünde yetkili tek elçisi olan Ra-sulü'ne itaat yoluyla gerçekleşir. Bu yüzden Rasul'ın emirlerine itaat ve riayet etmek tslâm anayasasının vazgeçilmez bir temel ilkesi olduğu gibi, kişinin inancının bir parçasıdır O her ne emrederse müminler manen ve hukuken itaat etmekle yükümlüdürler. Değişik bir ifadeyle Allah tarafından tayin edilen ve ferdî fikirler için çok kısıtlı bir saha bulunan tüm inanç, ibadet ve yasal meselelerde, Rasul'ın tefsiri ve tatbikî kesinlik ifade eder ve bütün inananlar tarafından tartışmasız itaat edilmesi ve izlenmesi gerekir. Bu sebebledir ki, Rasul , İslâm'da emsalsiz bir pozisyona sahiptir. Birincisi, Allah'ın elçisi, görevlisi ve İlâhî vahyin alıcısı olarak, İslâm'ın dinî yapısının lideridir, başkanıdır, ikincisi, Allah'ın Rasulü ve tslâm devletinin başkanı olarak, o, anayasanın yürürlüğe konması, tefsiri ve tatbikinden sorumludur. Bu iki yönlü pozisyonuyla onun rolü ve statüsü Allah tarafından açıkça tanımlanmış ve belirlenmiş olduğundan Rasul'a itaat tüm müminler üzerine bir zorunluluktur. Kur'an Rasulullah'ın mevkisini açıkça tanımlamakta ve bu konuda hiçbir şüphe bırakmamaktadır. "Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik," "Hayır öyle değil; Rabbinize andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, »man etmiş olmazlar:' (4: 64-65). "Kim de Rasulullahın rolü ve kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, Rasul'e karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir sondur o!" (4: 115). "Kim Rasul'e itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiştir." (4: 80). "Rasul size ne verdiyse artık onu alın, sizi neden sakındırdıysa artık ondan d^ sakının:' (59: 7). Bu Kur'an ayetleri müslümanlara bütün meselelerde herhangi bir itirazda bulunmaksızın Rasul'a itaat etmelerini açıkça emretmektedir. Ebu Hureyre, Rasulultah 'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Size bir şey yapmanızı emrettiğimde yapabildiğinizce bu emre riayet edin. Yasakladıklarımdan da uzak durun" (Buharı ve Müslim). Abdullah b. Mesud, bir kez "Allah şöyle şöyle yapan kadınlara lanet eder" demiştir. Bunu duyan bir kadın ona gelip Kur'an'da kendisinin gözüne böyle bîr şey çarpmadığından, bunu nereden aldığını ya da çıkardığını sordu; Abdullah b. Mesud, eğer Kur'an'ı okumuş olsaydı bulacağını belirterek kadına şu ayeti okuyup okumadığını sordu. "Rasul size ne verdiyse artık onu alın, sizi nederTde sakındırdıysa artık ondan da sakının" (59: 7). Ka-dın bu ayeti okumuş olduğunu söyledi. Bunun üzerine Abdullah b. Mesud, Rasulullah'ın bunu yasakladığını söyledi. Kadın artık meseleyi anladığını beyan etti. (Buharı ve Müslim). İslâm'da Rasulullah'ın yeri, müminlere onu bu hayattaki her şeyden daha çok sevmekle emreden hadisle gösterilmiştir. "Sizden biriniz beni çocuğundan, babasından, malından ve tüm insanlıktan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz," (Müslim). O, bizler için sadakatin odak noktası kılınmıştır, çünkü Allah'ı hakiki şekliyle kavramamızı, ahiret günündeki hesap verme sorumluluğumuzu, velhasıl kâinatın Mâliki ve Hâkemi (hükümrânı) ile İlişkili insan yaşantısının tüm boyutlarını onun ve yalnız onun vasıtasıyla öğrendik, öğrenmekteyiz. Rabbimi-ze giden dosdoğru yolu gösteren Muhammed'dır. insanı yaratıcısına yaklaştıran asıl şahıs O'dur. Bu nedenle Kur'an şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammed) de ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın'. Allah bağışlayandır, esirgeyendir" (3: 31). Nitekim, yeryüzünde İyilik, fazilet ve adalet sistemini kurmak için İlâhî prensipler, sosyal ve siyasî problemlere uygulamakla uğraşırken, Rasul devlet başkanı olarak hareket etmiştir. Değişik nitelikteki çok çeşitli problemlerle uğraşmak ve her meselede, zamanın ihtiyaçlarını, gereklerini ve keyfiyetini de gözönünde bulundurarak, İlâhî rehberliğin ışığında doğru hareket şeklini belirlemek zorundaydı. Belirtilen bu pozisyonda, kendi muhakemesini esas alarak karar verip hareket etmekteydi. Kur'an'da bu tür bir olay şu sözlerle anlatılmaktadır. "Ey Peygamber, mümin kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını Öldürmemek, elleri ve ayaklan arasında bir iftira düzüp uydurmamak (başka erkekten edindikleri gayri meşru olan bir çocuğu kocalarına nisbet etmemek), maruf konusunda sana İsyan etmemek hususunda, sana biat ederlerse, onların bi-atlarını kabul et ve onlar İçin Allah'tan mağfiret dile." (60: 12). Kur'an'm bu ayeti Rasul 'a devlet başkanı olarak itaatle ilgili iki Önemli noktayı ifade etmektedir. İlki Rasul'ın münkeri emretmeyeceği hakkında en ufak bir şüphe bulunmasa bile Rasul 'a itaatin maruf (iyilik ve adalet) şartına bağlanmış olması, ki böylece ilâhî kanunun sınırları dışında hiçbir yaratığa itaatin olmayacağını net bir şekilde açıklamaktadır. Devlet başkanı olarak hareket eden Rasulullah 'a itaat maruf şartına bağlı ise, nasıl diğer yönetici ve idareciler te-bealarından şartsız ve sınırsız itaat isterler? Rasul bu prensibi şu sözüyle açıklamıştır: "Masiyette (Allah'a itaatsizlikte) kula itaat hakkı verilmemiştir. İtaat ancak marufta (İslâm'a aykırı olmayan hususlarda, iyilikte)'dir." Bu konuda konuşan Abdurrahman Zeyd b. Eşlem, "Allah sana itaatsizlik etmememizi söylemiyor, ancak O, marufta sana itaatsizlik etmememizi istiyor" demiştir. Allah, Rasul itaati böyle bir şarta bağlamışsa, başka biri marufun dışında bir husus için nasıl itaati isteyebilir? Ebu Bekir el-Cassas şunları yazmıştır: "Allah, kendi Rasulü'nün ma-rufdan başka bir şey emretmeyeceğini bilir, bununla birlikte Ona itaatsizliği maruf olan şeyde yasaklamaktadır ki, hiç kimse bu ayetten Allah'a itaatsizliği emrettiklerinde bile yöneticilere itaat edilmesi gerektiği hükmünü çıkaramasin. Rasul'ün sözleri de bunu desteklemektedir. Her kim Allah'a isyanda bir yaratığa İtaat ederse, Allah o yaratığı onun üzerine tesbit eder" Alame Alusî der ki, bu emir iktidarda olanlara (ulu'1-emr) itaatin her kayıt ve şartla zorunlu olduğu şeklindeki cahiliye fikrini yalanlamaktadır. Rasul hiçbir zaman maruftan başka bir şey emretmediği halde bile Allah, Rasulü'ne it-tatı maruf şartına bağlamıştır, ki mânası yaratıcıya kimsenin itaat edilmeye hakkı olmadığı hususunda insanları uyarmaktır. (Ebu'l-alâ Mevdudî, 'Tefhimu'l Qur'an\ cilt 5, sh. 446-447). Yukarıda zikredilen ayetle ortaya konan ikinci hukukî nokta da fevkalâde ehemmiyete haizdir. Bu ayet beş olumsuzun yanısıra sadece bir olumlu emir vermektedir, maruf olan her hususta Rasul'a itaat etmeleri gerektiğinin. O yıllarda kadınların işledikleri beş büyük günahı saymakta ve olardan uzak kalmaları için kadınlardan söz almaktadır. Yapmaları gerekli olan davranışların, maruf ve âdil bir listesini vermemekte, fakat Rasul maruf namına onlara her ne emrederse itaat edeceklerine dair onlardan vaat almaktadır. Şüphesiz bu iyi davranışlar Kur'an'da zikredilenlerinkinden ayrıdırlar, bunlara itaat de müslümanlar için zorunludur. Bu yüzden, ayet toplumu İslâm'ın amaçladığı seviyeye yükseltmekle gerekli çok yönlü reformları toplumda uygulamak için Rasulullah'a geniş yetki tanındığını telkin etmektedir. Onun tüm kararlan ve emirleri, ister Kur-an'da, isterse Kur'an dışından olsun, müminler için yükümlülük oluşturur. Rasulullah'ın biat alırken müminleri Kur'an'dan zikredilmeyen birçok kötülükten uzak durmalarını emretmesinin ve onlara değişik emirler vermesi de sahip olduğu geniş yetki sebebiyledir. Yetki sahibi oluşu Rasul'ın birçok hadîsiyle de desteklenmiştir. (Islamic Surveys; Islâmic Politeal Thought'). Ki şüphesiz, Rasulullah'ın tüm bu emir ve kararlarına Onun diğer emirleri gibi itaat edilmeli ve uygulanmalıdır. İslâm'da Rasuiullah'ın rolü hususunda bir tartışma ya da farklı görüşler kesinlikle mevcut değildir. O, dinin ve devletin başkanıdır; Allah'ın yegâne elçisi olarak sözleri, tefsirleri ve hareketleri kesinlik ifade eder; emirlerine tüm inananlar tarafından itaat edilmeli ve izlenmelidir; ve önemlisi Rasulullah'ın kararı hakkında kalbinde en ufak bir şüphe bulunduran gerçek bir mümin değildir (4: 65). İslâm şeriatının ve İslâm devletinin lideri olarak Rasulullah'ın rolü ve pozisyonunu gerektiği şekilde anlamaksızın bazı oryantalistlerin onun hayatının çeşitli yönlerini eleştirmeye ve rastgele hükümler vermeye kalkmaları onların namına üzüntü veren bir durumdur. Oryantalistlerin çoğunluğu dürüst ve tarafsız bir kritik yapabilme şerefine bile sahip değillerdir. Bu yüzden çoğunluğunun gerçek Önemlerini kavramadan ilgisiz olayları ele alıp, sonra da köstebek tümseğinden dağ çıkarmaya-öküzün altında buzağı aramaya;... çabalayan bu batılı gözlemcilerin uzun tarihi içerisine dalmak beyhude bir çaba olacaktır. Örnek olarak Mont-gomery Watt'ı alalım. O, ne ümmetin Önemini, ne Rasulullah 'ın bekçi değil uyarıcı olduğunu, ne de İslâm devletinin gayesini anlamış, fakat, aşağıdaki örnekleri gibi çeşitli ifadelerle İslâm devletinin başkanı olan Rasul'un rolü üzerine hükümler icat etmiştir. "Muhammed, diğer kabile şeflerinden daha üstün değildi"; "Bir tür hakemdi, bir çeşit keyfi hareket edendi"; "İlk on yılındaki mukayeseli zayıflığı"; " 'Allah'a ve RasulüL ne itaat edin' ifadesine bizim yaptığımız yorum tüm müminlerin Muhammed'in kararlarına itaat etmesinin beklenmediği şeklindedir; Muhammed'in güç ve yetkisindeki artış yeni anayasal anlaşmalardan kaynaklanmamakta, fakat O'nun askerî zaferleri ve bir seri başarılı seferlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır"; "Hakem olarak Muhammed'in getirildiği durumlar dışında birçok sivil ve seküler olaylar vardır"; "Muhammed'in biyografisini okuyan vasat bir Avrupalı ya da Amerikalı okuyucunun O'nun devlet başkanlığı pozisyonu hakkında yanlış, hatta kötü bir husus olduğunu hissetmemesi çok zordur; Muhammed siyasî istekle suçlandığında Kur'an O'na sadece bir uyarıcı olduğu şeklinde cevap vermesini telkin eder." Bu ve benzeri birçokları ferdî alanda olduğu kadar sosyal alanda da takvalı hayatını, iyilik saçan ve âdil çalkantılı geniş Arap Yarımadası'na tüm tarihî boyunca sahip olamadığı emniyet ve barışı kazandırmadaki benzersiz başarısını bile tanımadan Muhammed'ın yaşantısının birçok yönünü eleştirmektedirler. Bunlara ek olarak insanlığın büyük bir bölümüne birlik, barış ve gaye mefhumunu —tarihte bir benzeri daha bulunmayan 23 yıl gibi kısa bir sürede— kazandırdı. Fakat bu peşin hükümlü ve sahtekâr araştırıcılar Rasul Muhammed'ın büyüklüğünü değerlendirebilecek kadar anlayış ve görüş sahibi değillerdir. Onlar çeşitli bölünmelerine dokunarak bir fili tarif etmeye uğraşan kör insanlar gibidirler. |