Konu Başlığı: Rabbânî Nizam Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 18 Ağustos 2012, 13:22:56 Âhiret Hayatının Delili Olarak Rabbânî Nizam Benzer şekilde Kur'ân-ı Kerîm, âhiret hayatı için delilini hâdiseler dünyasındaki İlâhî rubûbiyetin olağan sistemi ve görünür yanıyla mukayese temeline oturtur. Kılı kırk yaran bir titizlikle yaratılan her şeyin daima hizmet edeceği bir gayesi vardır. Aynı titizlikle yeryüzündeki yaratıkların en mükemmeli olarak yaratılan ve ihtiyaçları aynı titizlikle karşılanan insan gibi bir varlığın, bir süre yeryüzünde dolaşması ve daha sonra sonsuza kadar kaybolması için varolduğu düşünülemez. Herşeyi bir amaç İçin yaratmış olan Allah Teâlâ, yaratıkların en mükemmelim boş yere yaratmış olamaz. "Sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Gerçek hükümdar olan Allah, pek yücedir. O'ndan başka ilâh yoktur. O, yüce ve şerefli Arşm sahibidir." (23: 115-116). Şimdiye kadar dikkatimizi Kur'ân'm sâde Üslubuna yönelttik. Bununla beraber, ilim diliyle söylenebilir ki, insan, yeryüzündeki tekâmül zincirinin en son ve en asil halkasıdır. Bilime göre, yeryüzünde ilk hayat belirtilerinin görüldüğü zamanlara kadar gidilirse, hayatın, insanı amaçlayan ve onda mükemmelliğe erişen çok uzun bir gelişme süreci geçirdiği görülür. Başka bir ifadeyle, kâinatın insana zemin hazırlaması milyarlarca yılı almıştır. Bu olaylar zincirini gözümüzün önüne getirmeye çalışalım: Dünya gezegeninin güneşten kopan bir parça olduğunu, soğuması için geçirdiği uzun dönemi ve orada hayata müsait bir ortamın hazır hâle geldiğini. İlk hayat hücresi olan protoplazmanm oluşmasına, oradan insanın yaratılmasına kadar ne kadar süre geçtiğini kim bilebilir? Ve daha sonra kültür dünyasında insanın kendisine gerekli olan zekânın verilmesi işinin ne kadar sürdüğünü kim bilebilir? Bilim diline göre, yeryüzünün şekillenişinden sonra insanın gelişmesi için çok uzun zaman geçtiğini söylersek yanlış olmaz. Burada hemen şu soru akla gelebilir: Yaratılışında büyük ihtimam ve uzun bir zaman sar-fedilen bir nesne, yeryüzünde sadece yemek, içmek ve sonra ebediyyen yok olmak için mi vardır? Buna benzer bir başka soru daha sorulabilir: Madem ki insanın hayatı geçmişte sonsuz değişime tâbi tutulmuş -her zaman daha üst seviyede bir konuma erişmek için gelecekte de aynı işlemin devamını neden beklemiyoruz? Bu süreç içinde, geçmişte bir hayat merhalesinin bitip diğerini başarıyla başlatması bizi şaşırtmazken, insanın daha yüksek bir form oluşturmak için öldüğü söylendiğinde niçin şüpheyle karşılıyoruz? 'insan başı boş bırakılacağını, sorumlu tutulmayacağını mı sanır? O, ana rahmine atılan bir damla tohum değil miydi? Sonra yapışkan bir maddeye dönüştü, ardından da Allah onu yaratıp biçimlerin en güzelini verdi." (75; 36-38). Zâriyaî sûresi başlıbaşma hesap yani din konusu veya bu dünyadaki amellere göre ahiret-te alınacak karşılık konusuna tahsis edilmiştir: Sûrenin ilk âyetleri, "Andolsun" diye başlamaktadır, "size va'dedilen mutlaka doğrudur." Rububiyetin tabiattaki İşlevine değinilerek bu konu daha iyi vurgulanmıştır: "Savurup kaldıranlara (esip bulutları, tozlan kaldıran rüzgârlara, yanardağlardan lâvlar püskürten tabiat kuvvetlerine, yaratıkları savuran meleklere). (Yağmur) yük(üy)le yüklü (bu-lut)lara, kolayca akıp giden (gemilere, rüzgârlara yörüngelerinde dönüp seyreden gezegen)lere, iş(ler)i taksim edenlere (rızıkları, yağmurları dağıtan güçlere) andolsun ki, va'dolunduğunuz şeyler elbette yerine gelecek; ceza ve mükâfat da mutlaka gerçekleşecektir!" (51: 1-6). Bu iddia, hayatın gerçekleri delil gösterilerek desteklenmiş ve 23. âyet ile konu pekiştirilmiştir: "Yeryüzünde kesin inanç sahipleri için birçok deliller vardır. Sizin kendinizde de. Artık görmeyecek misiniz? Gökte de de rızkınız ve va'dedildiğiniz şey var. Gök ve yerin Rabbi hakkı için, muhakkak bu, bir gerçektir; sizin konuşmanızın bir gerçek olduğu kadar." (51: 20-23). İfade çarpıcıdır ve bu dünyadaki rızkın Allah tarafından karşılandığı gibi, âhirette her fiilin karşılığının Allah tarafından verileceğini belirtmektedir. Kur'ân'ın, doğrularını savunmak İçin takip ettiği üslup, karmaşık delillendirme içeren bir mantık değildir. Bilâkis, açık ve doğrudan bir çağrısı vardır. Sorduğu sorular uygun cevapları teşvik etmektedir. Aslında verdiği cevaplar, sorduğu sorular gibi etkileyicidir. Bu yüzden çağrıda bulunurken şu şekilde hitap etmektedir: "Ey insanlar! Rabbinize kulluk edin!" "Gerçekten Allah, benim ve sizin Rabbinizdir, Öyleyse O'na itaat edin!" "Şüphesiz Allah benim ve sizin Rabbinizdir; o halde O'na itaat edin!" "Doğrusu bu imanınız bir imandır ve Ben Rabbinizim; Öyleyse itaat edin!" "De ki: 'Niçin Allah hakkında tartışıyorsunuz? O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir?" Şunu üzülerek belirtmeliyiz ki, Kur'ân'ı tefsir edenler, onun anlatımındaki bu özelliğe dikkat etmemişlerdir. Kendilerini diyale.tik tartışmaların İçinde kaybederek, Kur'ân'ın doğrudan metodunu kavramak ve onu takdir etmekten uzak kalmışlardır. Sonuçta, Kur'ân'ın ruhu, onlar tarafından yeterince hissettirile-memiştir. (Ebu'l-Kalam Azad, The Tarjuman al-Qur'an, English Translation by Dr. Abdul Latif, Lahore). |